Sancar: Bir intikam davası olan Kobanî Davası da kapatma davası gibi temelsiz ve çökmeye mahkumdur

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, haftalık Meclis grup toplantımızda konuştu. Gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Sancar, şunları söyledi:

HDP'ye ve demokratik siyasete yönelik kuşatma devam ediyor. Her gün yeni bir hamle ile karşılaşıyoruz. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar başaramayacaklar. Bu hamlelerin hepsi nafiledir. Önümüzdeki hafta Pazartesi günü bir kumpas ve kuşatma davası başlıyor. 26 Nisan'da bundan 6 yıl önce gerçekleşmiş olaylarla ilgili hazırlanmış iddianame üzerinden bir dava başlayacak. Kobanî Davası adıyla biliniyor. Önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile partimizin önceki dönem MYK Üyeleri ve yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi hakkında dava açıldı. Bu dava neden açıldı, hatırlatmakta fayda var. 2014 yılında IŞİD, Şengal soykırımından bir ay sonra Kobanî şehrine saldırmıştı. Orada yaşayan halkları, başta Kürtler olmak üzere soykırımdan geçirmek istiyordu. Yeni bir soykırım peşindeydi. 

Kobanî Davası siyasi bir intikam davasıdır

IŞİD'in Kobanî'ye yönelik saldırılarına karşı Türkiye ve bütün dünya ayağa kalkmıştı; acil çağrılar yapılıyor, protestolar gerçekleştiriliyordu. Türkiye’de yaşayan Kürtler ve demokrasi güçleri başta olmak üzere milyonlarca insan bu vahşete dur demek ve hükümetin Kobanî'ye geçişlere izin vermesini sağlamak için sokakta demokratik gösteri haklarını kullanıyordu. Tüm bu zaman diliminde Çözüm Süreci devam ediyordu, İmralı görüşmeleri ve partimizin heyeti ile hükümet arasında diyalog sürüyordu. Herkesin şunu net olarak bilmesini istiyoruz. Bu hukuki bir dava değil, siyasi bir intikam davasıdır. Bu, kapsamlı bir tasfiye operasyonudur. 

Bu dava da kapatma davası gibi temelsizdir ve çökmeye mahkumdur

Bu, yıllardır sürmekte olan darbe planının yeni ve belki de en önemli kavşağıdır. Bir kumpas davası ile karşı karşıyayız. HDP'nin demokratik siyaset yapma hakkını ve Kürt halkının siyasette özne olma iddiasını ortadan kaldırma çabasıdır. Bu kumpas davasının içerisinde hukuk yok, hakikat yok, belge bilgi delil yok. Aynı kapatma davası gibi temelsizdir ve çökmeye mahkumdur bu dava da. 

Bu dava gündemden düşmelidir, Yargıtay boşuna zaman harcamamalıdır

Biliyorsunuz bize yönelik saldırı ve kuşatma dalgasının son halkasıydı kapatma davası. Hazırlanan iddianamenin ne kadar çürük, temelsiz, saçma ve boş olduğunu söylemiştik. Nihayet AYM de oy birliği ile bu görüşlerimizin doğruluğunu ortaya koydu. İddianamenin düzeltilmesi mümkün olmadığı için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına düşen de meseleyi gündemden çıkarmaktır. AYM'nin açtığı bu kapıdan hukukun ışığının bir nebze bile olsa girmesine imkan tanımaktır. Bu dava gündemden düşmelidir, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı boşuna zaman harcamamalıdır. Türkiye’deki demokratik siyaseti yok etme planlarının bir parçası olmamalıdır. Bu dava gündemden düşsün. Böylece Türkiye’de yeni bir dönemin bir adımı atılsın. 

Kobanî Davası Erdoğan’ın sözleriyle başladı: Kaybetmenin acısını siyaseten HDP ve halka ödettirmek istiyorlar

Kobanî Davası bir kumpas davası dedik. Bunun başlangıcı 7 Haziran seçimlerinden sonraya denk geliyor. Sandıkta ağır bir yenilgi alan AKP Genel Başkanı “Bu partinin yöneticileri bunun bedelini ödeyecektir” demişti. Evet davayı başlatan da aslında tam olarak bu sözlerdir. Mesele burada açıkça anlaşılıyor. Kaybetmenin acısını siyaseten HDP ve halka ödettirmek istiyorlar. Dokunulmazlıkların 2016 Mayıs’ında kaldırılmasından sonra HDP'ye yönelik 4 Kasım’da gerçekleştirilen darbe bu sürecin diğer bir aşamasıydı. Kobanî Davası bir başka aşaması. Demokratik siyaseti çökertme ve demokrasi umutlarını bütünüyle tasfiye etme planının önemli bir halkası ile karşı karşıyayız. Demokrasiyi tümüyle sıfırlamak isteyen tekçi iktidar düzenine ve faşizme karşı mücadele yürüterek ve demokrasiyi yaşatarak topluma nefes aldırmaya çalışan, özgür ve eşit bir yaşamı, gerçek adaleti, onurlu ve adil barışı kurmak isteyen tüm demokrasi güçlerini ve toplumsal muhalefeti hedef alan bir dava ile karşı karşıyayız. Bu kumpas davası aynı zamanda kapatma davasında olduğu gibi hukuk zemininden tamamen çıkmıştır ve ülkeyi tekçi iktidarın hedef ve amaçlarına göre dizayn etme çabasının bir aracı haline gelmiştir. HDP'nin karşısına siyasetle çıkamıyorlar; onu zulümle, baskıyla, yargıyla, polisle sindirmeye çalışıyorlar. Ama nafile, bu yolda yürüyüşümüz kararlı bir şekilde devam edecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Duruşmalar hukuksuzluğun, kumpasların yargılandığı gerçek bir adalet hesaplaşmasına dönecektir

Yargılanan değerli dostlarımız, yoldaşlarımız mahkeme salonlarında tarihi savunmalar yapacak, bütün bu iddiaları bir bir çürütecek ve yalanları ortaya serecektir. Duruşmalar hukuksuzluğun, kumpasların yargılandığı gerçek bir adalet hesaplaşmasına dönecektir. Bu dava yalan üzerine kurulmuştur. Dediğim gibi arkadaşlarımız mahkeme salonlarında bunları ayrıntılı olarak ortaya koyacaktır. Ama ben şimdiden birkaç yalanı kamuoyuyla bir kez daha paylaşmak istiyorum.

Kobanî Davası kapsamında ileri sürülen yalanlar ve gerçekler neler?

Ne demişlerdi: “HDP 7 Haziran seçiminden sonra halkı sokağa döktü”. Bizzat Cumhurbaşkanı söyledi bunu. Yalan! Gerçek ne? 6-8 Ekim protestoları 7 Haziran seçiminden tam 8 ay önce gerçekleşmişti. Diğer bir yalan da şuydu: 6-8 Ekim protestoları HDP'nin attığı tweetle başladı. Külliyen yalan! Peki, gerçek ne? Protestolar IŞİD’in Kobanî’ye yönelik saldırılarıyla beraber Eylül ayının başlarında ortaya çıkmıştı. Ölümler ne zaman yaşandı? Ölümler Erdoğan’ın 7 EKim'de Antep'te söylediği “Kobanî düştü düşecek” sözünden sonra polisin Muş’un Varto ilçesinde protestocuları otomatik tüfeklerle taramasıyla başladı. O güne kadar barışçıl süren protestolara kan bulaştı, kaos ortaya çıktı, karanlık bir ortam ortaya çıktı. 

Milyonlar IŞİD barbarlığına karşı alanlara çıktı, HDP olayları yatıştırmak için rol oynadı

“HDP’nin tweeti halkı sokağa döktü, halkı şiddete teşvik etti.” Bir başka yalan. Gerçek ne? HDP'nin tweeti barışçıl bir protestoya çağrıydı. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yüz binler hatta milyonlar HDP’nin tweetinden önce IŞİD barbarlığına karşı protestoya başlamışlardı. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kurumlar ardı ardına acil çağrılarda bulunuyorlardı. “HDP yöneticileri olayları kışkırttı.” Bir başka yalan. Biliyoruz ki o dönem Çözüm Süreci devam ediyordu. Olayların durdurulması için Sırrı Süreyya Önder ve İdris Baluken İçişleri Bakanı ile sürekli diyalog halindeydi. Hatta Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş da dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da telefon görüşmeleriyle birlikte izliyordu. Bu görüşmeler esnasında dönemin İçişleri Bakanının kullandığı bir söz var arkadaşlarımızın bize aktardığı, diyor ki “Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var.”

Bu davanın arkasındaki gerçek niyet iktidarın siyasi emelleridir ve bunlar halkın vicdanında mahkum olacaktır

Evet, çok sayıda yalan var ve bunların hepsi hem bizim kendi çalışmalarımızla hem de bu davada sanık sandalyesine haksızca adaletsizce oturtulan arkadaşlarımızın savunmalarıyla gözler önüne serilecektir. Bizler bu olayların aydınlatılması için yıllardır çaba harcıyoruz. Genel Kurul’da önergeler veriyoruz, hepsi iktidar oylarıyla reddediliyor. Sivil hakikat komisyonları kurulması çağrımız oldu, buna da cevap gelmedi. Olayları karanlıkta bırakmak ve bu karanlıkta kendi siyasi emellerini gerçekleştirmeye çalışmak bu davanın temelidir, iktidarın gerçek niyeti budur. Bu gerçek niyet hakikat duvarına çarparak dönecektir. Halkın vicdanında ağır bir şekilde mahkum edilecektir.

Emniyetin savcıya ve yargıya nasıl talimat verdiğinin belgesini açıklıyoruz

Yalanlar ve kumpaslar bitmiyor. Bugün elimize bir belge geçti. Bunu şimdi sizlerle paylaşacağım, kamuoyunun bilgisine sunacağım. Bu belge TEM Şube Müdürlüğünün bilgi notu. Elimizde bu belge duruyor, basına da vereceğiz. Bizim herhangi gizli saklı bir faaliyetle elde ettiğimiz bir belge değil. Bizatihi savcılığın dosyada unuttuğu bir belge. Savcı belgeyi klasörün içinde unutmuş ve avukat arkadaşlar bu belgeyi bulup çıkarmışlar. Bu belge emniyetin savcıya nasıl talimat verdiğini açıkça gösteriyor. Tarihini söyleyeyim 26 Ekim 2018 yani 2 buçuk yıl önce. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanıp savcıya verilmiş bir belge. Yargıya açıkça talimat veriyor. Belgeden bir bölümü okursam daha iyi anlaşılacak.

7 Haziran’dan birkaç ay sonra hazırlanmış bu belge, isimler sayılıyor. “Milletvekili seçilen Ayhan Bilgen, Garo Paylan, Hüda Kaya, Meral Danış Beştaş, Saruhan Oluç, Serpil Kemalbay Pekgözegü, Sezai Temelli hakkında dosya kapsamında seçimden önce soruşturmalarına başlanmış olması, şüphelilerin şüpheli sıfatını teslim edecek soruşturma işleminin yapılmış olması nedeniyle Anayasanın 14. maddesi gereğince adı geçen 7 şüpheli hakkında Anayasanın 83. maddesinde geçen yasama dokunulmazlığına ilişkin güvencenin geçerli olmayacağı soruşturma kapsamında değerlendirilmiştir.” Ne demek istiyor? Diyor ki bunlar evet seçildiler, ama dokunulmazlıklarını tanımayın, ne yapın? Bu 7 şüpheli hakkında, gözaltı, tutuklama, sorguya çekme işlemlerini yapın diyor. Bunların yapılmasında hukuki bir engel yoktur diyor. Yani dönemin MYK Üyelerine yapılan gözaltı operasyonu kapsamında adı sayılan milletvekillerimizin dokunulmazlıkları kaldırılmadan onların haklarında da gözaltı ve tutuklama işlemlerinin yapılmasını istiyor TEM. Savcıya bu talimatı gönderiyor. Kimler hazırlıyor, bu dosyalar nerede hazırlanıyor, nasıl oluşturuluyor? İşte size bütün yalanlara ayrıca ilaveten bir kumpas belgesi. Kim bilir bunun gibi daha ne belgeler var? Dosyaları inceledikçe karşımıza çıkacaktır muhtemelen, belki unuttukları başka şeyler de vardır. Ama eğer dosyalara koymamışlarsa da bu hakikatleri örtemeyecekler. 

TEM Kobanî Davası ile HDP’nin kapatılması davasının açılması talimatını savcıya veriyor

Bununla da TEM'in savcıya talimatları bitmiyor. Diyor ki, bu davayı kullanarak HDP'yi kapatmak mümkündür. Yani kapatma davasının hazırlığını Terörle Mücadele Şubesi savcıya talimatla başlatmak istiyor. 2018, 26 Ekim. O paragrafı da okuyayım. “Bu nedenle HDP’nin 6-7-8 Ekim olaylarında şiddetin odak merkezinde bulunduğu kabul edilecek. Anayasa’nın 69’uncu maddesinde ise bu hususun kapatma nedeni olarak gösterildiği hukuki olarak değerlendirmiş. Yukarıda ismi geçen şüpheliler hakkında TCK 302 uyarınca terör nedeniyle cinayet, cinayete teşebbüs, yaralama, mala zarar verme nedeniyle iddianame düzenlenmesi halinde - işte geliyoruz kritik cümleye- anayasal mevzuatımıza göre parti kapatma sonucunun da ortaya çıkacağı hukuken değerlendirilmektedir.” Kim yapıyor bunu? TEM.

Bu ülkede AKP ile birlikte hareket etmeyi görev bilen savcılar da var, hakikati sahiplenen milyonlar da

Biz diyoruz ya kapatma iddianamesi de Kobanî Davasının iddianamesi de savcılar tarafından en azından adil ve yetkin savcılarca hazırlanmamıştır. Bunlar karanlık dehlizlerde çeşitli kumpas oyunları ve senaryolarla hazırlanmış ve savcılara böylece tevdi edilmiştir. Ha gönüllü katkı sunan, hatta işin içinde büyük bir cevvallikle yer alan savcılar yok mudur? Vardır biliyoruz çünkü, iktidara bağlı hareket etmeyi her şeyin üzerinde gören yargı mensupları da var. Ama bu ülkede vicdanlı insanlar da var. Her şeyden önce bu ülkede hakikat ve adalet mücadelesini yürüten milyonlar var. Bu milyonlar bu kumpası çökertecekler.

Ne yapmak istiyorlar? Kurdukları devasa bir yalan sistemi var. Bununla toplumsal hafızayı yok etmeyi, toplumu hafızasızlaştırmayı hedefliyorlar, sanki bu mümkünmüş gibi. Yok, arkadaşlar, bizler hakikati haykırdıkça ve bunun için mücadelemizi kararlılıkla sürdürdükçe toplumun hafızasını da karartamaz, bu kumpaslarıyla da hiçbir şekilde sonuç alamazlar.

Tekçi sistemlerinin, otoriter yönetim anlayışlarının önündeki en büyük engel mücadele eden milyonlar ve onların iradesi olan HDP'dir

HDP özelinde yürütülen bu süreci iyi bilmek ve iyi tanımak gerekiyor gerçekten. Bunun tüm toplumsal muhalefete yönelik olduğu açıktır. Bu planın amacının bir rejim değiştirme planını nihayete erdirmek olduğu da açıktır. Kendi tekçi sistemlerine, ideolojilerine, otoriter yönetim sistemlerine uygun şartlar yaratmak için en büyük engel mücadele eden milyonlar ve onların iradesi olan HDP'dir. Bu amaçlarına ulaşmak için HDP'yi yollarından çıkarmak, yollarını açmak istiyorlar. Başaramayacaklar, boşuna uğraşmasınlar. 

Pandemide Türkiye’yi Uruguay’dan sonra ikinci hale getirdiler: Bu yüzlerce insanımızın ölümü demektir

Hangi meseleye el atsak ilmek ilmek dökülüyor. Burada öyle bir ucube yönetim sistemi oluşturuldu ki her alanda çöküş yaşanıyor. Bedelini de milyonlara, halka, emekçilere, gençlere kadınlara ödetmek istiyorlar. Mesela pandemi; her gün vaka sayılarını yayınlıyorlar. Bunların gerçeği yansıtmadığını, gerçek sayıların bundan daha fazla olduğunu TTB gibi güvenilir meslek örgütleri sürekli söylüyorlar. Ama bunlar gerçek olsa bile bu kadarı bile Türkiye’nin dünyada Uruguay'dan sonra nüfusa göre vaka sayısında ikinci sırada olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Ne demektir vaka sayılarının bu kadar yüksek olması? Her gün hayatın yeniden yeniden tahrip edilmesi demektir. Evet, hastalık demektir, ölüm demektir, her gün yüzlerce insanımızı kaybetmemiz demektir. Güya tedbirler alıyorlar kısmi kapanmalarla, o da güvencesiz. İnsanları açlığa mahkum ederek tedbirler uygulamaya kalkıyorlar ama sonuç ortada. Hem açlık hem de hayat hakkının gaspı aynı anda bu ülkenin kapkara bir gerçeği haline getirilmek isteniyor.

Bunun başlıca sorumlusu her yetkiyi elinde bulunduran Cumhurbaşkanı ve onun iktidarıdır

Her gün bir büyük ilçenin nüfusu kadar insan salgının pençesine düşüyor. Hastanelerin doluluk oranları bizzat bakanın açıklamalarına göre yüzde 70-75'i bulmuş durumda. Bu ağır halk sağlığı krizine neden olan iktidarın kendisidir. Ne diyor Sağlık Bakanı; “84 milyon bu durumdan sorumludur” diyor. İnsan biraz hicap duyar hicap! Bunun başlıca sorumlusu her yetkiyi elinde bulunduran Cumhurbaşkanıdır ve onun iktidarıdır. Başka da sorumlusu yok.

Daha nüfusun onda biri aşılandı, bu hızla giderlerse 2022’nin sonuna kadar aşılama tamamlanmamış olacak

Aşılama konusunda da aynı şeyler yaşanıyor. Aynı karanlık tablo ile karşı karşıyayız. Biliyorsunuz ta Kasım ayında aşılama başlayacaktı, şu kadar aşı sipariş verildi falan deniliyor. Ama bugüne kadar iki aşıyı birden yaptırmış insanların sayısı resmi rakamlara göre 8 milyon. Yani nüfusun onda biri kadar. Eğer bu hızla giderse 2022 sonuna kadar da aşılamanın tamamlanamacağını yine meslek örgütleri söylüyor. 

HDP halk sağlığına yönelik bu ağır saldırının hesabını sormak konusunda kararlıdır

Bizim bu konuda önerimiz açık, baştan beri dile getiriyoruz. Bu pandemi ile mücadele için halk sağlığını esas almak lazım. Rant düzenin ihtiyaçlarını, talan düzeninin gereklerini değil; halkın sağlığını, kamu sağlığını esas almak lazım. Eğer siz halkın sağlığı yerine yandaşın semirmesini, emekçinin sömürülmesini esas alırsanız elbette bunun cevabını da milyonlardan alacaksınız. HDP bunun takipçisi, halk sağlığının sonuna kadar savunucusudur ve halk sağlığına yapılan bu ağır saldırının hesabını sorma konusunda kararlıdır.

Hiç değilse bir kez bu tahakküme son verin ve halkın ihtiyaçlarına göre karar verin

Geçen hafta halka pandemi desteği sunulması için kanun teklifi verdik. Tüm işsizlere Nisan, Mayıs, Haziran aylarında 3 bin TL doğrudan gelir desteği sağlayalım, en düşük emekli maaşını 3 bin TL'ye yükseltelim dedik. Kısa çalışma ödeneğini bu yılın sonuna kadar uzatalım dedik. Çiftçilerin Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan 50 bin TL’ye kadar borçlarını silelim dedik. Faaliyeti kısıtlanan ya da durdurulan esnafa salgın süresince aylık 5 bin TL doğrudan gelir desteği sağlayalım dedik. Son bir yılda şu rezalet KOD-29 gerekçesi ile işine son verilen 100 binlerce çalışanı işlerine geri döndürelim dedik. Herkese iş ve güvencesi sağlamalım dedik. Ne oldu? Bunu sunduk ama hiç ses yok. Buradan bir kez daha çağrı yapıyoruz. Parlamento bu vesayeti ve tahakkümünü, özellikle iktidar grubuna sesleniyorum, bu tahakküm ve vesayet zincirini bu kez kırın. Bir kez deneyin bakın nasıl vicdanlarınızda bir serinleme hissedeceksiniz. Evet, vicdanlarınız tamamen temizlenmeyebilir. Çünkü bugüne kadar ki günahlar karşısında yapmanız gereken daha çok şey var. Ama bir kez olsun gelin bu kanun teklifine ‘evet’ deyin. Ama bu evet oyunu verdikten sonra da samimi olun. Eğer pişman olduysanız pişmanım deyin. Ama bir küçük su damlası kadar serinlik vicdanlarınıza yerleştiyse onun da hakkını verin. Gelin bunu hep birlikte kanunlaştıralım, böyle bir insani siyasi adımı hep birlikte atalım. 

Tekçiler iki Türkiye gerçeği ortaya çıkardı: Bir yanda yoksulların diğer yanda şatafatın ülkesi

Bu ülkede demokrasi ve hukuk olmazsa ekonomi zaten çöker. Ekonominin çökmesi demek herkesin aynı şekilde mağdur olması demek değildir. Ekonominin çökmesi demek enkaz altında milyonların kalması demektir. Ekonominin çökmesinde ayrıca bir zümre semirmeye devam eder. İşte yaşadığımız tablo budur. Ekonomideki çöküşün tablosudur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildiğinden bu yana derinleşen ekonomik kriz tablosu ortaya iki Türkiye çıkarmıştır. Bu iktidar “tek tek” diye diye geldi ve bu tekçiler şimdi ortaya iki Türkiye çıkardılar.

Bir yanda derinleşen yoksulluğun ve işsizliğin ülkesi olan milyonların Türkiyesi var, diğer yanda makam araçlarının, lüksün, israfın, rantın, talanın şahlandığı Saray Türkiyesi var. Bir yanda “128 milyar dolar nerede” diye soranlar, hakikati arayanlar var, diğer yanda 128 milyar doların nerede olduğunu açıklayamayan, hatta bu işi sulandıran, seviyesiz esprilerin konusu haline getiren, başını kuma gömünce gerçeğin yok olacağına inanan iktidarın Türkiyesi var. Bir yanda beka deyip sefa sürenler, diğer yanda market alışverişi yapamadığı için ancak çocukları uyuduktan sonra evine giden insanlar var. 

Bir yandan aç kalanlar ve onurları için direnenler, diğer yanda semirtilen yandaşlar var

Bu iki Türkiye fotoğrafının bir yakasında açlık vardır, zulüm vardır, intiharlar vardır. Sadece son bir yılda geleceğinden umudu kesen gençlerin sayısı en az 1 milyon olarak kaydediliyor. Diğer yanda şu danışmanların, Kürşatların bir talan ve sefahat düzeni vardır. Bir yanda üçer beşer maaşlı bürokratlar var, yüzleri kızarmadan, utanmadan buna hakları olduğunu söyleyebilenler var. Diğer yanda Urfa’dan Muğla’ya, Ermenek’ten Antep’e kadar hakları için onurları için grevde olan işçiler var. Bir yanda milyar dolarlarla dağıtılan ihaleler, vergi borçları sıfırlanan yandaş şirketler var, diğer yanda ise patates soğan dağıtılan milyonlarca yoksul var. Hatta aç insanlar var.

Bu arsız düzeni değiştirecek öncü güç HDP’dir, HDP etrafında kenetlenen halklardır

Beş yandaş şirkete şimdiye kadar ihaleler yoluyla aktarılan para 200 milyar doları geçmiş. Bu da yetmemiş, Cengiz Holding'e 30, Kolin Holding’e 36, Makyol’a 24, Kalyon’a 19 Limak’a 19 kez vergi muafiyeti getirilmiş. Evet ekonomide şahlanma böyle bir şey. Çöküş dediğimiz şey bu. Yozlaşma, sömürü, arsızlık ve yüzsüzlük. Milyonlar açlığa mahkum ediliyor, bir avuç yandaş sermayesine sermaye, servetine servet katıyor. Ve danışmanlar ve bürokratlar, muhtemelen ikişer üçer maaşa da o aldıkları lüks arabalara da layık olduklarını düşünüyorlar. Bu talan düzenini görünce, yani şu şirketlere bu kadar çok girdiğini görünce “Bize 100-200 bin TL maaş çok mu yani, niye bu kadar gürültü yapıyorsunuz” diye bakıyorlar gözlerimize ve pişkinlikle bu arsız düzenin devam etmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu düzen devam etmeyecek. Bu düzen değişecek. Bu düzen adalet, özgürlük, eşitlik için ama aynı zamanda bu ülkede ahlakı yeniden tesis etmek için değişecektir. Bu değişimin öncü gücü HDP'dir, HDP etrafında kenetlenen halklardır. 

Saray'a üç araç aldılar maliyeti 52 milyon TL: Bu para halkın cebinden çıkıyor

Çok fazla rakam da telaffuz etmek istemiyorum. Ama bazılarını biraz ayrıntılı vermeyince galiba tablonun çarpıcılığı yeterince anlaşılamıyor. Şimdi bakın Mart ayı sonunda Cumhurbaşkanlığı filosuna bir Mercedes araç daha alındı. Böyle bir bilgi kamuoyuna yansıdı ve bugüne kadar da bu bilgi yalanlanmadı. Fiyatı ne bu makam aracının? 474 bin 950 Euro, yani 4 milyon 614 bin 187 TL. Bazen eski para rakamlarıyla söylemek gerekiyor. Yani 4 trilyon 650 milyar TL civarında bir para. Bunun ÖTV’si var, KDV'si var hepsini üst üste koyduğumuzda tek bir makam aracının fiyatı 17 milyonun üstüne çıkıyor. Bir makam aracı için 17 milyon TL, eski para ile 17 trilyon TL para harcanıyor. Saray’a aldıkları bu araçların parası nereden çıkıyor, halkın cebinden çıkıyor. Peki, sadece bir tane mi almışlar bundan. Hayır. İşte osu busu binecek ya bunlardan 3 araç alındığı söyleniyor. Bu bilgi yalanlanmıyor. Bu üç aracın toplam maliyeti 52 milyon, yani eski parayla 52 trilyon TL civarında. 

Bir asgari ücretlinin Saray'a alınan bu arabayı alması için 501 yıl yaşaması ve çalışması gerekiyor

Nasıl anlatalım başka? Mesela bir asgari ücretlinin böyle bir aracı alabilmesi için maaşından tek bir kuruş harcamadan 501 yıl yaşaması ve çalışması gerekiyor. Bir asgari ücretlinin böyle bir araca sahip olabilmesi için 501 yıl tek kuruş asgari ücretten harcamadan, biriktirerek bir de yaşaması gerekiyor. Tablo budur! Bu yüzsüzlük, bu talan düzenini daha açık ortaya koyacak pek çok veri var ki, bu o kadar acı, o kadar utanmazca bir tablodur ki; sessiz kalmak yozlaşmanın, arsızlığın sorumluluğuna ortak olmak demektir. O nedenle hep birlikte buna itirazlarımızı yükseltmeliyiz, buna karşı onur ve adalet mücadelesini hep birlikte yürütmeliyiz.

Yoksulluğu siz yarattınız: Patates ve soğan dağıtımını yoksula hakarete dönüştürdünüz

Biliyorsunuz patates soğan dağıtıyorlar. Burada yürekleri yakan bir gerçeklik var. Patates soğanı ücretsiz almaya giden binlerce, on binlerce insan aşağılanıyor. Bu dağıtımlar bir merasime, şova dönüştürülüyor. Patates ve soğan adeta oraya giden o yoksul ve onurlu insanların kafasına fırlatılıyor. Bunları çaylardan da biliyoruz. Güya yoksula yardım ediyorlar. Hayır, bu yoksula yardım değil. Zaten siz yoksullaştırdınız onları! Yaptığınız yoksula hakarettir. Eğer halka herhangi bir yardım yapılacaksa, böyle ihsan ve lütufla tepeden değil hak olarak yapılmalı. Bu da ancak herkesin adil bir ücrete, onurlu bir yaşam için yeterli gelire sahip olma hakkının olduğu bir düzen kurularak gerçekleşir.

Japonya'yı örnek vermeyeceğim ama dünyada hakkı olmayanı alan kamu görevlilerinin istifa ettiğini de hatırlatayım

Arsızlık, yüzsüzlük düzeninin örnekleri bitmiyor ki! Bir grup konuşmasına kaç tanesini sığdırabilirsek işte o kadarını aktarmaya çalışıyoruz. Ticaret Bakanı var. Sessizliğe gömülmüş, belgelerle kendi şirketinden kendi bakanlığına 9 milyon lira tutarında dezenfektan sattığı söyleniyor. Ama susuyor. Evet demiyor, hayır demiyor. Bunun karşısında ne diyebiliriz. Ey bakan, çık eğer bu yalansa de ki “hayır yalan böyle bir şey yapmadım”. Yok, eğer gerçekse çık de ki “evet yaptım iyi yaptım”. Buyurun bütün medya elinizde çıkın açıklayın. Dünyada küçücük bir miktarı hakkı olmadan şahsi çıkarı için kullananların - Japonya'yı örnek vermeyeceğim şimdi ama başka ülkelerde -  hicap duyarak istifa ettikleri o kadar örnek var ki. Ama bu ülkedeki bu arsızlık yüzsüzlük düzeni hicabı da utancı da ortadan kaldırdı. O nedenle bu kadar talana, yolsuzluğa arsızlığa başvurulabiliyor. İşte bu toplumu çürüten, bütün toplumu esir almak adına yürütülen en tehlikeli yöntemlerden biridir.

Mavi Melek kitabında olduğu gibi herkesi bu pisliğe bulaştırarak düzenlerini sürdürmeye çalışıyorlar

Aklıma çok güzel bir roman geliyor. Mavi Melek diye sinemaya uyarlanan Heinrich Mann'ın çok güzel bir romanıdır. Bir şahıs çok ahlakçı geçiniyor, bir lise hocası. Sürekli olarak gençleri bu ahlakçılıkla sindiriyor, adeta terörize ediyor. Fakat gözü bir yandan da hep ahlaksızlıkta. O reddettiğini söylediği hayatın içine giriyor. Bir kere giriyor ve ondan sonrası buradan çıkmamak için bütün kasabanın en önemli şahsiyetlerini bu arsızlığa bulaştırıyor, hepsini. Yani ne kadar çok kişiyi bu pisliğin parçası haline getirirsem o kadar kolay yürütürüm bu hayatı ve bir de hesap soracak kimse kalmaz ortada diyor. İşte çürümenin güzel ve edebi anlatımlarından biri o filmdedir, çürümenin çirkin ve kötü örneklerinden öbürü de işte bu Türkiye, bu iktidarın yarattığı bu düzendir. 

128 milyar dolar halkın cebindeyse halkın kafasına fırlattığınız patates soğan neyin nesi oluyor?

Hakikatleri dile getirenlere saldırıyorlar. Mesela “128 milyar dolar nerede?” diye soruluyor. Biri diyor ki “Halkın cebinde”. Halkın cebindeyse, halkın tepesine fırlatılan patates soğan neyin nesin? 128 milyar doları şimdi halka paylaştırsak ortaya çıkacak tablo bambaşka olurdu. Diğeri çıkıyor diyor ki “Belki yöntem yanlıştı ama burada yolsuzluk yok”. Biraz daha cesaret alsalar emin olun her şey ortaya dökülecek. Bu 128 milyar doların nasıl ve neden çarçur edildiği, bu ülkeye ne kadar zarar yaşatıldığı ortaya çıkacak. Zaten çıkacak ama bari sizler sorumlular bir kere olsun düzgün davranın, çıkın itiraf edin.  

Tekrar soruyoruz. Bugün herkes Merkez Bankasındaki bu doların akıbetini soruyor. Bu sorular dalga dalga yayılmalıdır. Bu soruların peşine düşmek hakikat ve adalet arayışının bir gereğidir. Bunu hep birlikte yapmak zorundayız. Biz de soruyoruz. 31 Ağustos 2018 gecesi dolar kuru 6.55 TL iken, Halk Bankası doları 3.72 TL’den sattı. Euro 7.62 TL iken, aynı banka 4.32 TL’den satış yaptı. 31 Ağustos 2018’deki karanlık gecede yaşandı bunlar. Halk Bank ne kadar döviz sattı? Bu döviz kime gitti? Bunları açıklayın!

Merkez Bankası Başkanı görevden alındığında kimler dolar aldı?

İkinci sorumuz: 20 Mart 2021 Cumartesi günü bir gece yarısı operasyonu ile Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal görevinden alındı. Bu karanlık geceden bir gün önce yani 19 Mart 2021 Cuma günü dolar 7.2 TL iken kimler dolar aldı? Bu karanlık geceden iki gün sonra 22 Mart 2021 Pazartesi günü, yani piyasalar açıldığında Cuma günü aldığı dolarları 7,9 TL’den satanlar kimler? 31 Ağustos 2018 ve 20 Mart 2021 tarihlerinde, bu iki karanlık gecede neler yaşandığını bu iktidar Türkiye halklarına ve kamuoyuna açıklamakla mükelleftir. Bizler ve ahlaklı ve vicdanlı bütün insanlar bu soruları sormaya devam edeceğiz. İsterseniz vinçlerinizle itfaiye araçlarınızla pankartları indirmeye devam edin. 

Despotlarla ilgili aklıma iki örnek geliyor. Biri 18. Louis. Fransız Devriminin hatırlatılması ve çağrıştırılması etkisini yaratacak her şeyi yasaklayan bir kanun çıkardı. Diyor ki, 'Fransız Devrimi'nden kimse söz etmeyecek.' Yol mu gösterdim iktidara, bilmiyorum. Çıkarın bir kanun, deyin ki, '128 sayısının telaffuzu yasak'. Suç yaratamıyorlar, zorlanıyorlar. Çıkarın bir kanun.

Üç ayda 88 kadın katledildi, 88 rakamını da yasaklayın 

Hatta 88 rakamını da yasaklayın. 2021'in ilk üç ayında erkekler tarafından katledilen kadınların sayısı 88. Bu kadınların isimlerinin yer aldığı afişleri il ve ilçe binalarımıza astık, anında toplatma kararı çıktı. Bunların hepsi itiraftır. 'Biz yaptık, biz sorumluyuz ama kimse dile getirmesin'. 

Yine despotlara önerilen bir şey var. Gerçeğin yok olmasını istiyorsanız gerçeğin hiç olmadığını söyleyin. 1902 yılında Guatemala'da müthiş bir volkan patlıyor. Etrafında yüzlerce köy lavlar altında kalıyor. Çok ağır bir patlama. Diktatör Devlet Başkanı hemen çıkıp diyor ki, “Guatemala'daki bütün volkanlar sakindir, hiçbir patlama yoktur”. Bir sürü örnek verebiliriz. Ya çıkın şunu söyleyemezsiniz, şu rakamı kullanamazsınız deyin ya da öyle zavallı duruma düşmeyin. Yaptıysanız, yediyseniz açıkça söyleyin.

Biz buradayız, peki 128 milyar dolar nerede?

Birkaç sorumuz da iktidarın küçük ortağına. Bugün yine esmiş gürlemiş kürsüden. Bizi hedef almış, demokratik muhalefeti hedef almış. Zaten önüne kim çıkarsa hedef alıyor. Fezlekelere sarmış yine. Bütün bu saydığım sorunlar, krizler, olaylar, yolsuzluklar varken bunlara dair tek söz söylemiyor varsa yoksa HDP. Tek bildiği demokratik siyaseti ve demokrasinin kırıntısını hedef almak. Biz de buradan soruyoruz: HDP buradadır, Meclis’tedir, alanlardadır, tarlalardadır, fabrikalardadır, işçinin ve emekçinin yanındadır. HDP her yerdedir ve her yerde olmaya devam edecektir. Peki, 128 milyar dolar nerede? Biz buradayız işte, saldırıyorsunuz ama buradayız, peki kayyımların yolsuzlukla yürüttüğü milyonlar, milyarlar nerede? Gri pasaportla kaçırılan insanlar nerede? Deprem paraları nerede? Pandemide toplanan yardımlar nerede? 15 Temmuz mağdurları için toplanan yardımlar nerede? Örtülü ödenekteki paralar nerede?

HDP bu yolsuzlukların hesabının sorulacağı güzel günlerin mücadelesini sürdürüyor

Ey küçük ortak bir kere de bu soruları ya sor ya cevap ver. Çünkü hepsinin bizatihi ortağısın, bu düzenin doğrudan sorumlususun. Ya cevap ver, vermezsen sen de sorumlusun. Eğer değilsen buyur bu soruları sor. HDP ile uğraşmak sana bir şey getirmiyor. Uğraştıkça küçülüyorsun, uğraştıkça halkın desteğini kaybediyorsun. HDP büyüyor, HDP bütün bu yolsuzlukların ve hukuksuzlukların hesabının sorulacağı o güzel günlere doğru mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor. 

Sefa düzeninizin faturası emekçilere çıkıyor

Bu küçük ortağa bir kaç şey sormak gerekiyor. İşsizliği azaltmak için bir projeniz var mı? Bir iddianame hazırlıyorsunuz genel merkezinizde ve Anayasa Mahkemesine gönderilmesini sağlıyorsunuz. Anayasa Mahkemesi reddediyor, “AYM’yi de kapatın” diyorsunuz. Durmadan tehdit ve şantaj. Peki, işsizliği azaltmak, yolsuzluğu bitirmek, intiharları önlemek için bir çabanız, kadın kıyımını durdurmak için bir uğraşınız var mı? Çıkın halka bunları anlatın. Memleketin sorunları gündeminizde mi değil mi? Beka dediğiniz şey sizin sefa düzeninizin devamıdır. İşte bu sefa düzeninin maliyeti ve faturası bu ülkenin onurlu ve emekçi insanlarına çıkıyor. Siz bu refahı yaşarken, bu sefayı sürerken bu ülkede milyonlar açlıkla ve işsizlikle boğuşmak zorunda kalıyor. 

Kuru soğanı bir ihsan gibi dağıtanlar ülkenin kaynaklarını şahsi mallarıymış gibi talan ediyor

Bir ülkede bir zümrenin sürekli semirmesi ancak soygun düzeniyle olur. Sömürü ve yağma düzeni hep emekçilerin, dar gelirlerin, işsizlerin ve yoksulların aleyhine işler. Birilerinin kasasının hep daha fazla dolması için halkın ekmeğinin ve emeğinin hep daha fazla gasp edilmesi gerekir. Kuru soğanı büyük bir ihsan gibi dağıtanlar ülkenin kaynaklarını kendi şahsi mallarıymış gibi talan etmeyi kendilerine hak olarak görüyorlar. Avantadan milyarlarca liraya arsızca el koymak onlar için hak iken bir kuru ekmek, kuru soğan bu halk için lütuf olamaz. Bu, insanlık onuruna aykırıdır. Bu, adaletin kökten yok edildiği bir düzendir. Biz de insanlık onuru için ve adalet için her alanda bu mücadeleyi inançla sürdüreceğiz. Ne yaparsanız yapın bizi yolumuzdan çeviremezsiniz. 

Bu düzenin sahiplerinin en büyük korkusu, milyonların bir araya gelmesidir

Böyle bir düzen ancak korku yayarak, sürekli yalanlar pompalayarak ayakta kalabilir. Yoksul halkı milliyetçi hamasetlerle, beka masallarıyla ayrıştırıp kutuplaştırmak ve birbirine düşman etmek işte bu düzen devam etsin diyedir. Bu düzenin sahiplerinin en büyük korkusu ise kimliği inkar edilen halkların, açlığa mahkum edilen emekçilerin, geleceği karartılan gençlerin, hayatları gasp edilen kadınların, özgürlük ve adalet isteyen milyonların bir araya gelmesi ve birlikte yürümesidir. En büyük korkuları budur. İşte biz de diyoruz ki gerçek bir değişim için, güçlü bir demokrasi, güçlü bir adalet sistemi için, onurlu bir yaşam için hep birlikte yürümeye devam edelim. Yolumuz açıktır. Allah yardımcımız, Hızır yoldaşımız olsun.

Sancar’ın açıkladığı, emniyetin yargıya talimatını içeren belgeye buradan ulaşabilirsiniz.

20 Nisan 2021