Oluç: Ekonominin kitabını yazmadılar, yoksulluğu, talanı, yolsuzluğu kitabına uydurdular

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi:

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç, şunları söyledi:

İstanbul ve İzmir başta olmak üzere pek çok il fırtına ile mücadele ediyor. İstanbul, Kocaeli ve Zonguldak’ta 6 yurttaşımız hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. İzmir de güne depremle uyandı. İzmirlilere de geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bu yaşadıklarımız, iklim krizini öncelemeyen ve kar hırsından başka bir önceliği olmayan yönetim anlayışının sonucudur. Bu zihniyet değişmediği sürece, bu tür sonuçlarla karşı karşıya kalmaya maalesef devam edeceğiz.

Motokuryeler acilen yüksek tehlikeli meslekler grubuna alınmalıdır

Yine dün sosyal medya başta olmak üzere fırtına olan illerde motokurye ve kargo çalışanlarının feryatlarını dinledik. Pandemi ile birlikte değişen alışveriş alışkanlıkları sonucunda kurye ve kargo çalışanlarının iş yükü çok büyük ölçüde arttı, çalışma koşulları giderek ağırlaştı. Günde 14 saate varan çalışma süreleri var. Meslek örgütlerinin verilerine göre pandemi öncesindeki yılda 19 motokurye hayatını kaybederken, pandemi döneminde yılda hayatını kaybedenlerin sayısı 190’a ulaştı. Yaklaşık 10 kat artmış durumda. Bu tabloya acilen müdahale edilmesi gerekiyor. Motokuryelerin çalışma koşulları yeniden düzenlenmeli, tedbirler arttırılmalı ve motokuryeler acilen yüksek tehlikeli meslekler grubuna alınmalıdır. 

TÜİK’in açıkladığı büyüme üretimsiz, yoksullaştıran ve adaletsiz büyümedir

Büyüme rakamları açıklandı TÜİK tarafından. Üçüncü çeyrekte bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 7.4, bir önceki çeyreğe göre ise yüzde 2.7 oranında artış kaydedildi. İktidar bu büyüme verilerini allayıp pullayıp anlatmaya başladı.

Ama bu veriler üzerinden bir başarı öyküsü yazılamayacağını söylemek lazım. Büyüyen ilk üç alana baktığımızda, bunlardan birincisi, mesleki idari ve destek hizmet faaliyetleri yüzde 25.4; ikincisi, bilgi ve iletişim faaliyetleri yüzde 22.6; üçüncüsü ise hizmetler yüzde 20.7 büyümüş. Bunların üçü de üretimsiz büyüme olduğunu göstermektedir. Bu büyüme yoksullaştıran ve üretimsiz büyümedir. TÜİK verileri bile bunu saklayamamaktadır. Örneğin tarım, ormancılık ve balıkçılıkta yüzde 6’ya yakın azalma olduğu ortaya çıkmıştır. Sadece bir örnek olarak veriyorum.

İstihdam yaratan bir büyüme söz konusu değildir. Büyüyen bir avuç ihracatçı ve kamu garantileri ile çalışan şirketlerdir. Bu son derece vahimdir. Gerçek hayatı, işçileri, yoksulları, dar gelirlileri, orta sınıfı olumlu anlamda etkileyen büyümeden söz etmek mümkün değil. Adaletsiz bir büyümedir. 

Bakın, 2021’in ikinci çeyrekteki işgücü payı büyüme içinde yüzde 32.7’dir. Üçüncü çeyrekteki payı yüzde 29.8’e inmiştir. Yani üç puanlık bir düşüş vardır. Bu emeğin sömürüsünü arttıran bir büyümedir. Bu adaletsiz bir büyümedir. Sadece üretimsiz ve yoksullaştıran bir büyüme değil, aynı zamanda adaletsiz bir büyümedir.

Yok pahasına ihracatla sağlanan bir büyümedir. Değersizleşen Türk Lirasının sonucunda artan ihracatla elde edilen bir büyümedir. Dolayısıyla adaletli bir büyümeden, emekçilere, işçilere, dar gelirlilere, ücretli çalışanlara yönelik bir büyümeden söz etmek mümkün değildir. Zaten Uluslararası Risk Primine (CDS) baktığımızda, 500 dolayındadır Türkiye’nin risk primi. En yakın ülkeyle arasındaki fark yüzde 100’dür.

Yeni ekonomi rotasının temelini değersiz Türk Lirası politikası oluşturmaktadır

Nedir iktidarın ve AKP Genel Başkanı’nın günlerdir konuştuğu yeni ekonomi rotası? Daha geçtiğimiz günlerde “paranı itibarı ülkenin itibarıdır” diyen Tayyip Erdoğan, “bu anlayışla ekonominin kitabını yazdık” diyen Tayyip Erdoğan, şimdi ucuz Türk Lirası ile parada da ülkede de itibar bırakmayacak bir politikaya yönelmiştir.

Bugünün yeni ekonomi rotasının temelini değersiz Türk Lirası politikası oluşturmaktadır. ‘Paranın itibarı ülkenin itibarıdır’ anlayışı yerle bir edilmiştir. Ucuz Türk Lirasıyla ihracatı artırıp üretim ve istihdam sağlayacağını iddia eden bir ekonomi yönetimiyle karşı karşıya kaldık. Türk Lirasının değeri neredeyse sıfırlanacak, Türkiye’deki emek gücü ve üretilen malları kat be kat düşük değerle yabancılara satacaklar, böylece üretimi ve istihdamı artıracaklarını iddia edecekler. Bunun gerçekçi bir politika olmadığını bütün toplum çok kısa sürede görecek. Bu anlayış bütün toplumda daha fazla mülksüzleşme, daha fazla sömürü ve daha pahalı hayattan başka bir anlama gelmeyecek.

Türkiye’de yaşayanlar için değil, yabancılar için ucuz cennet yaratılıyor

Bakın Türk Lirası’na değer kaybettirerek Çin benzeri bir kalkınma öyküsü hayal ediyorlar. Fakat baktığımızda Çin’in ihracatında yüksek teknoloji ürünleri payı yüzde 31 civarındadır. Türkiye’nin ihracat payında ise yüzde üç buçuktu, yüzde 2.7’ye indi. Durum bu. Siz öyle bir ihracat anlayışıyla Çin’e benzeyelim diyemezsiniz. Böyle bir politikayla öyle bir sonuç alamazsınız.

İlk on ayda ithalat ve ihracat rakamlarına baktığımızda, 34 milyar dolarla ithalat rakamları ihracatın önündedir. İlk on ayda. İhracat ancak ithalatın yüzde 84’ünü karşılamaktadır.

Bu politika devam ederse, mutlak ve yaygın yoksullaşmayla Türkiye halkları karşı karşıya kalacaktır. Emek ucuzlayacaktır, şirketler ucuzlayacaktır, üretilen mallar ucuzlayacaktır. Aslında bir ucuz cennet yaratılacaktır. Ama bu ucuz cennet, Türkiye’de yaşayanlar için değil yabancılar içindir. Yabancı parayla bu şirketleri, bu malları satın alanlar ve insanları ucuz emek koşullarında çalışmaya zorlayanlar kazanacaktır. 

Ekonominin kitabını yazmadılar; yoksulluğu, talanı, yolsuzluğu kitabına uydurdular

19 yıldır “ekonominin kitabını yazdık” diyenler, enflasyonu resmi rakamlara göre yüzde 20’ye getirmiştir. Gayri resmi veri yüzde 50’nin üzerindedir. İşsizliği yüzde 12’ye çıkarmış, dış borcu 450 milyar dolara ulaştırmıştır. Doların değerinden söz bile etmek istemiyorum. İşte “ekonominin kitabını yazdık” diyenler aslında yoksulluğu, talanı ve yolsuzluğu kitabına uydurmuşlardır. Ekonominin kitabını yazmamışlardır. 

Faizlerin indirilmeye başlandığı Eylül ortasından bugüne kadar yaklaşık 150 milyar TL kredi kullanılmıştır. Bir hesap yaptık. O Türk lirası krediyi alıp dolara çevirdiğinizde, Eylül ortasından bugüne kadar yüzde 25 haksız kazanç elde ettiniz demektir. İşte Türk Lirasının değersizleşmesi birilerini zenginleştiriyor. Kimleri zenginleştiriyor, bunları açığa çıkarmak gerekiyor.

DDK’nin döviz artışını araştırırken ilk gitmesi gereken yer Saray’dır

Döviz mevduatı ülkemizde tüm mevduatlar içinde yüzde 61,5’e ulaşmıştır. Bu rakama ne zaman ulaşılmıştı bir kez daha, 2001 krizinde. O zaman da yüzde 61’i görmüştü döviz mevduatı. Getirilmiş olan nokta budur. Bütün bu yanlış ekonomi politikalarıyla,  yandaşlarını destekleme politikalarıyla ülkeyi bu hale getirmiş olan Erdoğan rejimi direktif vermiştir. Nereye? Devlet Denetleme Kurulu’na. DDK’ye demiş ki, dövizlerdeki artışı araştırın bakalım.

Herhalde DDK’nin, çalışmaya başladığında ilk olarak gitmesi gereken yer Cumhurbaşkanlığı Sarayı olacaktır. Çünkü ne zaman Cumhurbaşkanı çıkıp bir konuşma yapsa, döviz kurlarında ciddi bir yükselişle karşı karşıya kalınıyor. İlk soruşturulacak yer Cumhurbaşkanlığı’dır. DDK’nin, işine oradan başlaması gerekir. Neden her konuşmadan sonra böyle bir durumla karşı karşıya kalınıyor? Dış güçler deniyorsa, DDK dış güçleri nereden bulacak. O zaman MİT’e direktif verin, dış güçler ne iş çeviriyor diye.

Meclis Türk Lirasının değersizleşmesini araştırmalıdır, önergemizi indireceğiz

Dış güçler şehir efsanesine dair de birşey söylemek istiyoruz. Geçtiğimiz aylarda bir araştırma önergesini indirdik. Bu dış güçler kimdir, bir araştırılsın dedik. Kim reddetti?  AKP ve MHP reddetti. Araştırmayalım, ekonomiyi bu hale getirenleri, dış güçleri dediler. Yine Meclis’e getireceğiz. Cumhurbaşkanı DDK’ye dövizin bu hale gelmesini araştırın diye bir direktif veriyorsa, o zaman Meclis’in yapması gereken de bu döviz kurlarının neden bu hale geldiğini, Türk Lirasının neden değersiz pul haline geldiğini araştırmaktır. Dış güçlerse, onların kimler olduğunu araştırıp bulmaktır, ki önlemler alınsın. DDK’ye bu direktif veriliyorsa, Meclis tavırsız kalamaz. Meclis’in yapması gereken bunu araştırmaktır. Bu önergeyi de indireceğiz, bakalım AKP ve MHP, bu önerge karşısında ne diyecek? Meclis araştırmayacaksa, işi sadece DDK’ye bırakacaksa, o zaman Meclis’te de yapılacak bir iş kalmamış demektir.

Bu anlayışla toplanmış olan MGK’de ekonomiyle ilgili değerlendirmeler yapılıyor. Yani vesayetçi anlayışa bakın siz. Adalet ve Kalkınma Partisi, neredeeeen nereye geldiniz. MGK’de ekonomi değerlendirmesi yapıp açıklamalar yapıyorsunuz. Güvenlikçi anlayışınız zaten sizi ekonomide bu krize sürükledi. MGK’ye bel bağlayan,  ondan medet uman bir iktidarla karşı karşıya kalmış vaziyetteyiz.

Ekonomiyi tartışmak MGK’nin işi değildir, askeri vesayet günlerini geri getiriyorsunuz

MGK de aklını başına toplasın. Ortada bir ekonomik kurtuluş savaşı yok. Erdoğan,  kendi rejimini ve iktidarını kurtarabilmek için bir savaş açtı. Kime savaş açtı? Toplumun tamamına savaş açtı. İktidarı kurtarma savaşı var. İktidar ve Erdoğan kendi gölgesiyle savaşıyor esas olarak. MGK’nin işi değildir bunlar. Hiç oralarda bu konuyu tartışmayın. Ülkeyi yeniden askeri vesayet günlerine geri getirmeye kalkışmayın. 

Cumhurbaşkanlığı zam sistemiyle karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir zam sistemi haline geldi. Zam üstüne zam yapılıyor. Fiyatlar ortada. En önemli şey ekmek. Ekmek parası kazanmak diye bir laf vardır. Un fiyatlarına yapılan zamlar sonucunda halk ucuz ekmek alabilmek için kuyruklara girdi. Uzun kuyruklar oluştu. Yakında Emniyet Güçlerinin, miting mi yapıyorsunuz burada diye müdahale edeceği noktaya geliyor. 

AKP karunlaştı

Cumhurbaşkanlığı zam sisteminin bizi getirdiği nokta esas olarak bu. Karunlaştınız. Adalet ve Kalkınma Partisi bütün yöneticileriyle, üyeleriyle, bütün yandaşları, şirketleri ve holdingleri ile karunlaştı. Karşı karşıya kalınan durum bu. Artık hak ve vicdan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin lugatında iktidarını kaybetmemek için harcanan ilk kavramlar haline geldi. 

2022 bütçesi kadüktür

İktidar Orta Vadeli Plan yaptı. Bu plan yapılırken hesaplamalar dolar için 8.3 lira üzerinden yapıldı. Orta Vadeli Plan’ın yıl sonu dolar tahmini 9.16’ydı. Bugün dolar 13 lira. Ben iki hafta önce burada basın toplantısı yaparken, dolar 10 liraydı. İki haftada üç lira arttı. Dolar kuruna baktığımızda Orta Vadeli Plan çöktü.

Sadece Orta Vadeli Plan mı çöktü? Bütçe çöktü. 2022 bütçesinde öngörülen dolar kuru 9.27 lira. Önümüzdeki hafta Genel Kurul’da bu bütçeyi tartışmaya başlayacağız. Tartışmaya başladığımızda dolar 13 lirayı geçmiş olacak. Bütün öngörüler boşa çıktı. Bu bütçe aslında kadük hale geldi. Bu bütçenin revize edilmesi lazım, ama iktidar revize etmeyecek. Böyle bir cesareti yok. 

Sendikaların asgari ücret konusundaki taleplerine katılıyoruz

İşte bu ekonomik koşullarda, 1 Aralık’ta asgari ücret görüşmeleri başlayacak. Ülkede milyonlarca insan bugün açlık sınırının altında olan bir asgari ücretle çalışıyor ve geçinmeye uğraşıyor. Milyonlarca emekçiden söz ediyoruz. Aileleriyle birlikte.

1 Aralık’ta başlayacak olan asgari ücret görüşmeleri konusunda vurgulamak istiyoruz. DİSK, Türk-İş ve Hak-İş bugün birlikte bir açıklama yaptılar. O açıklamada asgari ücret konusundaki taleplerini sıraladılar. Bizler sendikaların ve işçilerin, emekçilerin asgari ücret mücadelesinde onların taleplerinin yanındayız ve dayanışma içinde olmaya devam edeceğiz.

Sendikalar dedi ki, asgari ücretin saptanmasında Anayasa’da yer alan geçim şartlarına öncelikle uyulmalıdır. İnsanca yaşamayı mümkün kılacak, insanlık onuruyla bağdaşacak bir asgari ücret belirlenmelidir. Bizler de aynı sendikalar ve emek örgütleri gibi düşünüyoruz. Şu andaki asgari ücret açlık sınırının altındadır. Yoksulluk sınırının çok çok altındadır. Yoksulluk sınırı dört kişilik ailede 10 bin TL’yi aşmıştır, asgari ücret ise 2825 liradır net olarak. 

21 kişi sendikal faaliyetleri nedeniyle hukuksuzca ihraç edildi

Memleketteki meseleler sadece ekonomiyle ilgili değil. Hukuk ve demokrasiyle ilgili çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Yaşamaya da devam edeceğiz. Bunları her gün tartışıyoruz. Tartışmaya da devam edeceğiz. Türkiye’deki demokrasisizlikten, hukuksuzluktan, insan hakları ihlallerinden, evrensel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesinden, Türkiye’nin imzaladığı uluslararası demokratik sözleşmelerin uygulanmamasından, ihlal edilmesinden en fazla etkilenen HDP’dir. Ama sadece HDP değil, Türkiye'deki bütün muhalefet ve halkların tamamıdır.

Öyle hukuksuzluklarla karşı karşıyayız ki, son bir örnek, Diyarbakır’da Eğitim-Sen’e üye olan 21 kişiye meslekten ihraç kararı verildi. Neden diye soracaksınız? İhraç kararı niye verildi? Kasım 2020’de, yani bir sene önce Diyarbakır’da Eğitim-Sen yöneticilerine ve üyelerine bir operasyon düzenlendi, gözaltı, tutuklama vs. Aradan geçen sürede serbest bırakıldılar. Ve haklarında açılmış olan soruşturmalar sona erdi, davalar beraatle sonuçlandı. Ortada bir suç yok, ortaya çıkmış bir ceza yok; ama günün birinde MEB, 24 kişi hakkında hiçbir somut gerekçe olmaksızın idari soruşturma başlattı ve sonuçta da 21 kişi ihraç edildi. Neden? Hiçbir suç yok ortada. Yaptıkları şeyleri, kendi sendikalarının eylemlerini sosyal medyada paylaşmışlar, sendikal etkinlik çağrıları yapmışlar. Ortada hiçbir şey yok, ama ihraç var. Keyfiyet, hukuksuzluk, KHK’lere dayanarak hala insanları mesleklerinden ihraç etmek böyle bir şey. Ama bununla bitmiyor çok örnek var. 

Kobanî Davası heyeti neden 6 ay sonra değiştirildi?

Kobanî davası sürüyor. Dün başladı duruşmalar tekrardan. Neyle karşılaştık? Bir baktık mahkeme heyetine yeni üye atanmış. İki hafta önce de heyetin başkanı değiştirilmişti. Şimdi de mahkeme heyetine bir üye daha atandı. Üç kişilik heyetin iki kişisi değiştirildi.

Neden? Mahkeme heyetine ne diye direktif verilmişti? Altı ay içinde sonuç çıkartın, cezaları verin direktifi mi verilmişti? Cezaları vermedikleri için mi mahkeme başkanını ve üyesini değiştirdiniz. Adalet Bakanlığı, size soruyoruz. Neden mahkeme heyeti değişmek zorunda kaldı? Bunun bir cevabı var mı? Yok.

Ama biz biliyoruz, siyasi baskı var. Kobanî Davasını bir an evvel sonuçlandırın diye siyasi baskı var. İktidar ortakları tarafından çok açık bir siyasi müdahale var. Anayasa’nın 138. Maddesinin açıkça çiğnenmesi var. İktidar ve ortakları, açıkça Kobanî Davasını sürdüren mahkeme heyeti üzerinde bir baskı ve tahakküm kurmuştur. O heyetteki 2 üye bu tahakküm karşısında istenileni yapmadıkları için değiştirilmiştir. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Hukuk var mı? Yok. Siyasi baskı var. Bunu biz biliyoruz. Ama bununla bitmiyor ülkedeki hukuksuzluklar.

Adalet Bakanlığı’na çağrı yapıyoruz: İmralı’daki hukuksuz görüş yasağını sona erdirin

Bakın hep konuşuyoruz, İmralı’da ağır ve mutlak bir tecrit sürdürülüyor. Son 8 aydır İmralı’da Abdullah Öcalan ve diğer tutuklulardan haber alınamıyor. Çünkü aileleriyle görüşme yaptırılmıyor. Avukatlarıyla da görüşme yaptırılmıyor.

25 Mart'ta en son Öcalan kardeşiyle telefonla görüşmüş ve görüşme yarıda kesilmişti. O günden bu yana haber alınamıyor. Sağlığı nasıldır, herhangi bir sıkıntı var mıdır bilgi alınamıyor. Avukatların başvuruları reddediliyor. Aileler soruyor, neden izin vermiyorsunuz diye, ama yetkililer herhangi bir açıklama yapmadan bu görüş yasağını sürdürüyorlar.

Avukatlar dün öğrendi, Ekim ve Ağustos ayında üç ve altı ay olmak üzere iki ayrı görüş yasağı verilmiş Abdullah Öcalan’a. Neden? Ne olmuş da bu yasaklar verilmiş? Her şey keyfi. Bilgi verilmiyor. Geçen yıl da Eylül ayında altı ay görüş yasağı verilmişti. 2009 yılında AİHM’e gönderdiği savunmasına ek olarak hazırladığı ‘yol haritası’ gerekçe gösterilmişti.

Görüş yasağı, yani keyfiyet ve hukuksuzluk had safhada. Eskiden ‘koster bozuk’  derlerdi başvuranlara, şimdi onun yerine görüş yasaklarını getirdiler. Bakın Adalet Bakanlığı’na sesleniyoruz. Bu ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı tutumdan bir an evvel vazgeçilmesi gerekiyor. Bunun hukuka aykırı olduğunu Adalet Bakanlığı biliyor. Devlet aklı, aykırı olduğunu biliyor. Ama bu görüş yasağından medet umuluyor.

İnsanlık dışı ve hukuk dışı bir durumla karşı karşıyayız. AİHM, İmralı’da bir tecrit olduğunu kabul ediyor ve bağlı bulunan sözleşmelere uyma çağrısı yapıyor. AİHM’i dinlemiyor bu iktidar. CPT, uluslararası alanda İşkenceyi Önleme Komitesi,  Türkiye’nin de parçası olduğu ve raporlarını kabul ettiği CPT; bu konuda adım atın diyor, ama iktidar onu da dinlemiyor. CPT raporlarına bağlı olarak Avrupa Konseyi açıklama yapıyor, bu hukuksuz durumu sona erdirin diyor, ama iktidar onu da dinlemiyor. İnsanlık ve hukuk dışı tecrit yıllardır devam ediyor. Kabul edilemez bir durumla karşı karşıyayız. Avukat görüş hakkı, aile görüş hakkı evrensel haklardır. Bu haklardan vazgeçilemez. Bu hakları yersiz yere engellemeye çalışmak hukukla alakalı bir durum değildir. Bir kez daha Adalet Bakanlığı’na çağrıda bulunuyoruz. Bu hukuksuzluğa son verin. Avukat ve aile görüşü yapılmasının imkanlarını sağlayın, bu insanlık suçuna son verin. 

Anayasa’nın çiğnenmesinin hesabı hukuk önünde sorulacaktır

Tabii AİHM deyince, 30 Kasım’dayız. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısı başlıyor. 3 gün sürecek. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının neden uygulanmadığı masaya yatırılacak. Sonucu hep beraber göreceğiz. İki önemli karar var burada. Hukuksuzluk diz boyu. Bunlardan bir tanesi Osman Kavala kararı, diğeri 2018 ve 2020 Aralık Selahattin Demirtaş kararlarıdır. Her ikisi de Türkiye’yi ağır hak ihlali yaptığı için çeşitli maddelerden mahkum etmiştir ve o günden bugüne kadar o kararlar uygulanmamaktadır. Bakalım Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu konuda nasıl bir açıklama yapacak.

Bu iktidara bir kez daha hatırlatıyoruz. Siz Avrupa Konseyi'nin üyesisiniz. Siz de değil, Türkiye Avrupa Konseyi üyesidir. Türkiye, AİHM’nin bir parçasıdır. O mahkeme kararlarını tanıyan ve uygulama sözünü vermiş olan bir devlettir. Ayrıca AİHS’i imzalamış olan ve o maddelere uyacağım demiş olan bir devlettir.

Siz iktidar olarak AİHS'i çiğneyeceksiniz, AİHM kararlarını ve içtihatlarını tanımayacaksınız, uygulamaları yapmayacaksınız, ama hala bu işlerin bir parçasıyız diyeceksiniz, bu olmaz. Bunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Bu hukuksuzluğa son verin. İktidar olarak sadece AİHM kararını, AİHS’ni çiğnemekle kalmıyorsunuz, Anayasa’nın 90. Maddesini de açıkça çiğniyorsunuz, yok sayıyorsunuz. Bu Anayasa çiğnenmesinin de hesabı gün geldiğinde hukuk önünde, bunu yapmış olanlardan sorulacaktır.

7 yıl sonra bitecek olan işletme hakkını şimdiden uzatmak istiyorlar

Bu hafta Genel Kurul’a bir torba yasa geliyor. İçindeki bir konuya değinmek istiyorum. Limanlar meselesi. Bu teklifin yasalaşmasının ardından, 4 ay içinde başvuran şirketlere işletme hakkı otomatikman 49 yıl uzatılacaktır. Hangi limanlar için? İskenderun ve Antalya limanları öncelikli. 20’den fazla limanın işletmesi bu şekilde uzatılacak.

İlginç, Antalya Katarlı’larda ve işletme süresi 2028’de bitiyor. Yani zamanı geldiğinde açarsın ihaleyi, işletmeyi kim alacak diye bakarsın. 7 yıl sonra bitecek olan işletme hakkını şimdiden uzatmak istiyorlar. Kimin için, Katarlılar için. Geleceği ipotek altına almak budur. İskenderun Limanı işletme süresinin bitimine de daha var, ama 2061 yılına kadar uzatmak istiyorlar. Kimin için, Limak için. Limak kim, yandaş, beşli çetenin bir parçası. İşte iktidar limanları ihalesiz bir şekilde yandaş şirketlere,  Katarlılara peşkeş çekiyor derken bu durumu anlatmak istiyoruz. Kabul edilebilir bir durum değil. 

30 Kasım 2021