Sancar: Geleceğin Türkiyesi için hafıza, hakikat ve hesaplaşma diyoruz

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, ortak mücadele için bir araya geldiğimiz “Geleceğin Türkiye’si İçin Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma” konulu konferansta konuştu:

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, ortak mücadele için bir araya geldiğimiz EMEP, EHP, Halkevleri, Sosyalist Meclisler Federasyonu, Türkiye İşçi Partisi ve Toplumsal Özgürlük Partisi ile birlikte “Geleceğin Türkiye’si İçin Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma” konulu konferansta konuştu. Sancar, şunları söyledi: 

Sevgili dostlar, değerli bir etkinlikte birlikte olmanının heyecanını ve sevincini yaşıyorum. Bu konferansın düzenlenmesinde emeği geçen bütün arkadaşları kutluyorum, teşekkür ve minnetlerimi sunuyorum. Böyle somut konular üzerinden bir araya gelerek tartışmanın siyasal sonuçlarına konuşmamın ikinci bölümünde değineceğim. Ama bazı kavramlarla ilgili kısa açıklamalar yapmanın iyi olacağını düşünüyorum. Hafıza, hakikat ve hesaplamaşma kavramlarının birbirleriyle ilişkilerine dair bugün çeşitli konuşmalar yapıldı. Bu konuşmalardan çıkarabileceğimiz önemli yorumlar yapıldı. 

Hafıza olmadan hakikatı bulmak mümkün değil

Hakikat, hafıza ile doğrudan ilişkilidir, hafıza olmadan, hatırlama olmadan hakikati bulmanın da mümkün olmadığını biliyoruz. Çeşitli iktidarlar özellikle otoriter, totaliter yönetimler hafızayı ve hatırlamayı kendi tekellerinde tutmak isterler. Dolayısıyla geçmişin kendilerince şanlı olaylarını öne çıkarırlar. Hikayeleştirirler ve topluma da bunları kabul ettirmeye çalışırlar. Yani kendi tarihlerini yazarlar, hafızayı kendi istedikleri gibi biçimlendirmeye çalışırlar. Yönetimlerini de bu hakikat üzerine, kendi yarattıkları hakikat üzerine kurmayı isterler. Bizlerin ise, toplumun çeşitli kesimlerinin, ezilenlerinin, mazlumlarının, dışlananlarının mağdurlarının hikayeleri bastırılır. Bizlerin hafızaları boğulmaya çalışılır. Çünkü bizler hakikati anlattıkça, hikayeyi anlattıkça gerçeğin daha fazla boyutları ortaya çıkacaktır. Bu hikayelerin önemli bir kısmı acılarla doludur. Bir kısmı da travmatik tecrübeler diye nitelendirilebilir. 

Yaşanan büyük acıların hikayesinin anlatılmasına izin verilmedi

Türkiye, tarihine bakıldığında üst üste binmiş travmatik deneyimler yığını ile karşı karşıya olan bir toplum ve ülkedir. Bugüne kadar büyük acılar yaşandı ama gerçek anlamda mağdurların, mazlumların hikayesinin anlatılmasına izin verilmedi. Hafızanın bastırılmasının başka bir boyutu acıların inkarıdır. Bu da zulmün katmerleşmesi demektir. Hem zulüm yapacaksınız, hem de bunun olduğunu inkar edeceksiniz. Ermeni Soykırımı bunun tipik örneğidir. Ama sadece Ermeni Soykırımı değil yaşadığımız acıların büyük kısmında da bu iktidarlar sistemi ayakta taşıyan bütün özneler aynı yöntemi izlemiştir. Bizlerin hakikat yolculuğu ve arayışı elbette acılarımızı anlatmakla sınırlı olamaz. Acıyı dile getireceğiz, acıyı dinlediğimizde yüreğimiz yanacak. Belki gözyaşı dökeceğiz, belki yıllar geçse de ağıtlar yakacağız. Bunların hepsine ağıt yakmaya da gözyaşı dökmeye de hakkımız var. Ama bununla sınırlı hakikat mücadelesinin dönüştürücü bir etkisinin olmadığının farkına varmamız gerekiyor. Eğer ağıtlarımızın sesini takip edersek, gözyaşlarımızın izini sürersek o zaman bu acıları toplumsal mücadelenin dönüştürücü enerji kaynağı haline getirebiliriz. Bugün ilk oturumda dinlediğimiz hikayelerin hepsi çok yürek yakıcı. Buna benzer binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce hikaye var bu ülkede. Bunların hatırlanmasını, hakikatinin anlatılmasını engellemeye çalışan devasa bir sistemle karşı karşıyayız. Dikkat edin burada yapılmak istenen şey, olayları geçiştirmek, mağdurların, mazlumların sesini olabildiğince kısmak, kendi dar dünyalarında sessizce kaderlerine mecbur edilmek asıl izlenen yöntem ve hedeflenen şey budur. 

Biz buraya hafıza, hakikat ve hesaplaşma başlığını koyduk. Hesaplaşma başlığı sert kaçabilir. Bazıları bunun hedeflere giden yolu yeterince tarif edip etmediği konusunda tereddüt de duyabilir. Ama bu tereddütlerin yerinde olmadığı kanısındayım. Bu çerçevede çalışmalar yaptım, yıllarımı verdim bu çalışmalara, çeşitli kavramların kullanıldığının da farkındayım ama her birinin siyasal çağrışımı ve hedefi farklı olur. Mesela sadece adalet kelimesi koymak, sadece bu somut olaylarla ilgili bir hukuksal, yargısal amaç belirlemek gibi bir hedef yaratabilir. Oysa bizlerin sadece bununla sınırlı bir mücadele yürütmek gibi dar bakışlı yaklaşımı olamaz. Mesela yüzleşme kavramı konulabilirdi, evet yüzleşme de önemli bir edim ve hedeftir ancak yüzleşme büyük ölçüde hakikate bakmak ve orada kalmak, ötesine geçme iradesini açıkça ortaya koymama gibi bir sınırlılığa sahiptir. Yüzleşme gereklidir ama yeterli değildir. 

Hesaplaşma bu acıları yaratan zihniyetle dönüştürücü mücadeleyi ifade eder

Hesaplaşma ise en az iki boyuta sahip bir kavramdır. Bunlardan biri ilk çağrışan anlam yani hesap sormak. Hesap sormanın da çeşitli boyutları var. Bunlardan biri hiç şüphesiz adli yoldur, hukuktur, yargıdır. Eğer failler hayatta ise sorumlular yaşıyorsa, onların adalet önünde yargı önünde hesap vermelerini talep etmek bizim görevimiz, hakkımızdır. Sadece hakkımız olmakla kalmaz aynı zamanda görevimizdir. Ama hesaplaşmanın bir diğer boyutu en az bunun kadar belki bundan daha da önemlidir. O da şu; bütün bu acıları, bugün dinlediğimiz ve konferans sınırlarına sığmayan bütün bu acıların kökeninde yatan siyasal yapılar vardır, siyasal zihniyet vardır. Bunları ortaya çıkaran siyasi güç düzeni vardır. Hesaplaşma tam da bütün bu zulümleri, acıları, kıyımları, soykırımları yaratan zihniyetle bir dönüştürücü mücadele içine girmeyi ifade eder. Yani biz sadece tek tek olayların, adli, hukuki hesabını sormayı kast etmiyoruz. Tam tersine bütün bu acıları yaratan sistemin temelindeki zihniyeti ve bu zihniyeti yaratan kurumsal şekillenmeyi kast ediyoruz. Bununla hesaplaşma olmadan ne Ermeni soykırımı ile ilgili adaleti tesis edebiliriz ne bugün güncel konuştuğumuz diğer acılarla ilgili hakikati sonuna vardırabiliriz. Yani eğer Çorlu Tren Kazası diye sunulan olayda hangi sistem unsurlarının sorumlu olduğunu, bu sonucu ortaya çıkardığını sorgulayıp onunla hesaplaşmazsak belki Çorlu Tren Kazası için bir hukuki sonuç elde edebiliriz ama yeni Çorlu tren facialarını önleyemeyiz. 

Hesaplaşma devrimci bir eylemin şiarıdır, dönüştürme iradesinin parolasıdır

Roboski de aynıdır. Roboski yüzyıllık bir yara diye yazmıştım ben bu korkunç katliamın ardından. Yüzyıllık bir yaradır, sadece belli bir tarihte savaş uçaklarının oradaki çocukları, kadınları, erkekleri bombalaması, katletmesi meselesi değildir. Yüzyıllık bir Kürt sorunu meselesidir. Kürt sorununa yüzyıllık bir yaklaşımın sonucudur. Bunu sorgulamadan sadece adliyenin karanlık dehlizlerinde gezinmeyi hedeflersek bir daha yeniden çıkar karşımıza. Hem de daha ağır bir şekilde. İşte Türkiye’de yüzyıllık sistem bu zulüm pratiklerini ihtiyaç duyduğu her an yeniden devreye sokabilecek şekilde kurgulanmıştır. İktidarlar değişir, bu zihniyet değişmez. Son 30-40 yılda dünyada bir hafıza patlaması yaşandığı söylenir, büyük bir yüzleşme dalgasının yaşandığını söylenir, doğrudur. Oradan edindiğimiz tecrübelerin hepsini burada paylaşacak değilim. Ama Arjantin'de 1976-82 yılları arasında hüküm süren o acımasız cunta döneminin en ağır yaralarından biri kayıplardır. Bu kayıplarla ilgili çalışmalar cunta devrildikten sonra hızla başlamıştır. Bir komisyon kurulmuştur, komisyon hakikati ortaya çıkarmaya, bu hakikat çerçevesinde sorumluları yargılamaya yönelik faaliyet yürütmüştür. O raporun başlığı “nunca mas”tır yani bir daha asla. İşte hesaplaşma bu zulümlerin, bu vahşet pratiklerinin yönetim tekniği olarak kullanılamayacağı, bir daha asla bu acıları yaşayamayacakları bir düzen kurma hedefidir. Bu hedefin şiarıdır. Hesaplaşmayı intikam duygusuyla, kin ve nefret dürtüsüyle karıştırmamak gerekir. Tam tersine devrimci bir eylemin şiarıdır. Hesaplaşma dönüştürme iradesinin parolasıdır. 

Bu konferansı Güney Afrika hakikat komisyonlarına benzettim

Bizler hesaplaşma derken illa nefretle intikam duygusuyla her bir failin peşine düşeceğiz şeklinde bir anlamı dile getiriyor değiliz. Sorumluların peşine düşmek, gerektiğinde yargılamak, imkan yoksa yargılama imkanını yaratmaktır. Ama asıl olan bunların bir daha asla yaşanmayacağı bir dönüşümü hep birlikte kurmaktır. İşte bugün, bu konferans bize bunun nasıl mümkün olabileceğine dair çok değerli bir tecrübe kazandırdı. En azından bu tecrübeyi hatırlattı. Yakın zamanda son 30-40 yılda diyelim yaşanmış bu zulüm örneklerinin her bir alandaki mağdurlarının, mazlumlarının seslerini birleştirebilecekleri, hikayelerini birlikte siyasal bir projeye dönüştürebileücekleri bir yolun gerekli olduğunu bize göstermiştir. Burayı ilk bölümü itibariyle mesela Güney Afrika hakikat komisyonlarına benzettim. Çok faydalıdır çünkü Güney Afrika Hakikat Komisyonu. Bütün mazlumları ve mağdurları hikayelerini ve acılarını anlatmaya davet etmişti. Bunlar uzun süre televizyonlardan, radyolardan canlı yayınlanmıştı. İşte kendi acısının sadece kendisine ait bir mesele olmadığı duygusunu yaşamak o sistemi dönüştürmeye katkıda bulunma isteğini, inancını güçlendirir, hatta yoksa ortaya çıkarır. 

Asıl olan hikayelerimizi kamusallaştırmak, siyasallaştırmaktır

Bizlerde de aynı şey bugün yaşandı. Bir küçük örneğini yaşadık. Acıları hep birlikte içimiz yanarak dinledik. Asıl olan bu hikayeleri ve duyguları kamusallaştırmak siyasallaştırmaktır. Herkesin kabul edeceği herkesin tanıyacağı bir alana taşımaktır. İşte o zaman hesaplaşma, şu sıra hafıza, hakikat, hesaplaşma formülü ve denklemi ile gerçekten istediğimiz sonuca varabiliriz. Kürt sorununda 100 yıldır aynı yöntemlerin dönüp tekrar tekrar denenmesinin temelinde yatan şey Kürt sorununa yaklaşımda zihniyetin değişmemiş olmasıdır. Aynı zihniyeti farklı formlarda başka iktidarlar eğer biz hesaplaşmayı başaramazsak tekrar edecekler. Bizler için bir daha asla sloganı ne kadar önemli ise egemenler, muktedirler için gerektiğinde her zaman ilkesi o kadar işlevseldir. Müktedirler ve egemenler ihtiyacım olduğunda her zaman kullanmalı anlayışı ile hareket ederler, biz ise bir daha asla sloganıyla yürürüz. Gördüğümüz bu tablo sadece Kürt sorunuyla sınırlı değil. Diğer alanlarda da aynı durum söz konusu. Evet tren kazaları ilk değil yakın zamanlarda yaşadıklarımız da ilk değil, daha da eskisi var. Sadece onlar mı? Soma Maden faciası bir ilk mi? Hayır onlarca yüzlerce örneği var. İşçi cinayetleri ilk olamaz bunların temelinde kapitalist sistemin doğayı insan emeğini ve yaşamını hiçe sayan, talan etmeye yönelmiş zihniyeti yatmaktadır. Bu zihniyetle hesaplaşmadan ne Soma maden faciası gibi bu acı olayların tekrar etmesini önleyebiliriz ne Çorlu tren kazalarını ne de katliamları. 

Bugün 5 Haziran biliyorsunuz, Diyarbakır mitingimize bombalı saldırı yapılmıştı. Buna benzer saldırılar, sonrasında farklı şekillerde devam etti. Birini durdurabilseydik diğerlerinin gerçekleşmesini önlerdik. Bu kadar iddialı konuşuyorum. Bu kadar keskin ifadeler kullanmak tarzım değildir ama iddia ediyorum; eğer bir yerde durdursaydık diğeri olmazdı. İşte o nedenle şimdi burada bu konferansta asıl hedefimizin ne olduğunu çok daha iyi hep birlikte görebiliriz. Bizler adalet mücadelesini hakikat ve hatırlama üzerine kurmak gibi bir amaca sahibiz. Adalet mücadelesinin en önemli sütunlarının hatırlatma, kendi hikayelerimizi kamuya mal etme, kendi hikayelerimizi acılarımızı siyasal projeye dönüştürme hedefi elbette yatıyor. 

Bu iktidara karşı mücadele aynı hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir

Şimdi yapmamız gereken şey bütün bu acıları yaşamak zorunda kalan toplum kesimlerinin adalet ve hakikat mücadelesini buluşturabilmektir. Eğer bunu başarabilirsek o zaman inanın bu söylediğim bir daha asla şiarına dayanan sistem dönüşümü, düzen değişikliğini de sağlarız. Adaleti her alanda aramaktan vazgeçmeyiz, vazgeçmemeliyiz ama bütün bu yaşadığımız adaletsizliğin temelinde bir sistemin, bir düzenin yattığını görmeliyiz. Elbette bu acıların hepsini kendi döneminde yaşatmış, eksileri de gayet memnuniyetle karşılamış, onları kendi mirası olarak sahiplenmiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu iktidara karşı mücadele aynı hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir eğer bunları birbirine bağlarsak o zaman bu yaptığımız faaliyetlerin kısa sürede sonuç alacağını göreceğiz. Biraz önce söylediğim söz Milan Kundera’nın çok bilinen bir sözüdür, iktidara karşı mücadelesi hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir. 

Hakikat acıtır, susmak öldürür o nedenle susmamalıyız, hakikatleri dile getirmeliyiz

Evet hakikat acıtır, biraz önce hep birlikte hakikati dinlediğimizde içimiz acıdı. Ama susmak öldürür, bu da benim sözüm değil, kitabıma özel başlık olarak seçtiğim alıntıdır. Güney Afrika Adalet Bakanının -ırkçı yönetimden çıkış döneminde ilk kurulan hükümetin Adalet Bakanı- bu sözü söylemişti. Hakikat acıtır, susmak öldürür. O nedenle susmamalıyız, hakikatleri mutlaka dile getirmeliyiz. Hakikati tek başımıza kalsak da dile getirmeliyiz. İzninizle bir alıntı daha yapacağım. Bu alanda yazılmış çok geniş bir külliyat var, benzer acıları yaşamış toplumların aydınlarının, yazarlarının çok geniş bir eser toplamı var. Bu yazarlardan birisi de Şilili Ariel Dorfman’dır. Oyunları var, romanları var. Onun benim çok sevdiğim bir alıntısı da kısaca ve biraz değiştirerek aktaracağım. Geçmişi öldürmek, ‘biz buna hafızayı öldürmek diyelim’ iktidarda olan bazılarının iddia ettiği kadar kolay değildir. İnandıkları şey uğruna bunca acıya katlanmış erkek ve kadınlardaki gizli ışığı tamamen söndürmek bu dünyada hala onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan varken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter. Ahlaki çölde haykıran bir insan önce biri, sonra biri, sonra biri daha adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter. 

Şimdi biz bütün bu gücü, bütün bu acıları, hepsini birleştirme, siyasi bir projeye, siyasi bir birlikteliğe, ortak mücadele konusuna evirme göreviyle karşı karşıyayız. Bu görev hepimiz için tarihi bir sorumluluktur, geçmişe karşı, bugüne ve geleceğe karşı. Geleceğin Türkiye'si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma diyoruz. 

5 Haziran 2022