Sancar: Mevcut iktidar gibi düşünenleri desteklemeyeceğiz

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar'ın Mezopotamya Ajansına verdiği röportaj:

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak aday fikrine sıcak baktıklarını ancak Kürt sorunu ve özgürlüklere ilişkin mevcut iktidar gibi düşünenleri desteklemeyeceklerini belirten HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Bizimle ilkeler temelinde kamuoyuna açık bir şekilde müzakere yürütülmesini istiyoruz” dedi.

Türkiye’de 2023 Haziran’ında yapılacak seçimlere dair hem muhalefet hem de iktidar da seçime yönelik tartışmalar devam ediyor. Seçim sath-ı mailine girilirken, tartışmalar Cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinden yürüyor. Hem cumhurbaşkanlığı seçimde hem de Meclis çoğunluğunun elde edilmesinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) belirleyici pozisyonunu koruyor. Bir yandan kapatma davası, gözaltı, tutuklama ve tehditlere maruz kalan HDP, diğer yandan da iktidarın dışında olan muhalefet tarafından da dönem dönem kriminalize ediliyor. 

Bu süreçte 3 Temmuz’da Ankara’da gerçekleştirecek HDP 5. Olağan Kongresi hazırlıkları ve demokrasi ittifakının oluşturulması çalışmaları sürüyor. HDP, yürüyen “Cumhurbaşkanlığı” tartışmalarına dair de her platformda çok net olarak tavrını dile getirdi. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, muhalefetin Cumhurbaşkanlığı’nda ortak adayına destek verip, vermeyeceklerine dair “Bizimle ilkeler temelinde kamuoyuna açık bir şekilde müzakere yürütülmesini istiyoruz” dedi.

Aday tartışmalarına için ise Sancar, isim vermese de “Biz Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’de demokrasi, emek, eşitlik ve özgürlük konularında mevcut iktidardan farklı düşünmeyen herhangi bir adaya destek vermeyiz” diyerek HDP’nin tutumunu açıkladı. 

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın, Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Partiniz 5’inci Büyük Olağan Kongre’ye hazırlanıyor. Bu çerçevede her alana dair konferanslar düzenlendi. Konferanslardan çıkan mesajlar ve kararlar doğrultusunda kongre sürecini değerlendirir misiniz?

Kongre süreçlerimizin önemli aşamalarından biri konferanslarımızdır. 6-7 Haziran’da 4’üncü Büyük Konferansımızı topladık. Konferansımızda çok verimli tartışmalar yürütüldü. Açıklanan sonuç bildirgesiyle alınan kararlar da kamuoyu ile paylaşıldı. Konferansımızın şiarı olan “Büyük Direniş, Büyük Yürüyüş”, hattımızı açıkça gösteriyor. Büyük direniyoruz, çünkü Kapatma Davası’ndan Kobanê Davası’na pek çok alanda bize yönelik çok yönlü, ağır bir baskı ve kuşatma var. Bunların hepsine rağmen büyük yürüyüşümüzü de güçlenerek sürdürüyoruz.

Muhalefet ve iktidara nasıl mesajlar verildi?

Bizim hem mücadele hem seçim konularında hattımız, 27 Eylül 2021 tarihinde ilan ettiğimiz deklarasyonda yer alıyor. Bizler en geniş demokrasi ittifakını oluşturmak için elimizden gelen her türlü çabayı harcıyor, çalışmalarımızı yürütüyoruz. Demokrasi ittifakı bir mücadele ortaklığıdır. Biz bu ortaklığı da Türkiye’de demokrasi özgürlük, eşitlik ve barış için yeni bir başlangıç imkanı olarak değerlendiriyoruz. Aynı zamanda mücadele ortaklığında en geniş kesimlerin yer alması gibi bir hedefe sahibiz.

Bu despot iktidar bloğuna karşı yürüttüğümüz mücadele ortadadır. Her türlü zorba uygulamaya rağmen mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğimizi de her fırsatta ifade ediyoruz ve bunu eylemlerimizle de gösteriyoruz. Ancak, bizim itiraz ve eleştirilerimiz yalnızca iktidar bloğuyla sınırlı değildir. Meclis’te grubu bulunan partilerin tutumlarını da eleştiriyoruz. Şu anda Türkiye, mevcut iktidar ile yeni bir başlangıca kapı aralayacak değişiklikler önermekten uzak güçler arasına sıkıştırılmak isteniyor. İktidarın zihniyet ve politikalarına karşı gerçek bir seçenek, bizim dışımızdaki muhalefet partilerinden çıkmıyor. Dolayısıyla biz gerçek bir çözüm seçeneği için uğraşıyoruz. Eski zihniyeti ve sistemi ufak tefek rötuşlarla yeniden devreye sokacak arayışlar, Türkiye’nin sorunları için bir çözüm oluşturamaz. Bunun için HDP yeni bir yaşam, ülke, dünya hedefine uygun bir yürüyüşü organize ediyor. Amacımız, bütün bu yüzyıllık sarmalın dışına çıkmayı sağlayacak çözümler üretmek, bunların geniş bir halk kesimi tarafından desteklenmesini sağlamaktır.

Baskın bir seçim daha fazla dile getirilmeye başlandı. Tartışmalar Kasım ayını işaret ediyor. Bu kapsamda Kurban Bayramı’nda Kuzey ve Doğu Suriye’nin bazı kentlerine yeni bir saldırı yapılacağı ifade ediliyor. Bu konuda duyumlarınız var mı veya öngörünüz nedir?

Baskın seçim ihtimalini göz ardı etmiyoruz. Ancak şimdiden kesin bir şey söylememize imkan verecek veri de yok elimizde. Biz her an seçim olacak gibi hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Bu hazırlıklarımızı büyük ölçüde de tamamladık. İktidar seçime, kendisi için en elverişli zamanda gitmeyi isteyecektir. Ekim ve Kasım ayları yeterince elverişli bir zaman olur mu, gelişmeler bunu ortaya koyacak. İster baskın, ister zamanında bir seçim gerçekleşsin, hepsine dair çalışmalarımızı kapsamlı bir biçimde yürütüyoruz. Ne zaman yapılırsa yapılsın seçimlere hazırız.

Gemlik Yürüyüşü’ne dair Akşener ve CHP’den bazı isimler, partinizi ve milletvekillerinizi iktidar yaklaşımını aratmayacak bir dille hedef aldı. Gemlik Yürüyüşü’nde dikkat çekmek istediğiniz neydi?

Kürt sorununda demokratik çözümün tek yolunun diyalog, müzakere ve demokratik siyaset olduğunu savunuyor ve bulunduğumuz her ortamda da bunu dile getiriyoruz. Böyle bir çözüm için de demokratik siyaset alanında üzerimize düşen her türlü görevi ve sorumluluğu yerine getirmek için çaba harcıyoruz. Türkiye’de 100 yıllık Kürt sorunu ve 40 yıllık çatışma, reddedilemeyecek bir gerçekliktir. Bununla birlikte çözümsüzlük ve savaş politikalarının iktidarlar tarafından kendi varlıklarını sürdürmek için yaygın bir şekilde kullanıldığı, toplumu çürüttüğü ve ülkeyi çökerttiği de bir gerçekliktir. Geçmiş deneyimlere baktığımızda ise çözüm yolunda bir adımın atılması söz konusu olduğunda İmralı ile görüşmelerin hemen başladığını görüyoruz. 2013-2015 bu sürecin somut örneğidir. Çatışmalar durmuş, ölümler sona ermişti; demokratikleşme ve barış umudu büyüyordu. Bu süreçte Öcalan’ın oynadığı rolün de ne kadar önemli olduğunu da herkes kabul ediyordu. O dönemin iktidar temsilcilerinin açıklamalarını hatırlarsanız, bugün bizim söylediklerimizin çok daha ötesinde sözler sarf ettiklerini görürsünüz. Burada şu gerçekliğe dikkat çekmeye çalışıyorum: İmralı’daki tecrit ile çözümsüzlük politikası arasında birebir bağlantı vardır. Çözümsüzlük politikaları derinleştikçe savaş politikaları devreye giriyor. Çatışma, kutuplaştırma, düşmanlaştırma, nefret, korku ortamı büyüyor. Biz buna karşı mücadele ediyoruz. Çözüm için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduğumuzu söylüyoruz. Tecridin kaldırılması da çözüm yolunda mücadelenin önemli bir parçasıdır.

Ayrıca Öcalan’ın 2019 Ağustos’unda söylediği sözler var ve son derece açıktır. Öcalan, “Ben çatışma ihtimalini bir haftada ortadan kaldırırım” diyor. Böyle bir ihtimali ortadan kaldırma imkanı varken, bunun değerlendirilmemesini savaş ve çözümsüzlük politikalarında ısrar olarak değerlendiriyoruz. Gemlik yürüyüşü de kamuoyunun dikkatini buraya çekmeye yönelik demokratik bir faaliyetti. Polisin, özellikle İstanbul’da, vekillerimiz dahil oradaki insanlara uyguladığı şiddetin görüntüleri ortadadır. İktidar çözüme yönelik her türlü çabayı engelliyor. Çünkü iktidarı ayakta tutan yöntem, çatışma ve savaş politikalarıdır.

Kürt sorunu söz konusu olduğunda iktidar ve muhalefetin aynı düzlemde yaklaşımlar sergilediği görülüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz. “Millet ittifakı” bu konuda ne yapmak istiyor? 

Muhalefetin kendisini bu politikalardan ayrıştırması gerekiyor, beklediğimiz budur. Bizim dışımızda kalan muhalefet partileri Kürt sorununa nasıl çözümler öneriyorlar? Bu iktidar ile aynı zihniyet ve yöntemleri mi paylaşıyorlar? Eğer böyle ise o zaman bu iktidardan farkları nedir? Şayet Türkiye’nin en önemli sorunlarında iktidar ile aynı zihniyeti paylaşıyorlarsa bu partilere neden “muhalefet partileri” diyoruz? Gerçek muhalefet Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan Kürt meselesinde demokratik çözümü savunmakla yapılır. Kürt sorununda bu iktidarla aynı anlayışı, farklı üslup ve şekillerde sürdürmeye yönelik hiçbir girişimi muhalif bir tutum olarak görmüyoruz. Şu anki haliyle Millet İttifakı’nın gereken muhalefet tarzını ortaya koyduğunu söylememiz zor. Özellikle İYİ Parti’nin yaklaşımı ile iktidar ve ortaklarının yaklaşımı arasında herhangi bir fark göremiyoruz.

Millet İttifakı'ndaki Kürt karşıtı tutum sürdürülmesi halinde daha önce cumhurbaşkanlığı seçimi için açıkladığınız “müzakereye açığız” görüşünüzü etkiler mi ya da nasıl etkiler?

Seçimlerle ilgili stratejimizi şeffaf bir biçimde çok önceden ortaya koyduk. Parlamento seçimlerine kendi oluşturduğumuz demokrasi ittifakıyla gireceğiz. Bunu bir buçuk yıldır söylüyoruz. Demokrasi ittifakını en geniş kesimlerin yer alacağı şekilde inşa etme çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin dinamikleri ise farklıdır. Eğer bizim dışımızda kalan muhalefet partileri ortak aday konusunda anlaşırlarsa, bizimle ilkeler temelinde kamuoyuna açık bir şekilde müzakere yürütmelerini istiyoruz. Açık diyalog, doğrudan müzakere ve mümkün olan temel ilkelerde mutabakat öneriyoruz. Bu gerçekleşirse o zaman ortak aday fikrine açık olduğumuzu belirtiyoruz. Ama eğer mutabakat sağlanamaz ise biz de kendi yolumuzda devam edeceğiz.

“Kendi yolumuza devam edeceğiz” dediniz. Bu yol nedir?

Bu yollardan en önemlisi de kendi adayımızı çıkarmaktır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımızı çıkarmak, en önemli seçeneklerden biridir. Biz adayımızı çıkarma seçeneğini, bir pazarlık konusu olarak değerlendirmiyoruz. Belirttiğimiz çerçevede açık müzakere, doğrudan diyalog ve temel konularda mutabakat sağlanamaz ise olabilecek en güçlü aday ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmeyi elbette düşünüyoruz. Hedefimiz de öyle yüzde 10-15 oy almak değil. Eğer kendi adayımız ile seçime girersek bu, demokrasi güçlerinin mutabakatına dayanan güçlü bir alternatif olacaktır.

Bizim hedefimiz ilk turda kazanabilecek bir güçlü alternatif adaydır. Programıyla, duruşuyla, ittifaklarıyla ve dayandığı halk desteğiyle seçimi kazanabilecek bir aday üzerine çalışıyoruz. En düşük hedefimiz ise adayımızın ikinci tura kalmasıdır. Gerçekleşir veya gerçekleşmez; bu söylediklerimiz ne kadar karşılık bulur, bunları zaman içinde göreceğiz. Ama yapıcı davranmaya devam ediyoruz ve muhalefetin ortak aday çıkarması fikrine açık olmayı hala sürdürüyoruz. Biz sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz halde çağrı yaptığımız çevreler, bu yöntemleri, usulü benimsemez, HDP’yle açık diyaloga, doğrudan müzakereye girmezlerse, mutabakat arayışını dışlarlarsa, kendi yolumuzda yürümekten başka seçeneğimiz yok. Önemli bir siyasal gücümüz ve sayısal olarak belirleyici bir ağırlığımız var. Biz bu gücümüzü çözüm için kullanmak istiyoruz. Kongreye giderken de esas şiarımız “Çözüm partisi, çözüm gücü olma” şeklinde olacaktır. Biz Türkiye’nin sorunlarına gerçek çözümler üretmek için elimizden gelen her türlü çabayı harcıyoruz ve harcamaya devam edeceğiz.

Olası seçimlerde özellikle Cumhurbaşkanı adaylığı üzerine tartışmalar yürüyor. Kimi kaynaklar partinizin Akşener ve Mansur Yavaş konusunda karşı olduğunu 6’lı masadaki partilerle paylaşıldığını ileri sürdü. Bu yönlü bir aktarımınız ve tutumunuz oldu mu, olduysa bunun gerekçesi nedir ve söz konusu iki isimden biri gösterilirse nasıl bir yol izleyeceksiniz? 

Açık söylemek gerekirse, biz isimler üzerinden tartışma yürütmek istemiyoruz. Tutumumuzdan ve söylediklerimizden, bizim ve kitlemiz tarafından kimlerin kabul görmeyeceği açıktır. Spekülasyonları tetiklemeyi, isimler üzerinden polemiklere girmeyi doğru bulmuyoruz. Biz Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’de demokrasi, emek, eşitlik ve özgürlük konularında mevcut iktidardan farklı düşünmeyen herhangi bir adaya destek vermeyiz. İsimleri zikretmeyi bile gereksiz görüyorum. Herkes bu söylediklerimizden ne çıkacağını çok rahat görebilir.

İktidarın yeni sistemi kurumsallaştırmasına, muhalefetin ise eskiyi restore düşüncesini kabul etmeyeceğinizi söylediniz. Eski restorasyondan kastınız nedir ve ne istiyorsunuz? 

1990’lı yıllarda da iktidar temsilcileri tarafından Kürt sorununda çözüm havası ortaya çıktı, demokratik yöntemlere dair söylemler sarf edildi. Fakat zihniyet aynen devam ettiği için dönemin sonunda Türkiye en büyük karanlığı yaşadı. Aynı kısır döngü 2015’te devreye sokulan konsept ile yeniden karşımıza çıktı. 

Aslında ifade etmek istediğimiz çok net. Bugüne kadar Türkiye’de sorunların temelinde yatan en önemli faktör demokrasi yokluğudur. Kuruluşundan bugüne cumhuriyet, demokrasi ile bir arada olmadı. “Demokratik Cumhuriyet” dediğimiz kavram, cumhuriyeti demokrasi ile buluşturmaktır. Bu demokrasinin yerel boyutunun sağlam olması gerekir; biz buna yerel demokrasi diyoruz.

Eşit yurttaşlık bu ülkede hiçbir zaman hayata geçirilmedi, inançlar arasında daima ayrımcılık yapıldı. Belli inançlara, örneğin Aleviliğe yönelik inkar ve baskı hep devam etti. Yüz yıllık Kürt sorununda gelinen nokta ortada. “Eski zihniyetin başka ambalajlarla devreye sokulmasını kabul etmeyiz” sözlerimizin temelinde bu sorunların eski yöntemlerle de çözülememiş olması gerçeği yatıyor. Eğer Kürt sorununda inkâr politikaları sürecek, eşit yurttaşlık hayata geçirilmeyecek, yerel demokrasi gibi başlıklarda yeni bir dönem başlamayacak ise o zaman eski devam edecek demektir. 1990’lı yıllarda da iktidar temsilcileri tarafından Kürt sorununda çözüm havası ortaya çıktı, demokratik yöntemlere dair söylemler sarf edildi. Fakat zihniyet aynen devam ettiği için dönemin sonunda Türkiye en büyük karanlığı yaşadı. Susurluk’a giden çeteleşme, suç ekonomisi, faili meçhuller, köy yakmalar bu dönemde yaşandı. Aynı kısır döngü 2015’te devreye sokulan konsept ile yeniden karşımıza çıktı. 2015’te savaş politikalarına tekrar dönüldü. İşte bu politikalar, “eski zihniyet” dediğimiz şeyin ta kendisidir ve hala geçerliliğini korumaktadır. Geldiğimiz yer, yeni bir suç imparatorluğunun yarattığı çöküştür.

Bakınız, 8 Haziran’da 22 gazeteci Diyarbakır’da gerçekleştirilen evlere ve basın yayın kuruluşlarına yapılan baskınlarla, sadece gazetecilik görevlerini icra ettikleri için gözaltına alındılar ve hukuksuz bir biçimde bir hafta boyunca gözaltında tutuldular. Daha vahimi ise bu gazetecilerin 16’sı tutuklandı. Çözümsüzlük ve savaş politikalarının ifade ve basın özgürlüğüne yönelik tahammülsüzlüğünü, tıpkı 1990’larda olduğu gibi, yine en ağır biçimde deneyimliyoruz. Sözünü ettiğim kısır döngünün bir diğer yansımasıdır bu.

HDP olarak bu kısır döngüden çıkış için ne öneriyorsunuz?

Biz bunu programımızla ve politikalarımızla ortaya koyuyoruz. Sorunların gerçek kaynağıyla yüzleşme ve bu köklerden ayrılma iradesi olmadan çözümün gerçekleşmeyeceğini iddia ediyoruz.

Bunun için bir cesaret gerekmez mi?

Şüphesiz değişim büyük bir cesaret gerektirir. Aslında o kadar korkulacak bir şey de değildir. Eğer gerçekten bir çözüm arıyorsanız bu kadar büyük değişimler elbette kolay olmayacaktır. Bu cesaret kahramanlık anlamına da gelmemeli. Cesaretten kastımız, siyaseten çözüm üretme iradesidir. Biz de bu cesaret ve kararlılık mevcut. O nedenle sürekli kuşatma altına alınıyoruz. Ama yolumuza güçlenerek devam ediyor olmamız, Türkiye toplumunda fikirlerimizin karşılığının da güçlü olduğunu gösteriyor.

Muhalefette böyle bir cesareti görüyor musunuz?

Bugüne kadar gerçek anlamda bir dönüşüm iradesinin açık ve cesur bir şekilde ortaya konulduğunu söyleyemem. Arayışlar, bazı çabalar var ama bunlar yetersizdir. Gerçek dönüşüm için çok daha fazlasına ihtiyaç var. Gerçek dönüşüm elbette kolay değil ve risk gerektirir. Risk almadan da bir şeyleri değiştirmek mümkün olmuyor.

Bir diğer önemli gündemlerde İmralı’da uygulanan tecrit politikası devam ediyor. Tecride karşı bir Kürtler ve birlikte hareket ettiği demokrasi güçleri dışında derin bir sessizlik ya da karşı duruş söz konusu. Bu sorun nasıl çözülecek, iktidar dışı partiler nasıl bir tavır almalı? 

Tecridin hem hukuksal hem de politik boyutları var. Uluslararası hukuk boyutunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, CPT’nin kararları ortadadır. Tüm raporların ortak noktası tecridin uluslararası hukuku ağır bir biçimde ihlal ettiği yönündedir. Bu kadar ağır bir tecridin hiçbir gerekçe ile meşrulaştırılamayacağını birçok uluslararası kuruluş söylüyor. Türkiye bu kuruluşların bir kısmının üyesidir. Meseleye bu açıdan yaklaşmak esasen zor olmamalı ama maalesef Türkiye’de zihinlerdeki duvarları yıkmak o kadar kolay olmuyor. Özellikle iktidar ve devlet içi aygıtların sürekli propagandası, sadece belli kesimleri değil, kendisinin muhalif olduğunu söyleyen kesimleri de etkiliyor. O nedenle bu konuda herhangi bir ilerleme kaydedemiyorlar. Bu konuda gerçekleri açık konuşabilmek yalnızca bir cesaret meselesi değildir. Bu ülkeye demokrasi, hukukun üstünlüğü getirilmek isteniyor ise bu gerçekleri konuşabilmek, siyasi bir görev ve sorumluluktur.

Cumhur ve Millet ittifakı dışında Demokrasi İttifakı adıyla 3’üncü bir yol çalışması yürütüyorsunuz. Bileşenlerinizle sıklıkla bir araya geliyor, kimi ortak eylem ve etkinlikleri de hayata geçirdiniz. Burada yürüyen çalışmalara dair neler söylemek istersiniz, neler yapıyorsunuz, nasıl yol alıyorsunuz ve olası bir baskın seçimde kamuoyunun karşısına nasıl çıkacaksınız? Demokratik kamuoyuna ne vadediyorsunuz? 

Bizim demokrasi ittifakımız sadece siyasi partilerle bir araya gelme şeklinde anlaşılmamalıdır. Olabilecek en geniş kesimleri kapsayan bir mücadele birliği arayışındayız. Biz demokrasi ittifakını belirli partilerin seçime dönük bir çalışması olarak da görmüyoruz. Evet, şu anda bizim de içerisinde olduğumuz 7 parti ve kurumdan oluşan bir çalışma ilerliyor. Bunun dışında inanç gruplarına yönelik çalışmalarımız da devam ediyor. Aleviler için “Eşit yurttaşlık hakkı” kampanyamızı da bu çerçevede ele almak lazım. Öte yandan Kürdi partilerle eskiye dayanan ittifaklarımız var. Kısacası toplumdaki bütün ezilenlerini, ötekileştirilenlerini, emekçilerini, kadın hareketini, sol-sosyalist yapılarını, dışlanan inanç gruplarını, Kürdi yapıları bir araya getirecek bir mücadele ortaklığı hedefliyoruz. Seçimleri de bu mücadele ortaklığının tarafları ile birlikte tartışmayı planlıyoruz. Ki bu, aynı zamanda seçime dönük ittifak çalışmasının da alt yapısını oluşturuyor.

Son olarak Kapatma Davası’yla kongreye gidiyorsunuz. Kongreden nasıl bir mesaj verilecek?

Kapatma Davası siyaseten gündemimizde yok. Hukuki süreç devam ediyor. Savunmamızı hazırlıyoruz ama biz kararımızı çoktan verdik. HDP’yi sonuna kadar savunacağız, yaşatacağız ve büyüteceğiz. Bu kongre HDP’ye halkın en yüksek düzeyde sahip çıktığını gösterecek görkemli bir şölen olacaktır. HDP yürüyüşüne, büyümeye devam ediyor. Türkiye’deki şartlar ortadadır; kapatılma ihtimalini yok saymıyoruz. Bu ihtimale karşı da tedbirlerimizi alıyoruz. Her seçeneğe karşı hazırlıklıyız, halkımızı ve Türkiye toplumunu seçeneksiz bırakmayacağız. Kimse spekülasyonlara kulak asmasın. Yürüyüşümüze devam ediyoruz. 

Röportaj: Berivan Altan

16 Haziran 2022