Sancar: İmralıda Öcalan ile görüşmek için Adalet Bakanlığından cevap bekliyoruz

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar'ın Gazete Karınca'ya verdiği röportaj:

Gazete Karınca’nın Türkiye gündeminde bu hafta HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar var. Prof. Dr. Sancar’la, Kürt seçmenin değişen tercihlerinden 6’lı masanın Kürtlere mesafesine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuk dışına çıkış ihtimalinden İmralı için görüşme başvurusuna kadar pek çok konuda Türkiye’nin gündemini konuştuk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürtleri dilinden düşürmediği bu son dönemde, anketlerin ana konusu Kürt seçmenler. Daha doğrusu muhafazakar Kürt seçmenlere odaklanan araştırmalar gündemde. Kürt seçmenin en çok tercih ettiği partinin eş genel başkanı olarak, bu araştırmalarda görünen AKP’nin kararsızlaşan Kürt seçmeni konusunda siz ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle şunu hatırlatalım. AKP’nin Kürt oylarında 2015’ten beri bir gerileme olduğu gözleniyor. Bunun temel nedenini, MHP ile kurduğu ortaklık ile yeniden güvenlikçi yaklaşıma ve savaş politikalarına dönmesi oluşturuyor. AKP, milliyetçiliği, güvenlikçi politikaları ve militarizmi esas alan devlet koalisyonunun merkezine yerleşti. Bunun AKP’ye oy veren Kürt seçmenlerde bir rahatsızlık yarattığını tahmin etmek zor değil. Savaş politikaları ve ayrımcılık derinleştikçe daha önce AKP’ye oy vermiş Kürt seçmenin huzursuzluğu da büyüdü. Yapılan araştırmalarda AKP’nin en fazla oy kaybettiği kesimin Kürtler olduğu ortaya çıkıyor. Bu durum Kürt halkının tarihsel hafızasının ve politik bilincinin güçlü olmasıyla da açıklanabilir.

AKP’nin böylesi bir dönemde, kendisinden kopmakta olan Kürt seçmeni geri kazanmak için bir yol arayışında olduğunu söylememizi gerektirecek bir veri de yok. Aksine, Kürt karşıtlığı üzerine kurulu politikalarda ısrar sürerken muhafazakar Kürtleri de öfkelendirecek açıklamalar arka arkaya geliyor. Erdoğan’ın çocuk sayısıyla ilgili sözleri de bu silsilenin son örneği.

Bizim HDP olarak Kürt seçmenden aldığımız oy oranı, son araştırmalarda giderek yükseliyor. Kürt seçmenin yüzde 50’sinden fazlası partimize oy veriyor. Bu oy oranının daha da artması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. HDP’nin alacağı oyun bu seçimlerde çok belirleyici olacağı açık. Araştırmalarımızda, AKP’den kopan ya da kopma eğiliminde olan Kürtlerin oyunun bir kısmının HDP’ye yöneldiği de ortaya çıkıyor.

Muhalefetin 6’lı masa bölümünde de Kürt seçmen pek hesaba katılmıyor gibi. Muhalefetin Kürtlere yönelik bir politikası var mı sizce?

Bizim dışımızdaki muhalefet partilerinin sistemli ve içerikli bir Kürt politikasına sahip olduklarını söylemek mümkün değil. Evet, bazı partiler Kürt sorununu açıkça telaffuz ediyor, slogan niteliği taşıyabilecek klişe açıklamalar da yapıyor, ama sorunun hangi yöntemle ve içerikte çözüleceğine dair bir program ortaya koyulmuyor.

CHP’nin belli kalıplar dışında Kürt meselesiyle ilgili somut herhangi bir çözüm önerisi sunduğunu görmüyoruz. İyi Parti’nin tutumunu ayrıca değerlendirmeye bile gerek olmadığını düşünüyorum. Geleneksel devlet zihniyetinden ayrıldığına dair herhangi bir işaret dahi yok ortada. Bu durumda, Kürt seçmenin bizim dışımızdaki muhalefet partilerine yönelmesi için ikna edici bir sebep bulmak zor.

Tam da seçime giderken, dijital medyayı susturmayı hedefleyen bir sansür yasası hazırlandı, görüşüldü ve Meclis’ten geçti, yasalaştı. Sansür yasasına muhalefetin yeterince tepki gösterdiğini düşünüyor musunuz?

Bu yasanın amacı, seçimlere giderken toplumu sindirmek, muhalefeti susturmaktır. İktidarın hedefi, dikensiz gül bahçesi yaratmaktır. Aslında zayıflayan ve desteği azalan iktidarların baskı mekanizmalarını daha fazla devreye soktuklarını tarihten biliyoruz. Güç kaybeden iktidarlar, desteği eridikçe, bunu durdurmak için yasaklara ve baskılara daha fazla başvuruyorlar.

İktidar seçimleri kazanmak için her yolu denemeye hazır; bunu her fırsatta ifade ediyoruz. Devletin sağladığı tüm imkanları kullanacakları da aşikâr. Toplumsal ve siyasal muhalefetin, buna karşı güçlü bir ortak iradeyle etkili bir tavır ortaya koyması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak, muhalefet partilerinin sansür yasasıyla mücadelede yetersiz kaldıkları eleştirisinin de biraz haksızlık olduğu kanaatindeyim. Çünkü yasa hazırlanırken ve ardından yasa maddeleri görüşülürken muhalefet partilerinin yoğun itirazlarda bulunduğunu, ciddi eleştiriler yönelttiğini söylemeliyim.

Öte yandan biz bundan 1.5 yıl önce 4 muhalefet partisini başkanlar düzeyinde ziyaret ederek, kendilerine bir ortak çalışma programı sunduk. Bu ziyaret, bir ittifak teklifi değildi. 6’lı masa ile bir ittifak politikamızın olmadığını halihazırda açıklamıştık. Bu ziyaretler esnasında sunduğumuz önerilerden biri, seçim güvenliğine ilişkin ortak çalışma gerçekleştirilmesi, diğeri, seçimlere giderken muhalefetin faaliyetlerini ve seçim çalışmalarını kısıtlayacak, engelleyecek girişimlere karşı ortak tavır alınmasıydı. Bu programı CHP’ye, Gelecek Partisi’ne, Deva Partisi’ne ve Saadet Partisi’ne sunduk ama olumlu bir karşılık alamadık.

Hepsinden olumsuz yanıt mı geldi?

Hayır, CHP buna prensipte olumlu yaklaştığını belirtti. Fakat sonrasında herhangi bir ortak çalışma girişiminde bulunmadı. Gelişmelerse önerimizin haklılığını ortaya koydu. Bütün toplumsal ve siyasal muhalefet ile demokratik toplum güçlerine aynı çağrıyı yineliyoruz. İktidar her türlü baskı, sindirme, yasak yöntemlerini yoğun bir şekilde kullanacaktır. Buna karşı en etkili yol ortak iradedir, birlikte mücadeledir.

Doçentlik tezini ‘Hukuk Devleti’ üzerine vermiş bir hukukçu olarak, geçmiş örneklerden de hareketle özellikle seçim sürecinde AKP ve Erdoğan’ın hukuk dışına taşma ihtimalini sormak istiyorum, bu konuda sizin öngörünüz nedir?

Ben 2016 sonrasında yeni bir rejimin inşa edilme sürecinin hızlandığını ilk belirtenlerden biriyim ve bunu çeşitli akademik çalışmalarla da ifade etmiştim. Sözünü ettiğim yeni rejimin inşası sona ermiş değil, sürüyor.

Bugün hukuk dışına çıkmanın ötesinde, hukukun hiç işlemediği alanlar yaratılarak ikili bir devlet yapısı oluşturuluyor. Bir yanda kanunlar ve bu kanunlara uyulduğu izlenimi veren alanlar; diğer yanda kanunların askıya alındığı hukuk dışı alanlar var. Hukukun en önemli meşruiyet araçlarından biri olması, onun otoriterliği veya faşizmi yerleştirme çabalarına dayanak olarak kullanılmasını da beraberinde getirebiliyor. Dolayısıyla hem hukuk-içi hem hukuk-dışı alanlar bu tür rejimleri inşa etme ve yerleştirme süreçlerinin temel unsurları olarak işlev görüyor. Türkiye örneğinde olduğu gibi, yargı da demokratik siyasetin tasfiye edilmesi amacıyla etkili bir şeklide kullanılıyor. İktidar bir yandan hukukun tamamen askıya alındığı alanlar yaratırken, diğer yandan yasakçı ve baskıcı kanunlar çıkarıyor ve yargıyı da kullanarak rejimin otoriter ve faşizan karakterini pekiştirmeye çalışıyor. Buna karşı mücadelede en etkili yol ise en geniş kesimlerin katıldığı bir birlikteliği sağlamayabilmekten geçiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimi kaybederse ne yapar sizce? 

Seçimlere giderken sonuçları etkilemek için her türlü manipülasyon yöntemi üzerine çalıştıklarını, hazırlıklarının bir plan doğrultusunda olduğunu öngörmemiz gerekiyor. İktidarın, 2015’ten bugüne  dek her seçim ya da referandum oylamalarında sonuçları kendi lehine değiştirmek için çok sayıda manipülasyona başvurduğuna şahit olduk. Mühürsüz oylar meselesi, bunun en çok tartışılan kısmıydı. Bunun dışında da başka yollar denediklerini biliyoruz.

Fakat “seçim sonuçlarını tanımamak”, o denli kolay bir iş değil. İktidarın bu yönde bir algı ve duygu oluşturmak için çalışmalar yürüttüğünü, umutsuzluk yaratarak muhalif seçmeni ve iktidardan rahatsız olan toplum kesimlerini sandıktan kaçırma gibi bir psikolojik harp yöntemi kullandığını söyleyebilirim.

Buradaki asıl soru, muhalefet ve demokrasi güçlerinin ne yapacağıdır. Türkiye halklarının kendi iradesine sahip çıkacak kararlılığı göstereceğine dair inancımız güçlüdür.

Geçtiğimiz günlerde Yeşil Sol Parti’nin kongresi sırasında, kapatılması halinde HDP’nin seçimlere bu partiyle katılacağı iddiası gündeme geldi. Böyle bir ihtimal var mı? HDP’nin bu konudaki stratejisini  anlatabilir misiniz?

Evrensel hukuk ilkeleri ve kuralları uyarınca böyle bir davanın açılması dahi mümkün değildir. Sadece iç hukuk kuralları dikkate alınsa ve mahkeme üyeleri vicdanlarıyla hareket etse bile kapatma kararının çıkmaması gerekir.  Ancak iktidarın yargı üzerindeki kontrolünün ve uygulayabileceği baskı yöntemlerinin de farkındayız. Bu nedenle kapatma ihtimalini dikkate alarak çeşitli senaryolara göre planlarımızı yaptık. Tek seçenekli bir hazırlık içerisinde değiliz. Siyasal desteği artan bir partiyiz, toplumsal etkisi büyüyen bir kitleyi temsil ediyoruz. Bu nedenle sözünü ettiğim gücü, Türkiye tarihinin en kritik seçimlerine, en etkili şekilde yansıtacak yolları bulma sorumluluğu altındayız. Bu sorumluluğun gereklerini yerine getirerek hazırlıklarımızı tamamladık; farklı ihtimallere göre seçenekler oluşturduk. Her türlü gelişmeye ve ihtimale hazırız. Değişim, demokrasi, barış ve özgürlük isteyen kitlelerin ve bunu HDP’den bekleyen halklarımızın içi rahat olsun. Bu mesajı sizin aracılığınızla vermek istiyorum.

Şayet HDP kapatılmaz ve seçimlere katılırsa aday gösterme konusunda bir çalışma var mı? Geçtiğimiz günlerde HDP adayı olarak Rıza Türmen adı dile getirildi, bu da bir ihtimal mi?

Bilindiği üzere seçimler iki boyut taşıyor. Milletvekili seçimleri ile cumhurbaşkanı seçimi iki farklı dinamik arz ediyor. Biz de bu farklılıkları dikkate alarak bir strateji oluşturduk. Milletvekili seçimine kendi ittifaklarımızla gireceğimizi çok önceden ilan ettik. Böylece spekülasyonların önünü de kesmiş olduk.  Milletvekili seçimleri için Türkiye’de dönüşümün ağırlık merkezi olacak bir güç yaratmayı hedefliyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde bizim dışımızdaki muhalefet partileriyle açık müzakere ve diyalog yöntemi çerçevesinde ortak aday fikrine açık olduğumuzu dile getiriyoruz. Eğer ortak aday konusunda önerdiğimiz yöntemler karşılık bulmazsa çeşitli seçenekler üzerine çok önceden çalışmaya başladık. Kendi adayımızla seçimlere katılma, bu seçeneklerin en önemlisidir.

Fakat  Cumhurbaşkanlığı seçiminde esas mesele, isimleri tartışmak olmamalıdır. Odaklanılması gereken husus, ilkeler ve geçiş sürecinin niteliğidir. Yani yeni dönemi hangi ilkeler üzerine inşa edeceğimiz, geçiş dönemini nasıl yapılandıracağımız soruları, her şeyin üstündedir. Bu konuda bir uzlaşmaya varılırsa, “ortak adayın ismi” sorunu daha kolay çözülür.

Elbette biz de kendi adayımızı çıkarmaya yönelik hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Biz bugüne kadar bütün önemli konuları tabanımızla istişare ederek tartışmaya açtık. Sonra da bu tartışmaları kurullarımıza taşıyarak karara bağladık.

Artık bir ittifakımız var, bu ittifakın genişlemesi en öncelikli hedeflerimizden biridir. Dolayısıyla aday meselesini tabanımız ve ittifakımızla danışma ve tartışma  mekanizmaları içerisinden süzerek sonuca bağlayacağız. Yani şimdiden bir tercih belirtmek, parti işleyişimize ve partinin özgün kimliğine uygun düşmüyor. Eş genel başkanların bile parti içi mekanizmaları işletmeden herhangi bir isim üzerinde değerlendirmede bulunması söz konusu olamaz; parti hukukumuz bunu gerektiriyor.

Bir kaç gündür Erdoğan’ın beş on çocuk cümlesi ve o cümleyle dile gelen nefret ve düşmanlık konuşuluyor. Erdoğan bu sözleri için bir açıklama yaptı ve o açıklamadaki üç çocuk konusunun öyle saklı gizli bir yanı olmadığını, üç çocuğu hep söylediğini söyledi. Ama asıl önemli olan “5-10 çocuk” cümlesine yanıt vermedi. Siz Erdoğan’ın yanıtını yeterli buluyor musunuz?

Son açıklamasında, “5, 10, 15 çocuk” sözlerinin tevil etmeye çalıştı, ama bir izah getiremediği gibi, ikna edici de olamadı. Çünkü bu sözler, bir dil sürçmesi ya da anlık bir ifade olarak değerlendirilemez.  Böyle düşünmek tarih ve siyaset cahilliği olur.  “Nüfus mühendisliği” bu devletin en önemli politik araçlarından biri olagelmiştir ve çok çeşitli dönemlerde çok farklı şekillerde hayata geçirilmiştir.  Asimilasyon,  inkâr ve imha politikaları bu mühendislik programının kimi zaman parçası kimi zaman aşamalarıdır.

Erdoğan’ın şu an içinde bulunduğu devlet koalisyonunun, Kürt politikasında geçmiş bütün zihniyetleri daha da ileri seviyeye götürecek bir yapı olduğunu bilmek lazım. Dolayısıyla bu sözlerin doğrudan Kürtleri hedef aldığını görmek gerekir. Bu rejimin temel politikasının Kürt karşıtlığı, hatta Kürt düşmanlığı olduğu ortadadır ve bu zihniyet; farklı alanlarda, farklı yöntemlerle sistematik olarak uygulamaya geçiriliyor.

Erdoğan’ın bu cümleleri tartışılırken, kimyasal silah kullanıldığı iddiaları gündeme girdi.  Uzman görüşünü açıkladığı için Adli Tıp profesörü ve Tabipler Odası Başkanı Şebnem Korur Fincancı önce linç girişimine hedef oldu ardından soruşturma açıldı. Bu sizce neyin işareti?

Öncelikle iktidarın Kürt politikasında herhangi bir yumuşamaya gideceğine dair hiçbir işaret yok. Aksine Erdoğan’ın ve iktidarın, Kürt sorununda güvenlikçi yaklaşım ve askeri yöntemlerle devam edeceği daha güçlü bir vurguyla dile getiriliyor.  Sadece Kürtler değil, Türkiye’nin bütün halkları, Kürt sorununu çözümsüz bırakan güvenlikçi yaklaşım ve savaş politikalarının faturasını ağır bir şekilde ödüyor.

Savaş politikalarında ısrar, toplumsal yaraları derinleştiriyor. Savaş politikaları daha fazla çürüme, daha fazla sömürü, daha fazla acı ve yara anlamına gelir. Özelikle Kürtlerde, bu acıların ve yaraların çok boyutlu olduğunu görüyoruz. Ayrıca Kürt politikasındaki bu yaklaşımın yarattığı çeteleşme ve suç döngüsü, geçmiş yıllardan bugüne çok çeşitli örneklerle ortaya konmuştur.

Şimdi kimyasal silah veya kimyasal nitelikli araç/malzeme kullanıldığına dair iddialar ilk defa ortaya atılmıyor. Operasyonlarda bunların kullanıldığına ilişkin geçmiş dönemlerde de çeşitli iddialar var. Bugün bazı görüntüler ve bulgular da mevcut. Yapılması gereken, bu kadar önemli bir iddianın ciddiyetle araştırılması ve soruşturulmasıdır.

Biz HDP olarak ilk günden yaptığımız açıklamada konunun bütün boyutlarıyla ciddi bir şekilde araştırılması gerektiğini belirttik. Hem Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne hem Türkiye hükümetine hem de uluslararası kuruluşlara çağrı yaptık. Bu iddiaları yüzeysel açıklamalarla veya tehditlerle geçiştirmek, meselenin kapanacağı, tartışmaların biteceği anlamına gelmez. Burada çözüm bellidir: Savaş politikalarına son vermek, demokratik çözümü ve barışı inşa etmek. Savaş bir kara deliktir ve bu kara delik, son derece yıkıcı sonuçlar yaratır. Dolayısıyla biz ısrarla savaş politikalarının bitmesi gerektiğini, Kürt sorununa demokratik çözümün müzakere, diyalog ve siyaset zemininde bulunmasının hayati önem taşıdığını vurguluyoruz, vurgulamaya devam edeceğiz.

HDP heyeti olarak Abdullah Öcalan’la görüşme için Adalet Bakanlığı’na yaptığınız başvuruya bir yanıt geldi mi? Bu görüşmede hedefiniz ve beklentileriniz neler?

Bizim İmralı’da Abdullah Öcalan’la eş başkanlar düzeyinde görüşme talebinde bulunmamız bir süredir kurullarımızda değerlendirdiğimiz bir konuydu. Buna göre hazırlıklar da yapıyorduk.

Burada amacımızı üç başlık altında özetleyebilirim:

1. Temel hedeflerimizden biri olan Kürt sorununda demokratik çözümün ve barışın, siyasal mekanizmaları işleterek müzakere ve diyalogla sağlanmasında Abdullah Öcalan’ın önemli bir rol oynayacağını düşünüyoruz. Geçmişteki tecrübeler de bunu gösteriyor.

2. İktidarın kimi dönemlerde İmralı üzerinden çeşitli manipülasyonlara başvurduğu, çeşitli manevralar yaptığı ve  bunların çok çeşitli çevrelerde spekülasyon döngüsüne neden olduğu ortadadır. Biz bütün bunların önüne geçecek en doğru yöntemin Abdullah Öcalan’la açık görüşme olduğunu hep söyledik, hala da söylüyoruz. Hatta hatırlanacağı üzere daha önce bu manipülasyon ve spekülasyon döngüsüne karşı diğer muhalefet partilerine de bir çağrıda bulunmuştum. ‘Madem iktidar İmralı’da görüşmeler yaptığını belli ediyor, muhalefet partileri de heyetler oluşturarak görüşme talebinde bulunmalıdırlar. Bu makul bir yol olur’ demiştim. Biz bu çağrıları yaparken aynı zamanda kendi çalışmalarımızı da yürütüyorduk. Açık ve şeffaf bir politika yürüterek başvuruda bulunduğumuzun altını çizmek isterim.

3. İmralı’da uygulanan tecrit, başlı başına bir hukuksuzluktur. Uluslararası uzman kuruluşlar, hak inisiyatifleri ve hukuk kurumları bunu dile getirerek raporlarına yansıtıyorlar. Uygulanan mutlak tecrit, evrensel hukuk ilkelerine de uluslararası hukuka da iç hukuka da aykırıdır. Başvurumuzu bu duruma da dikkat çekmek için de gerçekleştirdik.

Adalet Bakanlığı’ndan cevap bekliyoruz.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı? 

Türkiye’nin geleceğini demokrasi, barış, emek ve özgürlük üzerine kuracak gücümüz, irademiz var, buna büyük bir inanç eklemek gerekiyor. Hep birlikte buna inanalım. Başaracağımızdan kuşku duymayalım.

23 Ekim 2022