Sancar: Akademide hiçbir darbe dönemiyle kıyaslanamayacak tasfiyeler yapıldı

Mardin Milletvekilimiz Mithat Sancar, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde Türkiye Bilimler Akademisi, TÜBİTAK ve üniversitelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Sancar, şöyle konuştu: 

Üniversitelerde ve bilim dünyasında Türkiye'de son 20 yıldır, özellikle son 15 yılda hızlanacak şekilde büyük bir yıkım yaşanıyor. Her gün yeni veriler ortaya çıkıyor bu yıkıma ilişkin. AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra önemli bütün kurumlarda ve özellikle üniversitelerde, bilim akademilerinde, kurumlarında hızla bir kadrolaşma yaşandı; Gülen Cemaati'nin buralara yerleşmesi sağlandı. Böylece liyakat, bilimsel esaslar gibi önemli ilkeler bir kenara bırakıldı. 

Siyasi kararları hükümetler veriyor, icraatı cemaat gerçekleştiriyordu

Bütün bunlar dönemin iktidarları, hükümetleri marifetiyle ancak gerçekleşebilirdi. Siyasi kararları hükümetler veriyordu, icraatı alt kademede cemaat gerçekleştiriyordu ta ki 2013 yılına kadar. 2013 yılında cemaatle AKP arasında ortaya çıkan çatışma o güne kadar yapılanların görünmesi için bir fırsat oldu. Ancak maalesef, Hükümet bu fırsatı iyi kullanmadı. Sonra, 2016'daki darbe girişimine geldik. Darbe girişiminden sonra bu yıkımı daha da derinleştirecek uygulamalar yaptı AKP Hükümeti. Mesela, ihraçlar, üniversitelerden yoğun ihraçlar yaşandı. Bunlar olağanüstü hâl fırsat bilinerek gerçekleştirildi. 5.700 civarında akademisyen ihraç edildi. 

Fakat ihraçlar bunlardan ibaret değil, 15 vakıf üniversitesi cemaate bağlı olduğu gerekçesiyle kapatıldı. Buradaki öğretim üyelerinin durumunun ne olacağı da belirsiz, onlar da üniversiteden tasfiye edilenler arasında yer alıyor. Ayrıca öğretim üyesi yetiştirme projesi kapsamında da pek çok akademisyen adayı kadro güvencesinden yoksun bırakıldı. Bu sayının 23.427 olduğu tespit edilmiştir, yani istendiği anda boşta bırakılacak, tasfiye edilecek akademisyen adayı sayısı 23.500 civarındadır. Şimdi bu açıdan baktığınızda, Türkiye'de, gerçekten, üniversitelerin bütün yatırımlarının, üniversitelere yapılan akademisyen yatırımının bir çırpıda yok edildiğini görebiliyorsunuz. 

Cemaatin bizzat mağdur ettiği akademisyenler de tasfiye edildi

Darbe girişiminden sonra tasfiyeler yapmak iktidarın hakkıdır. Bunu daha önce de söyledik ancak bunu belli ölçütlere ve belli usullere ve denetime tabi olarak yapması gerekiyordu. Meclis burada yetkili olmalıydı. Bu tasfiyeler doğrudan darbeyle bağlantı esasına göre gerçekleşmeliydi. Yoksa kanlı bir darbe girişimi olduktan sonra hiçbir şey yokmuş gibi devam etmeyi kimse beklemiyor. Bunun da çeşitli sıkıntıları olduğu biliniyor ama iktidar, bu yolu tercih etmedi. Olağanüstü hâl ilan etti. Böylece bütün yetkiyi Hükümete verdi. Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunun birlikte çıkardıkları kanun hükmünde kararnamelerle hangi ölçüte dayalı olduğu bilinmeyen tasfiyeler gerçekleştirildi. Bu arada darbeyle, darbe girişimiyle hiçbir ilişkileri olmadığı bilinen, hatta daha önce bu darbe girişimini gerçekleştirdiği söylenen cemaatin hedefi durumunda bulunan, cemaatin bizzat mağdur ettiği, etmek istediği akademisyenler de tasfiye edildi. Buradaki amaç, bütün kurumları Hükümet'in ya da mevcut iktidarın kontrolü altına almaktı. Tıpkı 1933'teki "Darülfünun Reformu" adı altında gerçekleşen tasfiyeler gibi, tıpkı 27 Mayıs’tan sonra gerçekleşen "147'ler" tasfiyesi gibi, 12 Eylül’den sonra gerçekleştirilen tasfiyeler gibi.

Bu kadar yetişmiş akademisyen ne kadar sürede yeniden yetiştirilebilir?

Özellikle böyle bir amaç ortaya konunca keyfiliğin sınırı artık kalmıyor, sınırsız keyfilik devreye giriyor. Üniversitelerdeki bu tahribatın Türkiye'nin geleceğini de çok büyük bir ipotek altına aldığını, Türkiye'de bilimsel, akademik gelişmeleri tamamıyla baltaladığını da ekleyelim. Bu kadar yetişmiş beyin gücü, bu kadar yetişmiş akademisyen ne kadar sürede yeniden yetiştirilebilir, bunların hiçbirinin hesabı yapılmadı.

Hiçbir darbe dönemiyle kıyaslanamayacak tasfiyeler yapıldı 

"Darbeyle, darbe girişimiyle mücadele" adı altında hızla, keyfi ve çok büyük kapsamlı tasfiyeler yapıldı. Ne 1933'le kıyaslanabilir ne 1960'la ne de 1980'le yani hiçbir darbe dönemiyle kıyaslanamaz. Üstelik bunlar yapılırken siyasi iktidarın sorumluluğu da bir kenara bırakıldı. Bütün bu kadrolaşmaların sebebi, siyasi iktidarın bunlara imkân tanımasıydı, o kararlara imza atanlardı.

Akademisyenler Hükümet'i uyarmıştı 

TÜBA üzerinde de biraz durmak istiyorum. Türkiye Bilimler Akademisi 1993'te kuruldu -burada kendisini rahmetle yâd etmek gerekiyor- Sayın Erdal İnönü'nün büyük çabasıyla ve kendisinin çok titizlikle takip ettiği kuruluş çalışmaları neticesinde evrensel ölçütlere uygun bir akademi ortaya çıktı. Bizde 1993'te kurulabilen Bilimler Akademisinin Batı'daki tarihi birkaç yüz yıldır. Batı'da birkaç yüz yıla dayanan geçmişe sahip olan bu kuruluşlar, bilim akademileri tamamen özerk çalışırlar ve üyeleri de tamamen bilimsel ölçütlere göre belirlenir, bizatihi akademinin kendisi tarafından. Şimdi, ben size 1993'teki o kuruluş kararnamesinde yer alan üye seçimi ölçütlerini söylesem gerçekten, ayrıntıya girmeden, şaşarsınız. Türkiye'de artık bunları hayal bile edemiyoruz; kendi içinden seçiliyor, öneriliyor, ölçütü var, uluslararası alanda yayım yapmış olmak gerekiyor. Bütün bunlardan sonra, en az 6 tane, uluslararası indekslere yayını girmiş yabancı, yerli akademisyene gönderiliyordu hakem olarak, “bunlar bilim akademisi üyesi olma niteliğine sahip midir, yeterliliğine sahip midir” diye. Bütün bu aşamalardan sonra 12 kişilik bilim kurulunun 9 üyesinin onayı gerekiyordu. Bu da yetmiyor, genel kurulun da en az yüzde 50'sinin onaylaması gerekiyordu. Bu kadar sağlam bir sistem kurulmuştu ve çalışabildiği on sekiz yıl boyunca gerçekten çok değerli işler de üretti. Ne zamana kadar? 2011 yılına kadar. 2011 yılında bir kanun hükmünde kararname çıkarıldı ve bu kadar iyi işleyen bir sistem evrensel, çağdaş ilkelere uygun işleyen, iyi işler yapan bu kurum birdenbire yıkıldı, bozuldu ve Hükümet'in kontrolüne, iktidarın kontrolüne sokulmak istendi. Üye sayısı 300’e çıkarıldı; 300 üyenin 100 üyesi TÜBİTAK Bilim Kurulu tarafından seçiliyor, 100 üyesi YÖK tarafından belirleniyor ve bütün bunlar da iktidara tabi kuruluşlar.

Neden yapıldı? Bir muhasebe, bir öz eleştiri, biraz hicap gerekmez mi? TÜBA'da yapılan bu değişiklikler daha sonra cemaatin bir operasyonu olarak nitelendirildi, doğruydu. Türkiye'nin uluslararası alanda en itibarlı akademisyenleri TÜBA'dan istifa ettiler ve Hükümet'i uyardılar. "Bakın, buradaki operasyon kötü bir operasyondur, kirli bir operasyondur; ayrıca bilimsel bütün özelliklerini de TÜBA'nın ortadan kaldıracaktır." dediler. Ama hayır, dönemin AKP Hükümet'i bunlara kulakları tıkadı. Sonradan, 15 Temmuz 2016'dan sonra bir bakıyorsunuz üyeler buharlaşmış. Ya, böyle bir tabir var "buharlaşma." Nereye gidiyor üyeler, bilmiyoruz. İhraç ediliyor, sessiz çekiliyor, bir FETÖ operasyonu yapılıyor. Yerlerine getirilenlerle ilgili yetersizlik hakikati apaçık ortada duruyor. TÜBİTAK'a park bahçeler müdürünün atanması gibi işlemler TÜBA için de geçerli. Türkiye'nin geleceğini bu kadar tahrip etme hakkı hiçbir hükümette olamaz. Bütün bunları gidermenin tek yolu kamuya açık, şeffaf, demokratik bir denetim mekanizması oluşturmaktır. 

19 Aralık 2017