Hayalleri, “Arap Baharı” dalgasının üzerinde yükselip “Büyük Ortadoğu’nun” emperyal hakimi olmaktı. Gerçekleri, yakılıp yıkılmış ilçelere bayrak asmayı “zafer” saymak oldu.

Hayalleri, Mısır’ı himaye altına almak, bir tür Hidivliğe dönüştürmekti. Gerçekleri darbe yönetimini tanımak, Esma’yı unutmak, Mursi’yi içeride çürümeye terk etmek oldu.  

Hayalleri, Tunus’u Türkiye’nin ekonomik-mali sömürgesine dönüştürmekti. Gerçek, Gannuşi’nin iktidardan düşmesi ve “siyasal İslam’ı bıraktık, demokratik İslam’a yöneldik” diyerek AKP’yi ters köşeye yatırması oldu.

Hayalleri, Libya’da Kaddafi sonrası dönemin hâkimi olmaktı. Gerçekleri, paramparça olmuş, derebeyliklere bölünmüş “yeni Libya”nın içinde kaybolup gitmek oldu.

Hayalleri, iki ayda Şam’a girip Emevi Camii’nde namaz kılmaktı. Gerçekleri, Esad’dan Rojava’ya karşı işbirliği dilenmek oldu.

Hayalleri, Rus’a dünyayı dar etmekti! Gerçekleri ise Putin’den ve Medvedev’den ayrı ayrı yazılı özür dilemek oldu. Düşürdük, yine düşürürüz efelenmeleri, yerini, yanlış yaptık, bir daha yapmayız kıvranmasına bıraktı.  

Hayalleri Gazze’yi bir Türk himaye bölgesine dönüştürmekti, gerçekleri ise İsrail’in Gazze üzerindeki yasadışı ambargosunu ilk tanıyan ülke olmaktır. Erdoğan’ın Gazze mitingi hayal oldu, İsrail’in Gazze bombardımanına destek vermek ise gerçek!

Hayalleri Osmanlı’yı yeniden kurmaktı, gerçekleri kan, istikrarsızlık ve kargaşa içinde bir ülke oldu.

Şimdi faturalar ödeniyor. Galip devletlerin Saray’ın önüne koyduğu şartlar yerine getiriliyor.

Bütün bunların kök sebebi ise olduğu yerde duruyor. Erdoğan müzakereler döneminde “Güçlü Osmanlı’da da Kürdistan eyaleti vardı, yine niye olmasın?” dediğinde dikkatler cümlenin ikinci kısmına yönelmişti. Oysa onun için kritik olan, birinci kısmıydı (Güçlü Osmanlı). Kürde hak vereceksek önce yeniden imparatorluğu kurmalıyız, yoksa yönetemeyiz demek istiyordu. Kürdün hakkını emperyal maceralardan başarıyla çıkmaya bağlıyordu. Fetihçi siyaset çöktüğünde ise ilk işi masayı devirmek, müzakereleri bitirmek oldu. İçe büzüşmüş, mağlup bir devlet için, bırakın özerkliği, anadili bile tartışmak zafiyet sayıldı. 7 Haziran’da bu müflis siyasetin alternatifi olan demokratik seçenek parıldayınca Erdoğan iç savaş kararını aldı. Böylece idarenin de adım adım generallere doğru fiilen kaydığı bir süreci başlattı. Dış politikadaki mevcut yön değişikliği, neredeyse tümüyle genelkurmayın inisiyatifinde gelişmektedir.

Kendine özgü dış siyasetinin adım adım tasfiye edilmesi, bizzat Erdoğan’ın tasfiyesi sürecinin başlangıcı olabilir mi? Erdoğan’ı yöneten büyük korkulardan birisi de budur -ki Davutoğlu’nun tasfiyesi bu korkunun ürünüydü. Bu korku yersiz değildir. Kürt halk direnişine çarpıp kalan bu zihniyet gerçekten de hayat karşısında giderek tasfiye olmaktadır. Türkiye’nin geleceğinde Erdoğan’a yer yoktur. 1990’larda, mücadele bugüne kıyasla çok daha güçsüzken, Batı ve Doğu arasında mücadele köprüleri inşa edilmemişken dahi başarıya ulaşamamış kirli savaş politikaları, bugün yenilgiye uğramaya mahkûmdur. Bu politikalar, tıpkı Demirel, Çiller, Yılmaz gibi Erdoğan’ın da siyaseten sonunu hazırlamaktadır. Yeter ki, demokrasi güçleri, değişim için inisiyatif üstlenebilsin.

Mesele, bir kez daha, emek ve demokrasi güçlerinin, birleşik bir müdahaleyle Erdoğan sonrası dönemi belirlemesidir.  


Alp Altınörs