Sancar: HDP’yi yok etmek barış umudunu yok etmektir!

Mardin Milletvekilimiz Mithat Sancar'ın Ahval'e verdiği röportaj:

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mardin Milletvekili ve çözüm sürecinde ‘Akil Adamlar’ arasında yer alan Mithat Sancar, Türkiye’nin Kürt siyasetini ve önümüzdeki seçimleri Ahval için değerlendirdi.

Öncelikle tutuklu vekillerinizin durumlarıyla başlamak istiyorum. Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere vekillerin sağlık durumu nedir? Haber alabiliyor musunuz?

Parti vekillerimizden hiç kimse uzun süredir tutuklu vekillerimizle doğrudan görüşme yapamadı. Adalet Bakanlığı vekillerle doğrudan görüşmememize izin vermiyor. En son Pervin Buldan’ın Sincan Cezaevi’ni ziyaret edebilmesi için izin çıkmıştı.

Orada İdris Baluken ve Burcu Çelik’i ziyaret etmişti. Sağlık durumları ve moralleri iyiydi. Selahattin Demirtaş ve diğer vekillerimizle ise büyük çoğunlukla avukatlar aracılığıyla haberleşebiliyoruz.

Ben Perşembe günü avukatlardan biriyle görüştüm. Sağlığı ve morali iyi. Gelişmeleri takip ediyor. Elbette kendisi de zor bir dönemde olduğumuzun farkında ama dışarıya verdiği mesajların ruh halini gerçek anlamda yansıttığını avukatlar da söylüyorlar. Yani morali ve direnme azmi oldukça yüksek.

Genel seçimlerin hemen ardından bölgede başlayan ciddi bir dönüşüm var. Peki, Doğu’da neler oluyor?

Son iki yılda eşi benzeri görülmemiş bir operasyon yürütüldü. Şu an 90 civarında belediyeye kayyım atanmış durumda. Demokrasinin en temel şartı olan seçim ile yönetim ortadan kalkmış durumda.

Zaten bölgeye giderseniz de kontroller, polis ve asker denetim noktaları görürsünüz. Açıkçası bu tablo çok vahim bir duruma da işaret ediyor. Bu tabi ki tahribatlar ve kırılmalar yarattı. Bunları onarmak uzun zaman alabilir, eğer onarmak mümkün olursa.

Kayyımlar iktidarın il yöneticileri gibi çalışıyor. Pek çok yerde yolsuzluklar ve kayırma yöntemleri ayyuka çıkmış durumda. Yani nerdeyse ülkenin bu bölümüyle batısı arasında apaçık bir hukuk bölünmesi, bir rejim bölünmesi yaşanıyor.

Ülke yönetim rejimi açısından zaten ikiye bölünmüş durumda ki bu sürekli ülkenin bölünmez bütünlüğünden söz eden ve bununla ilgili propaganda ve hamaseti kendine hak gören iktidar açısından son derece ibret verici bir tablo.

Ama bu şartlarda bizim çalışmalarımız bütün engellemelerine rağmen devam ediyor. 16 Nisan Referandum sonuçlarına, aksi yöndeki iddialara rağmen oradaki gücümüzü de koruduğumuzu ortaya koymuştur. En fazla baskı altında olan şehirlerden yüzde 75-80 civarında hayır oyu çıktığını sonuçlara baktığımızda görüyoruz. Yani iradesini teslim etmemiş ve boyun eğmemiş bir kitleden söz etmek mümkün

HDP üzerinde ciddi bir baskı olduğu görülüyor. Eşbaşkanları cezaevinde bir partiden söz ediyoruz. İl ve ilçe başkanlarına, belediye yönetimlerine uzanan bir tutukluluk hali var.

Bölgede yaşananlar için vahim dediniz. Kısacası Kürt Sorunu, Dolmabahçe görüşmeleri ve müzakereler ardından yine bir çıkmazda gibi. Peki, bu çıkışsızlığın sebebi size göre nedir?

İlk olarak çözüm sürecinin ne zaman bittiğini iyi tespit etmek gerekiyor. Dolmabahçe Toplantısı büyük bir dönemeçti, tarihi bir fırsattı.

Eğer o toplantıda mutabık kalınan konular hayata geçirilseydi bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Dolmabahçe görüşmelerinden aşağı yukarı bir ay sonra Erdoğan bu mutabakatı tanımadığını söyledi. İzleme Heyeti’ni doğru bulmadığını belirtti.

Oysa bunların hepsi sürecin devamı için hükümetle Kürt tarafı arasında anlaşmaya varılan konulardı.

Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan çözüm sürecinin kendisine istediği kazancı getirmediğini gördü. Bu açıklamaları yaptığı tarih 21 Mart 2015’ti. Newroz’du. Haziran seçimlerine çok az bir süre kalmıştı.

Herhalde anketler çözüm sürecinden beklediği siyasi avantajları sağlamadığını göstermişti. Bu da anlaşılmaz bir şey değil. Çünkü süreç için en büyük fedakârlığı Kürt tarafı yaptı.

Barışta daha kararlı ve ısrarlı duran Kürt tarafıydı. HDP, parti olarak büyük bir yükün altına girmişti.  Anketler, HDP’nin bu çabalarının karşılığında oyunun yükseldiğini gösteriyordu.

Haziran Seçimleri’nde Erdoğan’ın beklediği şey tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğa erişmekti. Bu bir yana, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu dahi elde edemeyeceğini fark edince çözüm sürecinden vazgeçmeye karar verdi.

Öte yandan, Suriye’de iflas eden bir bölge politikası söz konusuydu. İktidarın Suriye politikalarının çökmesinin temel nedeni de orada IŞİD’ karşı Kürtlerin yürüttüğü etkili müdahale idi. Bütün hesaplar bozulunca geriye klasik yöntemler kaldı. Yani güvenlikçi politikalar ve güvenlik kaygısını en üst düzeye çıkararak toplumu rehin alma.  Zaten Nisan-Haziran 2015 arası bu politikaların pek çok uygulamasını yaşadık.

Partimize çok ağır saldırılar oldu. Sonuncusu, seçimlerden bir gün önce Diyarbakır’da yapılan saldırıydı. Özetle bu şartlarda çözüm sürecinin bitmesinin iki nedeni var:

Birincisi, iktidar hesaplarının tutmaması yani Erdoğan’ın seçimlerle ilgili hesaplarının tutmaması. İkincisi, Suriye’deki hesaplarının tamamen bozulmuş olmasıydı.

Çözüm süreci başladığında çeşitli çevrelerden eleştiriler almıştınız. Peki, bugünden baktığınızda çözüm sürecine dair hata yaptığınızı düşünüyor musunuz?

Geriye dönüp baktığımızda çözüm sürecinin daha iyi yönetilebileceği alanlar olduğunu görüyoruz, doğrudur. HDP’nin yapamadığı ama yapması gerekenler vardı.

Ben o dönemi bir akademisyen olarak yaşadım ve aynı zamanda sürecin de içindeydim. Akil insanlar heyetindeydim. HDP, o dönemde gerçekten çok çaba sarf etti. İyi şeyler de yaptı.

Ama benim hep söylediğim bir husus var ki o zamanlarda da söylüyordum.  Sürecin toplumsallaşmasını sağlayacak çalışmalar eksik kaldı.

Yani süreci iktidarın manevralarına ve dış saldırılara karşı dirençli ve dayanıklı hale getirecek çalışmalar. Bu çalışmalar daha yoğun yapılabilseydi iktidarın da bu tür manevraları yapması daha zor olurdu.

Oysa toplumsal açıdan bir zayıf sahiplenme, daha doğrusu kalıcı sahiplenme güveni vermeyen sahiplenme vardı. Yüksek bir destek vardı ama bunun risklere ve tehditlere karşı sahiplenme noktasına varacak bir toplumsal zemin oluşturmadığı açık.

Toplumsal destek dediniz ama bunu biraz açar mısınız? Yeterli olmayan şey nedir?

Toplumsal destekten çok daha fazlasını kast ediyorum. Karmaşık ve çok boyutlu bir şey. Yani barış sürecinde ilerledikçe güvencelerin sadece tarafların beyanlarında iktidarın niyetinde ve hukuksal düzenlemelerde değil toplumsal örgütlenmede aramak gibi bir şeyden söz ediyorum.

Şimdi hem iktidarın eylemleriyle hem de söz ettiğiniz örgütlenme sürecinde yaşanan sıkıntılarla birlikte barış süreci başarıya ulaşamadı. Sürecin üzerinden geçen iki senede ise ülkede ciddi bir kutuplaşma var ki iktidar partisinin söylemleri bunu fazlasıyla besliyor.

Peki, önümüzdeki günlerde Kürt siyasetini ne bekliyor? Sözünü ettiğiniz bu toplumsal örgütlenmeye dair bir plan ve stratejiniz var mı?

Demokratik siyasetin varlık nedenleri arasında barış, demokrasi ve özgürlükler için sabırlı ve kararlı bir mücadele gelir. Savaşın çok yoğunlaştığı, çatışmaların çok derinleştiği zamanlarda demokratik siyasetin alanı daralır. İşlevleri de sınırlanır. Biz bunu zaten pratikte yaşıyoruz.

Fakat bu gerçeklik, demokratik siyasetin en zor şartlarda bile barışın imkânlarını yaratma mücadelesinden vazgeçmesinin sebebi olmaz. Dolayısıyla bizlerin barış, demokrasi ve özgürlükler inşa edebileceğimiz şartlar için sonuna kadar mücadele etme gibi bir yükümlülüğümüz var.

Barış çok uzak bir hülya haline gelmiş olsa bile, demokrasi çok ciddi tahribatlar yaşamış olsa bile demokratik siyaset bu şartlara teslim olma lüksüne sahip değil. Dolayısıyla, HDP bu sorumlulukları üstlenmek zorundadır ki, bunun farkındayız zaten.

Şu an kongre sürecimiz var. Kongreye hazırlanırken bütün bunları kapsamlı bir strateji konseptine yerleştirmek için çalışmalarımız da var. Barışı inşa etmekten söz ederken, barışı kazanmaktan söz ederken yeniden eski yapıda bir barış sürecine dönmeyi kast etmiyorum.

Yani, eğer yeniden barış süreci yaşanacaksa bunun aradan geçen bu 3 yıla yakın zamanın tecrübesini dikkate alarak yapılması gerekiyor. Barış talebini dile getirirken, mutlaka hükümetle yeniden masaya oturmak şeklinde bir modeli de anlamamak gerekiyor. Sadece bundan ibaret değildir. Barış çok yönlü, çok kapsamlı bir meseledir. Bunu demokratik siyasetin bütün imkânlarını değerlendirerek hazırlamak gerekiyor.

Sorumluluğumuz ağır, görevlerimiz çok önemli. Şunda hiçbir tereddüdüm yok, barış umudunun en önemli güvencesi HDP’dir. HDP’yi yok etmeye çalışmak barış umutlarını da bütünüyle yok etme anlamına geliyor.

Bunun için iktidar çok uğraştı. İktidar sözcüğünü de bilinçli kullanıyorum. Yani sadece Cumhurbaşkanı sadece AKP değil şu anda ülkeyi bir koalisyonun yönettiğini söylüyorum.

Uzun süredir zaten bu da sadece benim tarafımdan değil birçok başka kesimde de dile getiriliyor. Bu ittifak, bu koalisyon bir yanıyla elbette Cumhurbaşkanı ve AKP’den oluşuyor.

Ama bunun içinde Ergenekon ve MHP’de var. Ergenekon’un hedefleri ve amaçları bu iktidarın politikalarında çok önemli bir ağırlığa sahip. Ergenekon zihniyeti herhangi bir barış ihtimalini bile tehlikeli buluyor.

Kendi zihniyetine ve tasavvurlarına bir tehdit olarak görüyor. Dolayısıyla HDP’yi bütünüyle yok etmek aynı zamanda barış umudunu tümüyle bastırmak bu koalisyonun unsurlarının nerdeyse üzerinde uzlaştığı tek mesele.

Üzerinde uzlaştıkları tek mesele sadece HDP’yi bastırmak değil. Bunun ötesinde Türkiye’de ve bölgede Kürt karşıtı politika şu anki koalisyonu bir arada tutan neredeyse tek ortak payda gibi görünüyor.

Peki, bu koalisyon ne zaman kuruldu? Siz dokunulmazlıkların kaldırılmasını ve 4 Kasım tutuklamalarını “yeni rejimi yerleştirmenin basamakları” olarak tanımlamıştınız. Bu koalisyonu bu söylediklerinizle birlikte yorumlamak mümkün mü?

7 Haziran seçimleri güzel bir gelecek umudunun yeşerdiği bir dönüm noktasıydı. Ama aynı zamanda iktidar sahipleri için korkunun çok derinleştiği bir dönüm noktasıydı. AKP-MHP-Ergenekon koalisyonunun temelleri de 8 Haziran da atıldı ve adım adım siyasi bir darbe operasyonu hayata geçirildi.

Bu operasyonun ilk ayağı 1 Kasım seçimleriydi.1 Kasım Seçimleri’ne hangi ortamda girdiğimizi hiç akıldan çıkarmamız lazım. Bombaların patladığı, katliamların yaşandığı o ortamda seçimlere girildi. Çok karanlık olaylar yaşandı.

Suruç Katliamı’nı, Ceylanpınar’daki polis cinayetlerini, 10 Ekim Ankara Katliamı’nı düşünün. Bütün bunların IŞİD tarafından yapıldığı söylendi ama ortaya her gün yeni bilgiler çıkıyor. Bu çıkan bilgiler katliamlara neredeyse göz yumulduğunu ortaya koyuyor. Bu şüpheyi güçlendiriyor.

Bu da siyasi darbe operasyonunun bir parçası olarak yorumlanabilir. Ardından dokunulmazlıkların kaldırılması ve 4 Kasım tutuklamaları. Bütün bunlar siyasi darbe operasyonunun en kritik dönemeçleriydi. Amaç ülkeye ırkçı, milliyetçi, muhafazakâr bir rejimi anayasa değişikliğiyle iyice giydirmekti ki 16 Nisan’da referanduma sunulan anayasa değişikliği bu şartlar altında gerçekleştirildi.

Bu değişikliğin yapılabilmesi için de öncelikle HDP’nin tasfiye edilmesi, en azından engel olmaktan çıkarılması gerekiyordu. Siyasi darbe operasyonunun bize yönelen kısmının amacının bu olduğunu hep söyledik ve yanılmadık.

Yani iki yıldır söylediklerimiz adım adım gerçekleşti. Burada asıl bu oyuna ve operasyona alet olan diğer siyasi güçlere daha fazla soru sormak ve onların bu süreçte kendileriyle hesaplaşmalarını istemek gerekiyor. Ki bunların başında da CHP geliyor.

CHP sadece dokunulmazlıklarda değil bütün kritik süreçlerde iktidarın istediği desteği verdi CHP tezkerelerde, dokunulmazlıklarda verdi.

Tutuklamalardan sonra uzun süre eş genel başkanımızın ve vekillerimizin adını anmadı. Neredeyse bunu onaylamış gibi bir hava yarattılar. Yani darbe operasyonunun bütün önemli hamlelerinde CHP engelleyici değil kolaylaştırıcı rol oynadı.

Kürt karşıtı politikadan söz ettiniz. Seçimler yaklaşırken hatta erken seçim telaffuz edilirken Cumhurbaşkanı’nın bu taraflaştırıcı sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP’nin ve Cumhurbaşkanının bundan önceki seçimlerde de izlediği bir yöntem kutuplaştırma yoluyla çoğunluğu garanti altına almak.

Hesap basit, Türkiye seçmeninin yarıdan çoğunun önemli bir bölümünün muhafazakâr olduğu gerçeği var. AKP, Sünni-muhafazakâr-milliyetçi ekseni sağlam tutabilmek için sürekli sert bir kutuplaşma politikası izledi.

Bundan önceki seçimlerde, 7 Haziran Seçimleri hariç bunda başarılı da oldu. Şaibeli olmasına rağmen 16 Nisan Referandumu’nda çok daha düşük oy almasını da bu yöntemle engelledi.

Fakat son zamanlarda kullanılan üslup basit bir seçim taktiği hesabının ötesine geçmiş durumda. Bu ideolojik bir tercih yansıtıyor. Kürtleri toptan karşıya almaktan çekinmeyen bir yaklaşım söz konusu.

Güney Kürdistan’daki referandum ile ilgili açıklamalar da benzer nitelikteydi. Yani orada yaşayan Kürtlerin tamamını hedef alan konuşmalar yaptı. Zaten bu koalisyon dediğim gibi anti-Kürt çimentosuyla ayakta durabiliyor.

Tabi bu tercih sadece pratik politikalara değil dile de açıkça yansıyor. Bu ötekileştiren, düşmanlaştıran bir zemin yaratan bir dildir, anlayıştır, zihniyettir. Burada en büyük tehlike de gerilim ve çatışma faylarının sürekli tehlikeli bir enerjiyle yüklenmesidir.

Sözünü ettiğiniz gerilim hattı içinde seçimlere giderken HDP baraj tartışmalarına ilişkin ne düşünüyor? Zira HDP’nin 7 Haziran ve sonrasında etkisini ve gücünü kaybettiği söyleniyor. 1 Kasım Seçimleri’nde ise sınırdaydınız.

Biz baraja baştan beri karşıyız. Zaten herkes 12 Eylül’de getirilen bu barajın Kürt siyasi hareketini engellemek için getirildiğini biliyor. En son MHP lideri de bunu apaçık dile getirdi. Daha doğrusu itiraf etti.

Fakat bu baraj 7 Haziran’da bir kere yıkıldıktan sonra tamir edilemez hale de geldi. Yani bu barajı yıktıktan sonra tamir etme çabalarının boş olduğu 1 Kasım’da da görüldü.

O kadar ağır şartlarda girdiğimiz seçimde yüzde 11 civarında bir oy aldık ki bu en az Haziran’daki yüzde 13 kadar değerli bir orandı. Bizim baraj sorunumuz yok. Bazı anketleri dışarıda bırakırsak daha ciddi anketlerde de bunu görmek mümkün zaten.

Ama MHP’nin baraj sorunu olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle Bahçeli yeniden baraj meselesini gündeme taşıdı. Ki MHP bugüne kadar barajın savunusunu en sıkı yapan partiydi. Burada MHP’nin kendi bekasına odaklandığı anlaşılıyor.

Baraj bu haliyle kalırsa Türkiye, anti demokratik ortamın önemli bir kaynağını yaşamaya devam edecektir. Biz bu nedenle, ilke açısından karşıyız. Barajın altında kalma kaygımız olduğu için değil. Biz demokratik bir siyasetin bu barajla sürekli zayıf kalacağına inandığımız için karşı çıkıyoruz.

AKP bu konuda sıkışmış görünüyor. Bir yandan MHP’ye çok ihtiyaç duyuyor. Artık kaderleri iç içe geçti ve vazgeçme imkânı kalmadığını görüyor. Öbür yandan en sıkı müttefiki MHP’nin rahatsızlığı ve barajı indirme talebi var. Esasen barajın yüzde 10’da kalması AKP’nin işine çok daha fazla yarıyor.

MHP’nin baraj altında kalması AKP’nin parlamentodaki sandalye sayısının da orantısız biçimde artmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla baraj konusunda sıkışan kesinlikle biz değiliz. Sıkışan AKP ve MHP’dir.
 
İktidarın bazı faaliyetlerini CHP’nin kolaylaştırdığını söylediniz. Buna rağmen referandumda ‘Hayır’ cephesinde yer aldığınız CHP ya da İYİ Parti ile bir ittifak söz konusu olabilir mi?

Şüphesiz bu konuların hepsi öncelikle parti kurullarında uzun uzun değerlendirilir. Nitekim değerlendiriliyor. Ama ben bu ittifak tartışmaları için zamanın çok erken olduğunu düşünüyorum.

Bence başkanlık seçiminin ilk turunda her çevre, parti kendi adayını göstermeli. AKP’nin MHP ile ittifak yapacağı artık neredeyse kesin gibi. Ayrıca meclis seçimlerini de önemsizleştirmemek gerekiyor.

Çünkü parlamento çoğunluğunun başkanın partisiyle aynı tarafta olması çok büyük bir sıkıntı yaratacaktır. Dolayısıyla ittifak tartışmaları için çok erken. Bizim bir mücadele programımız var. Buna yoğunlaşmış durumdayız.

Hiçbir partiye kapının kapalı olduğuna dair bir beyanı bugüne kadar bizim partiden kimse duymadı ilklerimiz belli tutumumuz belli kapımızı çalacak her partiyle bu çerçevede görüşme yapmanın da doğru olduğunu düşünüyorum.

Başkanlık referandumda bölgede sıkıntı yaşandığını, oyların baskı altında kullanıldığını biliyoruz. Yine şaibeli ‘Evet’ oylarının çoğunlukla Doğu’dan geldiği bilgisi var. Bu verilerle birlikte 2019 seçimleri için bir hazırlığınız var mı?

Seçimin erkene alınması ihtimalini aklımızdan çıkarmıyoruz ve çalışmalarımızı da buna göre yürütüyoruz. 16 Nisan Referandumu’na çok zor şartlarda girdiğimiz sır değil.

Özellikle bölgede neredeyse bütün il ve ilçe teşkilatlarımızda yüzlerce, binlerce kişi tutuklanmıştı. Daha önceki seçimlerde görev yapan sandık görevlilerimizin de önemli bir kısmı tutuklanmıştı. Tehdit son derece ciddi olduğu için eskisi gibi insanları seferber etmek de kolay olmadı.

Ama bölge bu sorunları, zorlukları ilk defa yaşamıyor. Çok daha ağır şartlara kendi oyuna sahip çıkmayı başarabilmişti. 90’larda bile bunu başarabilmiş bir gelenek ve birikimden söz ediyorum. Fedakârlığın çok üst noktalara taşındığı bir iradenin olduğunu da biliyoruz. Buna güvenimiz var ama sadece güvene dayanarak hareket edecek de değiliz. Kendi programlarımız çerçevesinde çalışmalarımızı yürütüyoruz.

Röportaj: Ezgi Karataş

27 Kasım 2017