Salgın döneminde Kürt Düşmanlığı Raporunu açıkladık

15 sivil hayatını kaybetti, 84 kişi işkenceye maruz kaldı, 93 kişi tutuklandı, 14 belediyeye kayyım atandı

Pandemi döneminde iktidarın uyguladığı Kürt Düşmanlığı politikalarına ilişkin rapor açıkladı. Rapora göre salgın riskinin en yüksek olduğu 11 Mart - 30 Haziran tarih aralığında Kürt illerinde ya da Kürt kimliği nedeniyle saldırıya uğrayarak, şüpheli şekilde, bulduğu cismin patlaması, kurşun isabet etmesi, askeri operasyonlar gibi sebeplerle 6'sı çocuk 15 sivil hayatını kaybetti. Aralarında hak savunucuları, gazeteciler, siyasetçiler, sağlık emekçilerinin de bulunduğu 384 kişi gözaltına alındı, 93 kişi tutuklandı. 84 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 14 HDP'li belediyeye kayyım atandı. En az 13 mezarlık defalarca tahrip edildi. HDP'li milletvekilleri hakkında 84 fezleke hazırlandı. (Raporun tümünü buradan indirebilirsiniz) 

Tüm bu verileri kapsayan "Salgın Döneminde Kürt Düşmanlığı" başlıklı rapor HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede ile HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu tarafından HDP Genel Merkezinde düzenlenen basın toplantısı ile açıklandı. Dede ve Kerestecioğlu şöyle konuştu: 

Ümit Dede: 

Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan Korona Virüs salgını, Mart ayında ülkemizde de görülmeye başlandı. Oldukça zorlu bir dönem geçirdik. En fazla da sağlık çalışanları açısından zorluydu. Ancak toplumun tüm kesimleri pandemi sürecinin olumsuzluklarını yaşadık. Türkiye’de bugüne kadar korona virüs salgınından hayatını kaybedenlerin sayısının 5328 kişi olduğu Sağlık Bakanlığı tarafından açıklandı. Elbette öncelikle hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, hastalıkla mücadele edenlere de acil şifalar diliyoruz. 

AKP salgınla değil kendisi gibi düşünmeyenlerle mücadele etmeyi tercih etti

Tüm dünyada yaşanan salgın karşısında iktidarların uyguladıkları politikalar oldu. Türkiye’de durum biraz farklı ilerledi. AKP iktidarı, salgının yoğun yaşandığı 3 buçuk aylık dönem içerisinde salgınla mücadele etmek yerine kendisi gibi düşünmeyenlerle, muhaliflerle mücadele etmeyi tercih etti. Salgını toplum üzerindeki kontrolün arttırılması için bir fırsat olarak değerlendiren AKP iktidarı kutuplaşmayı, ayrımcılığı derinleştirdi. Pandemi sürecini yasakların, hak ihlallerinin ve keyfi uygulamaların gerekçesine dönüştürdü. 

İktidarın pandemi sürecinde hedefi Kürtler ve muhalifler oldu

İktidarın öncelikli hedefi, uzun yıllardır olduğu gibi muhalifler ve Kürtler oldu. Halk sağlığının öncelenmesi gereken böylesi bir dönemde kayyımlar atandı, gözaltılar yaşandı, haksız tutuklamaların ardı arkası kesilmedi. Askeri operasyonlar sürdü. Cenazelere ve mezarlıklara saldırılar gerçekleştirildi, işkence vakalarında artış gözlemlendi. 

Biz HDP olarak ilgili tüm komisyonlarımızın pandeminin başladığı tarihten itibaren hem sahada yürüttükleri çalışmalar hem de ilgili kesimlerle yapılan görüşmeler ve basından edindiğimiz bilgiler ile pandemi sürecinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin kapsamlı bir rapor oluşturduk. Başlıklar halinde hazırlanan raporumuzu ben ve Filiz Vekilimiz birlikte sunacağız. İlk değerlendirmenin ardından sözü Filiz Vekil’e bırakayım. 

Filiz Kerestecioğlu: 

Salgın dönemi aslında belediyelerin de sınandığı bir dönemdi, kimin toplum sağlığı, kimin kendi çıkarı için çalıştığı bu dönemde bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle kayyımlar ve 'salgın döneminde neler oldu'ya değineceğim. Belediyelerimiz salgının başından itibaren hızlıca harekete geçti. Kamusal alanların temizliğinden, işlerini kaybeden insanlara ekonomik destek sağlamaya kadar pek çok konuda tedbir almaya çalıştık. Fakat toplum temelli, demokratik ve çoğulcu belediyecilik anlayışımız bu dönemde de iktidarın hedefi oldu.

Pandemi sürecinde HDP'li 14 belediyeye kayyım atandı

Bu dönemde; HDP’li 14 belediyeye kayyım atandı, 4 belediye meclis üyesi görevinden alındı, belediye eşbaşkanları mesnetsiz iddialarla tutuklandı, herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın HDP’li belediye meclis üyelerinin toplantılara katılmaları engellendi. Kayyımların ilk icraatı Kürt dili ve kültürüne dönük saldırılar olurken, belediyelerin kadın özgürlük mücadelesi bağlamında hayata geçirdiği projeler de saldırıların hedefi oldu. Pandemi önlemleri kapsamında su faturalarını erteleme kararı alan ve çalışmalarıyla ilgi toplayan Batman Belediyesi, ilk kayyım atanan belediyelerden biri oldu. Mardin Kayyımı ise kayyımdan önce 2 TL olan suyun metreküp fiyatını 5 Lira 80 Kuruşa yükseltti.

İktidar dayanışma kampanyamızı engellemek ve yardımları kriminalize etmek için elinden geleni ardına koymadı!

Korona salgınına, yurttaşları destekleyen bir sosyal devletin yokluğunda, üstelik ekonomik kriz içinde yakalandık. Salgın tedbirleriyle birlikte artan işsizlik karşısında iktidar tercihini sermayeden yana kullanırken, biz bir toplumsal dayanışma kampanyası örgütledik. Bu sürecin bizi yoksullaştırıp, yalnızlaştırmasına seyirci kalmak yerine, herkesin kolayca birbirinin sesi soluğu, dayanağı olabileceği Kardeş Aile Kampanyamızı örgütledik. İktidar ise bu kampanyayı engellemek ve yardımları kriminalize etmek için elinden geleni ardına koymadı! Dayanışma kampanyasını yürüten üye ve gönüllülerimiz birçok ilde gözaltına alındı, haklarında soruşturma başlatıldı. Kardeş Aile Kampanyamız yandaş basın tarafından yalan haberlerle hedef haline getirildi.

Bütün engellemelere rağmen Kardeş Aile Kampanyası ile 13 bin 180 aileyi kardeş ailesiyle buluşturduk. Ayrıca gerek temel gıda ve temizlik ihtiyaçlarını içeren destek paketleriyle gerekse alışveriş çekleriyle 62 bin 94 aileyle dayanışma sağladık.

Ümit Dede: 

Sokağa çıkma yasakları polis ve bekçi şiddetine gerekçe olarak kullanıldı

Pandemi döneminde işkence ve kötü muamele hafızalara kazındı. Salgın önlemi olarak uygulamaya konulan sokağa çıkma yasakları, ülkenin birçok yerinde polis ve bekçi şiddetine gerekçe olarak kullanıldı. Pek çok kentte polis, bekçi hatta kaymakam korumaları tarafından, ekmek almaya veya çöp dökmeye çıkan, evinin bahçesinde oturan yurttaşlara hakaret edildi, yüz üstü yere yatırılarak ters kelepçe takıldı, silah çekildi. Adana’nın Seyhan ilçesinde Suriye vatandaşı Ali El Hemdan salgın günlerinde polis tarafından vurularak öldürüldü. Ankara Valiliği tarafından dur ihtarına uymadığı için yaşamını yitirdiği açıklanan Muhammed Alican Razı polisler tarafından açılan ateş sonucu başına isabet eden kurşunla yaşamını yitirdi. Diyarbakır'da bir polisi öldürmekten tutuklanan M. E. C. ’yi ararken gece yarısı bir evin kapısını kırarak içeri giren polisler çocuklarının gözleri önünde bir anne ve babaya köpekleri kullanmak suretiyle işkence yaptılar. Diyarbakır Valiliği işkenceyi köpeğin refleks gösterdiğini söyleyerek savundu. 

3,5 ayda en az 84 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı

Daha sonra yakalanarak emniyete götürülen M.E.C'nin maruz kaldığı işkence“Hain, emniyetin şefkatli kollarında” notuyla paylaşılan fotoğrafta görülüyordu. 

Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu üyemiz Rojbin Çetin'in evine baskın yapan onlarca polis, Çetin'e özel eğitimli köpekler eşliğinde 3 saat boyunca işkence etti. Köpeklerin saldırısı ve işkence sonucu yürüyemeyecek duruma gelen Çetin'in işkence sürece bir de 11 gün gözaltında tutulmak suretiyle uzatıldı. Çalışmamızda tespit edebildiğimiz kadarıyla salgının en yoğun yaşandığı 3,5 ayda en az 84 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 

İşkence vakalarının böylesine yaygınlaştığı bir dönemde 2017 yılında Van’ın Gevaş ilçesinde mantar toplamaktan dönen köylülere işkence yaptığı görüntülerle sabit olan polis O.Ş’ye 3 bin TL para cezası verildi ve bu cezası da hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluyla infaz edilmedi. Elbette 4 köylüye kameralar önünde yapılan işkencenin cezasız kalması bu yönde verilen sayısız yargı kararı işkencecileri cesaretlendirmekte ve işkencenin Türkiye’de giderek yaygınlaşmasında rol oynamaktadır. 

Salgının en yoğun yaşandığı günlerde 387 kişi gözaltına alındı, 93 kişi tutuklandı

Pandemi döneminde insanlar evde kalmaya hükümet tarafından teşvik edilmişse de hükümet gözaltı operasyonlarını durdurmadı. Başta HDP’li siyasetçiler olmak üzere muhalifleri hedef alan iktidar, kadın hakları aktivistlerini, gazetecileri,  kötü çalışma koşullarını protesto eden sağlık çalışanları, bir bütünen iktidar gibi düşünmeyen 387 vatandaşı hukuksuz bir şeklide gözaltına aldı. Gözaltına alınanların 93'ü de tutuklandı ve cezaevine gönderildi. 

Sadece dün bir gün içerisinde Diyarbakır’da çeşitli kurumlarda kadın çalışması yürüten TJA çatısı altında kadın haklarını savunmaya yönelik 24 kadın gözaltına alındı halen gözaltındalar. Yine Antep'te aralarında il ilçe eşbaşkanlarımızın da bulunduğu 33 kişi gözaltına alındı. AKP’nin partimize ve muhaliflere yönelik sadece bir günlük bilançosu 57 olarak gerçekleşti.  

AKP salgın döneminde kötülükte sınır tanımadı 

Pandemi sürecinde belki de ülke tarihine geçecek utançlardan biri olarak ifade edebileceğimiz cenazelere ve mezarlıklara yapılan saldırılara da tanıklık ettik. HPG'Li Agit İpek'in cenazesi Adli Tıp’tan ailesine kargo ile gönderildi. Anne Halise Aksoy’un içinde oğlunun cenazesiyle çekilen fotosu AKP’nin kötülükte sınır tanımadığının resmi olarak toplumun hafızasına kazındı. Konunun HDP tarafından Meclis gündemine taşınmasıyla AKP’li Cahit Özkan “adli vaka” olarak sıradanlaştırdı. Bir anneye oğlunun cenazesinin kargo ile gönderilmesi kötülüğünü böyle savundu. 

En az 13 mezarlık tahrip edildi, 282 cenazenin kaldırıma gömüldüğü ortaya çıktı

Yine bu dönemde çatışmalarda hayatını kaybedenlerin mezarlıkları parçalandı. En az 13 mezarlık defalarca tahrip edildi. Bununla da yetinilmedi ailelerden evlatlarının mezarlıklarını parçalayıp fotoğraflamaları istendi. Garzan Mezarlığından hiçbir hukuki izahı dayanağı olmadan çıkarılan 282 cenaze Kilyos’ta bir kaldırıma toplu olarak defnedildi. Tüm bu kötülükler dünya halkları korona virüs salgınına karşı hayatta kalma mücadelesi verirken, tüm hükümetler, STK’lar salgın karşısında insan yaşamını nasıl savunabiliriz diye hareket ettikleri bir dönemde AKP iktidarı tarafından gerçekleşti. 

Bir diğer başlık elbette cezaevleri. Tüm uzman kişilerin ve ulusal, uluslararası kurumların yaptığı açıklamalarda korona salgınına karşı en büyük risk alanının cezaevleri olduğu defalarca açıklandı. Böylesi zor bir dönemde cezaevlerinin durumunu yakından takip eden ve raporlaştıran TuhadFed, ÖHD, İHD, ÇHD ve Hukuk Komisyonumuzun hazırladığı raporlarla cezaevlerindeki hak ihlalleri toplum tarafından takip edilebildi. 

Cezaevlerinde maske, sıcak su, gıda, hijyen malzemelerine ulaşılamadı

Özgürlükleri kısıtlanmış AKP uygulamaları ile yaşam koşulları oldukça sınırlandırılmış mahpusların hakları kullanılmaz hale geldi. Dış dünya ile tek bağlantıları ziyaretçi ve avukat görüşleri olan mahpusların aile görüş hakları tamamen ortadan kaldırıldı. Avukatlarıyla görüşmeleri birçok cezaevinde engellendi. Sosyal faaliyetler tamamem engellendi. Dışarıdan gazete ve kitapların alınması durduruldu, hasta tutsakların tedavileri engellendi. Temizlik malzemeleri, maske verilmedi. Birçok cezaevinde de mahpuslar kantinde yüksek fiyatla satılan bu ürünleri almak zorunda bırakıldı. Bir kısım cezaevinde sıcak su ihtiyacı ya hiç karşılanmadı ya da sınırlı olarak verildi. Hemen hemen tüm cezaevlerinde yemek sıkıntısı yaşandı, hem yemeğin kalitesi düştü hem de miktarı azaldı. Salgın karşısında en riskli alanların mapushaneler olduğu ulusal uluslararası kurumlarca vurgulanırken AKP-MHP salgın dönemini fırsat bilerek kendi yandaşlarını kapsayacak özel af çıkardı. 

Başta politik mapuslar olmak üzere yüzbinlerce mahpus cezaevlerinde ölüme terk edildi

Başta politik mapuslar olmak üzere yüzbinlerce mapus cezaevlerinde ölüme terk edildi. Aralarında gazeteciler, öğrenciler, insan hakları savunucuları, 65 yaş üstü tutsaklar, hasta tutsaklar, çocuklu kadınlar ve Kürt siyasetçiler büyük bir ayrımcılığa tabi tutuldu. Bu dönemde 3 ağır hasta tutsak tahliye edilmeyerek bu süreçte yaşamını yitirdi. Yüzlerce mahpus da korona virüse yakalandı.  

Filiz Kerestecioğlu: 

En az 70 kadın erkekler tarafından öldürüldü

Salgında evlere kapanmak, birçok kadın için ev içi şiddet riskinin artması demekti. Salgının başından itibaren bu riske dikkat çekmemize rağmen, iktidar bu durumla ilgili hiçbir önlem almadı, kadınlar zaten zor bela ulaşabildikleri desteklere de ulaşamadı. Üstelik bir kamu spotu dahi yayınlamadığı gibi iktidar, bir de 6284 sayılı Kanun kapsamında erkeklerin evden uzaklaştırılması kararına kısıtlama getirmeye kalktı. Bu da yetmedi! İnfaz Yasasıyla şiddet failleri hiçbir tedbir alınmadan serbest bırakıldı; kadınlar ve çocukların başına musallat edildi. Bu üç aylık dönemde basına yansıyan haberlere göre en az 70 kadın erkekler tarafından öldürüldü, çok daha fazla kadın şiddete maruz kaldı.

Kürt ve göçmen kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanması pandemi döneminde çok daha zorlaştı

Yalnızca erkek şiddeti değil, ev içi bakım sorumluluklarının kadınlar üzerine yıkılması, ilk işten çıkarılanların kadınlar olması gibi başka pek çok nedenle bu süreç kadınlar için çok daha sert yaşandı. Yani, bu ülkede kadın olmanın zorluğuna bir de işçi olmak, Kürt olmak ya da göçmen olmak eklenince ayrımcılıkların etkisi de çok daha büyük oluyor. Örneğin, anadilde sağlık hizmeti sağlanmadığı için, çok dilli hizmet veren belediyelerimize de kayyım atandığı için anadili Türkçe olmayan kadınların, Kürt kadınların ya da göçmen kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanması pandemi döneminde çok daha zorlaştı.

Kadın siyasetçilere ve kadın örgütlerine yönelik saldırılar pandemi döneminde de devam etti.  Kürt illerinde devletin yapmadığını yapıp şiddete uğrayan kadınlara destek olan, kadın haklarını savunan Rosa Kadın Derneği üyeleri ve pek çok TJA aktivisti kadın gözaltına alındı, tutuklandı. Belediyelerin kadın merkezleri kapatıldı, erkek müdürler atandı, eşbaşkanlık sistemi, belediyenin öncü olduğu kadın kooperatifi bile suç unsuru sayıldı. Hatta 8 Martlara katılmak bile. 

Tüm baskılara rağmen, bizler mücadeleye devam ettik, örneğin Kars Belediyemiz bir kadın danışma merkezi ve kadınlar için destek hattı açtı. Yine Silopi Belediyemiz Alo şiddet hattı açtı. HDP Kadın Meclisi olarak kadın kazanımlarına dönük saldırılara karşı “Kadın Mücadelesi Her Yerde” kampanyasını başlattık.

3 ayda gönderilen 93 fezlekenin 84'ü HDP'li milletvekilleri için hazırlandı

Pandemi döneminde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Parlamenterler Bürosunca hazırlanan fezlekelerin Meclis Başkanlığına gönderilmesine de devam edildi. Hiç durmadılar fezleke göndermekten vazgeçmediler. 11 Mart - 30 Haziran’ı kapsayan 3 buçuk aylık raporlama dönemimizde toplam 93 fezleke TBMM Anayasa/Adalet Karma Komisyonuna gönderildi. 93 fezlekenin 84’ü HDP’li vekiller için hazırlanmıştı.

Haftalarca kapalı olan TBMM Genel Kurulu’nun açıldığı ilk hafta DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven, Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları ve CHP’li Enis Berberoğlu hakkındaki yargı kararları okundu. 

İktidar, halkın iradesine göstermediği saygıyı, protesto hakkına da göstermedi

Vekillikleri düşürüldükten sonra gözaltına alınan Leyla Güven ve Musa Farisoğulları tutuklandı. Leyla Güven 10 Haziran’da tahliye edildi. Anayasa Mahkemesine Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın milletvekilliğinin düşmesine yönelik kararın iptali için yaptığımız başvuru ise reddedildi. Bu sırada, Valilik Hakkari’de toplantı ve gösteri yürüyüşleri, stant açma, çadır kurma ve oturma eylemlerini 15 gün süreyle yasakladığını duyurdu, Diyarbakır İl Binasında yapılan basın açıklamasına ise polis saldırdı. Yani iktidar, halkın iradesine göstermediği saygıyı, protesto hakkına da göstermedi.

90’lı yıllarda uygulanan politikalar iktidar tarafından tekrar edildi

Bu dönem savaş politikaları hız kazandı. İktidarın bölgede yürüttüğü savaş politikası da değişmedi. Kürt yurttaşların yaşadığı bölgelerde sokağa çıkma yasakları, özel ve askeri güvenlik bölgesi ilanları, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazılamaları, yok edilen ormanlar, helikopterler tarafından taranarak öldürülen büyükbaş hayvanlar, mezralarda hayvan otlatmak, ot toplamak isteyen yurttaşların engellenmesi, hatta evlerin basılması ve “Bize teröristlerin yerini göstereceksiniz” denilerek insanlara işkence edilmesi 90’lı yıllarda uygulanan politikaların iktidar tarafından tekrar edildiğini bize bir kez daha gösterdi.

Sivillerin yerleşim yerleri bombalandı, sadece 10 günde 9 sivil hayatını kaybetti 

Diğer yandan, Federe Kürdistan Bölgesine yönelik askeri operasyon başlatıldı ve sivillerin yaşadığı yerleşim yerleri bombalandı. Basına yansıyan bilgilere göre bu harekatta, sadece 17 - 27 Haziran arasında en az 9 sivil hayatını kaybetti.

Engelliler, mülteciler, anadili Türkçe olmayanlar uzaktan eğitime erişim sorunu yaşadı

Salgından derinden etkilenen alanlardan biri de eğitim alanıydı, çocuklar ve gençlerdi. Uzaktan eğitim uygulaması, hem aileleri hem öğretmenleri hem de öğrencileri zorladı. Ama hiç̧ kuşku yok ki bu süreçte en dezavantajlı gruplar uzaktan eğitime erişim sorunu yaşayan yoksullar, engelliler, mülteciler, anadili Türkçe olmayanlar oldu. 

Diyarbakır’da EBA’ya giriş yapan öğrencilerin oranı yüzde 20’yi geçmedi

Bu sorunları en derinden yaşayan gruplardan biri de Kürt illerinde yaşayan çocuk ve gençlerdi. Örneğin; Diyarbakır’da EBA’ya giriş̧ yapan öğrencilerin oranı yüzde 20’yi geçmedi. Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları bu dönemde de yine sistematik bir şekilde eğitim haklarından mahrum bırakıldılar. Çocuklara sokağa çıkma yasağı olduğu dönemde bile bu çocukları istisna sayıldı. 

6 çocuk/genç Kürt illerinde ya da Kürt kimliği nedeniyle hayatını kaybetti

Başta Kürt illerinde olmak üzere çocukların ve gençlerin maruz kaldığı ayrımcılık ve şiddet hız kesmeden devam etti. Bu süreçte 6 çocuk/genç̧ Kürt illerinde ya da Kürt kimliği nedeniyle, saldırıya uğrayarak, şüpheli şekilde, oynarken bulduğu cismin patlaması, kurşun isabet etmesi gibi sebeplerle hayatını kaybetti.

Ümit Dede: 

DEDAŞ pek çok köyün elektiriğini kolluk güçleriyle kesti

Pandemi sürecinde ilaca, tedaviye ihtiyaç duyulduğu kadar güvenilir gıdaya da ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Birçok ülke tarım ve gıda üretimi için salgının başından itibaren tedbirler almaya başlamışken Türkiye’de ise çiftçilere dönük baskılar arttı. Kürt illerinde hizmet veren Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ), uygulamalarıyla hem gıda güvenliğini hem de halk sağlığını tehlikeye attı. DEDAŞ, kolluk kuvvetleriyle beraber, salgının en yoğun hissedildiği dönemde, borçları bahane ederek pek çok köyün tamamının elektriklerini kesti. Kesilen elektrikler nedeniyle su kuyuları çalışmadı, halk hijyenin böylesi önemli olduğu bu süreçte şebeke suyundan mahrum bırakıldı. 

DEDAŞ üzerinden Kürt halkı cezalandırıldı, sınır ötesinde tarım alanları bombalandı

DEDAŞ üzerinden Kürt halkının cezalandırılması politikaları sonucu gıdaya en çok ihtiyaç duyulduğu, uzmanların kıtlık tehlikesini ısrarla vurguladığı bir dönemde Kürt çiftçisinin hasadı susuzluk nedeniyle tarlada yandı. Hayvanlar susuzluktan telef oldu, Tarım ve Orman Bakanlığı bitkisel üretimin geliştirilmesi programına önemli tarım merkezleri arasında yer alan Diyarbakır, Urfa ve Mardin'i dahil etmedi ve destekten mahrum bıraktı.  

Bunların yanı sıra sınır ötesinde Rojava'daki tarım alanları top atışlarıyla ateşe verilerek tarladaki ürün harap edildi. 

Doğa talanı hız kesmedi 

Tüm başlıklarda ifade ettiğimiz gibi pandemi dönemini fırsat bilerek bir çok ihlale imza attı bunlardan biri de doğal ve kültürel alanların talanı oldu. Pandemi sürecinde doğal varlıkları ve kültürel zenginlikleri gözetmeden politika üreten ülkelerin iklim krizine ve salgınlara karşı  daha kırılgan hale geldiği görüldü. Covid-19 salgını ekolojiye ilişkin politikaların gözden geçirilmesi için uyarı niteliğindedir. İklim krizi her geçen kirlenen betonlaşan kentlerde en başta yoksulları etkilemektedir. 

Birçok doğal ve kültürel alan iktidarın rant projelerine kurban edildi

Korona krizi doğayı, ekolojik dengeleri ve halkın yararını gözeten politikaları artık vakit kaybetmeden uygulamamız gerektiğini hatırlatmıştır. Ancak bu gerçekliğe rağmen AKP iktidarı pandemi döneminde birçok hukuksuz ÇED raporu çıkarmış, ÇED raporu alınmadan birçok projenin hayata geçirilmesine ön ayak olmuştur. Başta 12 bin yıllık geçmişi olan Hasankeyfi sular altında bırakan Ilısu Barajı olmak üzere birçok doğal ve kültürel alan, HES projeleri ve çeşitli rant politikalarına iktidar tarafından kurban edildi. 

Toplantı ve gösteri hakkı pandemi döneminde tümden rafa kalktı

Elbette yaşanan tüm bu hak ihalleri karşısında muhalifler çevreciler, avukatlar, insan hakları savunucuları muhalefet etmeyi durdurmadılar. Yaşanan haksızlıklara karşı seslerini duyurmaya çalıştılar. Ezilenlerin, yoksulların, işçilerin ,emekçilerin, işsizlerin sesini duyurmaya çalıştılar. Ancak bu dönemde, AKP’nin geçmişten bu yana uyguladığı pandemi gerekçe yaparak uygulamaz hale getirdiği gösteri ve yürüyüş hakkı da büyük oranda engellendi. Kişilerin grupların kurumların seslerini duyurmasına iktidar pandemi gerekçesiyle izin vermedi. Başta AKP-MHP oylarıyla İnfaz Yasası ve baroların yapısını değiştiren yasaya karşı geliştirilen protestolara çok sert müdahaleler gerçekleştirildi. Ankara’nın girişinde ve merkezinde baro başkanları ve avukatlara kameralar ve toplumun gözü önünde işkence ve şiddet uygulandı. İfade ettiğimiz gibi hem uluslararası hem ulusal hukukta güvence altına alınmış gösteri yapma, toplantı düzenleme hakkı da pandemi sürecinde AKP tarafından tümden rafa kaldırılmıştır. 

Filiz Kerestecioğlu: 

Bu rapor, iktidarın bizimle olan kavgasının varlık yokluk kavgasına dönüştüğünü teyit ediyor

Bir halk sağlığı kriziyle uğraşırken dahi iktidarın en başat gündemlerinden biri, Kürt siyasi hareketine ve HDP’ye yönelik zor ve baskı aygıtlarını hiç aksatmadan çalıştırmak oldu. Daha dün onlarca yoldaşımız yasal siyasi faaliyetleri gerekçe gösterilerek gözaltına alındılar.

Utanç soruları sordular onlara. "Ağrı HDP İl kongresine neden katıldın, sözde Newroz'a neden katıldın?" 12 Eylül faşizminin daha sonraki ardıllarının sözde lafları kullanılmaya devam edildi. 

AKP - MHP koalisyonunun ayakta kalmasının yolu açık ki Kürt düşmanlığından geçiyor

Bu üç ayda Kürt halkına ve partimize yönelik ihlalleri bir arada gördüğümüz bu rapor, iktidarın bizimle olan kavgasının artık bir varlık yokluk kavgasına dönüşmüş olduğunu teyit ediyor. Yani, iktidarın 15 Temmuz sonrasında MHP ile kurmuş olduğu koalisyonu ayakta tutabilmesinin yolu açık ki, Kürt düşmanlığından geçiyor. Nasıl ki 15 Temmuz öncesinde Gülen Cemaatiyle ortaklıklarında en kolay uzlaştıkları konu Kürtlere ve muhaliflere yönelik devlet baskısı ise, bugünkü ortaklarıyla da en iyi bu konuda anlaşıyor. 15 Temmuz’dan önce ne vardı? KCK operasyonları. 15 Temmuz’dan sonra değişmeyen ne? KCK operasyonları. Kumpas davaları arasında sayılan KCK davası devam ediyor. Şimdi terörist ilan edilmiş hakimlerin savcıların inşa ettiği davalarda yargılanan yoldaşlarımız hala hapiste. 15 Temmuz’dan önce siyasi baskı amacıyla kullanılan davalar, gömlek değiştirmiş hakimler, savcılar ve aslında bizzat iktidar tarafından devralınmış durumda. 

Bizler bugün bu insan hakları ihlallerini belgelemenin ve kamuoyuyla paylaşmanın önemine inanıyoruz. Demokratik, eşit, özgür ve barışçıl bir ülkeyi geçmişten aldığımız derslerle birlikte yaratma umudunu dün yitirmediğimiz gibi bugün de yitirmeyeceğiz.

15 Temmuz 2020