Sancar: Kürt karşıtı politika işlemez

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar'ın Yeni Yaşam'a verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile tecridi, yaklaşan seçimleri ve tutumlarının ne olacağını konuştuk: İktidarın Kürt sorununa dair politikalarının bir stratejik, bir de konjonktürel-pratik boyutu var. Stratejik boyutu, Kürt halkını bastırmak, Kürt siyasetini tasfiye etmek. Konjonktürel boyutu savaş politikaları ile iç siyaseti ve seçim sürecini dizayn etmek.

AKP-MHP iktidarı içerde ve dışarıda Kürtlere karşı statükocu, baskıcı, sindirme ve zülüm temelli, tecrit ve savaş politikalarıyla beraber, siyasal stratejisini çözümsüzlük üzerinden sürdürüyor.

Seçimler yaklaşırken iktidarın muhalefeti de yedeklemek için Kürtleri düşmanlaştırma stratejisi kesintisiz sürüyor. Hukuk, caniler, çocuk istismarcıları için işletilmezken, siyaset yapanlara, halkın iradesi ve demokratik yollarla seçilenlere karşı uygulanıyor. Geçtiğimiz dönemde Kürt illerinde belediye başkanları gözaltına alınıp tutuklanır ve yerlerine kayyum atanırken güçlü bir ortaklaşmanın olmaması “bugün bize, yarın size” sözünün gerçekliğini ortaya çıkarıyor. Bu gerçeklik İBB Belediye Başkanı’na verilen hapis cezası ve olası siyaset yasağıyla da somutlaşıyor. 6’lı masanın özellikle HDP’yi dışarıda bırakarak sürdürdüğü politikasızlığın bu süreçlere etkisi de açıkça görülüyor. Öte yanda iktidar, demokrasi, özgürlükler, eşitlik ve hak temelli bir siyaset yürüten HDP’yi kriminalize etme stratejisini sürdürürken, HDP’nin alternatif “3. Yol” olarak siyasetteki etkisi net olarak kendini gösteriyor. Buna karşı, demokrasi, barış, özgürlükten yana olanların nasıl ortaklaşacağı; Emek ve Özgürlük İttifakı’nın nasıl bir siyaset izleyeceği de önem kazanıyor.

AKP-MHP iktidarı, savaşsız ve çatışmasız barış sürecinin başlatılmasındaki etkisi büyük olan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecridi derinleştirirken; devletin tüm araçlarını kullanarak ve akıl oyunlarıyla, toplum üzerinde, şiddet, savaş, korku ve kaosla beslenen ideolojik hegemonyasını hâkim kılmaya çalışıyor.
Rejimin giderek otoriterleştiğini, iktidarın İmralı üzerinden manipülasyon ve spekülasyon yaratmaya çalıştığını belirten HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile tecridi, yeni rejim inşasını ve yaklaşan seçimleri konuştuk.

Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza ve olası siyasi yasak, kamuoyunun kayyum atamalarına ses çıkarmamasının sonucu olarak yorumlandı. Siz ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle bu kararın, hukuki değil siyasi olduğunu bir kez daha belirtelim. Yargı erki, bu iktidar tarafından uzun süredir toplumsal dizayn ve siyasal tasfiye aracı olarak kullanılıyor. Bundan en çok payını alan da partimiz ve Kürtlerdir. Bize yönelik kayyım uygulamaları, tasfiye operasyonları, kumpas davaları başladığında bütün Türkiye kamuoyuna çağrılar yaptık. Bu politikaların sadece HDP’yle sınırlı kalacağını düşünmenin büyük bir yanılgı olduğunu vurguladık. 2016 yılında belediyelerimize ilk kayyım atandığında, bunun bir pilot uygulama olduğunu ve yeni bir rejim inşasının önemli bir adımı olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledik. 2017 anayasa değişikliğiyle sistemin, kayyım zihniyetine uyarlanmaya çalışıldığını gördük. Kayyım uygulamaları, giderek çeşitli alanlara yayıldı. Böylece bu zihniyete dayalı yeni bir vesayet rejimi adım adım inşa edildi.

O süreç, CHP’nin önünü açtığı “dokunulmazlıkların kaldırılması”yla başlamış olmadı mı? Sonuçta bugün de İBB Başkanı’na siyasi yasak getirmeye kadar gelindi. Kürtleri dışarıda bırakan bir siyaset biçimini belirleme açısından CHP’nin durduğu yeri nasıl görüyorsunuz?

Dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde CHP’nin tavrı, ciddi bir sorundu. Yeni rejimin inşasına karşı en etkili duruşun ortak demokratik tutumdan geçtiğini belirttik; ama bu uyarılarımız dikkate alınmadı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliği yeni rejimin inşası sürecinde şüphesiz önemli bir virajdı. Sonrasında eş genel başkanlarımızın, milletvekillerimizin ve çalışanlarımızın gözaltına alınması ve tutuklanması, siyasi tasfiye amacıyla yapılmış operasyonlardı.
Bu süreç kronolojik olarak kabaca şöyle özetlenebilir: İlk olarak dokunulmazlıkların kaldırılması ve ardından gelen siyasi tasfiye operasyonları, sonra kayyım darbesi, ardından şimdiki sistemi yerleştiren anayasa değişikliği ve son olarak Kobani kumpas davası ile kapatma davası. Bütün bunlar Türkiye’de otoriter rejimi kalıcı hale getirmeye yönelik çok hayatî hamlelerdi. Bizim ve ittifak halinde olduğumuz çevreler dışındaki muhalefet, en hafif tabirle bu gidişatı gereğince kavrayamadı.

Bugün Millet İttifakı anayasa değişikliği teklifiyle sıkışmış gibi görünmüyor mu? Bu sıkışıklıkta alternatif olmaya çalıştığı yere benzemeye mi başladı?

Cumhur İttifakı mevcut rejimi, Millet İttifakı ise restorasyoncu bir yaklaşımı temsil ediyor. Bizler ise 3. Yol’un temsilcisi olarak yerel demokrasiye dayalı, Kürt sorununun demokratik zeminde çözülmesini savunan, eşitlik ve özgürlük siyaseti yürüten bir çizgiye sahibiz. HDP’nin stratejik hedeflerinin başında bu rejim inşasını durdurmak var. Elbette bunun önemli bir parçası da seçimlerde AKP-MHP iktidarına kaybettirmektir. Her alanda talan, soygun, sömürü, şiddet ve savaş politikaları üzerine inşa edilen bir rejime karşı en etkili mücadele, en geniş demokrasi ittifakını kurmaktır. İktidar bloğunun yerleştirmeye çalıştığı rejimin bu noktaya kadar gelmiş olması, sözünü ettiğim mücadele ortaklığının ve savaş karşıtı siyasetin inşa edilememesinden kaynaklanıyor.

Demokratik mücadele ortaklığından bahsediliyor ama bir yanda da Kürtler yok sayılıyor. Kürtleri ve Kürt sorununu görmezden gelerek demokrasiden ve özgürlüklerden bahsedebilir miyiz? 6’lı masanın bu anlamda yaklaşımı nasıl olmalı? Siz nasıl bakıyorsunuz?

On yıllardır devam eden bir kısır döngü var; bunun kırılabilmesi ve yeniden yaşanmaması için gerçek bir demokratik alternatif oluşturmak şart. 6’lı masanın böyle güçlü bir demokratik alternatif sunduğunu söyleyemeyiz. Son açıkladıkları anayasa değişikliği önerisi daha ziyade bir restorasyon projesidir. Bu öneri, bugünkü rejimi doğuran sistemin temel unsurlarını ve zihniyet kalıplarını esaslı biçimde sorgulayan bir yaklaşıma sahip değil. Öneriler içerisinde elbette bizim taleplerimizle örtüşen düzenlemeler ve reform vaatleri mevcut. Ama esas olan, bu rejimi yaratan ve besleyen yapıları ve zihniyeti sorgulamak, bunları değiştirmeyi hedefleyen alternatif bir yolun açılmasını sağlamaktır. Biz, gerçek bir demokratik dönüşüm için yeni başlangıç talep eden güçleri bir araya getirmeye çalışıyoruz; adına da en geniş anlamda “demokrasi ittifakı” diyoruz. Bunun önemli bir adımı, kurduğumuz Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. İttifakımızla topluma, mevcut rejim veya eski sistemin rötuşlanarak yeniden getirilmesi seçenekleri dışında, gerçek demokratik bir dönüşüm seçeneği sunuyoruz.

Gerçekçi ve kalıcı sistemsel adımlar diyorsunuz…

Evet, buna çok ihtiyaç var. Aksi takdirde, bugün yaşadıklarımız, iktidar değişse bile bir süre sonra yeniden başka kalıp ve formlarda karşımıza çıkacaktır. Sadece 90’ları düşünsek dahi bu iddiamızın gerçeğe ne denli karşılık geldiğini görebiliriz. 1999 yılında Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci resmen başladıktan sonra uyum yasaları adıyla pek çok reform gerçekleştirildi. Ama anayasa ve yasalar düzeyindeki bu reformlara rağmen temel unsurlar değişmediği için sistem kendisini daha sert bir biçimde yeniden üretti. Biz de diyoruz ki: Kürt sorununda çözümsüzlüğe, güvenlikçi ve militarist anlayışa dayanan, demokrasiyi sadece şekli yanlarıyla sahiplenen, adaleti ise herkes için değil, kendine talep eden yaklaşımlarla yeni bir başlangıç mümkün değildir.

İktidarın hedefinde Kürtler var. AKP-MHP iktidarı Kürtlerle 6’lı masayı karşı karşıya getirmeyi hedeflemek gibi bir politika mı yürütüyor? İki yapının yan yana gelmeyeceği koşulları yaratmak, çatışma alanı oluşturmak, çözümsüzlüğü daha mı derinleştirir?

Bu soruyu cevaplarken kısa bir çerçeve çizmek gerekiyor. İktidarın Kürt sorununa dair politikalarının bir stratejik, bir de konjonktürel-pratik boyutu var. Stratejik boyutu, Kürt halkının taleplerini bütünüyle bastırmak ve Kürt siyasetini tasfiye etmek. Bugünkü iktidar bloğunu bir arada tutan ortak payda “Kürt karşıtlığı”dır. Bu politika, Kürt sorununun içeride güvenlikçi, bölgede militarist yöntemlerle ele alınması anlamını taşıyor. Burada sadece seçimlere dönük bir hesap olduğunu düşünmek doğru değil. Rojava’ya karşı devam eden ve sürekli gündemde tutulan operasyonlar, esas itibariyle söz konusu “Kürt karşıtlığı”na dayalı stratejiye dayanıyor. Türkiye’de Kürtlerin taleplerini bastırmak ve siyasi olarak tasfiye etmek, Suriye’de kazanımları ortadan kaldırmak, iktidarın yürüttüğü savaş politikalarının en temel nedenidir.

Kürtler açısından kritik bir süreç yaşanıyor. Bölgesel statüko yıkılırken, gücü elinde tutan devletlerin ve oluşturulan hegemonyanın amacı Ortadoğu’da bir yüzyıl daha Kürtleri en temel haklarından mahrum etmek ve kendi güçleri altında tutmaya mı yönelik?

Kürtleri sürekli tahakküm altında tutmak, haklarından yoksun kılmak ve kimliksizliğe mahkûm etmek, 1916’da Sykes-Picot Antlaşması ile ortaya çıkan Ortadoğu düzeninin temel unsuruydu. Sykes-Picot’un yüzüncü yılı olan 2016’da Kürtleri bir yüzyıl daha haklarından ve statüden yoksun bırakmaya dönük planlar tekrar gündeme geldi. Şu an yaşadığımız süreç, bu planları hayata geçirme çabalarının bir parçasıdır. Ancak Kürt halkının bu planları tersyüz etme konusunda güçlü ve kararlı bir mücadele verdiğini tüm dünya görüyor. Bugün Kürtler, 1916’daki gibi örgütsüz ve dağınık değil; tam aksine hem son derece gelişkin bir politik bilince hem çok ciddi bir tecrübeye hem de örgütlü yapılara sahiptir. Yeni bir Sykes-Picot yüzyılı artık mümkün değildir. Bu politikalarda ısrar etmek, bölgeyi sürekli çatışma ve savaş cenderesi altında tutmaktan başka bir sonuç doğurmaz.

Burada AKP-MHP iktidarının iç siyaset alanındaki hesabı nedir?

Savaş politikalarının sürekli canlı tutulması, Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar ve partimizi kriminalize etme çabaları, aynı zamanda iç siyaseti, muhalefeti ve seçim sürecini dizayn etme yöntemi olarak da kullanılıyor. Bizim dışımızda kalan muhalefet güçleriyle HDP’nin bir araya gelmesini engellemek ya da aradaki mesafeyi artırmak gibi bir hesap da var. İktidar, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilmek için muhalefet güçlerini dağıtmayı veya bölmeyi istiyor. Çünkü topluma iyi bir gelecek vadedemiyor. Ekonomik buhran her geçen gün daha da derinleşiyor, halkın çok büyük bir kesimi yoksulluk ve açlık şartlarında yaşamaya mecbur bırakılıyor. Toplumsal alanda şiddet ve yozlaşma, siyasal ve hukuksal alanda yıkım devam ediyor. Sadece Hiranur Vakfı’nda ortaya çıkan dehşet verici çocuk istismarının boyutları ve bağlantıları bile, rejimin ürettiği ve çeşitli kaynaklarla beslediği çürümenin; Türkiye’nin uyuşturucu ve kara para merkezi haline geldiği yönündeki veriler ise iktidarın ülkeyi getirdiği çöküşün boyutlarını gösteriyor.

Bu yaşadıklarımız, 2015’ten bu yana süren şiddet ve çözümsüzlük sarmalının yarattığı sonuçlardır. Bizim de bu düzene karşı etkili yaklaşımlar ve politikalar üretme sorumluluğumuz var. Bunun için çabalıyoruz.

Bu çöküşe karşı HDP ve Kürtlerin demokrasi talebi toplum açısından çok önemli diyebilir miyiz?

HDP ve Kürt halkı her türlü baskıya, zorbalığa, kuşatmaya karşı demokratik mücadelede ısrarını sürdürüyor ve bunu büyük bedeller ödeyerek yapıyor. Bugün HDP ve temsil ettiği kitle, Türkiye’de demokratik dönüşümün en temel dinamiğidir. Bu dinamiği yok sayarak demokrasi ve özgürlük vaadinde bulunmak, inandırıcı ve gerçekçi değildir.

HDP ve 3. Yol, önümüzdeki seçimde kritik bir yerde duruyor. Yerel seçimlerin belirleyicisi de HDP ve Kürt seçmendi. Seçimlere giderken HDP ile 6’lı masa arasında bir görüşme var mı?

Öncelikle şunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Bizim 2019 yerel seçimleri için belirlediğimiz strateji, arka kapı diplomasisi ile kurulmuş olan bir gizli ittifak politikasına dayanmıyordu, bunun altını ısrarla çiziyoruz. O dönemin şartları gereğince Türkiye’de demokrasiye giden yolu açmak için bu stratejiyi seçtik.

Özü neydi peki?

Özü şuydu: “Bölgede kayyımları göndereceğiz. Batıda, kazanma ihtimalimizin olmadığı yerlerde demokrasi güçleri lehine aday çıkarmayacağız.” Burada hiçbir gizlilik yok; şeffaf bir politika izledik. Şunun da altını çizmeliyim: Batıda aday çıkarmama politikamızı her il-ilçe için uygulamadık. Demokrasiye katkı yapacağını düşünmediğimiz adaylar olduğunda kendi adayımızı çıkardık. Temel meselemiz muhalefetin adaylarını seçtirmek değil, iktidara kaybettirmekti. Mesela İyi Parti’nin Kars ve Iğdır’da bize karşı Cumhur İttifakı’nı destekleyeceğini açıklaması üzerine, biz de İyi Parti’nin aday gösterdiği Balıkesir ve Manisa’da aday çıkardık. Stratejimizin üç özelliği vardı: 1. İzlediğimiz yol, bir ittifak politikası değil, bizim kendi siyasi stratejimizdi; 2. Amacımız, bu iktidarı durdurmak, böylece demokratik dönüşüm imkanlarının önünü açmaktı; 3. Bu hedefe hizmet edeceğini düşündüğümüz yerlerde politikamızı somut bir şekilde hayata geçirdik. Sonuç da aldık.

Nasıl sonuç alındı?

Bu iktidarın sandıkta yenilebileceği algısını ve inancını Türkiye’deki muhalif kesimlerin hepsinde yeniden canlandırdık. Bazen “muhalefet sayemizde kazandı” sözü, fazla yüzeysel kalıyor. Biz diyoruz ki demokratik gelecek hedefine dayanan bu politikamız olmasaydı İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde AKP kaybetmezdi, muhalefet kazanamazdı. Bu durum, iktidarın gerileme ve zayıflama sürecinin belirginleşmesi ve hızlanması açısından çok önemli bir dönüm noktası oldu.

Bu seçimlerde ne olacak?

Yerel seçimlerle milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimi birbirinden farklı dinamiklere ve işleyişe sahip. Parlamento seçimlerine kendi ittifakımızla gireceğiz; bunu Eylül 2021’de ilan ettiğimiz Tutum Belgesi ile açıkladık. Ama cumhurbaşkanlığı seçiminde, Tutum Belgesi’nde belirlediğimiz on bir başlık altında bizimle doğrudan diyalog ve açık müzakere yürütülür ve bir mutabakata varılırsa, muhalefetin ortak adayını desteklemeye açık olduğumuzu belirttik.

6’lı masanın adayını, ilkeler doğrultusunda anlaşırsak destekleriz mi diyorsunuz? O zaman kendi çıkardığınız adayı geri mi çekersiniz?

Biz stratejimizin özünü değiştirmiyoruz; bunu güçlendirecek yeni adımlar atmaktan da elbette geri durmuyoruz. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ve mümkünse bütün demokrasi güçlerinin ortak adayı olabilecek bir isim üzerinde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Yani, aday belirleme çalışmalarımız devam ediyor. Fakat bu durum, stratejimizin özünden vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyor. Biz birinci turda demokrasinin önünü açabilecek bir program üzerinden bir ortak aday fikrine açık olmayı sürdürüyoruz. Seçimlerin, demokrasinin önünü açacak bir program ve bunu gerçekleştirebilecek bir ortak aday ile birinci turda kazanılmasını önemli görüyoruz.

Bunun yolu ne olmalı? Size nasıl gelmeleri lazım?

Sadece diğer muhalefet partilerine değil, bütün demokrasi güçlerine yaptığımız çağrıdaki öneri şudur: Demokratik dönüşümün temel ilkelerini, geçiş sürecinin yapısını ve adayın niteliklerini tartışmak üzere doğrudan diyalog ve kamuoyuna açık müzakere.

Olursa ortak masada açık müzakere yürütürüz diyorsunuz?

Bu diyaloğun yeri, zamanı ve yöntemi konuşulabilir. Önemli olan bu önerimizin kabul görmesidir.

İmralı üzerinde spekülasyon yapmayın

Seçim sürecinde İmralı’daki tecrit derinleşerek sürüyor. Eş başkanlar olarak görüşmek için siz de başvuruda bulundunuz. Bu çözümsüzlüğün temelinde ne var? İktidar bir taraftan da İmralı üzerinden bir manipülasyon mu yapmaya çalışıyor?

İmralı’daki tecrit ile çözümsüzlük politikaları arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bir başka ifadeyle, çözümsüzlük yaklaşımının, güvenlikçi anlayışın ve savaş politikalarının derinleşmesiyle İmralı’daki tecrit arasında doğrudan bir bağ var. Tecride karşı bizlerin itirazlarını ve tepkilerini sadece belli bir çerçeveye hapsetmeye çalışmak, bu gerçeği örtmek anlamına geliyor. Biz tecridin kalkmasını çeşitli gerekçelerle talep ediyoruz.

Hangi gerekçeler onlar?

Tecridin kalkmasını, Kürt sorununda çözümsüzlüğün yarattığı çok boyutlu tahribatın önüne geçmek için önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz. Çünkü Abdullah Öcalan’ın çözüm ve barış için önemli bir rol oynayacağı aslında herkes tarafından biliniyor. Bu, açıkça dile getirilmese, hatta inkâr edilse de nerdeyse bütün ana aktörler bunun farkında. Tarihsel tecrübeler de bu gerçeği kanıtladı. Bunun yanı sıra tecrit, çok ağır bir hak ihlalidir. Hem iç hukuka hem de uluslararası hukuka aykırı bir uygulamadır. Buna dikkat çekmek gibi de bir amaç güdüyoruz. Ayrıca iktidarın İmralı üzerinden yaratmaya çalıştığı manipülasyonun önüne geçmek istiyoruz. Çünkü seçimlere yaklaşırken İmralı üzerinden yapılacak manipülasyonların artacağını öngörüyoruz

Bir manipülasyon yaratıyor ve algı mı oluşturuyor?

İktidar temsilcileri zaman zaman Abdullah Öcalan’la görüştüklerini ima ediyorlar. İktidara yakın basın-yayın kuruluşları, bu yönde haberler servis ediyor. Burada, çeşitli çevrelerde kafa karışıklığı ve bulanıklık yaratmak gibi bir hedef olduğunu düşünüyorum. Ayrıca muhalefete dönük başka hesaplar da söz konusu. Bu hesapların bir kısmının çeşitli çevrelerde tuttuğunu söylemek mümkün.

Nasıl hesaplar?

İktidar manipülasyona başvuruyor, bu manipülasyonlar üzerinden spekülasyonların büyümesini hedefliyor. Spekülasyonu yapanların epey bir kısmı ise kendilerini iktidar karşıtı olarak nitelendiren veya kendilerine muhalif diyen kesimler. Bu manipülasyonların ve spekülasyonların önlenmesini iktidarın siyaseti ve seçim sürecini kendi lehine dizayn etmesinin önüne geçmek açısından önemli buluyoruz. Politikamız şeffaf ve açıktır. O nedenle Eş Başkanlar olarak Abdullah Öcalan’la İmralı’da görüşmek için başvuruda bulunduk.

Başvurular sonuçsuz kalıyor. Toplumsal kaygıları gidermek açısından tecride karşı nasıl bir yol-yöntem geliştirilmeli? Adım ne olmalı?

Açıkçası Türkiye’de çok geniş bir demokratik duyarlılığın oluşması gerekiyor. Tecridin bir şahıs ile ilgili olmaktan ziyade tüm ülkeyi ve hatta bölgeyi ilgilendiren ve etkileyen boyutlar taşıdığını Türkiye kamuoyuna anlatmak lazım. Tecridin, şahsi değil, sadece hukuki de değil, önemli bir siyasi mesele olduğunu daha geniş çevreler tarafından görülebilmesi gerekiyor. Bunu sağlayacak yolları bulmak da elbette başta bizler olmak üzere sorumluluk sahibi herkese düşüyor.

"Adalet ve barış ille de barış"

Mithat Sancar’ın derdi nedir?

Lise öğrenciliğimden beri siyasi faaliyetlerin içindeyim. Akademiyi de bir fildişi kule gibi görmedim. Tam tersine toplumsal sorumlulukları da taşıyarak akademik çalışmaları yürüttüğümü düşünüyorum. Burada hedef belli! Özgür bir toplum, demokratik bir yaşam, adalet ve barış, ille de barış… Buna katkı sunmaktan başka hiçbir amacım, bunun ötesinde zerreyi miskal bir hesabım yoktur.

Röportaj: Nezahat Doğan

19 Aralık 2022