Sancar: Mülteciler bütün ötekilerin ötekisidir ve bütün haklardan mahrum bırakılmıştır

Göçmen ve Mülteciler Komisyonumuz tarafından "Suriye savaşının 10’uncu yılında, Göçmen ve Mülteciler Çalıştayı" düzenlendi. Online çalıştaya çok sayıda kurum, kuruluş ve kişi katıldı. Komisyon Eş Sözcüsü Gülsüm Ağaoğlu yaptığı açılış konuşmasında şunları söyledi:

Ağaoğlu: Bu çalıştayı Deniz yoldaşımıza adıyoruz

Bu çalıştay maalesef İzmir il binamıza yapılan menfur saldırı sonrasında gerçekleştiriliyor. Biz katilleri de azmettiricileri de biliyoruz. Bu çalıştayı Deniz yoldaşımıza atfediyoruz. Annesinin dediği gibi "bir deniz gider bin deniz geliriz".

Mültecilerin yaşadığı sorunları tespit etmek ve çözüm yolları bulmak istiyoruz

Bu çalıştaya niçin ihtiyaç duyduk? Suriye iç savaşı başlayalı 10 yıl, pandeminin 1’inci yılı oldu. Bu iki olayın mültecilerin üzerindeki etkilerinin konuşulduğu, çözüm önerilerinin konuşulduğu bir çalıştay yapmaktı hedefimiz. Bunu da Dünya Mülteciler Gününden bir gün öncesinden yapmayı amaçladık. 20 Haziran'da bunu paylaşmayı hedefliyoruz. Çok temel mülteciliğe bakış açımızı anlatmak istiyorum. Biz mülteciliği değil mülteciliğin yaratığı koşulları sorun olarak görüyoruz. Bir ülkeye herhangi bir gerekçeyle sığınmış kişileri mülteci olarak kabul ediyoruz. Mültecilik en temel insan hakkıdır. Bu ülkede kalma yönünde irade beyan eden mültecilerin aksi yönünde karar beyan etmelerine değin tüm mücadelelerini birlikte yürütme sözünü veriyoruz. Mülteciliğin hiçbir şekilde pazarlık konusu edilemeyeceğinin altını çiziyoruz. Partimizin temel yaklaşımı bunlar. 

Çalıştayımızı iki oturum şeklinde yapacağız. İlk oturumda sahada mülteci toplumu ile çalışan kurumlarla konuşacağız. Ne yaşıyorlar, neyle karşılaşıyorlar, bunları masaya yatırıp çözüm önerilerini konuşacağız. 

İkinci oturumda mülteci krizinin aşılması için yapılması gereken alternatif politikalar konusunda çeşitli disiplinlerden akademisyenlerin katılımı ile konuyu ele alacağız. 

Sancar: Bu katliamı basit bir olay gibi göstermeye çalışan kim varsa katliamın ortağıdır

Ağaoğlu'nun ardından konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise şunları söyledi:

Ben de dün toprağa verdiğimiz Sevgili Deniz Poyraz’ı buradan bir kez daha sevgiyle, saygıyla, minnetle anarak başlamak istiyorum. Alçakça bir saldırı sonucu kaybettik arkadaşımızı, yoldaşımızı. Cenaze için İzmir'deydik. Oradan başlayabiliriz ama ondan önce bir iki şey söylemek isterim. Bu cinayet göz göre göre gelen bir cinayetti. Basit bir olay gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ancak kim bu olayın sıradan bir saldırı olduğunu, bir meczubun anlık öfkesinin sonucu gerçekleşen bir olay olduğunu söylerse bilin ki cinayetin ortağıdır. Bilin ki  bu cinayet planının arkasındadır. Bilin ki bütün bu planların bir parçasıdır. 

İzmir’deki saldırı HDP’ye ve HDP şahsında demokratik güçleri sindirmeye yönelik planlı bir saldırıdır

Bu saldırı başından beri söylüyoruz bilinçli, planlı, organize bir saldırıdır. HDP’ye yönelen saldırıların bir devamıdır. Tek hedef HDP değildir. Burada asıl yapılmak istenen şey bütün demokrasi güçlerini sindirmektir. Bunun yolu olarak da kaos çıkarmak istiyor iktidar ve iktidar içindeki güçler. Biz bu planı tanıyoruz. Sadece 2015 yılı 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönemden değil önceki yıllardan da tanıyoruz. 

90’lı yıllarda bu ülkede göç ve yerinden etme pratiklerinin en vahşi yöntemlerine tanıklık ettik

90’ları aramızda yakından yaşamış ve o dönemin olaylarına tanıklık etmiş, o dönemin büyük insanlık suçları ile ilgili çalışmalar yapmış arkadaşlarımız var. Eren Keskin’i görüyorum, hem tanığıdır hem vahşetin takipçisi olmuştur. Birçok arkadaşımın da o dönemin aynı şekilde hem tanığı hem takipçisi olduğunu biliyorum. Hatice Can Ablam burada. O yıllarda da birlikteydik. Neden o döneme atıf yaptım çünkü o dönem Türkiye'de zorunlu göç ya da yerinden etme pratiğinin belki de dünyada son çeyreğinde yaşanan en vahşi örneğine tanık olmuştuk. Köyler yakılmıştı, evler darmadağın edilmişti, yaşam alanları darmadağın edilmişti ve yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılmışlardı. Mülteciler ve göçmenler dediğimiz zaman iç göç ve zorla yerinden etme uygulamalarının da önemli bir yeri var. Ama biz bugün geniş bir çerçevede geniş bir şekilde mülteciler meselesini konuşacağız. İç göç ve zorla yerinden etme başlığı da muhtemelen tartışılacaktır. 

Deniz zorla yerlerinden edilen ailelerin yaşadığı Kadifekale’de büyüdü

İzmir Kadifekale’de yaşayan bir ailenin mensubuydu Deniz Poyraz yoldaşımız. Kadifekale iç göçün sembol yerleşimlerindendir. Oraya İzmir’in Mardin’i adı verilir. Bir kısmı farklı nedenlerle de olsa çoğunluğu 90’lı yıllardaki zorla göç ettirme, köy yakma, boşaltma politikalarının sonucu olarak İzmir’e gelmişler ve Kadifekale’ye yerleşmişlerdir. Deniz yoldaşımız o tecrübenin içinde büyüdü. Ailesiyle de konuştum aile bireyleri ile de sohbet etme imkanımız oldu. Faili meçhul diye adlandırılan cinayetlerin, doğrudan köy yakma, boşaltma politikalarının sonuçlarına işaret etmeye çalışıyorum. 

Öfkemiz çok derin ve büyük ama demokratik siyasette mücadele kararlılığımız da o kadar kesin

Deniz arkadaşımız planlı bir katliam organizasyonun kurbanı oldu. Yaşamı hepimize örnek olabilecek kadar, bize ışık tutabilecek kadar dolu renkli, kararlı ve inançlı bir hikayeye dayanıyor. Onu kaybetmenin acısı, bu saldırının yarattığı acı büyük yaramız da derindir. Her fırsatta vurgulamaya çalışıyorum, anlatmaya gayret ediyorum. Öfkemiz çok büyük, acımız çok derin ama demokratik siyasette mücadele kararlılığımız da en az onlar kadar kesindir. Her alanda bu çalışmalara ihtiyacı vardır Türkiye toplumunun da Ortadoğu'nun da. Yani HDP fikriyatına, HDP fikriyatı üzerinden büyüyen mücadeleye bu ülkenin, bu toplumun ihtiyacı var. Sadece bu ülkenin değil Ortadoğu'nun da ihtiyacı var. Biz bunun farkındayız, bunun bilincindeyiz. 

Mültecilerin yaşadıklarına ilişkin 90’lı yıllarda en derli toplu kitabı İHD bünyesinde hazırladık

Hepimiz, herkes bunun farkında olduğu için burada bir araya geldik. Bu çalıştay da böyle bir günde gerçekleşiyor. Ben emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bunun faydalı sonuçlar doğuracağından hiç şüphe duymuyorum. Bundan kaç yıl önce İHD olarak bu konuya ilk el atan kurumlardan biriydik. Henüz Türkiye’de büyük bir mesele değilken mültecilik konusunda çalışmalar yapmaya karar vermiştik. O çalışmaların kitap haline getirilmesi görevi ve şerefi bana ve Bülent Peker arkadaşıma verildi. Belki de o zamana kadar kapsamlı bir kitap olmasa da o en derli toplu kitabı İHD bünyesinde 90’larda yazdık. Şimdi kitap elimde. 

Doğrusu o gün söylediklerime girişte ve sonunda yazdıklarıma ekleyecek cümle bulamıyorum. Kitabın alt başlığı daha sonra Avrupa'da insan hakları örgütlerinin slogan olarak kullanacakları şekilde seçilmişti. “Yaşamın kıyısındakilere hoş geldin diyebilmek’’. Hoş geldin kültürü özellikle Almancada özel bir gönderme içeriyor. Bizler de bu kültürün insan hakları bağlamında ne anlama geldiğini ve ne anlama gelebileceğini yazmıştık Bülent Peker ile. 

Sadece İkinci Dünya savaşında 20 milyon insan mülteci konumuna geldi

Şimdi Suriye savaşının 10’uncu yılındayız. Mülteci sorunu neredeyse İkinci Dünya Savaşı yıllarının boyutlarına ulaşmak üzere gibi görünüyor. Yani dünyada yerini terk etmek zorunda kalanların çok büyük bir kısmı tarih boyunca da hep savaşlardan etkilenenler olmuştur. İç savaşlar ya da devletler arası savaşlar göçün, mülteciliğin ana kaynağıdır. Esasen 1951 Sözleşmesi de 2’nci Dünya Savaşının tecrübesinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. O yıllarda 1930’ların sonundan 50’ye kadar olan dönemde toprağını ülkesini şehrini terk etmek zorunda kalan insanların sayısı 20 milyon olarak tahmin ediliyor sadece Avrupa’da. Şimdi Suriye'de iç savaş başladığından ve bu iç savaş çeşitli güçlerce daha çok derinleşecek biçimde kışkırtıldıktan ve manipüle edildikten veya kullanıldığından beri göç ve mültecilik sorunu da büyük yara, büyük sorun haline geldi. 

Mülteciler bütün ötekilerin ötekisidir ve bütün haklardan mahrum bırakılmıştır

Uzman arkadaşlarım, sahada çalışan arkadaşlarım bu çalıştay boyunca anlatacaklar ama ben sadece o yazdığımız kitabın sonuç bölümünden birkaç cümleyi size aktararak sözü sizlere bırakayım.

“Mülteciler genellikle kıyım imkanları karşı konulamaz çapta olan güçler karşısında her türlü güvenlikten, güvenceden yoksun bir şekilde kaçmaktan başka çaresi olmayan insanlar olarak çıkarlar karşımıza. Çaresizlik en belirgin özelliğidir. Aslında çaresizliğin nereden kaynaklandığı çok önemli değildir. Felaketten kaçan bu insanlar çoğu zaman sığındıkları yerlerde de yoğun insan hakları ihlallerine maruz kalırlar. Bütün ötekilerin ötekisidir neredeyse ve bütün haklardan mahrum edilmişlerdir.” Hannah Arendt bunları yazmıştır. Siyaset teorisini ve siyaset felsefesini göçmenlik tecrübesi üzerine kurmuştur dersek abartı olmaz. Çok kırılgan bir hayata ve her açıdan saldırıya açık bir yaşama mecbur kalır mülteciler. Günah keçisi kılınmaya çok müsaittir yaşamlarının kendisi.

Mültecilere yönelik  yaklaşım bakış hem toplumun ve hem de tek tek bireylerin bilinç ve duyarlılığını ölçme konusunda çok güvenilir testtir. insanlık bilincinin gelişkin olduğu yerlerde elbette mülteciler bambaşka karşılamayla yaşamlarını yeni yerlerde  sürdürme imkanı bulurlar. Maalesef ülkemizde öyle değil. Irkçılığın ve ötekileştirmenin her alanda bu kadar normalleştiği bir toplumda mülteciler ve göçmenler de en ağır şartlarda yaşamak zorunda kalıyorlar.  

Arendt’in dediği gibi mülteciler bir külfet ve huzursuzluk kaynağı olarak görülürler

En ağır şartlarda yaşamak zorunda kaldıkları ülkeden birinde bulunuyorlar. Günlük hayatta karşılaştıkları pek çok olayı belki bizlerin duyması bile söz konusu olmuyor. Sayılarını bile bilmiyoruz. Kayıtlı olanlar ne kadar, kayıtsız olanlar ne kadar? Bu çalıştayın bütün bu sorunlarla daha yakından uğraşmaya vesile olacağına inanıyorum.

Hannah Arendt’in sözleriyle sonuna geleyim konuşmanın: “Büyük kalabalıklar oluştursalar da mülteciler ‘her şeyin yolunda gittiği bir dünyada’ bir anomali, bir sapma olarak görürler. Sanki kendi kaçışlarına yol açan nedenleri kendileri yaratmışlardır. Savaşlarda kullanılan silahların zorbalığı, zorbaların kullandığı zulüm yöntem ve araçlarını, açlığa sebep sömürüyü kendileri icat etmişler gibi; sanki bütün bunlar bu dünyanın normali değilmiş, bütün bunların kurbanı olan mülteciler bir anormallik olarak değerlendiriliyorlar bir külfet bir huzursuzluk kaynağı olarak değerlendirilirler ve buna göre muamele görüyorlar.”

Bu satırları yazdığım dönemi çok iyi hatırlıyorum. Bu acının içimizde en yoğun hissedildiği zamanlardı. Normal dünyanın normal insanları olarak bizlerin yani henüz mülteci durumuna düşmemiş olanların huzursuzluğu, anormallerin yüzümüze tuttuğu aynada normallik saydıklarımızın içindeki bütün kirleri görmekten kaynaklanıyor.

Yine müsaadenizle hepinizin çok iyi bildiği bazen hatırlatmakta sakınca olmayan bir şiiri sizlerle paylaşayım ve bitireyim. ‘’Göç Yolları’’ Murathan Mungan’ın çok muhteşem şiiri ayrıca bestelenmiştir de.

Söyleyin dağlara rüzgara 
Yurdundan sürgün çocuklara 
Düşmesin kimse yılgınlığa 
Geçit vardır yarınlara 

Göç yolları 
Göründü bize 
Görünür elbet 
Göç yolları 
Bir gün gelir 
Döner tersine 
Dönülür elbet 

En büyük silah umut etmek
Yadigar kalsın size 

Yol verin kanatlı atlara 
Sürgünden dönen çocuklara 
Ateşler yakın doruklarda 
Geçit vardır yarınlara 

Dağılsak da göç yollarında 
Yarın bizim bütün dünya

Evet, ben hepinize katılımınız için, bu organizasyonda emek verdiğiniz için tekrar teşekkür ediyorum. Deniz Poyraz yoldaşımızı bütün bu çalışmalarla ve bütün mücadele alanlarında yaşatacağımıza, hayallerini gerçekleştirene kadar mücadele edeceğimize söz veriyorum. 

19 Haziran 2021