Oluç: Z kuşağına, dijital medyayı kullanan bütün yurttaşlarımıza çağrı yapıyorum: Susmayın!

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, AKP ve MHP’nin sosyal medya teklifine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Oluç, şöyle konuştu:

Çok önemli bir meseleyi tartıştığımızı düşünüyoruz ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan şu anda 8 kişi dinliyor. Onlara teşekkür ediyoruz, geri kalanları dinlemiyor ama gelip oy kullanacaklar. Sosyal medyanın yasaklanması, sansürü için hepsi koşa koşa gelip oy kullanacak, durum budur; halk bunu bilsin, görsün. Sosyal medyayı kullanan Z kuşağı ve Z kuşağı dışındakilerin hepsi bunu görsün, tartışma ciddiye alınmıyor. Çünkü bir kere karar vermişler, bunu yasaklayacağız, bunu engelleyeceğiz, toplumsal ve siyasal muhalefetin sesini keseceğiz kararını iktidar ittifakı vermiş.
Şimdi, sosyal medya ve dijital medya alanı 21'inci yüzyılın ve geleceğin belirleyici bir mecrası olmuştur, bunun hepimiz farkındayız herhâlde. Bu, bütün dünya için tartışmasız bir gerçek; son derece dinamik, her gün yeni gelişmelere yol açan bir alandan söz ediyoruz. Bu nedenle de bu alanın etik ilkelerini yani sosyal medya etiğini oluşturmak, bir taraftan evrensel olan düşünce ve ifade özgürlüğünü, iletişim hak ve özgürlüğünü korumak gerekirken aynı zamanda kişi haklarına yönelik saldırılara, hakaretlere yönelik önlemler de geliştirmek gerekiyor. Bu, evrensel bir sorun, evrensel bir çalışmayı ve tartışmayı gerektiriyor.

İktidar hakikati ters yüz ederek toplumdan rıza almaya çalışıyor ama alamayacak

Şimdi, bu gerçeklik üzerinden iktidarın, ittifakın karşımıza getirdiği teklife bakalım: İktidar, kanun teklifinin genel gerekçesinde, bu düzenlemenin gerekçesini temel hak ve özgürlüklerin korunmasında devletin sorumluluğu üzerine kurmaktadır. Peki, gerçek bu mu? Teklifin niteliği bu mu? Hayır, değil. Kesinlikle değil. Bu teklif, var olan rejimin, tek adam yönetiminin kendi güvenliği, kendi bekası için istediği düzenlemeleri söylemsel olarak ters yüz ederek bunları toplum için düzenlemeler şeklinde sunma çabası içindedir. Söylemsel oyunlara gerek yok. İktidar hakikati ters yüz ederek toplumdan rıza almaya çalışmaktadır ama bu rızayı alamayacak, bunu bilelim.

Potansiyel suçlu çemberine Türkiye'deki herkesi katan anlayışın sosyal medya ayağıyla karşı karşıyayız

Bu düzenleme teklifinin gerçekliği sansürün artmasında, sosyal ve dijital medyanın hedef alınmasında ve fişlemenin ivmelendirilmesinde yatmaktadır. İnternet trafiğinin kullanılamaz hâle getirilmesi, cezaların fahiş düzeyde artırılması, verilerin saklanmasına dair muğlak ifadeler iktidarın otoriter ve baskıcı anlayışının bir tezahürüdür. Otokrasi -yani saray- kendini korumak için adım atıyor, sosyal medyayı da güvenlik devletinin bir aracı hâline getirmeye çabalıyor. İktidarın gittikçe otoriterleşen, her hareketi ve muhalif yurttaşı kendisi için tehdit olarak kabul eden, "güvenlik söylemi" adı altında potansiyel suçlu, şüpheli çemberine Türkiye'de yaşayan herkesi ve özellikle de muhalifleri katan anlayışının sosyal medya ayağıyla karşı karşıyayız bugün.

AKP; hukuksuz, organize işler geçmişini silmek istiyor

Konunun özeti şudur: Adalet ve Kalkınma Partisi "unutulma hakkı" adı altında hukuksuz, organize işler geçmişini silmek istiyor; gelecekte ise içinden çıkabilecek, çürümüşlükleri karartacak adımlar atmak istiyor. Para kasalarının sıfırlanması gibi geçmişteki hukuksuzluklar da sıfırlanacak. Bu hâliyle sosyal medya yasası siyasal hafızayı sıfırlama yasasıdır, sansür yasasıdır, toplumsal ve siyasal muhalefeti susturma yasasıdır. Yani Fetullah Gülen'le birlikte çekilen fotoğraflar; 17-25 Aralık yolsuzlukları ve diğer yolsuzluklar; Ensar Vakfındaki çocuk istismarları; Kızılay, Başkent Gaz, Ensar Vakfı ilişkileri; kayyum yolsuzlukları; Mardin'de Erdoğan'a, Süleyman Soylu'ya, Mehmet Özhaseki'ye ve diğer iktidar mensupları adına kesilmiş yüklü hediye faturaları ve buna benzer onlarca, yüzlerce, binlerce belge silinmek isteniyor. Hedef budur esas itibarıyla ama şunu söyleyelim: Bu geçmişi temizlemek, bugünü ve yarını kontrol altına almak için attığınız adımlar gerçekçi değil. Bunlar silinemez, size bunun haberini verelim. Çünkü hepsi kayıt altına alındı yani siz orada sildiğinizi zannedeceksiniz, hepsi kayıt altına alındı ve sanmayın ki demokratik hukuktan ve hukukun evrensel ilkelerinin uygulanmasından günün birinde kaçabileceksiniz.

Bu teklif Anayasa Mahkemesinin 6 kararına ve uluslararası sözleşmelere aykırı

Bu teklifin Anayasa'ya aykırı olduğunu, uluslararası demokratik sözleşmelere ve uluslararası ticari sözleşmelere aykırı olduğunu biraz evvel tartıştık, o konuya tekrardan dönmeyeceğim ama en az Anayasa Mahkemesinin 6 kararına ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu çok açık.
Günümüzün teknolojik ihtiyaçlarını yakalayamamış bir teklif
Metnin tamamına bakıldığında internetin dinamiklerini ve teknik temellerini yeterince kavramayan ancak rejim için gereken otoriter baskı mekanizmalarını tanımlamaya çalışan, günümüzün teknolojik ihtiyaçlarını yakalayamamış bir teklifle karşı karşıya olduğunuzu görüyoruz. "Yeşil top" fikrini hatırlıyorsunuz sizler. "Yeşil top" fikri, ne kadar dijital iletişimden ve sosyal medya dinamiklerinden anlayan bir ürünün aklı idi ise bu teklif de aynı aklın ürünüdür.

Çağ değişiyor, siz bunun farkında değilsiniz

Günümüz demokrasileri ve medeniyeti matbaanın icadına çok şey borçludur, bunu hepimiz biliyoruz. Bugün çatısı altında olduğumuz bu Mecliste yapılan kanunların yaygınlaşmasını sağlayan şey de matbaadır. Aslında "Matbaaydı." demek lazım, geçmiş zamanda çünkü günümüzde elimizde basılı bir Anayasa kitapçığı olmadan da o metni okuyabiliyor olmamız matbaayı artık aştığımızı gösteriyor. Artık "metin" dediğimiz şey bir sayfa sayısı ile değil karakter sayısıyla ölçülüyor. Kaç gram veya kaç forma kâğıt kullandığımız önemli değil artık; bu, genel olarak internet özel olarak da sosyal medya sayesinde böyle oldu. Artık yeni bir medeniyet içerisindeyiz; çağ değişiyor, siz bunun farkında değilsiniz. Günümüzde ticaret, her birimizin masasındaki cihazlar olmazsa yapılamıyor. Bankacılık sistemi de adalet sistemi de eğitim sistemi de buna bağlı. Cebimizdeki telefonlar buradaki her vekilin olduğu kadar her yurttaşı da muhabir, yazar, müşteri, işletme sahibi ya da sanatçı yapabiliyor ama bu durum pek çok etik meseleyle, suçla karşı karşıya kalmamıza da yol açıyor ve bütün dünya bugün bunları tartışarak aşmaya, bu sorunları çözmeye çalışıyor.

Nasıl her devlet matbaanın icadıyla yurttaşlarının hepsini okuryazar kılarak sistemin içinde kalmasını sağlıyorsa günümüzde de dijital okuryazarlık, sosyal medya okuryazarlığı gerekiyor. Bu, müfredatın içinde bir dersle değil tüm süreçlerin yeniden ele alınması ve dijital hakların tanınmasıyla mümkündür.

İnsanlar sizin çocuğunuz değil bu ülkenin eşit yurttaşları, hakları var

Nasıl çocuklarımızı hayattaki fenalıklara karşı uyarıyor ama onları sokağa çıkmaktan alıkoyamıyorsak internet kullanıcılarını da sosyal medyada olmaktan alıkoyamayız. Öncelikle insanlar sizin çocuğunuz değil bu ülkenin eşit yurttaşları, hakları var ya da öyle olması gerekiyor.

Peki, uluslararası örneklerde durum ne? Hep tartışıldı ilk sıralarda "Efendim, iktidar, Alman modelini esas alıyormuş, Fransa modelini inceliyormuş." İddialar bunlardı. Peki, doğru mu? Bakın, Fransa'da bir yıl tartışıldıktan sonra pandemi sürecinde, mayıs ayında, Parlamentodan bir yasa çıkarıldı, bu yasa geçti. 18 Haziran’da, ucu açık olduğu için ve ifade özgürlüğünü ihlal ettiği için Anayasa Mahkemesi Fransa'da bu yasayı iptal etti. Yani bir yıl tartışıldıktan sonra çıkan yasayı Anayasa Mahkemesi Fransa'da iptal etti. Biz de öyle bir tartışma da yok ama sizin umurunuzda da değil zaten çok fazla.

"Alman modeli" deyip duruyorsunuz; Almanya'daki yargıyla Türkiye'deki yargı bir mi?

Peki, Almanya… "Alman modeli" deyip konuşuyorsunuz. Alman modeli nefret söylemini sınırlamak için tartışmaya başlanan bir model, Türkiye gibi muhalefeti, siyasal ve toplumsal muhalefeti kısıtlamak için değil. Almanya ile Türkiye arasındaki farklar üstelik yasal mevzuattan değil ifade özgürlüğü standartlarından, hukuk devleti olup olmamaktan, hukukun üstünlüğünün işleyip işlememesinden kaynaklanıyor. "Alman modeli" deyip duruyorsunuz; Almanya'ya bir bakın, Türkiye'ye bir bakın. Almanya'daki yargıyla Türkiye'deki yargı bir mi, Almanya'daki hukuk devletiyle Türkiye'deki hukuk devleti bir mi? Hukuk devleti var mı Türkiye'de, hukukun üstünlüğü var mı Türkiye'de, bağımsız ve tarafsız bir yargı var mı Türkiye'de? Hiçbiri yok; ondan sonra Alman modeliyle ilgili konuşuyorsunuz. Almanya'nın hedefi ırkçılıkla, Neonazizmle, nefret söylemiyle mücadeledir, Alman modeli bunu hedefleyerek ortaya çıkmıştır ve iki sene tartışılmıştır Almanya'da, bu tartışma iki sene boyunca yapılmıştır ve sonunda, iki senenin sonunda çıktıktan sonra bugün, hâlâ tartışma konusudur. Yetersiz olduğu, ırkçılık karşısında engelleyici olamadığı tartışma konusu olmuştur. Peki, nedir Alman modelinin esprisi? Sosyal ağ sağlayıcılarından nefret söyleminin yayılmasını engellemek. Gerekçesini, göçmen karşıtlığıyla, islamofobiyle ve antisemitizmle mücadelenin oluşturduğu yasa, aynı zamanda, suçu önceden önlemeyi ve çoğulcu demokratik toplumu korumayı amaçlıyor. Burada, sizin getirdiğinizin bununla bir alakası var mı? Yok.

Alman modelinden söz etmeyeceksiniz, Çin modelinden söz edeceksiniz

Peki, illa bir modele dayandıracaksak nedir buradaki yasa? Çin modeli, Çin; Alman modeli değil. Yani tek parti devlet modeli, parti-devlet örtüşmesinin yaşandığı Çin modelidir sizin getirdiğiniz model; yasakçıdır, tamamen kapalı toplum modelidir. Avrupa'yla bütünleşmeyi hedeflerken soluğu Çin'de aldınız. Bravo(!) İttifak olarak Çin'ci müttefikinizin peşine takıldınız. "Perinçek" anlayışı, onun yasakçı anlayışı, sizin siyasetinizin ve anlayışınızın zeminini oluşturmuş vaziyette. Şimdi, Almanya durumu bu. Yani Alman modelinden söz etmeyeceksiniz, Çin modelinden söz edeceksiniz.
Peki, Alman modelinde başka önemli olan noktalar nedir? Almanya diyor ki: "İçerik kaldırma talepleri reddedilen kullanıcılara da mahkemeye başvurma hakkı tanıyorum." Siz tanıyor musunuz? Hayır. "İçeriği kaldırılan kullanıcının da dava açma hakkı vardır." diyor. Siz kabul ediyor musunuz? Hayır. Almanya'daki tartışmalar buna rağmen sürüyor, buna rağmen sürüyor; bunu özellikle vurguluyorum.

Twitter’a bütün dünyadan giden mahkeme kararlarının yüzde 74'ü Türkiye'den gidiyor
Türkiye'de durum nedir? Hani, öyle bir konuşuluyor ki sanki Türkiye'de sosyal medya ve dijital medya alanında böyle bir özgürlükler var, hiç kimsenin hiçbir şeyine karışılmıyor, her şey olduğu gibi devam ediyor da bazı sorunlar ortaya çıkmış; öyle değil. Bakın, geçmiş yıllara doğru kısa bir gezinti yapalım. 2012 başı ve 2019 birinci yarıyıl sonu itibarıyla Twitter'a dünya genelinde gönderilen 7.396 mahkeme kararından 5.487 mahkeme kararı Türkiye'den gitmiş, yüzde 74'ü. Utanın yahu, utanın; bütün dünyadan giden mahkeme kararlarının yüzde 74'ü Türkiye'den gidiyor. Peki, şimdi, kim var Türkiye'nin arkasından? 5.487 sayısının arkasından Rusya var 1.096 kararla, 336 kararla Brezilya 3'üncü sırada. 1'inciliği açık ara almışsınız.

Sosyal medyada yasaklama, hesap kapatma, içerik kaldırılmada birincisiniz

Dünya genelinde diğer çıkarma taleplerine bakıldığında Twitter'a toplam 66 bin talep gönderilmiş, bunun 30.769 tanesi Türkiye'den gitmiş, yüzde 46'sı. Bütün dünyada açık ara öndesiniz yine. 2'nci Rusya, 3'üncü Japonya ama açık ara öndesiniz, Rusya sizin yarınızdan az. Yani derdiniz ne? Yasakçılığınız, müdahaleciliğiniz 1'inci sırada bütün dünyada. Bu, Twitter. Yani Twitter'dan toplam 181.271 hesabın kapatılması istenmiş, Twitter dünya çapında toplam 181.271 hesabı kapatmış. Bu 181.271 hesaptan 84.258'i yani yüzde 46'sı yine Türkiye'den gitmiş, Rusya yine 2'nci sırada, Japonya 3'üncü sırada. Twitter'da kapatılan veya görünmez kılınan toplam 2.877 hesaptan 2.243'ü Türkiye'ye ait. Sizden yahu, sizden geliyor. Durum budur. Yani bu da yetmiyor size, bu da yetmiyor. Siz ne istiyorsunuz biliyor musunuz? Mutlak itaat ve mutlak biat istiyorsunuz bu uluslararası kurumlardan. Twitter'da böyle de Facebook'ta farklı mı? Yo, Facebook'ta da böyle. Sayılara baktığımızda, yine, Facebook, Türkiye'den toplam 24.137 içeriği çıkarmış, 2019'da çıkarılan içerikler devam etmiş, 2018'de de devam etmiş; sayılar ortada. Türkiye, Facebook'ta biraz daha geride, 1'inci sırada değil 4'üncü sırada yer almış ama hızla yükseliyor. Google'da da durum aynı, Google'da da taleplerde öndesiniz, YouTube'da da taleplerde öndesiniz. Yani bütün dünyada, sosyal medya mecralarında yasaklama yapılması, hesap kapatılması, içerik kaldırılması konularında iktidar olarak 1'inci sıradasınız. Türkiye'yi bu hâle düşürmüşsünüz ama hâlâ bu yetmiyor size, siz her şeyi kapatmak istiyorsunuz; size muhalif tek bir ses duyulmasın istiyorsunuz, derdiniz bu.

Nefret söylemiyle ilgili başvurunuz yok çünkü kendiniz kullanıyorsunuz

İlginç bir şey var; Türkiye'de nefret söylemi, ırkçılık vesaire gibi konularla ilgili "Türkiye bu mecralara hiç başvurmuş mu?" diye baktık. Yok, 11'inci sırada yer alıyorsunuz. Nefret söylemiyle ilgili başvurunuz yok çünkü iktidar zaten her gün nefret söylemini kendisi kullanıyor. Sizin Genel Başkanınız her gün, nefret söylemini yeniden yeniden üreterek toplumu kutuplaştırıyor. Neden nefret söylemi hakkında siz şikâyette bulunasınız ki?

Sadece sosyal medya değil, bakın dijital medyada da feci bir durumla karşı karşıyayız. İfade Özgürlüğü Derneği tarafından hazırlanan Engelli Web 2019 Raporu var. Türkiye, 2019 yılı sonu itibarıyla 408.494 web sitesi ve alan adına erişimi engellemiş. Her yıl inanılmaz ölçülerde artıyor, 2007'den 2019'a kadar baktığımızda sürekli yükselen bir eğri var, bunu göstereceğim şimdi oradan göremeyeceksiniz. Yani, genelde baktığımızda, Türkiye bu alanda, dijital medyada ve sosyal medyada zaten yasakçı bir anlayışa sahip. İktidar zaten yasakçı ve engellemeci bir anlayışı sürdürüyor ama yetmiyor bu.

Anayasa Mahkemesinin aldığı ihlal kararlarına da uyulmuyor

Hukuki durum ne? Anayasa Mahkemesinin performansı vahim, çok yavaş işliyor. Çok yavaş işliyor ama verdiği kararlar var. Mesela; 17 farklı başvuru hakkında erişimin engellenmesiyle ilgili 2019'da karar vermiş; bu başvurulardan, 17 karardan 13 tanesinde yani neredeyse tamamına yakınında ifade ve/veya basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş Anayasa Mahkemesi, yavaş işliyor ama işte sizin durumunuzu gösteriyor.

Peki, Anayasa Mahkemesinin aldığı bu kararlar sulh ceza mahkemeleri tarafından uygulanıyor mu? Uygulanmıyor, yargı elinizde çünkü. Anayasa Mahkemesi hiç karar vermemiş gibi davranıyor sulh ceza mahkemeleri. Üstelik bu sulh ceza mahkemeleri, ihtisas mahkemeleri de değil; hiçbirinin bu alanda ihtisası yok, ihtisas mahkemesi kurulmamış. Bu sulh ceza mahkemeleri, sizin verdiğiniz direktiflerle, Genel Başkanınızın, İletişim Başkanlığının -şu anda Anayasa dışı bir kurum olan ve yasa dışı bir kurum hâline gelmiş olan İletişim Başkanlığınızın- Fahrettin Altun'un verdiği emirlerle kararlar veriyor ve Anayasa Mahkemesinin aldığı ihlal kararlarına da uymuyor. Sulh ceza hâkimlikleri 2019 yılı içinde Anayasa Mahkemesinin aldığı karara binde 12 oranında atıf yapmış ya, binde 12! Allah'tan korkun ya! 6.200 karardan sadece 22 tanesinde ilk bakışta ihlal var demişler. İşte, durum bu.

"Hukuk" diye anlattığınız o "guguk" kuralları yabancı yatırımcının güvensizliğine yol açıyor

Peki, bu durum böyleyken, bu teklifin hem ülkede hem uluslararası alanda sadece siyaset, demokrasi, özgürlükler açısından değil; ekonomi alanında, ticari alanda ne sonuçlar yaratacağını düşünüyorsunuz, mesela dış yatırımlar konusunda? Sadece Facebook, Twitter, YouTube, Google açısından söylemiyorum bunu, bunlar yatırım yapmayacaklar ve bunun sonucunu göreceğiz. Peki, diğer yatırımcılar açısından? Size bir rakam söyleyeyim: Türkiye'de yabancı yatırımcılar her geçen gün biraz daha çekiliyor; son beş yılda yabancı sermayenin doğrudan yatırımları yüzde 54 gerilemiş, yüzde 54, hazine iç borçlanma kâğıtlarına olan ilgi rekor seviyelerde düşmüş ve Borsa İstanbuldaki yabancı payı on altı yıl sonra ilk kez yüzde 50'nin altına inmiş, bu rakamları artırmak mümkün.

Neden böyle oluyor? Neden? Çünkü sizin yargı mekanizmanız, sizin "hukuk" diye anlattığınız o "guguk" kuralları aslında yabancı yatırımcının güvensizliğine yol açıyor. Ve insanlar burada güvenmedikleri için, istikrar görmedikleri için, adalet görmedikleri için yatırımlarını geriye çekiyorlar, Türkiye'den gidiyorlar. Ve sosyal medya ve dijital medya alanında da aynı şey yaşanacak ve Türkiye'deki kullanıcılara, milyonlarca kullanıcıya zulüm edeceksiniz. Bunu göreceğiz hep birlikte.

Niye güvenmeyip normal hatlardan konuşmuyorsunuz da WhatsApp'tan konuşuyorsunuz?

Olması gerekenin ne olduğunu aslında konuşalım, evet, bu alanda tartışmaya ihtiyaç var, kullanıcı eğitimine ihtiyaç var, dijital yatırımlara ihtiyaç var, matematik bilimine ve algoritmaların planlanmasına ihtiyaç var, şifreleme ve "blockchain" teknolojisi yatırımlarına ihtiyaç var; bunların hepsini konuşmak lazım. Niye siz hep WhatsApp'tan arıyorsunuz birbirinizi? Niye güvenmeyip normal hatlardan konuşmuyorsunuz da WhatsApp'tan konuşuyorsunuz? Hiç düşündünüz mü bunu?

Z kuşağına, dijital medyayı kullanan bütün yurttaşlarımıza çağrı yapıyorum: Susmayın

Oy çoğunluğunuz var, bu oy çoğunluğunuz olduğu için bu teklifi kanunlaştıracaksınız, bunu biliyoruz. Biz tartışacağız, mücadelemizi vereceğiz, her türlü eleştirimizi dile getireceğiz ama buradan çağrı yapıyorum, Z kuşağına çağrı yapıyorum, "Oy moy yok." diyenlere çağrı yapıyorum, toplumsal ve siyasal muhalefete çağrı yapıyorum, sadece Z kuşağına değil sosyal medyayı, dijital medyayı kullanan bütün yurttaşlarımıza çağrı yapıyorum: Susmayın, susmayın! İktidarın sansürcü anlayışına, yasakçı, engelleyici anlayışına karşı toplumsal ve siyasal muhalefeti durdurmayın ve eninde sonunda iktidarın bu anlayışı karşısında mutlaka ama mutlaka demokratik hak ve özgürlüklerden, insan hak ve özgürlüklerinden yana olanlar yani hep beraber bizler kazanacağız ve bunu da hep birlikte göreceğiz. İktidar da bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak.

28 Temmuz 2020