Oluç: Zaman kazanma zihniyeti kaybetmeye mahkum

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç'un Mezopotamya Ajansına verdiği röportaj:

Kürt sorununda geleneksel devlet anlayışının hep “zaman kazanma” üzerinden strateji geliştirdiğini vurgulayan HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, “Artık o geleneksel ‘zaman kazanma’ stratejisiyle düşünen zihniyet kaybetmeye mahkum” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması sürecinde, iktidarın ve muhalefet bir kez daha Kürt sorununa yaklaşımda ortaklaştı. Güzel hakkında henüz vekil seçilmeden 2017’de başlatılan bir soruşturma olduğu, milletvekili seçilmesi ardından uzun bir süre bekletildiği ortaya çıkan soruşturma kapsamında yayılan fotoğraflarında aslında gizlilik ihlaliyle servis edildiği kanıtlandı. Yürütülen kampanyanın sebeplerini ya da hukuksuzluklarını görmeyen muhalefette iktidarın yarattığı algı operasyonunda Kürt sorununa dair geleneksel yaklaşımından kurtulamadığını bir kez daha tescilledi.

“Terör-güvenlik” kıskacına sokulan Kürt sorununa dair ise HDP hem Hazırlık Komisyonu’nda hem de Karma Komisyon’da sorunun tarihselliğine, demokratik siyaset üzerinden yürütülen tasfiye politikasına detaylı bir şekilde değindi. Son olarak Genel Kurul’da savunma yapan HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Kürt sorununa Cumhuriyet’ten bu yana yaklaşımlara, gerçekleştirilen çözüm adımları ve son olarak 2013-2015 yılları arasında yürütülen Çözüm Süreci’ne detaylı bir şekilde değindi. Oluç, 3 saatlik savunmada Kürt temsiliyetine, Kürtlerin siyasetteki ısrarına karşı yürütülen gözaltı, tutuklama, dokunulmazlık kaldırılması, parti kapatma süreçlerinin de sonuç alamadığını uzun uzun anlattı. Kürt sorununda çözüm iradesine sahip olmayan Meclis ise 28 yıl sonra bir kez daha Kürt sorununa karşı bir kez daha “dokunulmazlık kaldırılması” yönünde karar verdi.

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, savunması, yaşanan süreç ve Kürt sorununda yürütülen temel anlayışa ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Milletvekiliniz Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Genel Kurul görüşmelerinde 3 saat savunma yaptınız. 2 Mart 1994 Darbesi’ne denk gelen sürece dair Kürt sorununu uzun uzun anlattınız. Yaptığınız “savunmada” Kürt sorununa dair nasıl bir çerçeve ortaya koymaya çalıştınız?

Kürt sorununu tanımlarken çokça örnek verdim. Çünkü iktidar ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, “Kürt sorununu biz çözdük” söylemlerini ortaya atmıştı. Bu nedenle konuşmam da iki temel süreç içerisinde Kürt sorununu anlatmaya çalıştım. Bunun bir güncel hayat içerisinde yaşadıklarımız diğeri de konjektörel olarak yaşananlardı. Gündelik hayat içerisinde yaşananlar çerçevesinde sembolik örnekler saydım. Mesela zırhlı araçların çarpması sonucu ölen çocuklar. Bunları batıda herhangi bir şehirde görmek mümkün değil ama Kürdistan coğrafyasında sık sık karşılaşıyoruz. Bunlar dahi Kürt sorunun çözülmediğini gösteriyor. Yine kayyımlar, Şenyaşar ailesi, helikopter atılan Servet Turgut ve Osman Şiban…

Bunların yanı sıra partimizin demokratik siyasetten tasfiye edilmeye çalışılması süreçlerini anlattık. Bugün HDP üzerinden aslında Kürt siyasi temsilinin, Kürt halkının sesinin, sözünün tasfiye edilmesi amaçlanıyor. Kapatma, Kobanê kumpas davası baktığımızda bunları görüyoruz. Bunların her biri aslında demokratik siyasetten tasfiye etme operasyonun bir parçasıdır. Bütün bunların hepsini toparlayıp, paketin içine koyduğumuzda ise ‘Çöktürme Planı’nın parçalarını görüyoruz.

Son 7 yılda yaşananlar ve bugüne yansımaları Çöktürme Planı’nın parçası…

Kayyım atamaları dahil olmak üzere 2014 sonunda hazırlanan ‘Çöktürme Planı’ içerisinde var. 2015 Haziran’ından bugüne kadar uygulanan bu plan bütün bu maddeleri içeriyordu. Kayyım atanması, milletvekillerinin, yerel yöneticilerle valiliğin, kaymakamın ilişki kurmaması sürpriz değil bunların hepsi Çöktürme Planı’nda var. Bugün bu yaşananların hepsi aslında ‘Çöktürme Planı’nda yer alanların hayata geçirilmesidir. Son olarak partinin demokratik siyasetten tasfiye edilmesi, tam bir siyasi kıyımın yapılması arkasındaki anlayış bu.

Sonuç olarak Kürt sorunun çözümsüzlük tarihine baktığımızda; Cumhuriyet tarihi boyunca bir inkar, asimilasyon, imha siyasetini görüyoruz. Dönem dönem ya hepsinin birlikte uygulandığını ya da bazı dönemlerde bazılarının öne çıktığını söyleyebiliriz. Hem tarihsel hem de konjoktörel olarak baktığımızda Kürt sorunun çözüldüğünü söylemek mümkün değil, biz de bunu anlattık.

Konuşmanızın içeriğinde devlet -demokratik siyaset ilişkisine detaylı yer verdiniz. Türkiye’de devletin Kürt demokratik siyasetle nasıl bir ilişkisi oldu. Günümüze yansımaları neler?

Mesela 2 Mart 1994 Darbesi, demokratik siyaset alanında Kürt sesinin, sözünün duyulmasına tahammül edememek ve bunu kabullenmemektir. Leyla Zana’nın nesine tahammül edemediler. İki cümle ve üç renge tahammül edemediler. Şimdi bugüne kadar geldiğimizde 1994’de DTP’nin kapatılması ve siyasetçilere verilen siyasi yasaklar, 4 Kasım 2016 darbesi, gözaltı, tutuklamalar… Bu sürece bakıldığında devlet demokratik siyaset alanında Kürt halkının sesinin, sözünün duyulmasını kabullenemiyor. Bunu engellemek için her türlü adımı atıyor. Sürekli demokratik siyaset alanından Kürt halkının sesi, sözü hangi partiyse o dönemde onu tasfiye ederek, buna son vermek istiyor.

Bunun temel nedeni nedir?

Zaman kazanmak. Bu devletin geleneksel politikası şöyle; ‘Kürt sorununu demokratik, barışçıl ve siyasal yollarla çözmeyelim.’ Ne yapalım? ‘Zaman kazanalım’ Parlamentoya gelen temsilcilerinin partisini kapatıp, dışarı atarsak; bir sonraki seçime kadar zaman kazanırız. Bunu daha köklü yaparsak iki seçime kadar zaman kazanırız, gibi. Tarihsel sürece baktığımızda devlet stratejisini zaman kazanma üzerine kurmuş vaziyette. Bugün de Kapatma ve Kobanê kumpas davasıyla da; ‘Demokratik siyasetteki herkesi bir siyasi kırıma uğratalım, yüzlerce kişiye siyasi yasak verelim’ diye düşünülüyor. Ne olacak sonucunda zaman kazanmış olacaklar. Bir sene, 3 sene, 5-10 sene yaklaşımları var. Demokratik siyasette hep böyle yaklaşmışlar. 1994’te, 2000’de, 2016’da görmüşüz ve hala da bununla uğraşıyoruz.

Kürt halkının kendi kimliği, anadili, kültürüyle siyaset alanında temsil edilmesini istemiyorlar. Buna tahammül edemiyorlar. Bunun arkasında ırkçılık var. Kendilerini üstün görüyorlar. Meclis’teki çalışmalarda da buna benzer ilginç olaylar oluyor.

Mesela?

Rize ya da Trabzon’un sorunlarını konuşuyorduk. Kalkıp, dediler; ‘Size ne?’ Bu memlekette yaşıyoruz. Tabii ki Diyarbakır’ın, Hakkari’nin, Van’ın sorunları ya da İstanbul ve İzmir’inde sorunları bizim sorunlarımız. Rize ve Trabzon’un da sorunları bizim. Tahammülsüzlükleri bu. Bir türlü alışamadılar. Kürt kimliğini, kültürünü, anadilini tanımadan, bunların hakkıyla kullanılmasını sağlamadan bu şekilde meseleyi zamana yayarak, ‘Temsili de engeller miyiz’, diye bakıyorlar. Meclis’te 1478 fezleke var. Bunun bin 200’den fazlası HDP. Fezlekelerin içeriğine bakıldığında düşünce ve ifade özgürlüğü kullanılmış. Her yapılan konuşmaya bir fezleke gönderiyorlar. Benim de başıma geliyor, başka arkadaşlarımın da çünkü konuşulmasına tahammül edemiyorlar. Kürt kadın vekillere yönelik özellikle bir tepkileri var.

Bunu biraz daha açar mısınız? 

Çünkü geleneksel anlayışlarıyla; Kürt kadınlarının sosyal ve siyasal alanda bulunması, çalışması, eşit temsil talebi, yerel yönetimlerde bunu yapması onlar açısından kabul edilebilir bir şey değil. Kürt kadınları okumasın, yazmasın, evinde otursun, istiyorlar.

Semra Güzel’in linç kampanyalarıyla hedef alınmasının arkasında da bu akıl mı var?

Semra Güzel okumuş, mesleğini kazanmış. Siyasete atılmış, başarılı bir siyasetçi olmuş. Köy köy dolaşıyor ve topluma örnek oluyor. Buna tahammül edemiyorlar. Aynı şey Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayla Akat ve cezaevindeki onlarca arkadaşımız için geçerli. Onları rahatsız ediyor. Egemen devlet anlayışı var. Bir de egemen erkek anlayışı var. Kürt kadınlarına karşı ikisi birleşiyor. Hele hele bir de Kürt kadını, Alevi de olunca üç kat katmerleşiyor. Bütün bunların hepsi Kürt sorunu. Bu sorunun en önemli yanlarından bir tanesi saygı duymamak, farklı bir kültüre, anadile, kimliğe saygı duymamak. Onlara saygı duymuyorlar. Önce farklı kimliğe, kültüre, anadile saygı duyulmalı. Bir de eşit olduğunu kabul etmeleri gerekiyor. Hiç kimsenin anadili, etnik kimliği bir diğerinden üstün değil. Bunların hepsinin kabul edilmesi demek bu farklılıkların eşit koşullarda bir arada yaşamasına saygı göstermek demek. Bu olmadığı sürece biz istediğimiz kadar yasa çıkaralım. İşin toplumsal yanı halledilmemiş.

Dokunulmazlığın kaldırılmasına yönelik Meclis’te yürütülen süreç boyunca Güzel’e yönelik bir kumpas olduğunu parti olarak dile getirdiniz. Keza Genel Kurul’da da bunu anlattınız. Nasıl bir kumpas söz konusu?

Kumpas kurulmuş. Ankara Parlamenterler Soruşturma Bürosu’na doysa geldiğinden bu yana gizlilik kararı var. Avukatlar tarafından dahi görülmesi mümkün değil. Oradaki fotoğrafları sızdırmışlar. Linç kampanyası oradan başladı. Sonra fezlekesi Meclis’e geldi. Orada içerikte başka fotoğraflar var. Onlarda sızdırıldı. Ben Grup Başkanvekili olarak gidip, Semra Güzel’in dosyasındaki fezlekeye bakamam. Ya kendisi bakar ya onun avukatı bakabilir. Ama o dosyadaki fotoğraflar ortaya çıkmış.

Nasıl?

Karma Komisyon’un içinden. Adalet ve Anayasa Komisyon üyelerinden oluşan Karma Komisyon üyeleri fezlekeye bakabiliyor. AKP’li bir iki milletvekili tweet atmışlar. Yoksa başka türlü o fotoğrafların alınması mümkün değil. Yani tam bir kumpas kurulmuş vaziyette. Tarihlere baktığımızda da bunu görüyoruz. Bu fotoğraflar 2017’de ele geçmiş. O zaman soruşturma başlatılmış ama vekil olmamasına rağmen ifadeye çağrılmamış. 2019 yılına kadar da bir şey yapılmamış. Sonuç olarak tam bir kumpas hazırlanmış. Sonrasında dokunulmazlığının kaldırılması da böyle. Burada bir hukuk, normal süreç işletilmedi. İlahlar kurban istedi. İlahların istediği kurbanı iktidar ve muhalefet milletvekilleri verdiler. Biz tek başımıza kaldık. Zaten hep böyle oluyor. Sorun Kürt sorunu, Kürtler olduğu zaman adaletsizlik, hukuksuzluk söz konusu olduğu zaman birdenbire iktidar ve muhalefet bizim karşımızda birleşiyor.

Bir yandan Türkiye’de hukuk sisteminde yaşanan sorunları dile getiren muhalefetin Güzel’in dokunulmazlık görüşmelerinde “adil bir yargılama” yapılması temennisi tuhaf değil mi?

Tuhaf. Bir yandan ‘Türkiye’de hukuk yok’, ‘Hakim ve Savcılar Kurulu iktidar yanlısı, hukukun üstünlüğü yok, üstünlerin hukuku var’, ‘Hukuk devleti kalmamış, yargı adalet dağıtmıyor’, diyeceksiniz. Sonra bir milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırıp, hukuksuzluğun ortasına atacaksınız. Diyeceksiniz ki; ‘Orada inşallah hakkaniyetli bir karar çıkar’ Çıkmayacağı belli. Söylediklerinizle bunun olmayacağını söylüyorsunuz ama iktidarın kumpasına gelip, geleneksel devlet refleksi gösterip, dokunulmazlığı kaldırıyorsunuz. Çelişki, seçmenlerin bunu görmesi gerekiyor. Yanlış bir şey yapıldı. İktidar oyun oynadı, eğer sağlam durulsaydı bu oyun boşa çıkardı.

Var mı bir örnek?

Garê meselesinde iktidar aynı oyunuydu. İktidar, yanlış bilgiler verdi, baskı yaptı. Muhalefet o dönemde sağlam durdu. Bunları bir seferde püskürttü, iktidar bir şey diyemedi. Oyuna düşmedi. Şimdi bir kez daha bir oyun kurdu ve muhalefet buna düştü. Bu tedirginlik, korku, cesur siyasetten yoksun davranma hali elbette ki olumsuzdur. İktidar sizin siyasi cesaretten yoksun olduğunuzu görünce, daha fazla üzerinize gelir, daha fazla sizi zora sokar. Bunu yaşıyoruz.

Bildiğiniz üzere muhalefette yer alan 6 parti dokunulmazlık görüşmelerinden bir gün önce yeni bir Türkiye için mutabakat metni açıkladı. Ancak açıklamanın ardından ilk yaptıkları iktidarın arkasına sıralanmak oldu. Siz metni nasıl değerlendirdiniz?

Metin değersiz olduğunu düşünmüyorum. Ama eksiklikleri var. Koskoca metinde bir tane Kürt, Alevi geçmiyor. Alevilerin eşitlik, Kürtlerin özgürlük ve eşitlik talebi var. Bir kelime ile bile geçmiyor. Mesela metin de ‘Kürt ya da Alevi yurttaşlarımızın siyasal, sosyal sorunları var, bunları da biz çözeceğiz’ gibi bir cümle umut verirdi. İlla sorunları tarif etmek gerekmiyor ya da hangi çözüm yollarını kullanacaklarını söylemeseler dahi isimlerini geçirmeleri en azından umut verirdi. Alevi, Kürt ismini geçirmekten bile çekiniyorlar. Aralarında bu konuda bile bir anlaşma olmuyor. İktidar çok daha cesur davranıyor.

Örnek verirseniz?

Mesela İYİ Parti hayatta ağzından bir tane Kürt lafı çıkarmaz. MHP, sahte olsun olmasın; Kürt kardeşlerim, diyor. Sahte olduğunu biliyoruz. MHP’deki çok güçlü ırkçı damar olduğunu, iktidarın şu andaki Kürt düşmanlığının yarısını MHP’den yarısının AKP’den olduğunu biliyoruz. Sahte bile olsa bunu kullanmaktan imtina etmiyorlar. Bir cümle ile bunu muhalefet söylemiyor. Ciddi bir sıkıntı, böyle mi devam ederler yoksa önümüzdeki günlerde daha cesur adım atarlar mı göreceğiz.

Mutabakatın ardından Semra Güzel’in dokunulmazlağının kaldırılmasında iktirarla aynı yerde durdu. Bu ilk sınavda çökmesi anlamına gelmez mi? 

İyi bir sınav veremediler. Kendileri açısından da bir sıkıntı ama böyle davranmayı daha garanti olarak, gördü. Yanlış olduğunu anlayacaklar. İktidar bu tür baskılar karşısında geri adım atan muhalefeti çok daha kolay düşürür.

Kürsüden yaptığınız savunmaya dönersek; Çözüm Sürecine dair de geniş kapsamlı değerlendirmelerde bulundunuz ve partiniz üzerinden Çözüm Sürecinin hedef alındığına dikkati çektiniz. Bunu detaylandırır mısınız?

Çözüm Süreci sürerken iki kere yargıya başvuruldu. Çözüm Sürecini sürdüren aktörler hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Hem devlet hem de İmralı heyetine yönelik yapılan başvuruya dair Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ‘kovuşturmaya yer yoktur’ kararı verdi. O dönemde 6551 sayılı yasa çıkarılmıştı. Yasaya dayanılarak, yapılanların suç olmadığına dair kararla yapılmak istenen girişim iki kere püskürtüldü. Çözüm Sürecinin içinde de o dönemde de bozmaya yönelen çeşitli odaklarda vardı. Bunlardan bir tanesi bu tür başvurulardı. Başka provokasyonlar da yaşandı. Bugün kapatma davasının ekleri içerisinde İmralı tutanakları var. Bütün o süreçte İmralı’da yapılan konuşmalar, görüşmeler, mektuplar var. Kobanê kumpas davasında da o sürece dair bazı belgeler var. Bu bize şunu gösteriyor. Aslında yine ‘Çözüm Süreci’ni yargılamak isteyen bir odak var ve şu anda bunun en kolay yolu HDP üzerinden yapmaktır. Kapatma ve Kobanê kumpas davasında da bu konuda bir başarı elde edilirse eğer Çözüm Süreci’nin diğer tarafları da gündeme gelecektir.

Bu sizin tahmininiz mi yoksa buna dair emareler mi var?

Daha önce tahminlerimizle bunu söylüyorduk. Uyarıyorduk. Sonra bir gün İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener; ‘Çözüm Sürecinin taraflarını yargılamak lazım. Biz iktidara gelince bunu yapacağız’ dedi. Gerçi sonra bir daha bunu söylemedi. Herhalde birileri tarafından uyarıldı. Niyetleri bu, Meral Akşener ve başka kimler var bilmiyorum.

Neden Çözüm Süreci yargılanmak isteniyor?

Geleneksel devlet anlayışı zaman kazanmak istiyor. Şöyle düşünüyorlar; ‘Günün birinde Çözüm Süreci yine gündeme gelir mi?’ Bir biçimiyle gelebilir. Ortada sorun var ve çözülmesi için de mücadele eden bir halk var. Dolayısıyla eninde sonunda bir daha ‘Önümüze gelebilir’, diye düşünüyorlar. Bunu ne kadar geciktirirsek iyidir, diye bakıyorlar. Bunu yapmış olanların gözünü ne kadar korkutursak o kadar iyidir, diye düşünüyorlar. Bunun iki tarafı da var. Hem bizim tarafa gözdağı vermek hem de varsa eğer devlet içinde başka birileri -demokratik, barışçı bir çözümle halledelim diyen- onların da gözünü korkutmak istiyorlar. Bu aynı zamanda iktidar içindeki kavganın da bir parçasıdır. Güvenlikçi politikalarla- güvenlikçi olmayanlar arasındaki bir kavgadır. Bunları anlattık, savunmada da. HDP ve bileşenleri olarak Çözüm Sürecinin arkasındayız. Bununla gurur da duyuyoruz. Süreçte eksikler, yanlışlar yok muydu? Bunları tartışabiliriz. Özeleştirisi yapılır. Yeni bir dönemde yanlışlara düşmemek için adımlar atılır, bu ayrı bir şey. Sorunu müzakere, diyalog yoluyla, karşılıklı konuşarak toplumsal uzlaşma sağlayarak, çözme konusunda tutumun doğru olduğunu dünde söyledik, bugün de söylüyoruz, yarın da söyleyeceğiz. Bundan vazgeçmiş değiliz.

Sizin deyiminizle ‘geleneksel devlet anlayışının zaman kazanma’ meselesi ne kazandırıyor ya da kime kazandırıyor?

Halklara çok şey kaybettiriyor. Yaklaşık 40 yıldır süren bir savaş, yüzyıldır süren bir sorun var. Son 7 yıla baktığımızda inanılmaz ekonomik kaynaklar silahlanma, savaş politikalarına ayrılıyor. Çok sayıda insanımız hayatını kaybediyor. Neresinden baksak bunun topluma hem insani hem de siyasal ve ekonomik olarak faturası ağır oluyor. Geleneksel devlet aklı; ‘Ne kadar geciktirirsem bazı şeylerin değişmesini, egemen ulus olarak o kadar kazanırım’ diye hala düşünüyor. Buna sadece Türkiye sınırları içerisinde de böyle bakmıyor. Ortadoğu üzerinden de böyle bakıyor. Suriye’de de Irak’ta da İran’da da Kürtlerin kazanımlarını engellemeye çalışıyor. Geleneksel akıl derken bunu kastediyorum. Her yerde Kürtlerin hak ve statü taleplerini engellersem, Türkiye’de de bunu geciktirebiliriz, zihniyeti böyle işliyor. Bundan kazanan kimse yok. Herkes kaybediyor. Ama maalesef henüz bunun değişmesi için adım atılamadı.

Çözüm Süreci bu açıdan önemli bir girişimdi. Türkiye’de ilk defa müzakere geleneği olmayan bir devlet ve toplum konuyu müzakere etmeye başladı. Ama olmadı. Olumlu sonuç alınamadı. Ama ilk defa müzakere edilmeye başlandı. Dolayısıyla Kürt sorunun diyalog ve müzakere çözülmesi gerekir. Biz bir kez daha vurguladık.

Şuna da özellikle vurgu yaptık. İmralı’da yapılan son görüşmelerde 2019 yerel seçimler döneminde avukatların notlarında Sayın Öcalan, ‘Kürt sorununu çözmeye hazırım, kendime güveniyorum, devlet aklı ne yapacak?’ diyordu. Devlet aklından gelen cevap tecridin devamı oldu. Geçtiğimiz günlerde avukatları açıkladı; 2021 yılı mutlak tecridin en sert olduğu yıl ve hiçbir haber alınabilmiş değil. Ne avukat ne aile ne mektup, diğer hükümlülerin aileleri, telefon görüşü yok. Hukuksuz ve insanlık dışı bir durumla karşı karşıyayız. ‘Çözüm gerçekleşsin diye ben elimden geleni yaparım. Üzerime düşen herşeyi yaparım, kendime güveniyorum’ diyen kişiyi siz tecritte tutuyorsanız demek ki; çözüm ve barış istemiyorsunuz, demektir. Biz böyle yorumluyoruz. Nereye kadar bunu hep birlikte göreceğiz. Ancak bu dönemin mutlaka değişmesi lazım.

Son olarak uzun uzun konuştuğumuz Kürt sorunun tarihselliğinden günümüze kadar süren çözümsüzlükle “zaman kazanma” meselesi sonuç alır mı?

Yüzyıllık tarihe baktığımızda zaman kazanmanın çeşitli tarihlerde uygulandığı ortada. Ancak gelişen teknoloji sayesinde siz bir haberin ya da bilginin duyulması için kesinlikle geçmiş dönemdeki bir yüzyılda yaşamıyorsunuz artık.  Teknolojik imkanlar o kadar geniş ki ne olsa hemen duyuluyor. Birincisi geçmişteki gibi zaman kazanma pratiği ile adım atılamaz. İkincisi Kürt halkının yüzyıllık tarihine baktığımızda mücadele geleneğine, örgütlenme geleneği açısından yüzyıl önce ile bugün arasında dağlar kadar fark var. Dolayısıyla hem mücadele hem de örgütlenme geleneği gelişmiş bir durumda. Bütün bunlara baktığımızda artık o geleneksel ‘zaman kazanma’ stratejisiyle ‘Biz sonuç almayı 3,5,10 sene erteleyebilir miyiz?’ diye düşünen zihniyet kaybetmeye mahkum. Öyle bir durum ortam yok. Bunun çok uzun vadeli politika olacağı kanaatinde değilim. Kazanılacak zaman kalmadı. Mutlaka Kürt halkının siyasi temsilcileriyle, yerel temsilcileriyle, kanaat önderleriyle, partileriyle, sivil toplum örgütleriyle istedikleri hakları, düşünceleri, konuşarak, müzakere ederek bu sorunun barışçıl ve demokratik çözümleri doğrultusunda adımlar atılması sağlanması esas olandır. Bunlar yapılmadığı takdirde bu tür gecikmelerin faturası hep çok ağır olmaktadır. Bir kez daha vurgulamış olalım.

Röportaj: Berivan Altan 

9 Mart 2022