Sancar: Bütün kimliklerin özgür ve eşit yaşamasını hedefliyoruz

Halklar ve İnançlar Komisyonumuz tarafından Mardin’de Arap Halk Buluşması gerçekleştirildi. Buluşmaya Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, Komisyon Sözcümüz Tülay Hatımoğulları, Parti Sözcümüz Ebru Günay ile milletvekillerimiz ve yöneticilerimiz katıldı. Burada konuşan Sancar, şunları söyledi:

Hepiniz bu değerli buluşmaya hoş geldiniz. Çok önemli bir çalışma bizim için. Aslında partimizin isminden başlayarak bu tür toplantıların amacını gayet iyi anlatabiliriz. Biz Halkların Demokratik Partisiyiz. Bütün halkların burada kendi kimlikleriyle kendilerini temsil edebildikleri bir siyasi birliktelik kurmak istiyoruz. Yıllardır çalışıyoruz. Elbette her yerde halklarla buluşmak, farklı inançları bir araya getirmek ve onlarla diyalog içinde yürümek temel ilkedir. 

Bizim esas hedefimizin demokratik cumhuriyet olduğunu söylüyoruz. Bazen çok soyut kalıyor. “Ne demek istiyorlar? Ne kast ediyorlar?” diye soruyorlar. Yine çok karmaşık bir şey söylemeyeceğim. Demokratik cumhuriyeti anlamak için basit bir ilkeden söz edeceğim. O da eşit yurttaşlık ilkesidir. Eşit yurttaşlık ilkesinin de bir sürü gereği ve şartı vardır. Eşit yurttaşlık dediğimizde ülkede yaşayan bütün halkların ve kimliklerin eşit yaşamasını kastediyoruz. Eşitlik nasıl sağlanacak, eşitlik tek başına demokratik cumhuriyeti kurmaya yeter mi? Hayır, bunun yanına özgürlüğü de ekliyoruz. Yani ülkedeki bütün insanlar kimlikleriyle, inançlarıyla özgür ve eşit olmalılar. Hedefimiz bütün inançların ve kimliklerin eşit ve özgür olduğu bir yaşam kurmaktır. Bunu da ancak halkların gücünü ve iradesini bir araya getirerek yapacağımıza inanıyoruz. 

Halklar devlet söyleminde turistik bir nesne gibi sunuluyor

Mardin’in özelliklerini anlatmaya gerek yok, ben de bu kentin bir insanıyım. Mardin'in çok kültürlülüğünden bahsediliyor. Mardin kadim bir şehirdir. Bütün çevresiyle birlikte Nusaybin’e ve Kuzey Mezopotamya’nın bütün bölgelerine baktığımızda, Turabidin’den Savur’a ve Mardin’e kadar çok kadim bir şehir. Kültürlerin, medeniyetlerin, farklı inançların geçit yeri olmuş bir coğrafyadan söz ediyoruz. Bugün Mardin’i bu şekilde anlatmak artık bir özel durum değildir. Herkes bunu kabul etmiş görünüyor. Kabul edilen nedir? Mardin’in çok kültürlü, çok kimlikli güzel şahane kadim bir şehir olduğunu devlet yetkilileri de söylüyor, buraya atanan kayyımlar da söylüyor. Onlar festivaller düzenleyerek sanki buna sahip çıkmış gibi bir görüntü yaratmaya çalışıyorlar. Oysa bir şehrin zenginliği; o şehrin tarihi, tarihinde insanların hayatı ve bugüne gelişleri göz önünde bulundurulmadan anlaşılamaz. Bugün Mardin’de de başka şehirlerde de Arap halkı, Kürtler, Süryaniler çok az sayıda kalmış, Ermeni belki bir iki aile kalmış, Keldani ve tabii Türkler de var. Bu halklar bir arada bulunuyor ama buraya baktığımızda bunlar devletin söyleminde ve devlet gibi düşünen diğer kesimlerin dilinde bir turistik nesne gibi sunuluyor. Peki, tarihe baktığımızda bu medeniyetleri inşa eden diğer halklar neden şimdi yoklar? Neden sayıları birkaç yüzden ibaret kalmış? Bu kültürü yaratan medeniyetin kurulmasında diğer halklar ve inançlar neden bugün Mardin’in gerçekten o dönemdeki gibi büyük ve güçlü unsurları değiller?

Geçmişle yüzleşmeden gelecek kuramayız 

Burada şuraya varmak istiyorum. Bugün önemlidir. Bugünü bizler yaşıyoruz. Amacımız geleceği iyi bir şekilde kurmaktır. İyi bir gelecek, güzel bir gelecek kurabilmek için de hakikatlerle yüzleşmeyi becerebilmemiz gerekiyor. Mardin’in bugünkü çok kültürlülüğü aslında çok zayıflatılmış, çok azaltılmış bir sürecin sonucu olarak elde kalan, yine teselli bulduğumuz bir varlıktır. Ama geçmişle yüzleşmeden, o acıların bir daha yaşanmamasını sağlayamadan bir gelecek kuramayız. Burada 20’inci yüzyılın başında özellikle 1915’te yaşanan kıyımları, sürgünleri ve sonrasında gelen o tekçi düzeni anlamadan geleceği demokratik ilkeler üzerine kurmamız da mümkün değildir. Amacımız gerçeklerle yüzleşme çağrısı yaparken öyle kin, öfke ve intikam duygularını canlandırmak ve yaraları kaşımak asla değildir. Bir şehre, bir bölgeye baktığımızda onu acılarıyla ve güzellikleriyle bir arada değerlendirmek zorundayız. 

Acıları anlayamazsak güzellikleri geleceğe taşıyamayız 

Eğer o acıları anlayamazsak ve tanıyamazsak, adını koymazsak buradaki güzellikleri geleceğe taşımamız mümkün olmaz. Bizler geçmişle yüzleşerek geleceği özgür ve eşit yurttaşlık temelinde kurmak istiyoruz. Geçmişle yüzleşmede de esas olan şudur; bu kültürlerin hakkını, değerini tanımak ama acılarını da kabul etmek ve o acıların anısına saygıyı devlet organlarının, resmi organların resmen tanımasını talep etmektir. Ancak o zaman Mardin’in çok kültürlü yapısından söz edilirken samimi davranılır. Aksi ise bir pazarlama olmaktan öteye geçmez. Yani Mardin’in şu an çok az kalmış diğer kültürlerini turizm için bir pazarlama nesnesi olarak kullanan politikanın öznesi olmanın ötesine geçemez. Biz buna karşı çıkıyoruz ve diyoruz ki Mardin’in bütün halkları ve kültürleriyle gerçek anlamıyla tanıtacak politikalar geliştirmemiz gerekiyor. Temel ilkemiz eşit yurttaşlıktır. Halkların eşit ve özgür yaşayacağı bir düzen kurmaktır. Bunun bazı şartları var demiştim. Örneğin, hiçbir kimlik ve inanç devlet tarafından inkar edilmemelidir. Hepsi eşit kabul edilmeli, hepsi haklardan eşit yararlanmalıdır. Hiçbir devlet erki hiçbir kimliği tanımlama hakkına sahip olmamalıdır. Herkes kendini tanımlama özgürlüğüne, kendini yaşama hakkına sahip olmalıdır. Somut ve güncel örnek olduğu için hemen yeni bir gelişmeye, dün resmileşen bir gelişmeye dikkat çekmek istiyorum. 

Herkes kendini tanımlama hakkına sahip olmalıdır

Mevcut iktidar tekçi anlayışı ve inkarcı yaklaşımıyla, asimilasyoncu politikalarıyla uzun süredir bu ülkede ciddi bir baskı ve zulüm düzeni kurdu. Seçimler yaklaştıkça yeni açılımlar peşinde olduğu iddiasını ortaya atıyor ve böyle bir algı yaratmaya çalışıyor. Bu “açılımlardan” biri de Alevi toplumuna yönelik yapılıyor. Ya da yaptığını söylüyor. Ne yaptılar, bir torba kanun getirdiler. O torba kanunda Alevilerin ibadet yeri olarak kabul ettikleri cemevlerini bir kültür merkezi şeklinde tanımladılar. Oysa Alevilik bir inançtır. Siz bir inanca kültür muamelesi yaparsanız, onun inanç olarak karakterini göz ardı etmiş olursunuz. Elektrik, su vs. parası verilecek. Bir inanç topluluğunun talebi bunlar olamaz. Tam tersine onlar eşit yurttaşlık istiyor, biz de onların bu taleplerinin yanındayız. Başka ne yaptılar peki? Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Alevi Bektaşi Cemevi Başkanlığı kurdular. Yani Alevilerin ne olduğuna Kültür ve Turizm Bakanlığı karar verecek. Cemevlerinin işlevinin ne olması gerektiğine kendisi karar verecek. İşte biz devletin kimlikleri, din ve inançları tanımlama iddiasını reddediyoruz. Herkes kendini tanımlama hakkına sahip olmalıdır. Burada da kim Arap’tır kim Kürt’tür, kim Süryani’dir, kim Ermeni’dir hepsi kendini tanımlamalıdır ve bu tanımlar devlet tarafından kabul edilmelidir. İnançlar eşit yaşanmalı, herkes kendini özgür hissetmelidir. 

Bütün inançların ve kimliklerin hakları tanınmalı, anadili için devlet yükümlülüğünü yerine getirmelidir

Şimdi Süryanice bu toprakların kadim dillerinden biri. Benim anadilim Arapça, Kürtçeyi de Nusaybin’de büyüdüğüm için çocukken öğrenmeye başladım. Ama Süryaniceyi öğrenemedim. Neden çünkü sokağa çıktığımda Süryani yoktu, yok edilmişlerdi. Peki, bugün Süryanice neden çok yaygın değil bu bölgede? Çünkü Süryanilerin kendi okullarında eğitim verme hakkı da Lozan’dan sonra tanınmadı. Şu anda kendi kurumlarında bile Süryanice eğitim veremiyorlar. Bir ara sırf Süryanice eğitim verdikleri için baskınlarla ve yargılamalarla karşılaştılar. Bu politikalar terk edilmeden bu ülkeye gerçek demokrasinin gelmesi mümkün değil. Kürt sorununu anlatmaya gerek yok. Çok devasa boyutlarda yaşanıyor. Kimliklerin, etnik toplumların ve inançların bütün hakları tanınmalıdır. Bunların başında da anadilinde eğitim hakkı geliyor. Aynı zamanda bu kültürlerin, inançların anadillerini kendileri yaşaması için devlet gerekli yükümlülükleri yerine getirmelidir. 

Yolumuzu eleştirileriniz ve önerileriniz doğrultusunda belirliyoruz

Evet, devlet bu konuda yükümlülük sahibi olacak. Sadece ayrımcılık yapmamak yetmez, bu zaten en başatlardan biridir. Ama daha ötesine geçecek. Bütün kültürleri ve inançları eşit kabul edecek. Herkes eşit yurttaş olarak kendini özgürce yaşama hakkına sahip olacak. İşte biz böyle bir gelecek hedefliyoruz. Böyle bir düzen kurmak istiyoruz. Bunu kurma çabalarında da toplumsal kesimlerin hepsiyle doğrudan bir araya gelme yöntemini kullanıyoruz. Alevi kampanyamızda yaptığımız gibi burada bir araya geliyoruz. Sizlerden, partinin farklı kimliklere sahip yöneticileri olarak farklı halklardan olan insanların görüşlerini, eleştirilerini ve önerilerini diniyor ve yolumuzu böyle belirliyoruz. Eksiklerimiz, yanlışlarımız olabilir. Bunları düzeltmenin yönetimi de yine toplum kesimleriyle bir araya gelmek ve onlarla istişare etmektir. Temel ilkemiz, toplumsal diyalog ve her sorunun müzakere ile çözülmesidir. Siyaset anlayışımız budur. Dolayısıyla yaptıklarımız bu çerçevede değerlendirilmeli. Amacımız müzakereyle, diyalogla bütün toplum kesimlerinin içine dahil olacağı bir iletişimle sorunları çözmektedir. Demokratik siyaset asıl bunun için vardır. Biz de farklı toplum kesimleriyle diyaloğumuz sürdürdüğümüz gibi, bütün siyasal ve toplumsal aktörlere aynı çağrıyı yapıyoruz. Biz yolumuzu tartışmalarla, tabandan aldığımız güçle, geçmiş birikimimizle oluşturuyoruz. 

Ancak büyük bir demokrasi ittifakı eşit ve özgür yurttaşlığın yolunu açar

Parti yönetimi olarak kendimize güvenimiz buradan geliyor. Bugün Türkiye’de baskıcı ve tekçi bir anlayışıyla iktidarını sürdüren bir blok var. Karşısında bundan farklı ve inandırıcı bir alternatif ortaya koyamayan bir muhalefet bloku var. Belki de her ikisinin ortaklaştığı konulardan biri biraz önce söylediğim tekçi, baskıcı ve asimilasyoncu politikaları farklı yöntemlerle de olsa sürdürmektir. Biz ise bunun dışında bir yol mümkündür diyoruz. O yol bizim HDP olarak oluşturmaya çalıştığımız siyasettir. Bu siyaset de Türkiye’deki bütün farklılıkları, bütün ezilenleri, bütün dışlananları kapsayacak bir büyük demokrasi ittifakına gider. Ancak böyle bir büyük ittifak kurabilirsek, o zaman gerçekten eşit ve özgür yurttaşlığa dayalı demokratik cumhuriyeti inşa edecek yolu açmış oluruz. Burada sizleri dinleyeceğiz. Halklar arasına, inançlar arasına duvarlar ören zihniyeti birlikte sorgulayacağız. 

Halklar arasına kurulan beton duvarlara karşı biz halklar arasında köprüler kurmak istiyoruz

Dün Nusaybin’deydik. Nusaybin’e giderken gördük ki sınıra örülen duvarlar bütün bölgeyi kaplamış. Eskiden ideolojik, politik duvarlar örüyorlardı halklar arasına, şimdi beton duvarlar örüyorlar. Biz bu duvarları istemiyoruz. Biz halklar arasına köprüler kurulmasını istiyoruz. Bu duvarlarla yapılacak olan şey sadece sürekli bir gerilim ve savaş politikalarına zemindir. O nedenle halkların hem bu ülkede hem bu bölgede barış içinde bir arada yaşamasının temel şartı halklar arasında bu köprüleri inşa etmektir. Bizler halklar arasında bu köprüleri inşa etmek için her türlü çabayı sarf etmeye devam edeceğiz. Halkların özgürlüğünü ve eşitliğini her şart altında savunmaya devam edeceğiz. Demokratik cumhuriyeti inşa etme mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz. Biraz Mardinlilik yapmama izin verin. Henüz siyasette değilken söylemiştim, şimdi huzurunuzda bir kez daha söylemek istiyorum. Burada Mardin’de kurduğumuz diyalog ve iletişim bizim biraz anlattığımız çerçevemizin hayata geçmesi konusunda ciddi mesafeler aldı. Eğer bütün Türkiye’ye Mardinleştirebilirsek, demokratik cumhuriyete, özgür ve eşit yurttaşlığa giden yolu açmış olacağız. Bunu hep birlikte başaracağımıza inanıyorum. Hepinize sevgilerimi ve saygılarımı iletiyorum. Ehlen ve sehlen. 

Etkinlikte bir konuşma yapan Ahmet Türk ise şunları söyledi:

Ahmet Türk: Halkların, inançların, kimliklerin özgürleştiği bir Türkiye’yi yaratmak istiyoruz

Cumhuriyet tarihini çok iyi okumak lazım. Öncesinde İttihat ve Terakki ile başlayan farklı kimlikleri eritmeye yönelik aslında devletin bir kararı vardı. Zaten ulus devletin yapısı diğer farklı kimlikleri eritmektedir. Ancak burada Mardin’de iki proje ortaya konuldu. Bunlardan biri gayrimüslim vatandaşların haklarını yok etmekti, diğeri ise Müslüman olan köylü Arap halkını asimile etmeye dönük bir proje ortaya koymaktı. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde de bu projenin hayata geçirilmesi için her şeyin yapıldığını görüyoruz. 

Cumhuriyeti kuranların kadrosuna baktığımızda İttihat ve Terakki mantığının orada yer aldığını çok iyi biliyoruz. Tabii ki burada bizim mücadelemiz ulus devlet yerine demokratik bir devleti oluşturmaya yönelik bir çabadır. Halkların, inançların, kimliklerin özgürleştiği bir Türkiye’yi yaratmak istiyoruz. Zaten bundan dolayı partimizin ismi Halkların Demokratik Partisi. İsminden de bellidir. 

Bütün halklar bir cendere içinde eziliyor

Bütün halklar hatta Türk halkı da büyük bir cendere içinde ezilmeye başladı. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Osman Kavala, avukatlar, akademisyenler; Türk halkı da bugün bu tekçi anlayışın zulmüyle karşı karşıyadır. Biz geçmişte bütün halkları kucaklamak için çok çaba gösterdik ama bir güvensizlik vardır. Kürt halkına, partimize bir güvensizlik vardı ama bugün bu aşıldı. Emek ve Özgürlük İttifakı adı altında bizleri anlayan, mücadelemizin ne kadar değerli olduğunu gören bir yapı oluşturuldu. Bu ilerisi için bize umut veriyor. 

Yapılması gereken güçleri birleştirmektir

Şimdi gücümüzü birleştirmemiz, demokratik geleceği inşa etmek için ortaklaşmamız gerekiyor. Farklı inançlar, farklı kültürler elbette ki olduğu gibi yaşamalıdır. Ama bütün bu inançlar ve kültürler bir arada bu mücadeleyi yürütürsek başarıya ulaşma şansı var. Yıllardan beri Mardin’de siyaset yapıyoruz. Bütün halklarla çok iyi diyaloglar kurduk. Arap halkı, Süryani halkı, Ezidilerle çok iyi diyaloglar kurduk. 

Ulus devlet mantığı yıkılmadıkça mesafe alamayız

Bugün öyle bir noktaya gelmişiz ki, birlikteliğimizi büyütme sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Çünkü büyük bir tehlike var. Bütün kimlikleri yok etmeye çalışan, hukuku adaleti ortadan kaldıran bir iktidarla karşı karşıyayız. Muhalefetten büyük bir beklentimiz var mı, hayır. Ulus devlet mantığı yıkılmadıkça, demokratik bir gelecek için sistem değişmedikçe ne Kürt sorununu çözebiliriz ne de mesafe alabiliriz. Ama bugün yüzde 13-14’lerde görülen HDP’nin gücü yüzde 16-17’lere çıktığı zaman, Türkiye değişmek zorunda, bu gücü esas almak zorunda olacak. Biz bunun için ortaklaşmalı, çaba göstermeliyiz. Geleceğimizi kurtarmaya yönelik bir arayışın içindeyiz. Geleceğimizi özgürleştirmek için mücadele ediyoruz. Elbette en büyük sorun Kürt sorunudur ama demokrasiye ulaşmadan, demokratik cumhuriyet ve demokratik bir gelecek oluşturmadan hiçbir sorunu çözme şansına da sahip değiliz. 

Keşke Türkiye’de mücadeleyi büyüteceğimiz bir ortaklaşma zemini yaratabilseydik

Arkadaşlarımız birçok şeyi söyledi. Daha önceki toplantılarımızda Mardin’in Türkiye’de örnek bir şehir olduğunu hep ifade ettik. Ben de Sayın Eş Genel Başkanımız gibi şunu söylüyorum. Keşke Türkiye Mardin olsaydı, keşke Mardin gibi Türkiye’de de halklar ve inançlar birbirini kabullenseydi. Keşke geleceğimiz için ortaklaşacağımız bir zemini oluşturabiliseydik. Ancak bugün değişen çok şey var. Bugün Türk halkı bile mücadelemizin ne kadar değerli olduğunu görmeye başladı ve birlikte mücadele alanını geliştirdik. Özellikle Kürdistan’da bu birliği oluşturmamız lazım. Kürdistan’da yaşayan bütün halklar için söylüyorum. Bizim burada bu sistemi değiştirecek, bu iktidarı değiştirecek, geleceğimizi güvenceye alabilecek bir birlikteliğe ihtiyacımız var. Ben inanıyorum ki Arap kardeşlerimiz, Süryani kardeşlerimiz, bütün halklar bu tehlikenin farkına varırlar ve bu tehlikeyi bertaraf etmek için birlikte mücadeleyi esas alacak bir ortaklaşmayı başarırlar. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

12 Kasım 2022