Sancar: İktidar çözüm masasını devirdi, yeni Susurluk masasını kurdu

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, haftalık Meclis grup toplantımızda gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Mafya-iktidar ilişkileri ile Hakkari’de sivillere yönelik saldırıları eleştiren Sancar, şunları söyledi:

Konuşmama başlarken Clara Zetkin 2021 Onur Ödülü verilen önceki dönem Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ı kutluyorum. Buradan kendisine ve cezaevinde bulunan tüm değerli arkadaşlarımıza kucak dolusu selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. 

Halkımız demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesinin gücünü herkese gösteriyor

Geçtiğimiz hafta 27 Mayıs’ta Colemêrg Şemzînan’da, yani Hakkari Şemdinli'de halkımızla birlikteydik. Halkımızın büyük sevgisi ile karşılaştık. HDP etrafındaki kenetlenmeyi yaşadık bir kez daha. Buradan Şemzînan halkını bir kez daha yürekten selamlıyor, sevgilerimizi yolluyoruz. Halkımızın dirayetli ve kararlı duruşu, yürütmüş olduğumuz demokrasi ve barış mücadelesini, partimizin gücünü ve büyüklüğünü her geçen gün herkese daha açıkça göstermektedir.

Bu mücadele karşısında hiçbir zorba yönetimin başarı şansı yoktur, olmayacaktır

Halkımızın bu kararlılığı ve haklı mücadelesi karşısında hiçbir zorba yönetimin başarı şansı yoktur, olmayacaktır. Bunu bir kez daha buradan herkese ilan ediyorum. 

Son 5 yılda Hakkari’de 3’ü çocuk 15 sivil katledildi

Hakkari Şemdinli’ye gitmemizin elbette özel bir sebebi vardı. Derecik’te bir çoban ve arkadaşı koyun otlatırken yaralanmıştı, bundan 15 gün önceydi. Hakkari’de son 5 yılda 3’ü çocuk 15 sivil kolluk güçlerinin hedef gözeterek açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. 17 sivil yaralandı. Biz de halkımızın sahipsiz olmadığını, adalet mücadelesinin dimdik ayakta olduğunu göstermek ve halkımızla kucaklaşmak için Hakkari’ye gittik. Oradan bir kez daha haykırdık; Kürt halkı sahipsiz değildir. Kürt halkı bu kurşunları, bu zorbalığı, bu baskıyı alt edecek iradeye de inanca da kararlılığa da birikime de sahiptir. 

Bu iktidar döneminde yaşanan cinayetlerin failleri belli, akıbetleri belirsiz

Hatırlıyorsunuz İçişleri Bakanı da geçenlerde kendi döneminde faili meçhul cinayet olmadığını, işkence yapılmadığını söyledi. Aslında doğru söyledi ama eksik ve yanlış söyledi. Doğrusu şu; kendi dönemindeki cinayetler faili meçhul değil, failler apaçık belli ama bunlar yargılanmıyor, bunlardan yargı önünde hesap sorulmuyor. Dolayısıyla cinayetlerin failleri belli akıbetleri belirsiz. İşte biz o akıbeti adaletle belli hale getirmek için yürütüyoruz mücadelemizi. İşkence de diz boyu. Sadece son 5 yılda hak örgütlerinin yayımladığı raporlara bakarsanız işkencenin nasıl rutin, idari, yargısal ve polisiye bir işlem olduğunu görürsünüz. 

Bu işkence ve katliamların hepsinin failleri iktidar tarafından korunup kollanmaktadır

Sadece gittiğim bölgeden, Serhat’tan birkaç örnek vermek yeterli olacaktır. Van’da helikopterle yapılan işkence sonucu hayatını kaybeden Servet Turgut, işkencenin en vahşisine maruz kaldı. Hayatı sona erdi, katledildi. Bunun faili de bellidir. Burada faili meçhul herhangi bir durum söz konusu değildir. 61 yaşındaki Şerali Dereli Hakkari Esendere’de 29 Ekim günü evinin yakınlarında askerlerce vuruldu ve o da hayatını kaybetti. Bu da faili meçhul değildir. Bu cinayetin de faili bellidir. Bu cinayetlerin, bu işkencelerin hepsinin failleri iktidar ve yargı tarafından korunmakta, kollanmaktadır. Dolayısıyla siyasi sorumlusu bu iktidardır. Bu iktidar tüm bu insanlık suçlarından sorumludur, hesabını da mutlaka verecektir.  

Erdoğan, "Benden yol isteyin, su isteyin ama iyi çocukların işlediği suçları çözmemi istemeyin" dedi

Yine Şemdinli’de Umut Kitabevi'ni de ziyaret ettik. Bu iktidar döneminde 2005’te “iyi çocuklar” tarafından bombalanmıştı Umut Kitabevi. Failler ve sorumlular nerede? Yargı süreci devam ediyor ama bu süreç adım adım beraata gidiyor. Bunu oradaki kardeşlerimizden de dinledik. Erdoğan dönemin başbakanı iken Şemdinli’den gelen bir heyete “Benden yol isteyin, su isteyin ama bu olayı çözmemi istemeyin” demişti. Evet bunları unutmadık. Bunları Kürt halkı da Türkiye halkları da unutmaz. İşte burada Kürde bakışın tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığına tanık oluyoruz.  

"Hayatınızdan vazgeçin, onursuz bir yaşama razı olun" diyorlar: Hayır bunu kabul etmeyeceğiz

"Size yol getirelim, onu da yapmıyorlar ya, size su getirelim ama hayatınızdan ve onurunuzdan vazgeçin. Gerekirse hayatınızı gasp ederiz, onursuz bir yaşama razı olun, haksız hukuksuz bir yaşamı kabul edin” diyorlar. Biz de haykırıyoruz; hayır bunu kabul etmeyeceğiz! 

Halkımızı yalnız zannediyorlar; halkımız hayatına ve özgürlüğüne sahip çıkacak güce sahiptir

Sırtını iktidara dayayan güvenlik mekanizmaları sanıyor ki bu bölge nasıl olsa gözlerden uzak, istediğimizi yaparız, sivilleri vururuz, halkı korkutur ve sindiririz, kimse de sesini çıkaramaz, hesap soramaz. Halkımızı yalnız ve sahipsiz sanıyorlar. Bir kez daha hatırlatıyoruz; halkımız kendi iradesine, hayatına ve özgürlüğüne sahip çıkacak güce sahiptir. Biz onların demokratik örgütleri olarak bu mücadelede bir milim şaşmayacağız yolumuzdan. Adalet için, özgürlük için, haklar için ve barış için bu mücadeleyi halkımızla iç içe sürdüreceğiz. HDP bunun için vardır. HDP onuru, hayatı, özgürlüğü ve barışı savunmak ve bütün bunların hayata geçtiği bir düzen kurmak için vardır. 

Katliamlar için yapılan resmi açıklamalar hep aynı: Kaçakçılık gerekçesiyle insanlarımız öldürülüyor

Şemdinli’de ve Hakkari’nin diğer bölgelerinde sivilleri hedef alan saldırılar sonrası yapılan resmi açıklamalara bakın, kaçakçılık gerekçesinin arkasına saklanıyorlar çoğu zaman. Oysa katledilenlerin, vurulanların epeyce bir kısmı sınırda değil, şehrin merkezinde katlediliyor. Yüksekova'da katledilen 4 genci hatırlayın. Yine de madem kaçakçılık gerekçesinin arkasına saklanıyorlar, o zaman biz de bunu biraz açalım. Bakalım ‘kaçakçılık’ neymiş, kim işliyor bu suçları? Kürt halkı mı yoksa bu iktidarın kendisi ve kolladığı çeteler ve mafya mı? Kaçakçılık dediği nedir halkımız için? Bunlar yoksul halkın ekmek ve geçim kavgasından başka bir şey değil. Sınırın diğer tarafında akrabaları var. Zaten sınırın yapay bir bölünmeden başka bir anlamı olmadığını da biliyoruz. Her iki tarafta akrabalar, kardeşler, hısımlar yaşıyor. Aynı halk yaşıyor her iki yakada. Ziyaretlerinde beraberlerinde birkaç basit eşya da götürüyorlar bunlara ‘kaçakçı’ muamelesi yapılıyor. Roboski’de de aynı gerekçeyle 34 insanımızı katlettiler. 33 Kurşunun hikayesi de aynıdır. Buradaki politika ne? Halkı yoksul ve aç bırakmak, iktidara bağımlı hale getirmek, açlıkla terbiye etmek ve onursuz bir yaşama mahkum etmek. Bunu başaramayacaklarını her fırsatta söyleyeceğiz. 

Kaçakçılık, uyuşturucu ticareti arıyorsanız yoksulların katırlarına değil kendi gemiciklerinize, uçak filolarınıza bakın 

Kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, silah ticareti, petrol ticareti mi arıyorsunuz? O zaman sınır boylarına, Kürt halkının geçim derdi için getirdiği basit eşyalara bakmayın. Nereye bakın; Venezuela'ya, Kolombiya’ya, Kıbrıs’a ve Suriye’ye gönderdiğiniz tırlara bakın. Yoksul köylülerin katırlarına değil gemiciklerinize, tırlarınıza, uçak filolarınıza bakın. 

Bir siyasetçinin Susurluk dönemindeki kirli faaliyetlere dair kayıtlara geçen bir sözünü okuyacağım. Bunun gibi yüzlerce, binlerce açıklama, ifşaat var. Susurluk Meclis Araştırma Komisyonu raporunun kendisi yüzlerce belge ve binlerce bilgi ile dolu. Kutlu Savaş raporu var, yüzlerce kitap yazıldı bu konuda. Binlerce belge tanıklık, ifşaat, itiraf var ortada. Yine de bir tanesini sembol olarak seçeyim. Dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici 2000 yılında MHP’nin koalisyonda olduğu dönemde Radikal Gazetesine bir röportaj veriyor. Ne diyor? Türkiye'nin bir ucundan girip diğer ucundan çıkıyor değil mi? 

Türkiye’de çeteler, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı iktidarın bilgisi, kontrolü ve dahli olmadan işleyemez

Bu soruya şu cevabı veriyor, “Tabii polis yol verir, tırlar yürür, önde polis arabaları gider arkada bilmem neler eskortluk yapar. Bu uyuşturucu bu şekilde 25 senedir, 50 senedir gider. Hala da gidiyor bu”. Şimdi diyorlar ya" bir organize suç örgütü lideri çıktı ifşaatlarda bulundu bunlara mı inanacaksınız? "Bunlar ilk defa söylenmiyor, ilk defa kendisi tarafından söylenmiyor. Yüzlerce bilgi belge var, itiraflar var. Ona inanmıyorsanız, MHP Genel Başkan Yardımcısının iktidar ortağı iken söylediği bu sözlere inanın. Ya da buna itiraz edin. Edemezler. Çünkü bu işler böyle devam ediyor. Türkiye’de çeteler, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı iktidarın bilgisi, kontrolü ve dahli olmadan işleyemez. 

Çeteleşmenin ve mafya düzeninin kaynağı Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarıdır

Peki nedir bunların kaynağı? Neden buna ihtiyaç duyuluyor? Esas olarak bu kirli ağların ve ilişkilerin temeli, Kürt sorunundaki çözümsüzlük, inkar, imha ve savaş politikalarıdır. Bu politikalarla Kürt sorununa yaklaşan iktidarlar, bu politikaları finanse etmek için bütçenin açık ya da örtülü kaynakları ile yetinemiyorlar. Başka kaynaklara da ihtiyaç duyuyorlar. Hukuk dışına çıktıklarında, devletin nizami güçleriyle bu politikaları yürütmeyi istemiyorlar çünkü işlenecek suçlar ve işlenmiş suçlar çok büyük. Gerektiğinden bunların sorumluluğundan kaçmak için çeteleri, mafyayı, paramiliter güçleri devreye sokuyorlar. Bunların hepsinin finanse edilmesi gerekiyor. İşte Kürt sorununda çözümsüzlük politikası, imha ve inkar anlayışı böyle çürütüyor ülkenin her tarafını. Hukuku yok ediyor, kirli işler başlatılıyor, bunların başlattığı korkunç bir kirli ekonomi ortaya çıkıyor. 

Bir yandan büyür rantlar öbür yandan halka açlık, yoksulluk, zulüm ve ölüm

Rant mekanizmaları işlemeye başlıyor. Büyüdükçe büyüyor. Ahtapotun kolları gibi her yere yayılıyor. Afganistan’dan İran’a, Kolombiya’dan Venezuela’ya kadar yollar kanallar açılıyor. Sonra işte olan halka oluyor. Halkın ekmeğine, yaşamına, özgürlüğüne, canına olan oluyor. Bir yanda bu kirli ekonominin yarattığı büyür rantlar öbür yandan halka açlık, yoksulluk, zulüm ve ölüm. Biliyorsunuz onlara sefahatin yolları, halklara kurşunlar. 

Mevcut durumdan rahatsız olan herkes kirlenmenin kaynağı konusunda anlaşmak zorunda

İşte bugün ortaya çıkan tam da budur. Bu düzenin devamını istemeyen, bütün bu olan bitenden rahatsız olan herkes, öncelikte sebepten ve kaynaktan anlaşmak zorunda. Teşhisi doğru koymazsak, çözümü bulamayız. Bu kirli döngü, bu kanlı girdap bazen yavaşlar, bazen gözlerden ırak tutulur ama yeniden büyüyerek hayatlarımıza musallat olmaya devam eder. Bu ülkenin insanlarının, halkların hayatlarını rehin almaya devam eder. Ekmeklerini, aşlarını, hayatlarını gasp etmeye devam eder. O nedenle teşhiste anlaşmamız gerekiyor, çareyi doğru tespit etmek için. Önce bilelim ki sorunun kaynağı Kürt meselesinde savaş politikaları, inkar ve imha zihniyetidir. 

Çözüm en başta Kürt sorununda demokratik siyasetle barışa giden yolu açmaktır

Çözüm de bellidir. Çözüm en başta Kürt sorununda demokratik siyaset yoluyla barışa giden yolu açmaktır. Evet çözüm demokrasidir. Demokratik siyasettedir. Çare demokrasi ve barıştır. İşte burada anlaştığımızda ahtapotun diğer kollarını daha etkisiz hale getiririz. Mutlaka bunu başarırız. 90’larda böyle oldu. Bu sistem böyle işledi. 93 konsepti diye adlandırdığımız şey ne, faili belli cinayetler. Yakılan binlerce -7 bin diye kayıtlara geçti- köy, yerinden zorla göç ettirilen milyonlarca insan; işkenceler, yargısız infazlar, kaçırmalar, kaybetmeler... Bütün bunları finanse etmek için de devasa bir kirli ekonomi. Hukukun askıya alındığı, demokrasinin rafa kaldırıldığı bir sistem. Susurluk bu sistemin patladığı yerdir ama maalesef patladığı yerde teşhisi doğru koyamadık. Kendi adımıza söylemiyorum. Bunları o zamanki partilerimiz ve insanlarımız da söyledi ama bu konuda geniş bir mutabakata varamadık.

Savaş mekanizması temizlendi, yağlandı, yıkandı, yenilendi ve ilk fırsatta devreye sokuldu

Türkiye’de bu geniş mutabakat Susurluk’ta sağlanabilseydi, bugün Peker olayı yaşanmayacaktı. Sağlamadığı için savaş makinesi temizlendi, yağlandı, yıkandı, yenilendi ve ilk fırsatta devreye sokuldu. Hem de daha büyük bir çapta. Üstüne bir de sınır dışı askeri planlar sokuldu devreye. Suriye’de iç savaşa müdahale etmek, Kürtlerin kazanım elde etmesinin söz konusu olduğu her yere saldırmak. Bir de bunlar eklendi. Ve artık bu kirli kanlı ekonomik kaynakları da büyüdü, genişledi. O nedenle Venezuela’ya Kolombiya’ya, Suriye’ye ve diğer savaş yürütülen bölgelere işaret ediyoruz.

Bir daha asla diyebilmek için geçmişle yüzleşme, hesaplaşma ve hesap sorma gereklidir

Nasıl başladı peki sonrası? Biliyorsunuz, Susurluk’ta birkaç tane göstermelik yargılama oldu. Ama bunlardan, faili meçhul davalarından, JİTEM davalarından ve sayısız benzer insanlık suçunun işlendiği soruşturmalardan doğru dürüst bir sonuç çıkmadı. Çıkmayınca da o dönem bunları yapma haklarını kendinde görenler ihtiyaç duyduğumuzda yeniden yaparız cesaretini alıyorlar. Biz diyoruz ki geçmişle yüzleşme hesaplaşma ve hesap sorma gereklidir. Niye gereklidir? Her şeyden önce ‘bir daha asla’ diyebilmek için gereklidir.

Bunu başaramazsak o failler tersini söyleyecekler, gerekirse daima. Biz şimdi güçlü bir sesle bir daha asla diye bağırmak zorundayız. 

İktidar çözüm masasını devirdi, yeni Susurluk masasını kurdu

2015 konsepti şimdi yürürlükte. Nereden geldik buraya? Çözüm Sürecinde masanın AKP tarafından devrilmesi ile geldik buraya. İktidar, çözüm ve demokrasinin konuşulduğu o süreçte, Dolmabahçe’de kurulan masaya tekmeyi vurdu. Hangi masayı kurdu? Susurluk’un devamı olan masayı kurdu. Kürt düşmanlığı üzerinden işleyen bu sistem bütün halka ve bu ülkeye düşmanlıktan başka bir şey üretmez. Bunu bir kez daha şimdi ortaya saçılan ifşaatlarla, bilgilerle ve açıklamalarla görüyoruz. 

Çözüme ve barışa değil cinayet, soygun, talan ve mafya düzenine yol verdiler

Kürt halkına ve siyasetine karşı Çöktürme Planını devreye soktular ve arkası geldi. Devletin bütün kurumlarını, yargı sistemini, siyaseti ve medyayı savaş politikalarına göre yeniden biçimlendirdiler. Çözüme ve barışa değil cinayet ,soygun, talan ve mafya düzenine yol verdiler. Bugün konuşmakta olduğumuz tüm bu kirlenme, çöküş ve kara para trafiği işte aynı zihniyetin güncellenmiş şeklinin sonuçlarıdır. Savaş politikaları ile hem halkın evine ateş düşürüyorlar hem de yoksullukla, açlıkla ve işsizlikle halkın sofrasını ve cebini talan ediyorlar. 

Süleyman Soylu konuştukça mafya liderinin ifşaatlarının hepsini itirafa dönüştürüyor

90’larda binlerce köyü yakıp yıkan zihniyet bugün de Türkiye halklarının geleceğini, gençlerin ve çocukların geleceğini yakmakta ve yıkamaktadır. Bu politikaların tek tanımı vardır; çökertme, yakma yıkma ve talan. İşte bizim bunu mutlaka değiştirmemiz gerekiyor. Yeni diye inşa ettikleri sistem de Susurluk koalisyonunun yeniden siyaset merkezli, devlet merkezli örgütlenmesi ve Saray eliyle yönetilmesidir. Bütün bunlar hepimizin gözleri önünde cereyan ediyor. Bir mafya liderinin ifşaatlarına bakmamıza gerek yok. Elbette yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Peki bu bilgilerin yeniliği ya da etkisi nedir, önemi nedir diye sorarsanız; sadece kendisi konuşsa suçladığı itham ettiği kişiler sussa belki etkisi bu kadar olmayacaktır. Ama mesela Süleyman Soylu çıkıp konuştuğunda o ifşaatların hepsini itirafa dönüştürdü. Kendini aklayacak ve temize çıkaracak hiçbir açıklama, hiçbir gerekçe ve hiçbir argüman dile getiremiyor. 

Geçti o dönem, şimdi karşılarında HDP ve onunla birlikte yürüyen Kürtler, kadınlar, emekçiler, köylüler var

Yani aslında Sedat Peker’in itham ettiği kişiler bizzat açıklama yaptıkça o ithamları itirafa çeviriyorlar. Sonra dönüp bize saldırıyorlar. Buradan hamasetle, vatan, millet propagandasıyla, kirli savaş politikalarıyla ve psikolojik savaş yöntemleriyle bu sorumluluktan kaçabileceklerini düşünüyorlar. Yok arkadaşlar! Geçti o devir. Şimdi artık karşılarında çok güçlü bir şekilde yoluna devam eden HDP ve onun arkasında kararlılıkla yürüyen Kürt halkı, Türkiye’nin emekçileri, kadınlar, gençler, köylüler, işçiler ve emekçiler var. İkizdere'den Hopa’ya, Hopa’dan Şêxan’a kendi doğası ve geleceği için mücadele eden halklar var. Bu halkların birlikteliği bu düzeni durduracaktır. Durduracak arkadaşlar!

Bugün bir köşe yazısında okumuşsunuzdur. Venezuela hikayesi ile ilgili tevil amaçlı satırları. Ne diyor? Orada gümrüğe kaydedilmesi gerekmiyordu o kitlerin ve maskelerin, çünkü zaten yanına alacak miktarda idi, çok değildi. Sosyal medyada buna cevaben değerli bir gazetecinin sözünü okudum. O kadar yol tepmesine gerek yoktu bunun için verseydi PTT’ye kargo ile giderdi. 

Kendi sözleriyle yargılanacaklar, bizim mücadelemizin sonucunda yargılanacaklar

Gördüğünüz gibi her açıklama yeni bir itiraf. Biraz daha akıllı davranıp sussalar, çünkü yaptıkları her açıklama aleyhlerine delil oluşturuyor. Yargılanacaklar, mutlaka yargılanacaklar. Bu delillerle, kendi sözleriyle yargılanacaklar. Bizim mücadelemiz sonucunda yargılanacaklar, hesap verecekler. 

Aynı yalanla Kuzey ve Doğu Suriye’ye girdiler, muhalefet de bunların arkasına sıralandı

Kuzey ve Doğu Suriye’ye girdiklerinde de aynı psikolojik savaş yöntemlerini kullanmışlardı. Maalesef o dönem muhalefet de bu amaçla çıkarılan tezkerelerin arkasında durdu. O kadar anlattık, yapmayın etmeyin, burada söz konusu olan vatan millet değil dedik. Burada kirli savaş politikaları var, halkların geleceğini gasp etmeye yönelik talan çetelerinin organizasyonu var dedik. Ve haklı çıkıyoruz. Keşke bunlar yaşanmasaydı ve biz de haklı çıkmasaydık. 

Erdoğan’ın ve Saray rejiminin beslediği SADAT ‘terörist gruplara silah gitti’ diyor 

Bu kara para trafiği Suriye savaşında ihtiyaç duydukları büyük paraların finansmanına kullandıklarına dair çok ciddi iddialar var. Bu iddiaların takipçisi olmaya devam edeceğiz. Ve hakikati öyle ya da böyle ortaya çıkaracağız. Bu uyuşturucu parası ile kimler kimler beslendi? El Nusra, IŞİD çeteleri. Sedat Peker de açıklıyor. SADAT’ı işaret etti, SADAT’ın yaptığı açıklama da yine bana sorarsanız, kendi adlarına hiç akıllıca değil. Çünkü aynı zamanda itiraf ediyor. “Terörist gruplara gönderilen silahları ben göndermedim” diyor. Tamam sen göndermedin kendini savunmak istiyorsun ama bir de ifşaatta bulunuyorsun. Bu terörist gruplara silahlar gitti diyor. SADAT diyor bunu. SADAT, Erdoğan’ın kurduğu Saray rejiminin büyüttüğü ve beslediği bu karanlık yapı söylüyor bunu.  

Bahçeli daha önce itiraf etti: Hepiniz sorumlusunuz, hepiniz oradaydınız

Başkaları da söylemişti daha önce. Sadece bir örnek versem diğerlerine gerek kalmaz. Yok yok, Tuğrul Türkeş değil, ona da geleceğiz. Esas ifşaatı yapan Devlet Bahçeli. İktidarın şimdiki ortağı, tabii o zaman henüz iktidar ortağı değildi. Ne demişti hatırlatalım: “Erdoğan hangi yetkiyle eli kanlı gruplara silah sevkiyatı yapmıştır.” Bunlar için söylüyor yani Suriye’ye gönderilen tırlar için söyledi. MİT tırları felaket tablosundan sonra hiçbir hükümet ayakta kalamayacaktır. Kaldı, sizin desteğinizle kaldı. Bütün bu açığa döktüğünüz suçlara ortak olarak bu iktidarı ayakta tuttunuz. Hepiniz birlikte sorumlusunuz, hepiniz oradaydınız, hepiniz buradasınız.

Hep birlikte bütün bu kirli trafiğin ve suçların ortaya çıkmasını ve hesap verilmesini sağlayacağız

Bir de Tuğrul Türkeş’in o meşhur konuşmasından bir cümle aktarmadan geçmek de olmaz artık. Bir TV programında hatırlarsanız üstüne basa basa söylemişti, yeminler etmişti. "Vallahi de billahi o silahlar Türkmenlere gitmiyor." Nereye gidiyor? Biz biliyoruz nereye gittiğini. Biz biliyoruz o silahlarla neler yapıldığını. Daha fazlasını, bu hakikatin tümünü ortaya çıkarmak için de daha fazlasını yapacağız. Hep birlikte, Türkiye’deki tüm demokratlarla ve adaletten yana bütün insanlarla birlikte üstü örtülmek istenen bütün insanlık suçlarının, bütün bu kirli trafiğin, korkunç rant borsanın mutlaka açığa çıkmasını sağlayacağız ve faillerinin hesap vermesini de mutlaka mümkün kılacağız.

Hep dış güçler diyorlar: Milyonlarca insanı açlığa, işsizliğe mahkum eden, 128 milyarı çarçur eden güçler kim?

Ne diyorlar hep; dış güçler de dış güçler. Sedat Peker’in arkasında da dış güçler varmış. O nedenle bunlara kulak asılmayacakmış. Peki, şimdi halkı yoksulluğa, ekmek alamaz hale getirip açlığa, pandemi pençesinde çaresizliğe terk edip yandaş şirketlere katrilyonlar aktarın diye direten dış güçler kimler? Milyonlarca insanın işsiz ve yoksul bırakılmasına, insanların çaresizlikten intihar etmesine neden olan dış güçler kimler? Merkez Bankasının 128 milyar dolarını çarçur edin diyen dış güçler kimler? Halkın öz kaynaklarını Saray'ın şatafatına ve israfına harcayın ve bürokratlara üçer beşer maaş verin diye iktidara talimatı veren hangi dış güçlerdir? Beşli çeteye ülkeyi talan ettiren dış güçler kimler? 

Çetelere miting yaptıran, savcıların soruşturma yapmasını engelleyen güçler kim?

Halkı susturmak, bastırmak ve itiraz etmesin diye kandırmak için mafya çetelerine mitingler yaptırıp "oluk oluk kan akıtacağız" diyen düş güçler kimler? Ortaya çıkan suçlarla ilgili olarak savcıların harekete geçmesini engelleyen dış güçler kimler? Halkı yüksek faiz ve enflasyon altında ezdiren düş güçler kimler? Kendi şirketinden kendi bakanlığına yüksek fiyattan dezenfektan satarak nitelikli dolandırıcılık yaptığına dair bu kadar bilgi ve belge olan bakanı yargılamayarak koruyan dış güçler kimler? 

İstanbul Sözleşmesini kaldırarak kadın cinayetlerini teşvik edenler kimler?

Yurttaş fikrini söylemesin diye attığı tweetten dolayı sabahında gözaltına alınırken çeteleri devletin içine yerleştirilen, iktidar düzenini çeteleştiren ve mafyalaştıran, halka küfreden ve yaptığı her türlü yolsuzluğun hırsızlığın hesabı sorulmayan, siyasetçiyi, bürokratı ve yandaşı koruyan dış güçler kimler? Her ay düzenli olarak benzine, elektriğe, doğalgaza ve suya zam yapan dış güçler kimler? Kadın cinayetlerini görmezden gelen ve bu cinayetleri teşvik edercesine İstanbul Sözleşmesini kaldıran dış güçler kimler? Demokratik siyaseti engellemeye yönelik her türlü operasyonu yapan ve yapacağını da açıkça söyleyen iktidara bunları dayatan dış güçler kimler. HES'ler ve maden ocakları için bu ülkenin doğasını talan eden dış güçler kimler? 

Vatan, millet, milliyetçilik hamasetleriyle yaptıklarınızın üstünü örteceğinizi sanmayın

Bu kararların hepsi bu iktidar tarafından verildi. Hiç şüpheniz olmasın, kararda dış güçler yer alıyor ama komplo için değil ortaklık için yer alıyor. Bunlarla ortalık yapan dış güçler mutlaka vardır. Kimdir bunlar; sermaye güçleridir ve başka güçlerdir. Doğrudur, hep birlikte talan ediyorlar bu ülkeyi. Ama bu kararların hepsini alan bu iktidarın kendisidir. Hiç öyle dış güçler, vatan, millet ve milliyetçilik hamasetleriyle bunların üzerini örteceğinizi sanmayın. O devir geçti! Bunu yakında bütün dünya aleme hep birlikte göstereceğiz. 

Bu karanlık dönemden ve günlerden çıkış mümkün müdür? Güçlerimizi birleştirirsek mümkündür, hep birlikte mücadele edersek bu karanlığı yırtarız. Biz HDP olarak baştan itibaren üzerimize düşeni elimizden gelen gayreti gösteriyoruz, göstermeye de devam edeceğiz. Önerilerimiz var. Bu önerileri herkesle, demokrasiden, adaletten yana olan herkesle paylaşmaya devam edeceğiz. Ama beklemeyeceğiz, biz mücadelemizi yürütmeye devam edeceğiz. Sadece birkaç başlık sayayım ondan sonra bunları nasıl yapabileceğimize ilişkin de birkaç söz söyleyeyim. Bir, her şeyden önce kendi mücadelemiz, bunu her alanda yürütüyoruz. Kendi mücadelemizi yürüttüğümüz alanlar; hak, hukuk, adalet, özgürlük, demokrasi, barış, aş, iş kadın yoksulluğuna karşı mücadele. Bütün bunları yürütüyoruz ve bunları birbirine bağlayacak temel hedefi de hep birlikte örmeye çalışıyoruz. Nedir bu amaç; bu çete düzeninden, bu talan ve sömürü düzeninden kurtulmaktır.  

Çıkış birlikte öreceğimiz demokrasi ve barış mücadelesiyle mümkündür


Bunu da ancak hep birlikte yapabileceğiz. Kimiz hep birlikte yapabilecek olanlar, onu da söyleyeceğim. İkincisi ve en önemlisi ortak demokrasi mücadelesi, bunun için herkese görev düşüyor. Özellikle başta barolara, demokratik kitle örgütlerine, emek ve meslek örgütlerine, yurttaş inisiyatiflerine görevler düşüyor. Biz çalışmalarımızı bütün bu kuruluşlar ve çevrelerle paylaşacağız. Buradan çıkışı ancak birlikte öreceğimiz demokrasi ve barış mücadelesi mümkün kılacaktır. Bunu her adımda somut önerilerle yeniden ve yeniden herkesle paylaşacağız. 

Parlamentonun harekete geçmesi için toplumsal mücadele gerekiyor

Parlamentoyu da harekete geçirmeye çalışacağız ama biliyorsunuz iktidar engelliyor. Parlamentonun harekete geçmesi için güçlü bir toplumsal mücadele gerekiyor. Aynı şekilde yargıyı da harekete geçirmek için uğraşacağız ama bunun çok kolay olmadığını biliyoruz. Elbette vicdanlı savcılar, adalete bağlılığını sürdüren hukukçular var bu ülkede. Ama bu insafsız korku imparatorluğunda kahramanlık anlamına gelecek girişimleri onlardan beklemek gerçekçi olmaz. Onları cesaretlendirmek gerekir. Cesaretin kaynağı da halkın, toplumun onlara sahip çıkacağını görmeleridir. 

İstifa çağrıları yapıyoruz ama gündemimiz erken seçim

Eğer bu savcılara, bu hukukçulara bizler toplumsal mücadele alanında güçlü bir destek yaratabilirsek eminim, emin olun siz de, harekete geçecek savcılar çıkar. Benzer durumları yaşayan ülkelerde de böyle oldu. Hiç kimse tek tek bireylerden kahramanlık bekleme hakkına sahip değil. Meselelerimiz kahramanlıkla çözülecek meseleler de değil. Ancak güçlü toplumsal ve ortak mücadele bu zemini sağlar, bu yolları açar. Bir gündemimiz daha var o da erken seçim. Şüphesiz istifa çağrıları yapıyoruz, yapacağız da ama bakın sadece bir bakanın ya da adı geçen üç beş kişinin istifa etmesi, bütün çağrıların ve çabaların oraya odaklanması bu sistemin yeniden üretilmesini kolaylaştıracaktır. O zaman sistemin kalbine giremezsiniz sadece birkaç semptomu, arızayı gidermiş olursunuz. 

Satış borsası açıldı, satacaklar birbirlerini

İstifa etsinler ama onlar istifa etmeyecekler. İhtiyaç duyduklarında birbirlerini satacaklar, bunu biliyoruz. Satış borsası açılmıştır. Satacaklar birbirlerini, biliyoruz. Ancak öyle olursa görevden almalar, mecburi istifalar söz konusu olacaktır. 

Toplumun erken seçim talebini sahiplenmesi istifanın yerine geçecektir

Daha etkili çözüm, saydığım başlıklarla birlikte erken seçimi dayatmaktır. Nasıl dayatacağız? Toplumun çok büyük çoğunluğunun, bütün bu saydığımız bu demokrasi güçlerinin kuvvetli bir şekilde erken seçim talebini sahiplenmeleri ile sağlayacağız. Ancak bu şekilde toptan istifa ettiririz. O zaman erken seçim istifanın toptan yerine geçecektir ve hesap sormanın yolu da elbette açılacaktır. 

Biz çoğunluğuz, biz halkız halk!

Bizler milyonlarız; alın teri döken işçilerle, sabah akşam iş arayan işsizlerle, pandemi altında ezilen esnafla, doğasına sahip çıkan yoksul köylülerle, geleceğini arayan gençlerle, erkek şiddetine karşı sesini yükselten ve mücadelesini kararlılıkla sürdüren kadınlarla, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkesiyle, Alevisiyle, Süryanisiyle, Romanıyla, Ezidisiyle biz çoğunluğuz, biz halkız, halk!

Çözüm Demokratik Cumhuriyet

Çözüm Demokratik Cumhuriyettir, çözüm Kürt sorununda barış ve demokratik çözümdür. Çözüm, çözüm olmalıdır. Burada uzlaşabilirsek bu rant ve mafyatik sistemi daha kolay teşhis eder ve daha güçlü bir şekilde değiştiririz. 

Sanıyorlar ki bu ülkede halklar sahipsizdir; hayır, sabahın bir sahibi vardır

Şimdi sanıyorlar ki bu ülkede halklar sahipsizdir. Hayır. Sabahın bir sahibi vardır; yarınların sahibi vardır; hakkın, özgürlüğün, demokrasinin, barışın, umudun sahibi vardır. Biziz, halklardır. Son olarak bir dörtlükle bağlayalım: “Sabahın sahibi vardır, Gün daima bulutta kalmaz, herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzeli”.  “İlerde” dediğimiz yakındadır, hem de çok yakındadır. Yeter ki nefeslerimizi birleştirelim, hep birlikte üfleyelim bulutlara. Fırtına çıkar bundan sevgili kardeşlerim fırtına! Ve dağılır o kara bulutlar, mutlaka dağılır. Yolumuz açık olsun. Allah yardımcımız, Hızır yoldaşımızdır. 

1 Haziran 2021