“…….

Bilmezlikten değil, 

Fıkaralıktan 

Pasaporta ısınmamış içimiz 

Budur katlimize sebep suçumuz, 

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız 

Kaçakçıya 

Soyguncuya 

Hayına...”


Kürdistan; Yurdu dört parçaya bölünen yurtsuzların yurdu. Bir ıslık sesi uzaklığındaki diğer parça yurdun sınır telleri ve mayınlar ile birbirinden koparıldığı coğrafya. 

Zehmeri, ayaz gecelerin zifiri karanlığında hafız ezberi ile sınırları aşanların hiçbir zaman pasaporta ısınmadı içi. Yoksulluk, yaşamak uğruna çetin de olsa işin ucunda ölümde olsa yola koyulmayı farz kılan bir sınıfın zaruri halidir.

Bahman Ghobadi’nin Doğu Kürdistan ile Güney Kürdistan sınırındaki bir köyde yaşayan ve geçimlerini kaçakçılık yoluyla elde etmeye çalışan bir ailenin hayatını konu ettiği Sarhoş Atlar Zamanı filmi yoksulluğun bu zaruri halini anlatan mükemmel filmlerden biridir. Filmin başlarında kaçakçılıktan dönen çocukların doluştuğu pikabın arkasında hep bir ağızdan söylediği, “Hayat beni yaşlandırıyor, dağların üstünden vadilerin içine sürüklüyor, beni ölüme yaklaştırıyor” şarkısı yoksul sınıfın eşit olmayan yaşama dair isyanıdır.

Dağların üstünden vadilerin içine sürüklenen 34 yoksul Kürt 5 yıl önce bu vakitler fukaralıktan atların heybelerine doldurdukları kaçak sigara ve çay paketlerini taşırken, tarihsel yurtlarını ortadan bölen sınırın hemen sıfır noktasında katledildi. Bir kuytuluk dibinde katledilen Roboskîlilerin atların sırtına ve traktörlerin römorklarına doluşturulan cenazelerine ait fotoğraf bu ülkenin ibretlik tarihi vesikalarından biri olarak kayıtlara geçti. Bu fotoğraf aynı zamanda devletin Kürde reva gördüğü ve iftiharla sahiplendiği kanlı bir eserdir.

Katliamın yaşandığı ilk günden itibaren iktidar ve iktidarın sesi konumundaki ana akım ve yandaş medya “Orada ne işleri vardı”, “ama onlar kaçakçılık yapıyordu” pespayeliği ile zihinleri bulandırmaya ve katliamı meşrulaştırmaya çalıştı. Çünkü Türkiye’de muktedirlerin zihinsel hinterlandında Kürtler ülkenin ısrarla huzurunu kaçıran, yoksullukları ile birer veba ve potansiyel suçlu olarak durmaktadır.

Oysaki “Orası” dedikleri katledilenlerin bizatihi yurduydu.  “Kaçakçılık” ve “sınır” Kürdistan’da parçalanmış coğrafya ve hayatların metaforudur. Yoksullaştırılmış ve üretimden koparılmış bu coğrafyanın insanları için “Kaçakçılık” önemli bir geçim kaynağıdır ve meşrudur. Meşru olmayan bir vatanı ve üzerinde yaşayan insanları sınır telleri ve mayınlar ile birbirinden ayırmaktır. Kürtlerin yaklaşık 100 yıldır bütün mücadeleleri bu gayri meşru duruma son verip, eşit, özgür ve içinde statüyü barındıran bir yaşamı inşa etmektir. Bu nedenle Roboskî Katliamı Kürt halkının bu arayışına aynı zamanda bir had bildirme harekatıdır. Düzenin “sınır”ını aşanın sonu ölümlerin en kötüsüdür.

Roboskî katliamının siyasi ve askeri sorumlulukları 5 yıldır hesap vermedi. Hesap vermeyi bırakalım sorumlulukları olanlar şeref madalyaları ile ödüllendirildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e, Uludere-Roboskî katliamından sonra operasyondan dolayı özellikle teşekkür etti. 

Katliama ilişkin açılan soruşturma önce bürokrasinin dehlizlerine gömüldü, sonra gizlilik kararı alınıp takipsizlik kararı ile sonuçlandırıldı. Türkiye devleti geçmişte yaptığı katliamları halen savunduğu için 28 Aralık 2011 tarihinde gerçekleştirdiği Roboskî Katliamı’nı da savunmaktan gocunmamıştır. Roboskî Katliamı ile ilgili yürütülen soruşturma failleri ortaya çıkarmak amacıyla değil, aklamak ve gizlemek kastıyla yürütüldü. Katliamın sorumlusu AKP Hükümeti Roboskîli ailelerin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruya, ‘yapılan katliam meşru ve orantılıdır’ şeklinde savunma yapmaktan hicap duymadı.

Tarihte eli Kürdün kanına bulaşan bütün yetkililer her zaman resmi ideoloji tarafından iftihar ile anılmış, devletin en üst yetkililerince ödüllendirilmiş, isimleri cadde, park ve sokaklara verilerek yaşatılmıştır.

Türkiye’nin ilk kadın tayyarecisi, Dersim topraklarını, savunmasız insanları bombalayan Sabiha Gökçen’e madalya ve isminin İstanbul’da bir havaalanına verilmesi, binlerce kişinin acımasızca katledildiği Zilan Deresi Katliamını gerçekleştiren Korgeneral Ferik Salih Omurtak’ın daha sonra Genel Kurmay Başkanlığı’na terfi ettirilmesi, 33 Kürt köylüsünü kurşuna dizdiren Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın adının Van’daki askeri bir kışlaya verilmesi, Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı öldüren polisin isminin İzmir’de bir üst geçide verilmesi sadece bilinen birkaç örnekten biri.

Kürdün boynuna her daim “adalet kılıcı”nı dayayan egemenlerin hukuk terazisinin katliamcıdan yana olduğu Roboskî Katliamı ile bir kez daha tescillenmiştir. Roboskî Katliamı’nın sorumlularının hesap vermesini sağlayacak olan şirazesi bozuk adalet terazisi, AKP yargısı değil Kürt halkı ve dostlarının ısrarla, bıkmadan, usanmadan sürdüreceği özgürlük mücadelesidir. Katliamın gerçekleştiği günden bu yana adalet arayışını bütün baskılara rağmen ısrarla sürdüren Roboskîli anaların duruşu hepimize ilham kaynağı olmalıdır. Bu vesile ile katliamda yaşamlarını yitirenleri anıyor ve adalet arayışından vazgeçmeyen Roboskîli anaların mücadele ve emek kokan ellerinden öpüyorum.

Faysal Sarıyıldız, Yeni Özgür Politika

30 Aralık 2016