Sancar: İktidarın yaydığı korku siyasetini ve belaları savuşturacak anahtar HDP siyasetidir

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, partimizin haftalık olağan Meclis grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Savaş siyaseti, iktidarın tutarsız dış politikası ve ekonomik kriz başta olmak üzere gündemi değerlendiren Sancar, şunları söyledi:

Çerkeslerin tüm hak taleplerini sahipleniyoruz

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum, grup toplantımıza hoş geldiniz. Konuşmama bir anma ile başlamak istiyorum. 21 Mayıs Çerkes Soykırım ve Sürgün Günü. Bugün insanlık tarihindeki en büyük trajedilerden birinin yıldönümüdür. Çerkeslerin uğradığı bu zulmün 158'inci yıldönümünde bir kez daha o sürgün ve soykırımda hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum ve Çerkes halkının acısını, yasını yürekten paylaşıyorum. Çerkes halkının talepleri konusunda kendileriyle birlikteyiz. Çerkes halkının dili üzerindeki asimilasyonun ortadan kaldırılmasından hak ve özgürlük temelli güvencelere kadar demokratik tüm haklarına yönelik taleplerini sahipleniyoruz ve yanlarındayız. 

Dünya çatışmaları engellemek yerine silahlanma ve çatışma yarışına girmiş durumda

Yerküremiz pandemi sonrası dünyaya yayılma riski taşıyan yeni felaketlerle karşı karşıya. Bunun en büyük alanı savaş, silahlanma yarışı yeniden karanlık dönemlere dönüş tehlikesidir. Pandemi ilan edilir edilmez Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi küresel ateşkes çağrısı yapmıştı. Ne yazık ki bu çağrı yeterli karşılık bulmadı. Ve bu son aylarda BM Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri dahil olmak üzere neredeyse bütün dünya çatışmaları engellemek yerine adeta bir silahlanma ve çatışma yarışına girmiş durumda. Rusya'nın işgal politikaları ve Ukrayna'ya yönelik savaş politikaları ortada, bir yanıyla dünyayı bu karanlık ortama sürükleyen ateşin kıvılcımlarını görüyoruz. Öte yandan NATO’nun genişlemedeki ısrarı ve silahlanma yarışındaki kararları bu tabloyu iyice karartmaktadır. 

Genişlemeci politikalar dünya halkları için büyük tehditler doğuracak

Bizler Ukrayna'da yaşananların insanlık trajedisi olduğunu, oradaki savaş politikalarının ve işgal uygulamalarının kabul edilemez olduğunu hep söyledik. Bu bağlamda İsveç ve Finlandiya halklarının kaygılarını anlıyoruz ve verecekleri karara saygı duyuyoruz. Fakat askeri rekabet ve silahlanma yarışının, genişlemeci politikaların dünya halkları için büyük tehditler doğuracağı ortadadır. Bu tehditler aynı zamanda iki önemli alanda ciddi tahribatlar da yaratacaktır. Bunlardan ilki insani güvenliktir. Bugün devletlerin çok büyük bir kısmı ulusal veya milli askeri güvenlikle o kadar yoğunlaşmış durumdalar ki BM’nin insani güvenlik olarak tanımladığı hedeflerden ve ilkelerden hızla uzaklaşmaktadırlar. BM’ye göre insani güvenlik; korkudan, muhtaç olmaktan azade olma ve haysiyetli yaşama hakkıdır. Sadece Ukrayna halkı değil, sadece savaşların doğrudan doğruya yaşandığı bölgeler değil dünyanın neredeyse tamamı insani güvenlik hakkından mahrum olacak duruma gelmiştir. Buna Rusya da Avrupa da Afrika da Ortadoğu da dahildir. 

Hak ve özgürlüklerin tamamıyla yok sayılacağı bir zemin oluşturulmaya çalışılıyor

Bu politikaların yaratacağı yoksulluk ve yokluk, acı ve yaralar küresel bir nitelik kazanacaktır. Bizler diyoruz bu küresel silahlanma politikası ve çatışmacı anlayış ve yarış sadece ölümleri değil; sivillerin sağlıklı gıdaya erişemediği, kişisel ve kolektif güvenliklerinin sağlanamadığı, politik haklarının olağan düzeyde tehdit altında olduğu, iklim krizinin de derinleştiği bir döneme kapı aralamaktadır. Dünya halklarının mahrum kalmakla karşı karşıya kaldığı ikinci durum demokratik istikrardır. İstikrar kelimesi devlet yöneticilerinin ağzından düşmüyor. Ancak bununla kastettikleri siyasi istikrardır, kendi iktidarlarının ve düzenlerinin istikrarıdır. Oysa biz bütün dünya için istikrarı demokrasi temelinde anlıyoruz ve savunuyoruz. İstikrar arıyorsak başvuracağımız ölçüt demokrasinin dünyada yaygınlaşmasını sağlayacak politikalardır. Hem uluslararası hem de ulusal düzeyde temel hak ve özgürlüklerin tamamıyla yok sayılacağı, demokratik kurumların doğrudan veya dolaylı olarak tasfiye edileceği bir zemin oluşturulmaya çalışılıyor. Bugün askeri rekabet ve silahlanma yarışına baktığımızda, bu yöndeki gelişmelere doğru ilerlenmekte olduğunu görebiliyoruz.

Diplomasi ve demokrasi temelinde işlev görecek kurumların güçlendirilmesini savunuyoruz

Şu ana kadar savaşın önüne geçmek için devreye girmesi gereken kurumlar iyice etkisizleşmiştir. Soğuk savaş döneminde sıcak çatışmaları engellemek için oluşturulan küresel ve bölgesel diplomasi ve demokrasi kurumları işlevlerini yerine getiremez duruma düşmüştür. Bunlardan biri Avrupa Konseyi diğeri de AGİT’tir. Bizler silahlanma yarışına ve çatışmacı güvenlik politikalarına karşı diplomasi ve demokrasi temelinde işlev görecek kurumların güçlendirilmesini savunuyoruz. Eğer bu kurumlar iyice etkisizleşirse, ortam sadece silah ticareti alanında iş görenlere, pazar arayanlara ve hegemonya kurma çabalarına giren aktörlere kalacaktır. Askeri kurumlar güçlendikçe ve büyüdükçe diplomasi ve demokrasi kurumları daha da zayıflayacaktır. Bunun dünya için, insanlık için, tüm gezegen için ne gibi sonuçlar doğuracağını görmek için basit bir tarih bilgisi yeterlidir. Dünya büyük savaşlardan geçti, büyük küresel savaşlar yanında bölgesel çatışmaların ağır yıkımlarını yaşadı ve bunlar hep silahlanma yarışı ve askeri yayılma anlayışına dayanan politikalardan kaynaklanıyordu. Yeniden bu karanlık dönemlere girmemek için diyoruz ki; silahlanma yarışına, askeri rekabete değil diplomasiye, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve özgürlüğe dayanan kurumları yeniden güçlendirmek ve etkili kılmak gerekiyor. Bu sadece kurumlarla sınırlı bir mesele de değildir elbette. 

Savaş politikalarına karşı en geniş ittifakı oluşturma çabalarımızı ilerletmeliyiz

Dünya çapında güçlü bir demokrasi ve barış hareketine de ihtiyaç vardır. Ne yazık ki bu konuda dünyada karşılaştığımız tablo umut vermiyor ya da umutsuzluk kaynağı olarak karşımızda duruyor. Dünyada da ülkemizde de büyük bir barış hareketinden yoksunuz. Uzun zamandır çağrısını yaptığımız büyük barış hareketinin Türkiye’de hala oluşamamış olması bizlerin, hepimizin ortak hanesine bir kayıp olarak yazılması gereken bir gelişmedir. Ama umutsuzluğa kapılmanın, çalışmaları durdurmanın faydası yoktur. Tam tersine, hepimiz savaş karşıtı politikalara karşı çıkmalı ya da en geniş koalisyonu, ittifakı oluşturma çabalarımızı ilerletmeliyiz. Hedef demokrasiye ve insani temellere dayalı bir istikrar ve güvenlik anlayışını dünyaya da Türkiye’ye de bölgeye de egemen kılmak olmalıdır. Mevcut iktidar bloku Türkiye halklarına pek çok yıkımı yaşatmaktadır, yaşatacak politikaları hızla derinleştirmektedir. Bunlar savaş politikalarıdır, güvenlikçi anlayıştır. Bu anlayışın geldiği yer ekonomide çöküş, halkın büyük çoğunluğunun yoksullaşması, özgürlüklerin askıya alınması, demokratik kurumların tasfiye edilmesidir. Şimdi iktidar bloku, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini bahane ederek bu anlayışı bütün dünyaya yaymaya çalışmaktadır. Pazarlık için öne sürdüğü şartlarda buradaki otoriter ve anti demokratik politikaları başka ülkelere mümkünse dünyaya dayatma anlayışını da görebiliyorsunuz. Dünyayı da Avrupa'yı da Türkiye'ye benzetme politikaları izleniyor. 

NATO pazarlığındaki bütün meseleler Kürt düşmanlığına çıkıyor

Dönüp dolaşıp mesele aynı noktaya geliyor: Kürt sorununda çözümsüzlük. Dikkat edin, NATO’nun genişlemesi konusunda pazarlık yaptığı meselelerin tamamı yine Kürt sorununa çıkıyor. İsveç’e, "bütün demokrasi kanallarınızı askıya alın size karşı veto hakkımızı kullanmayalım" diyorlar. Bazen insanın gerçekten inanası gelmiyor. Örneğin Türkiye vatandaşı olmayan İsveç halkları tarafından seçilmiş bir parlamenterin bile iadesini isteyebiliyorlar. Bunu bir pazarlık şartı olarak masaya sürüyorlar. Dünyayı da kendilerine benzetme çabasının yaratabileceği sonuçları Türkiye halklarının, dünya halklarının görmesi gerekiyor.  

İhtiyacımız olan silahlanma ve askeri güvenlik değil demokratik istikrar ve insani güvenliktir

Askeri rekabet, silahlanma yarışı, otoriter arayışlar; özgürlükleri, demokrasiyi, insanlığı ve gezegeni tehdit eden bir hızlı genişleme dinamiğine sahiptir. Türkiye bu tecrübeyi neredeyse 10 yıldır en ağır biçimiyle yaşamaktadır. Ülkemizin ve yakın bölgemizin ve de dünyanın ortak ve acil ihtiyacı barıştır, demokratik istikrardır, adalettir, özgürlüklerdir, dayanışmadır. Eğer güvenlik söz konusu olacaksa bu insani güvenliktir. HDP bu ülkeye, bu bölgeye bu perspektifi sunmak için mücadele yürütmektedir. Varlık temeli olarak gördüğü bu ilkeleri savunmaktadır, şimdi de bütün dünyaya başta Avrupa olmak üzere aynı bakış açısının en sağlıklı yol olduğunu ilan etmektedir. Diyoruz ki silahlanma yarışı değil askeri güvenlik değil; demokratik istikrar, insani güvenlik, en geniş dayanışma, hukuk ve özgürlük temelinde bir düzen. İhtiyacımız olan budur. 

Gecikecek zamanımız yok, derhal en büyük demokrasi ve barış ittifakını oluşturalım

Savaştan ve krizlerden beslenenler de bilsinler ki, halklar ve dünya kendilerinden çok daha büyüktür. Eğer halklar bir araya gelebilirse bu karanlık gidişi durduracak gücü mutlaka ortaya çıkaracaklardır. HDP olarak hem Türkiye’de hem bölgede hem Avrupa’da hem de dünyada üzerimize düşen rolü oynamaya devam edeceğiz. Zaten HDP’yi sadece ülkemiz için değil, samimiyetle söylüyorum, dünya için özel kılan bu niteliktir. Bu ilkelerde baştan sona tutarlı davranması ve kararlı bir mücadele yürütmesidir. İktidarın bizi hedef almasının temel nedeni de budur. Gerçek alternatifin nerede olduğunu, insanlığın ve gezegenin, halkların ve doğanın çıkarlarının nerede yattığını en açık ve inandırıcı bir biçimde ortaya koyan en güçlü aktörlerin başında gelmektedir HDP. Bu gücünü hem bu ülkede hem Ortadoğu'da hem de dünyada çözüm için kullanacak önemli bir desteğe kavuşmuştur. Şimdi bu desteği büyük bir politik hedefe dönüştürme zamanıdır. Bekleyecek halimiz yok, gecikecek zamanımız yok, derhal en büyük demokrasi ve barış ittifakını hep birlikte oluşturalım. 

Bu iktidar Kürt düşmanlığı yapıyor ama Kürt halkı onurunu koruyacaktır

Biraz önce de söyledim, iktidarın kriz güvenlikçi ve çatışma odaklı politikalarının içerideki yansımaları her gün demokrasi taleplerine yönelik saldırgan tutumlarla net bir biçimde ortaya çıkıyor. Yasak, gözaltı, ceza, demokratik siyaseti baskılama, sığınmacılar üzerinde nefreti canlı tutma politikaları otoriter iktidarın günlük faaliyetleri olarak karşımızda duruyor. Kürtçe tiyatrolar yasaklanıyor, konser Kürtçe şarkı söyleneceği gerekçesiyle iptal ediliyor. En son İstanbul Valiliği, Dersim Dernekleri Federasyonu'nun 32 yıldır yaptığı pikniğe izin vermedi. Yasakçılık batağından beslenen akıl ve izandan, vicdan ve insaftan yoksun bir politik anlayışla karşı karşıyayız. Zamanında sevgili Apê Musa kaldığı öğrenci yurdunda Kürtçe ıslık çaldı diye gözaltına alınmıştı. Sonra hakaretlere maruz kalmış ve günlerce işkence görmüştü. O günkü zihniyet bugün katlanarak devam ediyor. Neredeyse Kürtçe ıslık çalmak bile yasaklanma ve cezalandırma sebebi haline geliyor. Kürt düşmanlığı yapıyor bu iktidar dediğimizde feveran ediyorlar, daha açık ne olabilir? Evet, bu iktidar Kürt düşmanlığı yapıyor ama bu düşmanlığın bundan önceki iktidarları nereye götürdüğünü göremeyecek kadar da akıl tutulması yaşıyorlar. Kürt halkı bütün bu zulüm tarihinde hep dik durmayı, direnmeyi, onurunu ve haklarını savunmayı bilmiştir. Bundan sonra da bu konuda en ufak bir taviz vermeyecektir Tam tersine haklarını, onurunu, kimliğini sonuna kadar savunacak ve bu politikaların hepsini çökertecektir. 

İktidar Ukrayna’da arabulucu, barış güvercini; Ortadoğu ve ülkede savaş şahini!

Bu iktidar bütün bu uygulamaları hayata geçirirken yeniden ve yeniden beka söylemiyle ambalajladığı savaş siyasetine dönmektedir. Bölgesel askeri operasyonların daha da yaygınlaşacağını dün AKP Genel Başkanı duyurdu. Bütün bunların yeniden bir kanlı girdabı bu coğrafyaya ve bu ülkeye taşıyacağını, mevcut kanlı girdabın ve karanlık döngünün derinleşmesine yol açacağını hepimiz görmek zorundayız. Bu iktidarın Ukrayna savaşında arabuluculuk gibi çabalarının da ne kadar ikiyüzlüce olduğunu burada da görüyoruz. Orada arabulucu, barış güvercini; Ortadoğu ve ülkede savaş şahini! Bu politikalar her açıdan bu ülkenin halklarının ve Ortadoğu halklarının birlikte demokratik bir barış kurma çabalarına karşı en büyük tehdittir. Bunu görmek lazım. O nedenle savaş karşıtlığı öyle bir şiar değildir. Barış hedefi öyle kalıplaşmış tekdüze bir söylem olarak algılanmamalıdır. Savaş karşıtlığı ve barış politikası aynı zamanda hayatlarımıza sahip çıkma, hayatlarımız ve geleceğimiz hakkında karar verme hakkının temelini oluşturmaktadır. 

Savaşa karşı barışı savunmak ekmeğimizi ve onurumuzu savunmaktır

Eğer bu konuda kararlı ve tutarlı davranmazsak, hayatlarımız üzerinde tasarruf hakkımız azalacak ve bu iktidarın, onun yandaşlarının, onun politikalarından beslenen bir avuç sermayenin insafına terk edilecektir. Savaşa karşı çıkmak, barışı savunmak aynı zamanda emeğimizi, ekmeğimizi, onurumuzu ve özgürlüğümüzü savunmaktır. Bu konuda gösterilecek her tereddüt bu iktidarın yıkım politikalarını güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Her seferinde bütün kesimlere, en başta siyasi muhalefete, bizim dışımızda kalan muhalefet partilerine söylüyoruz. Ancak üzgünüz ki bu alanda güçlü, sistematik ve tutarlı bir tavır ortaya koyamıyor diğer muhalefet partileri.

Belaları savuşturacak anahtar HDP siyasetidir

Buradaki çekincelerin hiçbir karşılığı yoktur. Halkın esas hedefinin ve isteğinin onuruyla refah içinde, özgürlüğüyle demokrasi içinde yaşamak olduğunu herkesin görmesi gerekiyor. İktidarın yarattığı algıya teslim olmak bu ülkenin geleceğini kirli iktidar oyunlarına terk etmek anlamına gelir. Kimse bu tuzağa düşmemelidir. HDP bu tuzağı bozacaktır. En geniş birlikteliği oluşturacaktır, bütün demokrasi güçlerini bir araya getirecektir. Anahtar parti sözünü boşuna kullanmıyoruz. Ne sayısal gücümüz ne de oy oranımızı kast ediyoruz. Esas olarak siyasetimizi vurguluyoruz. Bu kapıları açıp belaları savuşturacak anahtar HDP siyasetidir. 

Kobanî Kumpas Davasında pişirilen düzen Türkiye’ye giydirilmek istenen demir kafesin provasıdır

Mayıs ayında yaşanan olumsuzluklar arasında 20 Mayıs 2016 tarihli dokunulmazlık kararlarının alınmasını anmadan geçmemek gerekiyor. Çünkü bu düzenin yerleştirilmesinde o tarih dönüm noktalarından biridir. Sonra 4 Kasım 2016 darbesinin ardından dokunulmazlıklar hemen kaldırılmış ve demokratik siyasetin tasfiye yolunda her yöntem devreye sokulmuştur. Gözaltılar, tutulmalar, kumpas davaları gırla almış başını gitmiştir. Bunların sadece HDP’ye yönelik operasyonlar olmadığını, Türkiye’de demokrasiyi, eşit ortak yaşam idealini ve amacını hedef aldığını hep söyledik. Her gün maalesef farklı örneklerle haklı çıktık. Keşke haklı çıkmasaydık biz direnirdik bütün bu baskılara karşı. Arkamızda, yanımızda duran halkın büyük desteğiyle gene bunlarla baş ederdik ama şimdi mesele HDP meselesi değildir derken neyi kast ettiğimizi son örneklerle herkesin daha iyi anlaması gerekiyor. Onun için gözlerimizi yeniden bu kumpas davalarına mesela Kobanî Kumpas Davasına çevirelim. Orada pişirilen düzen Türkiye’ye giydirilmek istenen demir kafesin çok canlı ve çarpıcı bir provasıdır. HDP değildir mesele, bu ülkede faşizmi yerleştirme meselesidir. 

Kimse iktidarın yaydığı korku siyasetine teslim olmamalıdır

Bu ülkede birlikte demokratik bir düzende eşit yurttaşlar olarak yaşama hedefine yönelik bir kumpas söz konudur. Eğer bunu hep birlikte boşa çıkarmazsak sorumluluk maalesef büyük olacak, olumsuzluklar ve sonuçlar da üzgünüz ki hepimizi daha fazla meşgul edecektir. Ama tabloya buradan bakmak karamsarlık yaratabilir. Ama kimse öyle düşünmesin. Bütün bu baskılara ve 6 yıldır yürütülen her türlü operasyona rağmen HDP fikriyatıyla, halkın desteğiyle, mücadele kararlılığıyla ve inancıyla dimdik ayaktadır, büyümektedir, büyüyecektir. Biz kimsenin iktidarın yaydığı korku siyasetine teslim olmamasını gerektiğini tekrar tekrar vurgulayalım, hayır. 

Bu gidişatı engeller, onurlu yaşamı mutlaka kurarız

Korku siyasetine ve korku atmosferine değil sokaklarda, fabrikalarda, tarlalarda halkın içinden yükselen cesaretin sesine çevirelim gözümüzü, verelim kulağımızı. Toplumun her kesiminden itirazlar yükseliyor. Yasak ve engellemelere rağmen her gün sokakta dile getirilen demokratik talepler, demokratik örgütlenmeler en büyük umudumuzdur. Sesler yükseliyor, sesler güçleniyor, büyüyor. Bu ses eşit ve onurlu yaşamın sesidir, bu ses demokratik bir gelecek özlemidir. Bu ses bu ülkede büyük barışı kurma hasretinin sesidir. Bütün bunları birleştirdiğimizde bu girdabı durdururuz, bu gidişatı engelleriz. Bu ülkenin bütün halklarının hak ettiği o onurlu yaşam şeklini mutlaka ama mutlaka kurarız. 

Biz toprak, ağaç, doğa diyoruz; iktidar beton ve rant diyor

İktidarın politikalarının her alanda yıkım yarattığını söylüyoruz. Gıda krizi kapımızda, bütün dünyada konuşulan bir mesele Türkiye’de somut olarak yaşanan bir gerçeklik. Bizler toprak ağaç ve doğa diyoruz; iktidar beton ve rant diyor. Bu anlayış Türkiye’yi gıda krizinin tam merkezine yerleştirmektedir. Betona aşık bir iktidar, ekilebilir arazilerin büyük bir kısmını imara açtı ve betona boğdu. Son 10 yılda çiftçilerin ekim yapmaktan vazgeçtiği alan 4.2 milyon hektara ulaştı. Bu iktidar halkı borçlandırarak yönetmek istiyor, bu onların politikası. En çok çiftçiler borç cehenneminde yaşıyor. Çiftçilerin bankalara, tarım kredi kooperatiflerine ve özel sektöre toplam borcu 255 milyar TL tutarındadır. Türkiye’de her yıl çiftçiler tarımsal üretimden çekiliyor. 2008 yılında çiftçilik yapan her iki kişiden biri bugün artık üretimde yoktur. Çünkü maliyetler artıyor, hem de öyle bir artıyor ki çiftçilik yapmak kendini sefalete ve açlığa mahkum etmekle eş anlama geliyor. TÜİK bile çiftçinin maliyet artışını saklayamıyor. TÜİK’in verilerine göre tarımsal üretimde enflasyon yüzde 80. Şimdi geriye ne kalıyor? Ekilemeyen tarım alanları, üretemeyen çiftçi ve merkezine doğru sürüklendiğimiz gıda krizi... 

HDP’nin çiftçiler için acil önlem paketi

Bizim acil olarak alınması gereken önlemlerden oluşan bir paketimiz var. Sadece 3 tanesini kamuoyuyla paylaşacağım. Derhal yapılması gerekenler: 

-Çiftçinin üretim maliyetlerini düşürmek için mazot ve gübre başta olmak üzere her türlü üretim girdisindeki vergi yükü derhal kaldırılmalıdır.

-Çiftçilerin bankalara olan borçları derhal sıfırlanmalıdır. 

-Tarım alanlarında yapılaşmaya son verecek yasal ve gerekirse anayasal düzenlemeler hemen gündeme alınmalıdır. 

Değiştirecek gücümüz var, yeter ki bir araya gelmeyi başaralım

İktidar soracak kaynak nerede diye, basit bir örnekle anlatabilir. Çiftçilerin toplam 255 milyar lira banka borçlarını silmek için yapılması gereken çok basit bir iş var. 2022 yılı bütçesinden sermaye ayrılan vergi affı ve istisnalarını kaldırın. Sermayeye getirilen vergi affı ve istisnaları kaldırdığınızda derhal 255 milyar TL çiftçi borcunu karşılarsınız. Ama biz biliyoruz ki bu iktidar esas olarak sermayeyi kollama ve pekiştirme, semirtme politikalarını uygulamaktadır. Bankalar kar üstüne kar ediyor, büyük şirketler cirolarını ikiye katlıyor ama emekçiler açlık sınırının altında yaşamaya ve şantiyelerde ölüme sevk edilmeye devam ediyor. Bu böyle gitmez! Bu ülkeyi ölüme, açlığa, sefalete, bu ülkenin halklarını böyle bir yaşama mahkum eden anlayışı mutlaka değiştirmek zorundayız. Değiştirecek gücümüz var. Tekrar söylüyorum; değiştirecek gücümüz var yeter ki bir araya gelmeyi başarabilelim. O büyük emek, demokrasi, barış ittifakını inşa edelim. Bugüne kadar aldığımız yol da umut veriyor. Bu yolda şaşmadan ilerlemeye devam edelim. 

Enflasyon fırladıkça ve kurlar yükseldikçe iktidar savaş söylemine sarılıyor

Enflasyon fırlıyor, kurlar yükseliyor ve enflasyon fırladıkça, kurlar yükseldikçe iktidar savaş söylemine sarılıyor. Enflasyonun ve kurların tırmanmasıyla savaş politikaları arasında doğru orantı var. Enflasyon konuşulmasın, yoksullaşma ve açlık tartışılmasın diye şimdi yeniden Kuzey ve Doğu Suriye'ye operasyon hazırlıkları ilan ediliyorlar. Herkes yeniden savaşı konuşsun istiyorlar ama inanıyorum ki Türkiye halklarının büyük bir çoğunluğu bu manevraları, bu ucuz oyunları açıkça görmektedir. Kimsenin bu oyunlara prim vermemesi gerekiyor. Halkların bu konuda yeterince duyarlı olduklarına inanıyoruz. Bizim dışımızdaki muhalefet partilerinin de iktidarın bu oyunlarına değil halkların gerçek sesine, toplumun vicdanındaki duygulara kulak vermesi gerekiyor. Böyle olursa yeniden devreye sokmak istedikleri bu oyunu kolayca bozabiliriz. 

Uzaya bir Türk göndereceklermiş, bu ağır sorunlar karşısında bu laubaliliktir

Bu kadar olumsuzluk varken espri kaba kaçabilir farkındayım ama hani öyle şeyler yapıyorlar ki bunları fıkra olarak anlatmadan başka türlü anlatmak da o kadar zor. Dün açıklanan müjdeden bahsediyorum. Uzaya bir Türk vatandaşı görmeye çalışıyorlar. Ne diyelim büyük müjde, tabii Türkiye halkları acayip heyecanlandılar değil mi? 85 milyonun sabırsızlıkla beklediği müjdeyi açıkladılar. Memleketin sorunlarına buldukları çözüm, halkı kandırabileceklerine inandıkları yöntem bu. Bu kadar çaresiz, aciz ve zavallı durumdalar. Biz diyoruz ki aslında bu uzay programı fena bir program değil bunu değerlendirebiliriz. Mesela o şartlara uyan vatandaşı bulmasınlar, biz aracı olalım, gücümüzü kullanalım, lobi yapalım bu iktidarı toptan bir araca bindirelim tek yön bilet alalım gitsinler. Ama orada da uzaylıların suçu ne diye sorasım geliyor. Yani uzayda yaşayanların suçu ne? Es kaza uzayda Kürtler varsa durum ne olacak? Bu ağır sorunlar karşısında bu laubaliliktir. Bu Türkiye halklarının aklıyla ve vicdanıyla alay etmektir. 

Gençler, yılmayın ve bu ülkeden gitmenin yollarını aramayın: Biz gençlerle değiştireceğiz

Türkiye’nin umudunu ve geleceğini çalan ve utanmadan kılıfına uydurmaya çalışan bu iktidara karşı gençlere sözümüz var, bu topraklar sizindir. Bu topraklar her şeyi ile sizindir, bu ülkenin geleceği sizin ellerinizdedir. Değişim fikrinize, yenilik anlayışınıza; biat etmeyen, itiraz eden, tartışan, sorgulayan duruşunuza hepimizin çok ihtiyacı var. Mücadele ve cesarette öncülük etmenize ihtiyacımız var. Bugün şartlar ağır olabilir ama yılmayın ve bu ülkeden gitmenin yollarını aramayın. İstatistikler vahim. Gençlerin %73’ü imkanı olsa başka bir ülkede yaşamak istediğini söylüyor. 12 milyon bu toprakları istemediğini beyan ediyor. Gençlerin %63’ü Türkiye’nin geleceğini iyi görmediklerini söylüyorlar. Bunların %35’i tamamen umutsuz olduklarını belirtiyorlar. Gençleri bu duygu dünyasına hapsetmeye çalışan iktidara karşı ülkeyi terk etme fikri çıkar yol değil. Herkesin kendi yaşamını kurma hakkı ve şekli konusunda karar verme hakkı var ve saygımız da var ama bu iktidar kalıcı değil. Bütün toplum kesimleriyle birlikte aydınlık bir gelecek yürütmek için durmadan mücadele eden milyonlar var. Bu milyonların en çok ihtiyaç duyduğu toplum kesimi gençlerdir. Biz gençlerle değiştireceğiz. Gençlerle biz değişeceğiz ve bu ülkeye mutlaka aydınlık günleri getireceğiz. Genç değişim sizlerin elindedir, sizler olmadan bu değişim zordur. O nedenle sözün de kararın da sahibi sizler olacağı, bu topraklarda onurlu yaşamak konusunda karar vereceği günler yakındır. Bu sizlere sözümüz olsun birbirimize karşı bağlılığımızın temeli olsun. 

3 Temmuz'da yapacağımız büyük kongremizde iradenin, kararlılığın, inancın en görkemlisini yaşatacağız

6-7 Haziran tarihinde yapacağımız büyük konferans öncesi bölge konferanslarımızı tamamladık. Kadın konferansımız gerçekleşti. Büyük coşku ve heyecanla konferans gerçekleştiren kadın yoldaşlarımızın hepsine buradan selamlarımızı iletiyoruz. Değerli kadın yoldaşlarımız, gençlerin iradesi gibi sizler sadece HDP’nin değil Türkiye'nin de önünü açıyorsunuz. Son konferans bunun örneğiydi. Şimdi aynı coşkuyla büyük kongremize hazırlanıyoruz ve 3 Temmuz’da da 5. Olağan Kongremizi gerçekleştiriyoruz. Herkese, iktidara ve bütün dünyaya iradenin, kararlılığın, inancın en görkemlisini göstereceğiz. Demokrasiye, özgürlüğe ve barışa giden yolda baskıların, engellemelerin, kumpasların, yıldırmaların hiçbir işe yaramadığını bir kez daha ortaya koyacağız. En coşkulu halimizle 3 Temmuz’da olağan kongremizde buluşacağız. Yolumuz açık olsun. Serkeftin!

24 Mayıs 2022