Sancar: Arınç hayırlı bir iş yaptı, iktidar reform testinden çaktı

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar'ın Gazete Duvar'a verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar iktidarın reform çıkışını “tıkanan sistemde nefes almak için zaman kazanma” olarak yorumladı. Krizin gerçek çözümü için hem iktidarın hem de sistemin değişmesi gerektiğine işaret eden Sancar’a göre AK Parti 5 yıldır havasından memnun olduğu bir patikada ilerliyor ve bu gidiş gönüllü bir çöküş yolculuğu.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’a göre yaşananlar çok net olarak bir sistem krizinin göstergesi. Reform söylemini “tıkanan sistemde nefes almak için zaman kazanmak”, “iktidarda kalmanın yollarını aramak” olarak yorumlayan Sancar, Arınç’ın çıkışına gösterilen sert tepkiyi de “Reform iradesi ve reform gücünün çok hızlı şekilde test edilmesi. İktidar bu testten çok hızlı şekilde çaktı. Dolayısıyla Arınç hayırlı bir iş yaptı” sözleriyle değerlendiriyor.

AK Parti’nin bir patikaya girdiğini, bu yolculuğun gönüllü bir çöküş yolculuğu olduğunu söyleyen Sancar’ın muhalefete çağrısı var. Sancar, “Bütün baskılara rağmen demokratik siyaset alanında kalmakta inat eden Türkiye’nin 3. büyük partisini görmezden gelen her yaklaşım bu iktidarın anlayışıyla zorunlu olarak buluşur. Bizim ihtiyacımız olan şey bu felakete doğru gidişte topluma güven verecek çizgiyi, politikaları ve tutumu dürüstçe ve cesurca ortaya koymaktır. HDP bunu yapıyor, bütün muhalefetten de bunu bekliyoruz” diyor.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın gündemdeki gelişmelerle ilgili Gazete DuvaR’ın sorularına yanıtları şöyle oldu:

İktidar cephesinde 2 haftadır bir “değişim rüzgarı” var. İlk olarak ekonomide bir yönetim değişikliğine gidildi. Ardından “ekonomide kalmayacak, hukukta, demokraside bir seferberlik, reform süreci başlayacak” denildi. Bu “değişim” ihtiyacı neden kaynaklandı. Gerçekten bir reform süreci bekliyor musunuz?

Sistem değişikliği gündeme geldiğinden bu yana bu sistemin sorunlar üreteceğini, bu sorunların da giderek daha derin krizlere dönüşeceğini söylüyoruz. Aslında sistem çoktan tıkanmıştı, ancak Cumhurbaşkanı bu tıkanmayı bir şekilde yönetebileceğini düşünüyor veya sanıyordu. Bu arada döviz kurlarındaki sert hareketlenmeler, ekonomik göstergelerdeki sarsıcı tablo iktidarı bir şeyler yapmaya zorladı.

'BU NET BİR SİSTEM KRİZİDİR, REFORM HAMLESİNDE AMAÇ NEFES ALMAK'

Bu bir sistem krizi mi diyorsunuz?

Bu çok net olarak bir sistem krizidir. İktidar bloku krizi yönetme konusunda acizlik içerisinde. Krizi yönetemedikleri için de birçok alandaki sorunlar daha büyük, ciddi, görünür ve hissedilir hale geliyor. Bu hamleyi yapmalarının ana sebebi zaman kazanmak ve bu zaman içinde nefes almak.

'ULUSLARARASI DENGELERDE YAŞANACAK DEĞİŞİMLERE AYAK UYDURMA MESAJI'

Nefes almak için zaman kazanmak nasıl bir fayda sağlayacak?

Yeni bazı adımlarla krizin yönetilebilir hale gelmesini sağlamak istiyorlar. Kadro değişikliğine gittiler. Berat Albayrak’ın istifası ve sonra Lütfi Elvan’ın görevlendirilmesi onlara biraz zaman kazandırdı fakat ekonomik göstergelerle ilgili istedikleri kontrolü elde edemediler. Bunun üzerine reform söylemini devreye soktular. Burada asıl amaç uluslararası sermayeye taahhütlerde bulunmak, onları biraz rahatlatıp Türkiye’ye yeniden döviz girişini mümkün kılmaktı. Kalıcı olmayacağı bilinse de ülkeye bir miktar döviz girdi. Böylece kur artışı geriledi ama bunun geçici olduğu da kısa sürede anlaşıldı. Şimdi reform dedikleri şeyin ne olduğunu açıkça söylemiyorlar. Muğlak bir hava yaratıp iyimserlik pompalamak istiyorlar. Erdoğan ve AKP, bir süre daha zaman kazanıp iktidar içi dengeleri yeniden yapılandırmak niyetinde olabilirler. Belki de iktidarda kalmak için yeni formüllerin zeminini yoklamak istiyorlar. Yeni Amerikan yönetiminin politikaları ile daha uyumlu hale gelecek bir çizgiye yönelmenin işaretlerini de vermek istiyorlar. Bunu, kısacası uluslararası dengelerdeki neredeyse kesin olan değişimlere bir parça ayak uydurma mesajı olarak değerlendirmek de mümkün.

'HUKUK REFORMU YAPILACAKSA KAVALA VE DEMİRTAŞ SEMBOL İSİMLER'

Reform süreci gündeme gelince Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç, HDP eski Eş Genel Başkanı Demirtaş ve iş insanı Osman Kavala’nın yargılama ve tutukluluk sürecini gündeme getirdi. Arınç’ın sözlerine gösterilen tepki de sanki reforma “kırmızı çizgi” oldu. Siz Arınç’ın çıkışını ve Erdoğan’ın buna karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bülent Arınç’ın hangi kaygılarla hangi şartlar altında o konuşmayı yaptığını bilmiyorum. Ancak gerçekten bir “hukuk reformu” yapılacaksa, hem hukuksal güvenceler hem hukuksal güvenlik hem de hak ve özgürlükler konusunda adımlar atmak şarttır. Bu da en başta keyfi yargılamalarla ortaya çıkan büyük haksızlık ve adaletsizliklerin hızla düzeltmesini gerektirir. Arınç sembol isimlerden bahsetti. Mesela Kavala, uğradığı haksızlıklar ile uzun zamandır sadece Türkiye’de değil, uluslararası alanda da çok fazla gündeme getirilen biri. Demirtaş’ın durumu daha da kapsamlı bir etkiye sahip. Bu, sadece Demirtaş’ın şahsıyla ilgili bir sorun değildir, aynı zamanda demokratik siyasete pervasızca saldırının sembolüdür. İçerde onun gibi yatan eski eş başkanlarımız, milletvekillerimiz, on binlerce HDP’li yol arkadaşımız var ve bu arkadaşlarımız siyasi rehine olarak tutuluyorlar. Bunların hepsi yargı eliyle hayata geçirilen siyasi operasyonlardır.

'ARINÇ KONUŞTU İKTİDAR TESTTEN ÇAKTI'

Arınç, Cumhurbaşkanı’nın bu reform çıkışının karşılaşabileceği en hassas alanları çok erken bir zamanda dile getirdi. Böylece reform iradesinin ve gücünün çok hızlı bir şekilde test edilmesine de imkan yarattı. İktidar ise bu testten çok hızlı bir şekilde çaktı. Dolayısıyla Arınç’ın hayırlı bir iş yaptığını söyleyebiliriz. Biz zaten reform söyleminin bir kandırmacadan ibaret olduğunu dile getiriyorduk. Bütün bu haksızlıkları, hukuksuzlukları, ihlalleri iktidar yaratmıştır. Şimdi birdenbire insafa geldiğini kabul etmek için herhangi bir sebep yoktur.

'İKTİDARIN ZİHNİYETİ VE BİLEŞİMİ DEĞİŞMEDİKÇE KRİZİ ÇÖZECEK AKTÖR OLAMAZ'

Bu reform sözleri hem kamuoyunu biraz oyalama hem de uluslararası güçlere, dengelere karşı zaman kazanma amaçlıydı. Yoksa bu iktidarda zihniyet itibariyle hukuk ve demokrasi alanında kapsamlı ve gerçek bir düzeltme yapma kabiliyeti yoktur. Mesela şimdi bir şey yapsalar bunun güvencesi nedir? Kuvvetler ayrılığı yoksa, denetim mekanizmaları işlevsiz kalmışsa, güvenceler çok kolay tersyüz edilip aşılabiliyor ve kimse bunun hesabını vermiyorsa yarın bir gün ihtiyacı kalmadığında iktidar bütün reformları geri aldığını rahatlıkla söyleyebilir. Bu nedenle sorun temelde bir sistem sorunudur. Mevcut krizlerin dolaysız sebebi de iktidarın zihniyeti ve politikalarıdır. Krizin sebebi olan öznenin, zihniyetini ve iktidar bileşimini değiştirmedikçe krizi çözecek bir aktör haline gelmesi mümkün değildir. Bu da yetmez; aynı zamanda sistemi de değiştirmek lazım.

'AKP VE MHP’NİN TEMEL HEDEFİ KENDİLERİNİ İKTİDARDA TUTACAK YOLLARI BULMAKTIR'

Reform süreci ile ilgili tartışmalara çekilen kırmızı çizgiler üzerine “AK Parti küçük ortağa, MHP’ye esir oldu” yorumları yapıldı. Bu Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarında da yer aldı. Sizce de böyle mi?

Az önce de söyledim, bu krizin iki boyutu var: Biri sistem, diğeri iktidardır. İktidar şu anda bu sistemin kalbidir. Sistemin krizini görmeden, sadece iktidar ortakları arasındaki hesaplaşmayla durumu açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Eğer “iktidarın küçük ortağı büyük ortağı rehin aldı, o nedenle sorun çıkıyor” deniliyorsa bunun da sistemden kaynaklandığını görmek gerekir. AKP, MHP’ye esir düşmüşse, bunun açık ifadesi, yüzde 50+1 kaygısı ve bu olmadan iktidarı devam ettiremeyecek olması gerçeğidir. Bu iktidarın temel kaygısı sorunları çözmek, krizleri halletmek değil, kendisini korumak ve kurtarmaktır. İktidarın iki ortağının da temel kaygı ve hedefi kendilerini iktidarda tutacak yolları bulmaktır. Sorun, sistemin kendisinde ve iktidarın yapısındadır. Mevcut gelişme ve krizleri doğru şekilde anlamazsak doğru çözümler önermemiz zor olur. O nedenle çerçeveyi daha derin ve dikkatli izlemeyi tercih ediyor ve bunu öneriyoruz.

Çözüm sürecinde de yer almış eski AK Parti Milletvekili İhsan Arslan da hem sistemle hem de Kürt sorunuyla ilgili açıklamalarda bulunduğu röportajın ardından disipline sevk edildi. Erdoğan bu kararın ardından yaptığı grup konuşmasında bir kez daha “Kürt sorunu yoktur” dedi. Daha önce de bunu söyledi ama son gelişmeler ışığında baktığınızda bu sözlerin önümüzdeki süreç açısından yeni bir anlamı var mı?

Bence burada bir yenilik yok. Kürt sorunu bu kadar gündeme gelince iktidar içi dengeler biraz hassaslaşmış, tabanında da belli hassasiyetler ortaya çıkmış olabilir. Ama çok kısa süre içerisinde reform söyleminin Kürt sorununda herhangi bir çözüm iradesi ve mesajı içermediği de çok açık ifade edilmiş oldu. Burada AKP’nin özellikle son beş yılda kendi tabanını fazlasıyla milliyetçileştirdiğine, devletleştirdiğine de dikkat çekmek gerek.

'MUHAFAZAKAR-MÜTEDEYYİN SOSYOLOJİNİN MİLLİYETÇİLEŞMESİ FELAKETİ YAŞANIYOR'

En son yapılan bir kamuoyu araştırmasında da iki tabanın birbirine nasıl yaklaştığını gösteren veriler dikkat çekiciydi.

Uzun yıllardır “AKP’nin bu ülkeye vereceği en büyük zarar milliyetçiliğe ve devletçiliğe mesafeli yaklaşmış olan mütedeyyin, muhafazakar sosyolojiyi milliyetçileştirmek ve devletçileştirmek olur” diyorum; bu konuda akademik yazılar da yazdım. Bunun Türkiye için gerçekten büyük felaket olacağını düşünen bir akademisyendim ve bunu sıklıkla söylüyordum.

Şimdi o felaket mi geldi?

Evet şu anda bu felaketi yaşıyoruz. Muhtemelen İhsan Arslan gibi insanlar da bundan duydukları rahatsızlıkla bir muhasebe çağrısı yapmak ya da bir muhasebe yolu açmak istiyorlar. İhsan Arslan ve onun gibi düşünenlerin yazdıklarını, çizdiklerini okuduğunuzda muhafazakar, mütedeyyin sosyolojinin böylesine milliyetçileştirilmesinden, devletçileştirilmesinden rahatsızlık duyduklarını görürsünüz. Zaten yapmış olduğu röportajda da birçok örnekle bunu açıkça belirtiyor. Cumhurbaşkanı böylesine milliyetçileştirdiği sosyolojiye Kürt sorununda yeni bir hamle, yeni bir açılım politikasını kabul ettirmekte zorlanacağını ya da kabul ettiremeyeceğini düşünüyor. AKP tabanından belli bir kitlenin MHP’ye kaydığı da biliniyor. Bu kaymanın daha fazla olacağından endişe ettiği için de “Kürt sorunu yoktur” diyerek kestirip atıyor.

'İKTİDARDAKİ ÇÖZÜLMENİN ANA SEBEBİ KÜRT SORUNUNDAKİ ÇÖZÜMSÜZLÜK POLİTİKASIDIR'

Ama şunu mutlaka eklemeliyim. “Kürt sorunu vardır” deyip de sonradan bunu inkar eden bütün iktidarlar çözümsüzlük politikasına saplandıkları için eridiler, çözüldüler ve bu iktidarları taşıyan temel partiler tarihin çöp sepetine atıldılar. Buna son 40 yılda çok fazla örnek, çarpıcı vaka gösterebiliriz. Dolayısıyla iktidardaki çözülmenin en önemli sebebi Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikasıdır.

'AKP PATİKADA, BU GÖNÜLLÜ BİR ÇÖKÜŞ YOLCULUĞUDUR'

İktidardan kopan isimlerin kurduğu yeni partiler DEVA ve Gelecek Partisi Kürt sorununa dönük mesajlar verirken iktidarın daha da sertleşip “Kürt sorunu yoktur” demesi gelecek seçim hesapları açısından matematiği olumsuz etkilemez mi? Sonuçta AK Parti’yi güçlü kılan noktalardan birinin Kürt oyları olduğu biliniyor.

Soruyu “patika teorisi”nin yardımıyla cevaplamaya çalışayım. Patika teorisi, başta iktisat olmak üzere değişik alanlarda kullanılan açıklayıcı bir teoridir. AKP öncülüğündeki iktidar bileşimi 5 yıldır bir patikada ilerliyor. Eğer patikaya girerseniz hareket kabiliyetiniz azalır, bir noktadan sonra da ortadan kalkar. Artık siz yolu belirleyen aktör olmaktan çıkarsınız, patika sizin yolunuzu belirler. Sağa sola dönemezsiniz. Tek seçeneğiniz vardır: Ya ileri gitmek ya da geri dönmek. Geri dönmek muhtemelen bir bedel gerektirecek. Daha ileriye gitmek ise bu kadar tecrübeden sonra tek bir noktaya doğru ilerlemek demektir: Çöküş ve tarihe karışmak. Şu an AKP patikada yolun yarısını geçmiştir. Ayrıca anladığımız kadarıyla da AKP’nin mevcut yönetimi patikadaki havadan rahatsız değil. AKP’nin istemi dışında zorla patikaya bağımlı hale getirildiği şeklinde yorumlar da temelsizdir. Bana göre söz konusu olan bir bakıma gönüllü bir çöküş yolculuğudur. Ancak bu çöküşün nasıl olacağı konusu da en az bunun kadar önemlidir. Burada asıl görev muhalefete düşüyor.

'HDP MUHALEFETİ İKTİDARIN İHTİYAÇ DUYDUĞU HAYAT ALANLARINA SU TAŞIMAYI REDDEDİYOR'

En son CHP lideri “Türkiye savruluyor, yönetilemiyor” diyerek sandığı işaret etti. İYİ Parti’nin yaklaşımı da benzer. Bu süreç sandığa götürür mü? Muhalefete burada düşen görev nedir?

Erken seçim Türkiye için bir ihtiyaçtır. Bu konuda ilk açık çağrıyı biz yaptık. Erken seçim konusu dahil olmak üzere temel noktalarda bir diyalog ve müzakere yapma ihtiyacı, hatta mecburiyeti var. İktidar bugüne kadar muhalefeti kimi konularda etkisiz kılacak manevralarda belli ölçülerde başarılı oldu. Mesela iktidarın dış politikalardaki tercihlerini bugün çok daha net eleştiren muhalefet partileri, bu politikalar Meclis gündemine geldiğinde aynı cesareti ve tutarlılığı gösteremiyorlar. Her seferinde iktidara biraz daha hayat alanı sunuyorlar. Oysa HDP burada baştan itibaren tutarlı davranıyor, meseleyi demokrasi, özgürlük ve barış çerçevesinde değerlendiriyor; hamasete, milliyetçi duygulara, manevralara prim vermiyor, iktidarın da ihtiyaç duyduğu bu hayat alanlarına su taşımayı reddediyor. Bu kadar etkili bir muhalefet yürütüyoruz. Bizi görmezden gelmeye çalışsalar da, sesimizi duyurmayı engelleseler de böylesine tutarlı ve bütün saldırılara karşı dirençli, aynı zamanda demokratik siyasette ısrarcı bir partinin varlığı herkesi bir şekilde sorgulama yapmaya mecbur ediyor. İktidar buna karşı tepkisini HDP’yi kriminalize etmeye ve tasfiyeye çalışarak gösteriyor, bu nedenle her gün yeni operasyonlar düzenliyor. Siyasi ve ideolojik olarak baş edemediği HDP’yi polis ve yargı operasyonları ile etkisizleştirmeye çalışıyor ama çizgimizde, siyasetimizde haklı olduğumuz için bütün bu baskılara rağmen gücümüzü ve etkimizi kıramıyor, büyümemizi engelleyemiyor.

'HDP’YE ÜRKEK TAVIR DEMOKRASİ KONUSUNDA ZARARI BÜYÜTÜR'

Peki, diğer muhalefet partilerinin tavrı ne olmalı?

Biz muhalefete diyoruz ki oyun açık, iktidarın ne yapmak istediği ortada. HDP ile ilişkilerde ikircikli davranmak, ürkek bir tavır sergilemek sadece demokrasi konusundaki zararı büyütür ve iktidarın ihtiyaç duyduğu nefes alanlarını artırır. Oysa bu iktidar devam ettiği müddetçe ülke daha büyük felaketlere gidecektir. Bunu bütün muhalefet partileri de söylüyor. O zaman en geniş demokratik güç birliğini ve diyalog zeminini oluşturmaktan başka yol yok. Bunun siyasi olarak gerçekleşmesi için de herkes HDP ile ilişkiyi eşitlerarası, meşru bir siyasi diyalog olarak görmek zorunda. Bu politikanın halk ve toplum nezdinde güç bulabilmesi için, HDP’nin temsil ettiği güçlü toplumsal kesimin söz konusu ittifak ve diyalog zeminine heyecanla katılmasını sağlayacak yolları açmak lazım. Biz bunun için buradayız.

Hemen belirteyim ki, demokrasi ittifakından söz ettiğimizde, HDP’nin mevcut formel ittifaklardan birine dahil edilmesini talep ediyor değiliz. Açıkçası böyle bir konu bizim gündemimizde yok. Bu tür ittifak anlayışı, sorunlara seçim ekseninde yaklaşmayı esas alıyor. Biz ise, meselelere demokratik dönüşüm açısından bakıyoruz. Böyle bir dönüşümün çerçevesi, ilkeleri ve usulleri üzerinde müzakere etmeyi ve mutabakat aramayı acil ihtiyaç olarak görüyoruz.

'MUHALEFETİN ANAYASA ÇALIŞMASI YAPMASINDAN DAHA MEŞRU BİR ŞEY OLAMAZ'

Ancak bu arada 2018 seçimleri öncesi yapılan bir “gizli anayasa” çalışmasına dair tartışma sürüyor. CHP de İYİ Parti de bu çalışmayı reddetti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ortada iktidar yöneticilerinin ve yandaşlarının iddia ettiği gibi bir anayasa çalışması gerçekten yok. Ama dört partinin temsilcisinin de katıldığı anayasa yapım süreciyle ilgili arayışlara dönük toplantılar var. Bunu 2018 seçimlerinden önce TÜSES organize etmişti. O zaman Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu milletvekili değildi. Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği Başkanı olarak bu çalışmaların bir kısmına koordinatör olarak katıldı. Bizim partimizden de bazı milletvekili arkadaşlarımız o toplantılarda yer aldılar, ama o toplantılar sadece siyasi parti temsilcilerinin katılımıyla sınırlı değildi. Uzmanlar, STK temsilcileri de vardı. Daha sonra siyasi parti temsilcileri çekildiler, uzmanlar çalışmayı devam ettirdi. Ardından erken seçim kararı alınınca çalışmalar kesildi. Bu çalışmaların önemli isimlerinden biri olan Kaboğlu da milletvekili seçildi. Ardından o teknik ekibin uzmanlarının emekleriyle anayasa yapım süreci ve anayasalarda gözetilmesi gereken temel prensiplere dair taslak bir metin çıktı. Ortaya çıkan bir anayasa metni değildir. Ama şunu söylemek istiyorum: Muhalefetin bir anayasa çalışması yapmasından daha meşru bir şey olamaz. Üstelik bunlar 2017’den 2018’e kadar yürütülen çalışmalardı. Halbuki AKP ve MHP hiçbir toplumsal kesimi katmadan tek başlarına hükümet sistemini değiştirdiler. Buna karşı çıkan muhalefet partileri de değerli bir kuruluşun düzenlediği toplantılarda kendi anayasa yaklaşımlarını tartışıp değerlendirdi. Keşke daha kapsamlı, daha derin bir çalışma olsaydı. Hatta muhalefet keşke şimdi de bu konuda çok daha açık ve cesur davransa. Dese ki “bir yanda cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi var ve bunu sadece 2 parti yaptı. Bu 2 parti bir araya gelip anayasa çalışması yapınca meşru, bu sisteme karşı olan muhalefet partileri bir araya gelip çalışma yapınca gayri meşru! Öyle mi?”

TÜRKİYE’NİN 3. BÜYÜK PARTİSİNİ GÖRMEYEN ANLAYIŞ İKTİDAR ANLAYIŞI İLE BULUŞUR

Burada meşru görülmeyen, çalışmada HDP’nin de yer alması. HDP ile diğer partiler bir anayasa çalışması yapamaz mı?

Eğer bizim varlığımızın kendileri için bir dezavantaj olduğunu düşünüyorlarsa bu, iktidara karşı en temel konuda herhangi bir muhalefet iddiası taşıyamayacakları anlamını da taşır. Bütün baskılara ve her türlü zorbalığa rağmen demokratik siyasette böylesine ısrar eden ve yoğun emek harcayan Türkiye’nin 3. büyük partisini görmezden gelen her yaklaşım bu iktidarın anlayışıyla zorunlu olarak buluşur. Bizim ihtiyacımız olan şey, bu felakete doğru gidişte topluma güven verecek çizgiyi, politikaları ve tutumu dürüstçe ve cesurca ortaya koymaktır. HDP bunu yapıyor, bütün muhalefetten de bunu bekliyoruz.

Bu anayasa çalışmasına sizin de katıldığınız iddiaları var. Katıldınız mı?

İktidar basını o çalışmalarda benim adımı da sıkça zikrediyor. Doğrusunu isterseniz ben de katılmak isterdim. Üniversitede 30 yılını bu konulara dair çalışmalar yaparak geçirmiş bir akademisyen olarak böyle toplantılarda yer almayı elbette arzu ederdim ama hiç birinde ben yoktum. Ayrıca böyle bir yalanın kime ne menfaat sağlayacağını da anlamıyorum. İktidar basını ve yandaşlarının bu kadar ucuz propaganda yapması ne kadar aciz durumda olduklarını gösteriyor. İktidar yandaşlarının bu kadar aciz olduğu bir konuda muhalefetin kendine daha güvenli davranması gerekiyor.

Röportaj: Nergis Demirkaya

28 Kasım 2020