Oluç: HDP’yi kendi tek sesliliklerine dahil edemeyince terörize etmeye çalışanlar ülkeye en büyük kötülüğü yapıyor

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç'un 2021 yılı bütçe görüşmelerinin kapanışında yaptığı konuşma:

Sayın Başkan,

Sayın Milletvekilleri,

Değerli Halklarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

Milletvekillikleri hukuksuz ve haksız olarak düşürülmüş olan Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nı sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Şu anda cezaevlerinde bizleri büyük bir heyecan ve özlemle izleyen Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ şahsında tüm seçilmişlerimizi ve yöneticilerimizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Hepimizin onurusunuz. 

Bütçe sürecinde bir ayı geride bıraktık. Bir aydır gerek Plan Bütçe Komisyonunda, gerekse Genel Kurul’da pandemi riski altında yoğun bir mesai harcadık. Öncelikle bu mesaimizde bizleri ekranlarından, sosyal medyadan yakından takip ederek desteklerini sunan halklarımıza, tüm Meclis emekçilerine; kavaslara, stenograflara, teknik ekibe, garsonlara, danışman ve milletvekili arkadaşlarımızın her birine tek tek teşekkür ediyoruz.

Sayın Milletvekilleri,

Bir ay boyunca, Genel Kurul ve Plan Bütçe Komisyonunda muhalefet partilerinin temsilcileri 100 saate yakın söz aldı. Yaklaşık 100 saat boyunca 2021 bütçesinin Saray'ın bütçesi olduğunu, halkın bütçesi olmadığını; halkın cebinden alınanların yandaşın cebine konulduğunu anlattık ama anlamak istemediniz. 

Sadece biz değil, tüm emek ve demokrasi güçleri, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, herkes anlattı ama siz bu sesleri duymak istemediniz. Topluma sırtınızı döndünüz. Esnaf kepenk kapattı. Yurttaşlar kiralarını ve kredi borçlarını ödeyemedi, anlamak istemediniz. Gençler, kadınlar, işçiler, emekliler, çiftçiler, sağlık emekçileri sorunlarını anlattı, duymak istemediniz. 

Bizler devletin, bu ülkedeki her yurttaşa eşit ve adil olarak hizmet etmesi için mücadele ederken, Meclis’te neler oldu, kısaca söyleyeyim: Bütçeyi sunan iktidar bloğu, halkın taleplerini dile getiren muhalefeti zerre kadar dikkate almadı, bütçenin tek bir harfini dahi değiştirmedi, toplumu kutuplaştırmaya devam etti. 

Oysa muhalefetin sesine, sokağın taleplerine biraz olsun kulak verseydiniz, Saray’ı değil halkı gözeten bir bütçe oluşturulabilirdi. Ama ne yazık ki böyle olmadı. 

- Bizler, "neden vaka sayılarını halktan gizlediniz" dedik. Sağlık Bakanı milli çıkar dedi.

- Bizler test yapılmayan veya yoğun bakım odasında yer olmadığı için yaşamını yitirenleri sorduk. Sağlık Bakanı 159 ülkeye koruyucu malzeme yardımı yapmakla övündü. 

- Bizler bu bütçe israf bütçesidir dedik, siz “dünya bizi gıptayla takip ediyor” dediniz.

- Bizler Alevi toplumunun inanç ve kültür talepleri yok sayılıyor dedik, siz “aşure dağıtıyoruz” dediniz. 

- Bizler Mardin'de, Van’da, Diyarbakır’da ve tüm kentlerimizde atadığınız kayyımların yediği ve iktidarın siyasetçilerine yedirdiği halkın milyonlarını sorduk, İçişleri Bakanı “ohh oldu” dedi. 

- Bizler yok ettiğiniz, göz diktiğiniz Kuzey Ormanlarını, Kaz Dağlarını, Torosları, Hasankeyf’i, Cudi’yi, Salda’yı sorduk. Ege’de, Karadeniz'de girmediği orman ve dere kalmayan HES şirketlerini sorduk. Siz, yandaşlarınıza ihale ettiğiniz millet bahçelerini anlattınız. 

- Bizler açlıktan, borçluluktan intihar edenleri sorduk. Siz, "kuru ekmekle karnınızı doyurun" dediniz. 

- Bizler sayısı 5 milyona yaklaşan gençlerin KYK borçlarını sorduk, siz, “havuz yaptık gençler yüzüyor” dediniz.

- Bizler bu ülkede 5 milyon 760 bin genç işsiz var dedik, siz “gençlere ümitsizlik virüsü bulaştırıyorsunuz” dediniz. 

- Bizler, ataması yapılmayan öğretmenler atansın, EYT’lilerin hakları verilsin, bunun için bütçe var dedik. Siz bunları duymak istemediniz. 

- Bizler savaşa değil, eğitime, sağlığa, ARGE’ye daha fazla bütçe ayrılmasını önerdik. Siz, silah üretiminin faydalarından söz ettiniz. 

- Bizler binlerce siyasi rehineyi sorduk, siz iftiraların, gizli tanıklıkların arkasına sığındınız. Bu liste daha çok uzatılabilir. 

Ama kısacası iktidarın verdiği cevaplar bizi şaşırtmadı. Çünkü iktidarın ne bu sorulara cevabı ne de bu sorunları çözmeye gücü var. Çünkü iktidar ittifakı çöküşte, irtifa kaybediyorsunuz. Baskıya, zora dayanan, şeffaf olmayan iktidarlar çökerler dünyanın he yerinde böyledir, siz de bunu yaşamanın paniği içindesiniz. 

Demokrasilerde kabul edilmesi mümkün olmayan bir yönetim biçimi ve anlayışı ile karşı karşıyayız. Meclis’in ve müzakereci demokrasi anlayışının devre dışı bırakıldığı ve yetkinin tek kişinin elinde toplandığı, otoriter bir rejim inşa ettiniz. Siyaseti, toplumsal sorunları, bütçeyi Meclisten Saray’a kaçırdınız. 

Anayasayı, kanunları yok sayarak, cezasızlık uygulamaları ile bağımlı ve taraflı, yürütmenin hakimiyeti altında bir yargı yarattınız. Denge denetim mekanizmalarını felç ettiniz. Kuvvetler ayrılığını tek kişide birleştirdiniz. Demokrasi kırıntılarını yok ettiniz. Meşru seçimleri yok sayarak, seçim ve sandık hukukunu açıkça çiğneyerek Kürt halkının iradesine kayyımlarla darbe yaptınız. Atadığınız kayyımlarla yerel yönetimleri ve yerel demokrasiyi ortadan kaldırıp milyonların iradesini gasp ettiniz, katılımcı demokrasiyi ise yok ettiniz. Medya başta olmak üzere toplumsal ve siyasal muhalefetin özgürlüklerini kısıtladınız. 

Öyle görünüyor ki, iktidar ittifakı "Demokrasiler Nasıl Ölür" isimli kitabı kendine başucu kitabı yapmış. "Demokrasiler sadece generallerin değil, seçilmiş liderlerin ellerinde de ölebilir" deniyor bu kitapta. İşte hukuksuz uygulamalarınızla demokrasiyi adım adım öldürdünüz. 

İster başkanlık isterse yarı başkanlık veya parlamenter sistem olsun hepsi tartışılabilir, ülkemiz için en uygunu değerlendirilebilir ama her birinin vazgeçilmezi katılımcı ve müzakereci demokrasi anlayışıdır. Hukukun üstünlüğüdür. Ancak bu vazgeçilmezler zemininde adım atılabilir. 

Bu ülkedeki yeni vesayet sisteminin en canlı örneğini atanmış bakanların parlamentodaki konuşmaları oluşturmaktadır. Gelip Meclis’i azarlayıp, şov yapıp gidenler, yeni vesayetin sahipleridir. Eski vesayeti sona erdirenler yeni vesayet odağı oldular, siz bu hale getirdiniz ülkeyi.

Bir içişleri bakanınız var. Paralel tek adam olabilmek için çırpınıyor. Bakanlığında kendine özerk paralel bir yapı kurmuş, o yapının tek adamı benim diyor. İç güvenlikten sorumlu bu bakan herkesi tehdit ediyor. Demokrasi güçlerini, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı, kadınları, gençleri, partimizi, muhalif gazetecileri, herkesi hedef alıyor. 

Bakın, bugün işçiler, emekçiler, çiftçiler, emekliler, esnaf, göçmenler, kadınlar, gençler; Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Aleviler, Ezidiler, Romanlar, Çerkezler, Rumlar, Gürcüler ve ismini sayamadığım bu topraklarda yaşayan bütün halklar ve inançlar mevcut otoriter sistemin baskısı altında ve hak ihlalleri ile karşı karşıya. 

İçişleriniz içeriyi, Dışişleriniz dışarıyı karıştırıyor. İç ve dış politikanız, barış ve müzakereye dayanmıyor. Kriz, kışkırtma ve arabozuculuğa dayanıyor. 

Bu iktidarın son yıllardaki ağırlıklı yatırımı silah sanayisine dönüktür. Sağlık, eğitim sistemi, araştırma - geliştirme değil silah sistemi iktidarın öncelikli hedefidir. Niye? Ortada bir dış tehdit yok. Tam tersine siz komşularımızla kavgalı hale geldiniz ülkeyi. Bu kadar güvenlikçi politikanın ağırlık kazanmasının nedeni içerisidir. Çünkü kendi halkını iç güvenlik sorunu olarak gören bir iktidarla karşı karşıyayız. 

Elinizden gelse komşu ülkelere de kayyım atayacaksınız. Ama dünya sizin düşündüğünüz gibi değil. Ülkeyi yatırım değil yaptırımla konuşulan bir ülke haline getirdiniz. Hayaller ve gerçekler farklıdır. Kriz ve çatışma üreten baskıcı rejimler çöküş gerçeğiyle karşı karşıyadır. Bunu unutmayın. 

Sayın Milletvekilleri,

İşte bir aydır konuştuğumuz bu iktidar ve yandaşlarının bütçesinde, halkın önüne yalandan bir sofra seriyorsunuz. Halka kurulan bu sofradan demokrasiyi, eşit ve özgür yurttaşlık hakkını, toplumsal adaleti ve eşitliği kaldırıyorsunuz. Sofraya açlık, yoksulluk, baskı, adaletsizlik, talan ve yalanı bırakıp haydi size afiyet olsun diyorsunuz. 

Bu sofrada partimize bırakılan tek şey ise baskı ve yok etme politikasıdır. Sadece 27. dönem boyunca milletvekillerimiz hakkında 914 fezleke hazırlattınız. Binlerce üye, yönetici ve seçmenimizi gözaltına aldınız, yüzlercesini tutukladınız. Bizleri Meclis kürsülerinde, sokakta, basında, medyada susturmaya çalışırken parti binalarımıza dinleme böcekleri koydunuz. Demokratik siyaseti elinizdeki yargı yoluyla tasfiye etmeye çalışıyorsunuz. 

İşte iktidarın hakikati budur: Baskı ve kendinden olmayana zulüm uygulamak.

Peki, tüm bu tablonun sebebi ne? 

Bakın, Türkiye uzun zamandır çoklu krizin içinde. Halkın gündemi ekonomik, sosyal ve siyasal krizle doğrudan bağlantılı. Bu krizlerin kökenleri Cumhuriyet tarihi kadar eskidir. Türkiye’nin en temel krizi, Cumhuriyet'in demokratikleşememiş olmasıdır. Tekçi, ayrımcı, dışlayıcı, asimilasyoncu, inkarcı ve cinsiyetçi politikalar bir asra yaklaşan zaman dilimi içinde dönüşememiştir. Yurttaşlık tanımını sadece Sünni, Türk ve erkek kimliğini merkeze alarak kurgulayan anlayış, bu kadim topraklarda tarih boyunca var olan ve bir arada yaşayan birçok halkın, grubun, inancın ve kimliğin inkârı üzerinde yükselmektedir. Yurttaşlık tahayyülünün bu ayrımcı, dışlayıcı ve yok sayıcı karakteri bu ülkede büyük yıkımların yaşanmasına neden olmuştur ve olmaktadır. 

Bu anlayış nedeniyle Türkiye’de demokrasi hiçbir zaman tam anlamıyla ne kurumlara ne de siyasete hâkim olabilmiştir. Demokrasi, birçok defa askeri ve siyasi darbelerle işlevsiz bırakılmıştır. Baskının, zorun ve otoriterliğin gölgesinde yeşermeye çalışan Türkiye demokrasisi, son olarak demokrasiyi dışlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile büyük bir darbe almıştır. 

15 Temmuz darbe girişimini Allah’ın lütfu olarak niteleyen iktidar, 20 Temmuz 2016 tarihindeki OHAL ilanıyla yetkilerini, toplumu sindirmek ve muhalefeti bastırmak için fırsata çevirmiştir. Bu zaman zarfında hem yasal hem de fiili olarak yürütme orantısız ve denetimsiz bir biçimde güçlenmiştir. 

Bu sistemde rıza yerine baskı ve zor adeta bir norm haline getirilmiştir. İktidar her gün daha da otoriterleşmiş, temel hak ve özgürlükleri fütursuzca askıya almıştır.

Böylece, Cumhuriyet'in inşasından beri oldukça kırılgan olan demokratik işleyiş Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle adım adım ortadan kaldırılmıştır. Bu süreçte iktidar, yargıyı tek adamın önünde el pençe divan duran bir kuruma dönüştürmüştür. Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku geçmiştir; hukuk devleti yerine buyruk devleti geçmiştir. 

Değerli Halkımız, 

Meclis yüzüncü yılını geride bırakıyor. Kürt sorunu da yüzüncü yılını geride bırakıyor. Cumhuriyet demokratikleşmediği için Kürt sorunu çözülemiyor. Kürt sorunu çözülmediği için demokrasi sorunları da çözülemiyor, Cumhuriyet demokratikleşemiyor. 

Devlet ve iktidar aklı sürekli olarak Kürt sorununu güvenlik politikalarıyla ortadan kaldırmaya çalışıyor. Kürt sorunu artık yok demekle olmuyor. Çünkü var. Kürt sorununun var olması devlet ve iktidar sistemini hukuksuzluğa ve demokrasi eksikliğine itiyor. Var olup da reddettiğiniz bu sorun, sizin çözülüşünüzde karşınıza çıkmaya devam ediyor. 

Bugüne değin hangi iktidar Kürt sorunu üzerinden terör ve beka söylemi üreterek, tehdit ve bölünme algısıyla ülkeyi yönettiğini sandıysa, ülkenin işsizlik yoksulluk ve yolsuzluk sorunlarının üzerini bir bir örttüyse, eninde sonunda bu sorun o iktidarları sona erdirmiştir. Bu hakikat değişmeyecektir. 

Bu süreçte Kürtlerin temsil hakkı kayyım atamaları ile elinden alınmış, iradesi gasp edilmiştir. Kürtçe kamusal alandan silinmiştir. Kürtçe tiyatrolar bile yasaklanmaktadır. Baskı ve şiddet, savaş politikaları, insan hakları ihlalleri, emek sömürüsü, gelir adaletsizliği, bölgesel eşitsizlik, ekolojik yıkım ve cinsiyet ayrımcılığı inşa edilen yeni rejimin olağanı haline gelmiştir.

Cezaevleri muhalifleri rehin etme merkezlerine dönüşmüştür. Cezaevlerinde son yıllarda ciddi hak ihlalleri, kötü muamele ve işkence yaşanmaktadır. 

İmralı’da hukuksuz ve uluslararası imzalanmış anlaşmalara aykırı bir biçimde sürdürülen tecrit CPT ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi metinlerinde açıkça değiştirilmesi gereken durum olarak ilan edilmiştir. Bu mutlak tecrit sistemi bir an evvel sonlandırılmalıdır. İktidarın İmralı’daki bu yönetim rejimi Türkiye’de adaletsizliği derinleştirmektedir. 

Hukuksuzluk deyince dün bir kez daha Sayın Levent Gök tarafından burada anlatılan Roboski Katliamının 9. yılına 10 gün kalmış vaziyette. Bugüne kadar hiç bir kamu görevlisi yargılanmamış ve ceza almamıştır. Elbette ki bu da unutulamaz, bunu da konuşmaya devam edeceğiz. Roboski halkının bu adalet arayışında yanında olmayı sürdüreceğiz. 

Rejimin iktisadi politikası da sınıflar ve bölgeler arası ekonomik ve sosyal adalet uçurumunu gittikçe derinleştirmektedir. Nihayetinde sermayeyi esas alan ve halkı yok sayan rant politikaları, yurttaşların sadece bütçe hakkını elinden almakla kalmamış, aynı zamanda yaşamlarını ve yaşam alanlarını da yok etmektedir. 

Bir taraftan çoklu bir kriz süreci yaşanmaktadır. Bütçe tercihlerinde halkın ihtiyaçlarını gözetilmemektedir. Öte taraftan, iktidar bloğu içindeki mevzi elde etme kavgalarının faturası ağır bir biçimde halka çıkarılmaktadır. Susurluk kazası döneminin artığı mafyanın ve derin devletin yeniden ve çok daha açık biçimde siyaseti dizayn çabaları, partimize yönelik iktidarın kapatma imalı saldırıları ve bu saldırıların soykırım çağrısına kadar ilerlemesi, iktidar bloğunun sadece Kürt düşmanı karakterini göstermiyor iktidar bloğunun çürümüşlüğünü de açık bir biçimde gösteriyor.

İktidar bloğunun içinde bulunduğu bu çürümüşlük ve çöküntü, halkın gözü önünde cereyan ediyor. Faturasını en ağır biçimde ödeyen de halktır. 

Bu iktidarın, yenileşme ve demokratikleşme adına bu ülkeye faydası olacak bir adım atma kabiliyeti kalmamıştır. Artık ne basit bir hukuki bir düzenleme yolu ile adil bir yargı oluşturulabilir ne bakan istifaları ile iktisadi alandaki kriz giderilebilir ne de Saray'ın onay bürosuna dönüştürülmüş olan parlamenter sistem demokratik bir işleyişe kavuşabilir. 

Bu tablodan çıkışın yolu bir demokratik cumhuriyet inşa etmektir. Bunun için toplumsal ihtiyaçları temel alan, tüm kimlik, dil, kültür ve inançların varlığını kabul ederek güvence altına alan; sosyal, ekolojik, çoğulcu, eşitlikçi, kadın özgürlükçü, demokratik bir anayasa ihtiyaçtır. Bu topraklarda yaşayan her bir birey, topluluk ve yapı kendisini o anayasa'da görebilmeli ve hissedebilmelidir.

İnsanlığın en büyük kazanımlarından biri olan seçme ve seçilme hakkının, yaşadığımız yüzyılda fütursuzca ayaklar altına alınmasını, yerine "atanmışlar iktidarının" inşa edilmesini bu parlamento çatısı altında hiç kimse kabul etmemelidir. Böylesi bir ülkeyi, bir Demokratik Cumhuriyet'i inşa etmek, sadece bizim değil, demokrasiden yana tüm güçlerin görevidir. 

Demokratik Cumhuriyeti inşa etmenin ana unsurlarından biri demokratik yerel yönetimlerdir. İnsanların kendi yaşadığı kent hakkında, mahallesi, sokağı hakkında söz sahibi olması, nasıl bir kültürel, sosyal ortamda yaşayacağına kolektif olarak karar vermesi, bunun için kendi temsilcilerini seçebilmesi hatta doğrudan temsil yollarını geliştirmeye çalışmasının nesi yanlıştır? Bunun illa Ankara’dan mı yapılması gerekiyor? Ya da bu toprakların bazı bölgelerinde bu kural esnetilebilirken, bazı bölgelerinde neden yasaklanıyor, Kürt halkı cezalandırılıyor? Demokratik yerel yönetimler de bu demokratik cumhuriyetimizin ana unsurlarından biri neden olmasın? Bu sorunun cevabı yoktur.

Toplumsal barış olmadan bunların hiçbirinin olmayacağını bilecek kadar çok acı yaşadık. Yaşamaya da devam ediyoruz. Barış ve huzur içerisinde yaşamak, bu ülkedeki tüm insanların hakkıdır. Bunun gerçekleşmesi için bu parlamentonun sorumluluklarına yüzlerce kez dikkat çektik, bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz. Bu çağrımızı yineliyoruz. Bunun için hep birlikte inisiyatif almalıyız. Ortak sorunların çözümü için ortak sorumluluk alalım diyoruz.

Toplumsal barış için adaletin ne kadar elzem olduğunu hepimiz biliyoruz. “Evrenin ruhu” olan adalet, bizim bir arada olabilmemizin mayası, devletin varoluş gerçeği... Tabii ki onsuz da olamaz bu Cumhuriyet. Bu Demokratik Cumhuriyet'in temel kurucu unsurları ve taşıyıcı kolonları olan siyasetçiler, gazeteciler, bilim insanları, yazarlar, hukukçular, demokratlar cezaevindeyken toplumsal barıştan ve adaletten söz edebilir miyiz? Adliye arşivleri cezasızlık dosyalarıyla dolup taşarken demokrasiden bahsedebilir miyiz? Adaletin tesisi tarihsel bir sorumluluk olarak tüm parlamentonun önünde durmaktadır. O halde sorumluluğumuzu yerine getirip Themis'in terazisini düzeltmek için hep birlikte seferber olmalıyız. 

Bir kez daha vurgulayalım ki, çoğulcu, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa ülkedeki kilitlenmeyi açacak en önemli anahtardır. Önümüzdeki yıl, 2021 yılı 1921 Anayasası’nın 100’üncü yılıdır. 21 Anayasasının yüzüncü yılında yeni bir anayasayla, yeni bir toplumsal sözleşmeyle bu ülkeyi tüm krizlerden çıkarmayı hep birlikte tartışmalıyız. 

Bütçe görüşmeleri boyunca iktidar blokunun her tür saldırısına maruz kalan HDP’nin yolunu, ilkeleri aydınlatıyor. Tekçiliğe karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunmakla yola çıktık, hala bu yolculuğumuz sürüyor. Ezilen ve sömürülen halkların, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin, inanç gruplarının bugüne kadar verdikleri tüm mücadeleleri kendi mücadelemiz olarak görmeye devam ediyoruz.

Bu yolculukta önümüze engeller çıkmıyor mu? Tabii ki çıkıyor. Bin kez deneseler de dallarımızı kırmayı, çiçek vermeye devam ediyoruz. Bu halklar bahçesini renklendirmeye devam ediyoruz.

“Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” bir dünya özlemimiz halen dimdik ayakta. Bu çoklu krizin ortasında ezilen, evine ekmek götürmek için her gün alın teri dökenler, tarlada, fabrikada yok pahasına çalışanlar için mücadeleye devam ediyoruz.

Hakikat yolculuğumuzda yüreğimize umudu eken gençlerin içindeki umudun, gelecek kaygısı, işsizlik, torpil, sömürü mekanizması içinde yitip gitmemesi için mücadele ediyoruz. Bu iktidarın, yarattığı karanlık geleceğe gençleri sürüklemesine izin vermeyip tüm sorunlarını toplumun ve siyasetin gündeminde tutuyoruz. 

Kendi topraklarında yok edilmeye çalışılmış, dili, kimliği, inancı yasaklanmış, sayısız zulme uğramış, köyleri yakılmış, cezaevlerine atılmış, katledilmiş ama direnmekten, onuru ve özgürlüğü için mücadele etmekten vazgeçmemiş Kürt halkının hakları için bir adım öne çıkmaya devam ediyoruz. Bundan asla vazgeçmeyeceğiz. 

Alevilerin hak ve hakikat yolunda verdikleri mücadelenin ta kendisiyiz. Eşit yurttaşlık ve ibadet yerleri ile ilgili taleplerinin sahibi, inançları üzerindeki baskının kaldırılması için verdikleri mücadelede yoldaşlarıyız. 

Mücadelemizin asıl sahibi kadınlar; kadın cinayetlerine, sömürüye, ayrımcılığa, devlet zulmüne, cinsiyetçiliğe karşı durmak için baş kaldırıyor ve biz de bu başkaldırının öncülerinden olmaya devam edeceğiz.

Derelerin özgür akması için nöbet tutan Karadeniz'in hırçın çocuklarının sesleri geliyor, o sesler, Munzur'un sesine karışıyor. Ülkenin her tarafından yoksul köylülerin, toprağına havasına suyuna sahip çıkan kadınların çağrılarını duyuyoruz. Ancak onlara kulak verirsek üzerinde yaşayacağımız bir topraktan söz edebileceğimizi biliyor ve yaşam alanlarımıza Trakya’dan Kürdistan coğrafyasına kadar sahip çıkıyoruz. 

Bizler yolculuğumuza 'barış' şiarıyla başladık, yıllar geçti, mevsimler değişti ama bizim şiarımız değişmedi. Şu an hala şu kürsüde barış demeye devam ediyoruz. Tüm ezilenlerle, tüm halklarımızla birlikte başka bir dünyayı inşa etmek için kolları sıvıyoruz. 

Vatandaş sabah sokağa çıktığında, karşısında ilk gördüğü şey devletin, iktidarın soğuk yüzü olmasın istiyoruz. Otoriter devleti değil sosyal devleti görsün istiyoruz. Televizyonu açtığında kendi sesi, sorunları ve talepleri yerine iktidarın buyurgan, otoriter, kutuplaştırıcı, nefret dilini işitmesin istiyoruz. 

Ekonomik, sosyal ve siyasal olarak toplumun iktidar gücüyle bu denli kuşatılmış ve tecrit altına alınmış olması halkın artık katlanabileceği bir durum olmaktan çıkmıştır. 

Bu otoriter sistem mutlaka değişecektir. Toplumsal öfke ve itirazlar büyümektedir. Bunu iktidarın kendisi de her gün tespit etmektedir. Kamuoyu araştırmaları iktidarın günden güne güç kaybettiğini göstermektedir. Çünkü kamuoyu araştırmalarını TÜİK yapmadığı için gerçek sonuçlar ortaya çıkmaktadır. 

2002’de krizden kaynaklı olarak AKP’yi iktidara getiren o dönemki siyasi ve toplumsal rüzgar şimdi AKP’yi iktidardan götürecek bir rüzgara dönüşmektedir. Siz de bunun çok iyi farkındasınız! 

Topluma umut ve insanca bir gelecek vadeden yeni bir hikayeniz yoktur artık. En büyük zaafınız budur. 

Sizin çatışma ve kriz ittifakınız karşısında ezilen yoksul halkların geniş toplumsal ittifakları, demokratik siyasetten yana olanların demokrasi ittifakı, demokratik güç birliği ve değişim umudu, cesareti vardır. Artık toplumsal ve siyasal muhalefetin halka sunduğu bir yeni Türkiye vaadi ve hikayesi vardır. Hayali vardır. Ve bu umut her geçen gün biraz daha büyümektedir. 

Bizler, bu ülkeyi son derece önemsiyoruz. Kürt sorununda üniter yapı içerisinde demokratik adil, barışçıl bir çözümden yanayız. HDP sadece bir siyasi parti değildir. Tüm kimlikleri, inançları, dilleri, kültürleri renkleri bir araya getiren ve ülkeyi en doğudan en batıya varıncaya kadar birleştiren bir demokrasi hareketidir. 

HDP’ye, fikriyatına, politikalarına ve hedeflerine bakıldığında tam da özlenen demokratik Türkiye’nin kendisi ve eşit yeni yaşam görülecektir. 

HDP’nin çok yönlü olarak hedef alınması, yargı operasyonlarıyla demokratik siyaset dışına itilmeye çalışılması aslında Türkiye’nin demokratikleşmesine karşı bir müdahaledir. HDP’nin engellenmesi, Türkiye’nin her alanda engellenmesidir. 

Evet, HDP ezberleri bozuyor, statükoyu bozuyor, yalanların karşısında hakikati ortaya koyuyor. 

Bize saldıranlar, hedef gösterenler, suçlamada bulunanlar, kurulduğumuz 8 yıldan bu yana Meclis’e verdiğimiz kanun tekliflerine, araştırma önergelerine bir baksınlar. Meclis konuşmalarımıza, çözüm önerilerimize bir baksınlar. Demokrasiden ekonomiye adaletten dış politikaya varıncaya kadar ülkenin her sorununu gündeme getirerek demokratik çözümler arayan, bunun için iktidarları zorlayan demokratik müzakere ve mücadele partisiyiz. 

Sorunlarımızı şiddet yolu ve yöntemiyle değil müzakere ederek, konuşarak, diyalogla çözme arayışından hiç taviz vermedik. 

Bizler halka ve ilkelerimize dayanarak siyaset yürütüyoruz. HDP’yi kendi tek sesliliklerine dahil edemeyince terörize etmeye, suçlu gibi göstermeye çalışanlar büyük haksızlık ve hukuksuzluk yapıyorlar. Siyasette demokratik çoğulculuğa ve farklı seslere tahammül edemeyenler bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyorlar. 

Tüm engellemelerinize rağmen biz, asla demokratik siyaset zemininden uzaklaşmayacağız. Demokrasi, barış ve adalet mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Geri adım atmayacağız. Diz çökmeyeceğiz.

Bizim derdimiz demokratik bir aklın ortaya çıkmasıdır. Devlette ve iktidarda rasyonalite, siyasi akıl bugün devre dışı kalmış durumdadır. Bir akıl tutulması yaşanmaktadır.  Şu an devlete ve iktidara hâkim olan akıl, ülkeye çok büyük zararlar veriyor, zaman kaybettiriyor, demokrasinin önünü tıkıyor. Bunun görülmesi gerekir. Demokratik kurallarla ve hukukla değil korkutma ve sindirmeyle ülkeyi yönetme anlayışı 83 milyonun geleceğinden çalıyor. Biz bunu durdurmaya çalışıyoruz. 

Otoriterleşmenin ve otokrasinin yerine demokrasiyi

Hukuksuzluğun yerine adaleti

Çatışma ve krizin yerine barışı, demokratik uzlaşıyı

Vesayetçi anlayışın yerine halk iradesini

Yalanın yerine hakikati ortaya koyuyoruz. 

Evet, rahatsız olun, biz gerçekleri haykıracağız. Türkiye halkı bizi dinliyor, önemsiyor, değer veriyor ve bize bakarak umudunu ayakta tutuyor. Bu umudun söndürülmesine asla izin vermeyeceğiz. 

Bütün gücünüzle yok etmeye, siyaset dışına itmeye, itibarsızlaştırmaya çalıştığınız HDP günü gelecek bu ülkede demokratik yönetimin bir ortağı olacak. 

İyi ki bu Meclis’te hakikatin sesi olarak HDP var. İyi ki meydanlarda, her yerde, köylerde, kasabalarda, şehirlerde okullarda, fabrikalarda halkın yanında HDP var. 

Herkesi saygıyla selamlıyorum. Halkımıza söz veriyoruz, umudu ve cesareti büyütmekten asla vazgeçmeyeceğiz. 

18 Aralık 2020