
Bingöl Milletvekilimiz Hişyar Özsoy, Meclis’te devam eden bütçe görüşmelerinde Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine söz aldı ve şu ifadeleri kullandı:
En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyerek konuşmama başlamak istiyorum. Son 8 yılın Dışişleri Bakanlığı bütçesine baktığımız zaman, 2010 yılında yeni parayla 1 milyarla başlayan bütçe geçen sene 3 milyara kadar çıkmış. Ek ödeneklerini bilmiyoruz ama 3 milyarın üzerinde para, bu sene de 3 milyar 300 milyon bütçe isteniyor.
Devletin bütçesi olmaz, halkın bütçesi olur çünkü bu paralar halkın paraları, halktan alınan vergilerle bir kısmını dış politikaya ayırıyoruz. Her yıl bu bütçenin halkın talepleri, istekleri doğrultusunda kullanılmasını istiyoruz. Peki, öyle mi oluyor? Geçen sene 3 milyar bir bütçeyle çalışan Dışişleri Bakanlığının faaliyetlerinin sonucuna bir bakalım. Örneğin, Amerika'yla ilişkiler bir önceki seneye göre çok daha kötüleşmiş durumda. Avrupa'yla ilişkiler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi'yle ilişkiler kesilme noktasına gelmiş. Geçen sene yaptığım konuşmada söylemiştim, Orta Doğu'da bir tek Kürdistan Bölgesel Yönetimi kalmıştı Hükümet’e dost kalan, bu sene onu da kaybettiler bu Kerkük etrafında dönen tartışmalar yüzünden. Nezaketen bile olsa "Mam Celal" dediğiniz Sayın Talabani'nin cenazesine bir heyet bile gönderme nezaketi gösterilmedi maalesef.
Dışişleri Bakanlığının bütçesi arttıkça Türkiye’nin dışarıda yaşadığı sorunlar da artıyor
Bakıyoruz ki Dışişleri Bakanlığının bütçesi arttıkça Türkiye'nin dışarıda yaşadığı sorunlar da artıyor. Yani bu para nasıl kullanılıyor, bu bütçe nasıl değerlendiriliyor ki her geçen gün Türkiye'nin dışarıdaki izolasyonu katbekat artıyor?
Tüm faturayı Davutoğlu’na kestiniz ama...
Ahmet Davutoğlu'na yapılan en büyük eleştiri dış politikayı ideolojik temellerde yapması, bunun için de Türkiye'yi yalnızlaştırmasıydı. Ahmet Davutoğlu gitti, bütün faturayı kendisine kestiniz ama Ahmet Davutoğlu gittikten sonra da dışarıda dostluklar artmıyor, azalıyor; düşmanlıklar artıyor ve bunun ceremesini Türkiye'de yaşayan bütün halklar çekiyor.
Dışişleri Bakanlığı, bakanlığın dışında belirlenen bir dış politikanın icracısı
Doğrusu, Dışişleri Bakanının kendisi ve birlikte çalıştığı arkadaşlara yönelik olarak şahsi herhangi bir sıkıntımız söz konusu değil. Kendisine bir görev verilmiş, Türkiye'nin dış politikasını toparlamak. Yalnız, temel konsept yanlış olduğu için dış politikadaki bu kırılmalar, bu izolasyonlarda çok fazla sorumluluğu olmadığını da şahsen düşünüyoruz. Daha genel bir konsept, Bakanlığın dışında belirlenen bir dış politikanın icracısı durumunda maalesef Dışişleri Bakanlığı.
Türkiye’nin bir dış politika konsepti yok
Şu an Türkiye'nin bir dış politika konsepti yoktur, herhangi bir konseptten yoksundur. Daha önce değişik vesilelerle söyledik, mesela Atatürkçüler, Kemalistler sürekli "Yurtta sulh, cihanda sulh" diye bir kavramla giderler. Bir konsepttir; yanlış, doğru, eksik, tartışırsınız ama bir konsepttir. Ya da daha önce stratejik derinlik Sayın Davutoğlu'nun bir konseptiydi; eksik olur, yanlış olur, hatalı olur ama bir konsept. Mevcut durumda Türkiye Cumhuriyeti devletine Hükümet eden AKP'nin herhangi bir dış politika konsepti yoktur. Son derece konjonktürel, eklektik, tutarsız, bir gün dediğini ertesi gün inkâr eden, hatta sabah söylediğini -son Rusya örneğinde gördüğümüz- akşam inkâr eden, içte dışta gerilimden beslenen, dışarıda da gayet militarist bir söylem kullanan, tuhaf, ne olduğu belli olmayan bir şey. Bir konsept diyemiyoruz yani kendi içsel tutarlılığı olmayan bir dış politikadan bahsediyoruz.
Türkiye dış politikada savruluyor
Türkiye Orta Doğu'daki ve küresel anlamda yaşanan yapısal dönüşümlere ayak uydurmaya çalışırken, ayak uyduramıyor, savruluyor. Dış politikada bir uçtan diğerine savruluyor. Hatırlayın: Trump gibi bir İslamofobik iktidara geldiği zaman Hükümet’e yakın olan çevreler Trump'a inanılmaz dikkatli davranıyorlardı, gönlünü hoş tutmaya çalışıyorlardı. Çünkü Barack Obama'dan sonra Trump'la, belki Amerika'yla ilişkileri toparlarız gibi düşünüyorlardı. Aynen bu Meclis kürsüsünde şunu söylemiştik: "Yani bir İslamofobik neocon olan Trump gibi birisinden medet umar duruma gelmişsiniz. Bununla hiçbir yere gidemezsiniz" ki en nihayetinde şu an "Trump da bizi sattı, anlamadı" noktasına gelmişsiniz.
2 yıla kadar "Rusya da bizi kandırdı" noktasına gelecekler
Şu an nereye savrulmuş? Şu an Rusya'ya doğru ciddi anlamda bir savrulma söz konusu. Ben Hükümet’e yakın olan medyada dikkatle izliyorum -çok eğleniyorum gerçekten- bir Putin methiyeleri düzüyorlar ki aklınız hayaliniz durur. Diyorum kendi kendime, yakında çocuklarına, Putin, Dugin falan ismi verecekler, Ivan, Igor diyecekler çocuklarına. Çok acele etmesinler, 2 yıla kadar "Rusya da bizi kandırdı" noktasına gelecekler.
Dışarıda, içeride sürekli gerilim üreten bu bütçeye kesinlikle hayır diyoruz
Bölgesel ve küresel düzeyde yaşanan sorunların bu ülkeye yansımalarını merkeziyetçi, totaliter, militarist, faşist birtakım oluşumlarla karşılamak mümkün değildir. Dışarıda ve bölgede yaşanan bu durumlar Türkiye'de de ciddi anlamda birtakım siyasi kırılmalara, gerilimlere sebep veriyor. Şu an Türkiye'nin iç siyasetinde yaşadığımız sorunların çok önemli bir kısmı hem küresel düzeyde Avrupa'da, Orta Doğu'da yaşanan sorunların Türkiye'de yarattığı sıkıntılara ortak akılla cevap verememenin sonucudur. Hükümet alıyor parayı, istediği gibi kullanıyor, çok fazla muhalefete danışma gibi bir derdi de söz konusu değil, muhalefetten gelen bütün eleştirilere kulaklarını da tıkıyor, sonra sene sonunda geliyor, ben bir daha para istiyorum diyor. Kusura bakmasınlar, biz bu bütçeye, bu mantıkla örülmüş bütçeye, dışarıda, içeride sürekli gerilim üreten bu bütçeye kesinlikle hayır diyoruz.
Dünya Türkiye’yi niye kıskansın?
Hükûmet, dışarıda bunu yaparken burada yerlilik, millilik kavramlarını çok fazla kullanılıyor. Diyorlar ki: "Dünya bizi kıskanıyor. Dünya bizi kıskandığı için sürekli olarak bizim üzerimize geliyor." Ben size birkaç tane rakam vereyim. Dünya niye burayı kıskansın? Şimdi, uluslararası camiada bir ülkenin prestiji yapılan sarayların haşmetiyle falan ölçülmüyor, birtakım başka kriterler var. Mesela ne? Mesela hukukun üstünlüğü, mesela insani gelişmişlik, ekonomik gelişmişlik, demokratik kurumların işleyişi gibi birtakım endeksler var, buraya bakarlar. Türkiye'ye bakalım: Birleşmiş Milletlerin İnsani Gelişme Endeksi'nde Türkiye 71'inci sıraya gerilemiş, 2000'li yılların başında Türkiye 45'inci, 50'nci sıralarda, gerileme var. Gazeteciler meselesine hiç girmiyorum, Türkiye 180 ülke arasında 155'inci sırada, muhtemelen bir sonraki yılın raporunda son 10'a girmeye aday, bu tartışılıyor. 2004 yılında basın özgürlüğü konusunda Türkiye 98'inci sıradayken tam 57 sıra gerilemiş. OECD'ye üye 38 ülke arasında Sosyal Eşitsizlik Endeksi'nde Türkiye 33'üncü sırada, yaşam memnuniyetinde 34, cinsiyet eşitsizliğinde 35, eğitim kalitesinde 37, hava kirliliğinde 33, su kalitesinde 37 ve çalışma koşulları itibarıyla 38'inci ve son sıradadır. Dünya Türkiye'yi niye kıskansın?
Türkiye insan hakları ihlalleri konusunda ilelebet şampiyon olacak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine en fazla dava götüren, en fazla ceza alan ülke de Türkiye, o konuda da şampiyon. Hele ihraçlar yüzünden şu an çalışmaları devam eden komisyondan mesele çıksın, iç hukuk yolları bir tükensin, Türkiye dünyaya öyle bir rekor yazacak ki insan hakları ihlalleri konusunda, bunu hiçbir ülkenin kırma şansı bir daha olmayacak, ilelebet şampiyon olacak Türkiye. Yüz binlerce insan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidecek. Sonra "Dünya bizi kıskanıyor." Neyi kıskanacak?
Bütün bakanların, bütün vekillerin, Başbakanın, Cumhurbaşkanının bindiği arabaların hepsi Alman arabası; BMW, Audi'ler şu kapının önünde. Doğru dürüst üretebildiğimiz herhangi bir şey yok ya bizim neyimizi kıskanacaklar? Dört tane parti var, bir defa yan yana gelip herhangi bir konuda mutabık kalabilmiş değiliz, bu ülkenin geleceği konusunda.
Ayşe ile Mehmet'ten aldığınız vergilerle Hans'ı, George'u ikna etmeye çalışıyorsunuz
Yerli ve millilik söylemi içi boş, balon bir söylemdir. Bu söylemin sebebi şudur: Evrensel standartlara ulaşma iradeniz kalmadığı zaman popülist birtakım söylemlerle yerlilik ve millilik iddiası güdüyorsunuz. Bu yerlilik ve millilik iddiası gerçek anlamda bir yurtseverlik iddiası değildir bize göre. Evrensel standartlara gelmeniz konusunda çok fazla eleştiri geldiği zaman, "Efendim, biz Kopenhag'ın değil oranın kriterlerini değil Ankara'nın, Kasımpaşa'nın kriterleri…" diyorsunuz, kökeni budur. O standartlara ulaşamadığınız zaman bunu bir şekilde meşrulaştıracak birtakım ideolojik söylemler üretmek zorundasınız, şu an yaptığınız da budur. Nedir bu? "Hans'ın, George'un ne söylediği önemli değil" diye bir söylem vardı değil mi, Cumhurbaşkanı defalarca kullandı bunu. Tamam, Hans'ın, George'un ne dediği önemli değil, Ayşe ile Mehmet'in ne dediği önemli, çok güzel. Peki, Ayşe ile Mehmet'ten aldığınız vergilerle Hans'ı, George'u dışarıda ikna etmek için yüz milyonlarca doları niye lobi şirketlerine aktarıyorsunuz? Hani Hans'ın, George'un ne dediği önemli değildi?
Bütün dünyaya meydan okuyan bir mantıkla giderseniz duvara toslarsınız
Hans'ın, George'un ne dediği önemli çünkü Türkiye, dünyaya önemli oranda entegre olmuş bir ülke; ticari anlamda olmuş, ekonomik anlamda olmuş, kültürel anlamda olmuş, eğitim anlamında olmuş. Böyle izolasyonalist, kendi içinde kapalı, bütün dünyaya meydan okuyan bir mantıkla giderseniz duvara toslarsınız. Ötesi, bu çok patolojik bir durumdur; bu yerlilik, millilik söylemi çok patolojik. Bakın, hastalıklı bir söylemdir diyorum. Niye? Yerlilik, millilik adına, bu son dönemde Türkiye'de yapılan bazı şeyler oldu. Sakın, bunları istisnai uç durumlar olarak görmeyin. Burada üretilen, ülke genelinde üretilen siyasal atmosferin yarattığı patolojik durumlardır. Ne gibi durumlar? Şöyle: Hollanda'yla sorun yaşıyorsunuz, bir protesto yöntemi olarak yandaşlarınız portakala bıçak sokuyorlar; Rusya'yla sorun yaşıyorsunuz, domates dişliyorlar. Geçen gün gördüm, Trump Kudüs kararını tanıdıktan sonra, muhtar olduğu iddia edilen birisi bir turpun üzerine Trump yazmış, turp kemiriyor. Amerika'yla sorun yaşıyorsunuz, dolarla burnunu siliyor. Yaratılan bu genel siyasal atmosferin toplumda yarattığı patolojilerdir.
Medyasıyla, siyasetiyle dışarıya karşı yabancı düşmanlığına varan söylemler karşısında halkım ne yapsın? Halkım da Hükümetiyle dayanışmak istiyor; istiyor, halkta suç aramayın ama öyle bir patolojik ortam oluşmuş ki… En son, kalemşor bir yazar, İslami camia içerisinde entelektüel kalibresi yüksek bir adam olarak bildiğimiz -ismi lazım değil- bir kalemşor demiş ki: "Kola içmeyin -çok özür diliyorum- çişinizi için, daha iyidir." Böyle yazmış ve bunun da sağlıklı olduğunu söylemiş. Sanki daha bir yıl önce Hükümet Konya'da kola fabrikasını açmamış gibi.
Son dönemde Filistin ile İsrail arasında Kudüs meselesi yüzünden Amerika'yla, İsrail'le ilişkiler iyice gerilmiş durumda. Trump'ın aldığı karar ve İsrail'in Filistin'e 80 yıldır uyguladığı bütün politikaları kınıyoruz, lanetliyoruz. Orada yaşananların hiçbir şekilde savunulacak bir tarafı söz konusu değil. HDP olarak bizim tavrımız bu konuda nettir. Bir işgal altındadır Filistin ve Cumhurbaşkanının o gösterdiği haritaları, Orta Doğu dersi verirken sürekli kullanıyordum. Yani son 80 yıl içerisinde adım adım Filistin'in nasıl darmadağın edildiği, nasıl yok edildiği ve nihai olarak İsrail devletinin Filistin'le anlaşma değil, Filistin'i sonuna kadar yok etme; son toprak parçasına o yerleşimleri yerleştirene kadar durma niyetleri filan söz konusu değil.
Mavi Marmara anlaşmasına sadece HDP muhalefet etti
İsrail'le uzun bir dönem ilişkiler sıkıntılıydı. Geçen seneden, evvelki seneden itibaren bu ilişkileri yeniden toparlayalım diye Hükümet’in girişimleri söz konusu oldu; karşılıklı tartışıldı, konuşuldu, eninde sonunda bu Mavi Marmara meselesi üzerine bir anlaşmaya varıldı ve o anlaşma komisyona geldi, orada çok ciddi tartıştık. Biz yukarıda, bu komisyonda tartışırken çok sert eleştirdik, bu Mavi Marmara anlaşmasının çok sıkıntılı olduğunu söyledik ama o zaman Hükümet cenahından, AKP Grubundan arkadaşlar "İsrail önemli bir ülke, bir şekilde İsrail'le ilişkileri toparlamamız gerekiyor. Hatta Filistin'e en fazla İsrail'le ilişkilerimizi toparlayarak yardımcı olabiliriz" diyorlardı. Medya yazıyordu "İnsani yardım götürebiliriz" diyorlardı. O anlaşma metninin en altında şöyle bir ibare de vardı: "Bu anlaşma Ankara ve Kudüs'te eş zamanlı olarak akdedilmiştir." Yani Kudüs'ü Ankara'ya bir eş kent olarak anlaşmanın altına da yazmışlardı. Orada çok sert tartıştık, aşağıya indik Genel Kurul’a. Bu Genel Kurul’da HDP dışında hiç kimse çıkıp "hayır" oyu vermedi. CHP'li arkadaşlar, yukarıda, komisyonda biz o anlaşmayı tartışırken aslan yüreği yemiş gibi orada anlaşmayı yerden yere vurdunuz; biz şuraya indik aşağıya, hiçbiriniz anlaşmaya "hayır" oyu veremediniz, çekimser kaldınız burada.
Kimsenin Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti olarak tanıdığı yok
Şimdi, öyle oturup "Tel Aviv'den Kudüs'e çekin de büyükelçiliğinizi" deyip rest çekerek siyaset yapılmıyor, bu böyle bir şey değil. İsrail'in Filistin'e uyguladığı politikalar konusunda ilkesel ve kararlı bir tavır almak lazım. Biz şunu söylemiyoruz: Efendim, İsrail bunu yaptı, siz de karşılığında bunu yapın, rest çekin.
Ortada iç politika malzemesi olarak kullanılan bir mesele söz konusu. Öyle tek taraflı olarak "Biz ilan ettik. Alın işte, sizin restinize rest; biz de Doğu Kudüs'ü başkent ilan ediyoruz" denemez. Bu arada, Dışişleri Bakanlığının sayfasındaki çeviri ile anlaşma metni arasında da ciddi bir fark söz konusu. Kimsenin Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti olarak tanıdığı yok, basında böyle yazıldı o anlaşmaya istinaden, orada da bir karışıklık söz konusu.
Evi camdan olan komşusunun evini taşlarken biraz dikkatli olmalı
Şu an Kudüs meselesi üzerinden iç politikada tekrar popülist söylemlerle bir zemin bulma tartışması söz konusu, bunu da yanlış buluyoruz. Netenyahu'ya, İsrail devletine Cumhurbaşkanının söylediklerine katılıyoruz, katılıyoruz. Gerçekten İsrail terör uyguluyor Filistinlilere, yerleşimler konusunda, öldürülen çocuklar konusunda, terörist olarak cezaevine konulan Filistinli çocuklar konusunda, birçok konuda. Neredeyse katılmayacağımız bir şey yok Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediklerine ancak Netenyahu'nun bir tek sözüne katılıyoruz. Dedi ki Netenyahu: "Bu vicdan ve insanlık konusunda sizden ders alacak değilim." Evi camdan olan komşusunun evini taşlarken biraz dikkatli olmalı. Bu ülkede kaç tane Kürt çocuğunun terörist olarak mahkemelerde yargılandığını, cezaevine girdiğini biliyor musunuz? O yasayı İsrail'in Filistin için uyguladığı yasadan modelledi bu Hükümet. Tabii, çok fazla örneği yoktur çocukların terörist olarak mahkemelerde yargılanmasının. Sizden önce İsrail yapmıştı bunu, kayıtlara girin bakın.
Sonra ne oldu? Sonra yüzlerce Kürt çocuğu cezaevlerine girdi, Pozantı'da tecavüzlere uğradılar. İnsanlık dersi konusunda sadece son iki yıla baktığımız zaman burada konuşsak buradan Kudüs'e kadar yol olur. Sokak ortasında yedi gün bekletilen cenazeleri biz konuştuk şu kürsüde. Daha geçen gün dördüncü duruşması yapıldı Kemal Kurkut'un; biliyorsunuz, Newroz etkinliklerinde bu sene çırılçıplak vücudunu açmış, "Silahsızım" diyor, 50 tane kameranın önünde, canlı yayında öldürüldü, canlı yayında. Bir polis tutuklanmış değil; 4 tane duruşma geçti, daha bir polis tutuklanmadı.
Konuştuğu sözler yüzünden 13 aydır bizim eş başkanımızı cezaevine gönderiyorsunuz, söz söyledi diye cezaevine gidiyor; canlı yayında silahsız, savunmasız insanı kameralar önünde öldüren insan cezaevine gitmiyor, tutuklanmıyor. Kürt'ün kanı bu kadar mı ucuz ya? Böyle bir karineye girmek istemiyorum, yarıştırmak istemiyorum ama bu karineye baktığımız zaman, son iki-üç yılda yaşanan onca vahşete, onca ölüme, yıkımlara, bodrumlarda yakılan insanlara, yakılan, yıkılan kentlere baktığımız zaman, eviniz camdan.
İsrail ile askeri anlaşmalarınız yok mu?
Eğer samimiyseniz İsrail konusunda, şuna bir cevap verin: Filistinlilere terör uygulayan İsrail'in, Türkiye'yle terörle mücadele konusunda kaç tane anlaşması var? Bu ülkenin ordusunun subayları İsrailli subaylar tarafından eğitilmedi mi? Özel savaş konsepti uygulanmadı mı 90'larda? Askeri anlamda iş birlikleri yok mu? Ortak tatbikatlar yapılmıyor mu? Birbirlerinden öğrenmiyorlar mı? El insaf! Bunu dünya çarşaf çarşaf yazıyor. Açın uluslararası hakemli bir dergide İsrail-Türkiye ilişkilerini, askeri ilişkilerine bir bakın, orada size bütün anlaşma metinlerini verirler.
Almanyalı Osmanlılar iddiası yalanlanmıyor
Son olarak, çok ciddi bir iddia dolaşıyor biliyorsunuz. Almanya'da birtakım çete örgütlenmelerine Türkiye'den, iktidar partisine mensup bir milletvekilinin para verdiğine dair birtakım iddialar söz konusu. Gerçekten iddia düzeyinde, bilmiyoruz, orada değildik, görmedik. Almanyalı Osmanlılar… Bakın fotoğraflarına görürsünüz zaten, ne menem insan olduklarını. Birtakım telefon kayıtlarının olduğu söyleniyor. Böyle bir şey doğruysa bu çok korkunç bir durum. Yani, resmen mafyatik örgütlerle neredeyse organik bağ diyebileceğimiz bir durum söz konusu. Şu ana kadar o vekil bu meseleyi yalanlayabilmiş değil. Yani "Bu yalandır, böyle bir şey olmadı" demiyor, sadece "Almanya beni takip ederken Dışişleri Bakanını da dinlemiş. Bunun ahlaki, hukuki bir tarafı söz konusu değildir" diye bir şey söylemiş. Sadece şunu söyleyeyim: Bu vekilin "Sopayla Kürtlerin kafasını kıracaksın, bunu videoya çekeceksin, Türk devletine göndereceksin, devlet bunu internette yayınlayacak" şeklindeki konuşmalarının telefon dinlemelerine girdiği söyleniyor. İddia; umarız doğru değildir.
Dış politika bu kafayla devam ederse muhtemelen 2018 yılı içerisinde bu ülke çok daha ciddi badireler atlatacaktır. Bütçenin parasını da vallahi helal etmiyoruz.
17 Aralık 2017