Sancar: Taksim saldırısının IŞİD çeteleriyle bağlantısı karartıldı

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar'ın Diken'e verdiği röportaj:

Diken’e konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, ‘altılı masa’nın adayını ne şartlarda destekleyebileceklerini ve hangi durumda kendi adaylarını çıkarabileceklerini anlattı.

Sancar, İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırı ve sonrasında başlayan harekat, AKP-MHP cephesi, partisinin hedefleri, İYİ Parti-HDP arasındaki tartışmalar ve kapatma davası gibi konularda da görüşlerini paylaştı.

Sancar, bugün ‘AKP ile devlet içi güçler arasında bir mutabakat olduğunu ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu mutabakatı temsil ettiğini’ söyledi.

Eş genel başkana göre bu mutabakatın tarafı olan güçler, Erdoğan’ın 2023 seçimlerini kazanması halinde ömrünün sonuna kadar iktidarda kalmasını hedefliyor. Ayrıca İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da ‘mutabakatların en önemli sembollerinden biri’ olarak değerlendiriyor. Nihai hedefinse ‘Francisco Franco rejimi’ olduğunu düşünüyor.

Muhalefetin birlikte hareket etmekten başka seçeneği olmadığını belirten Sancar, İYİ Parti ve HDP arasındaki tartışma için “Çekişme veya sürtüşme üzerine kurulu bir siyasi gerilimi tercih etmiyoruz” dedi.

‘Altılı masa’nın adayını mı destekleyecekleri yoksa kendi adaylarını mı çıkaracaklarına dair sorumuzuysa şöyle yanıtladı: “Öncelikle adaylarını açıklasınlar. Adayı açıkladıktan sonra bizim doğrudan diyalog, açık müzakere ve mutabakat yöntemimize nasıl yaklaşacaklarını görelim.”

HDP’nin kapatılması ihtimalini de değerlendiren Sancar, “Milletvekili listelerinin YSK’ya teslim edilmesinden sonra kapatılma ihtimali de dahil her türlü seçeneğe dair çalışmalar yürüttük” dedi.

Diken’in soruları ve Sancar’ın yanıtları şöyle…

‘Karanlık senaryoyla karşı karşıyayız’

İstanbul’un Beyoğlu ilçesindeki bombalı saldırı ve hemen ardından başlatılan hava harekatları gündemdeki yerini koruyor. Saldırıya dair verdiğiniz araştırma önergesi reddedildi. Saldırıya dair sizin açınızdan karanlıkta kalan noktalar mı var?

Saldırıyla ilgili ortada çok bulanık bir tablo olduğunu herkes görüyor. Çelişkili bilgiler var ve bilgilerin kaynağında da büyük ölçüde devlet içi odaklar mevcut. Emniyet’ten sızdırılan ifadelerin büyük bir kısmı, iktidara yakın medya kuruluşlarınca servis edildi. Bunlar da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kurgusunu boşa düşüren nitelikler taşıyor. Çıplak gözle bakıldığında da ortada pek çok çelişki olduğu hemen dikkat çekiyor. Dolayısıyla tipik bir ‘karanlık senaryo’yla karşı karşıyayız.

Bu karanlık senaryolar, esasen belli politikaları meşrulaştırmak için kurgulanır ya da belli politikalara dönük birer bahane olarak kullanılmak üzere hayata geçirilir.

Ayrıca kayıpları önemsizleştiren bir senaryo kurgusunun da hem politik hem insani açıdan sorgulanması gerekiyor. Yani ortada insani kayıplar ve bu kayıpların araçsallaştırılmasına dayalı siyasi hesaplar yokmuş gibi davranmak gerçekten bir tür akıl ve vicdan tutulmasıdır.

Bu saldırının kuzeydoğu Suriye’ye yönelik harekata gerekçe olarak gösterilmesi söz konusu siyasi hesapların neler olabileceğine dair güçlü veriler sunuyor. Haftalardır kamuoyuna yansıyan haberlerde ve açıklamalarda böylesi bir saldırı için fırsat kollandığı belliydi. İstiklal Caddesi’ndeki saldırı bunun için kullanıldı. Ama mesele göründüğünden daha karmaşık, dolayısıyla sorulması gereken çok fazla soru var.

Nedir bu sorular?

Bir defa bombalı saldırının hemen ardından bir karartma uygulandı. Sonrasında ortaya çıkan veya ortalığa saçılan verilerin üstü örtüldü. Suriye’deki cihatçı çetelerle, hatta IŞİD’le bağlantıya işaret eden çok güçlü bilgi ve iddialar ya yok sayıldı ya da manipüle edildi. Öte yandan son derece dikkat çekici bir durum olan MHP Güçlükonak ilçe başkanının telefonundan fail olduğu söylenen kadınla yapılan görüşmelerin üzerinde yeterince durulmadı, hatta bunlar hızla gündemden düşürüldü. Üstelik Şırnak Valiliği de bir açıklama yaptı. Bırakın HDP’yi, herhangi bir muhalefet partisinin ilçe başkanıyla ilgili böyle bir iddia ortaya atılsaydı iktidar çevreleri kıyameti koparırdı.

Bazı noktaların karanlıkta bırakılması çabalarının ne kadar önemli olduğunu herkes fark etmeli. Çünkü söz konusu olan, sadece bugünü değil geleceği de karanlığın egemen olacağı bir şekilde
düzenlemek ve dizayn etmektir.

Burada iki soru ortaya çıkıyor: Biri iktidar açısından biri muhalefet açısından.

İktidar açısından olanla başlarsak: Soylu’ya dair de tartışmalar yoğunlaştı.

Doyurucu bir cevap vermek için iktidarın hedeflerini ve stratejilerini de konuşmak lazım.

Bu saldırıyla ve savaş politikalarını derinleştirme çabalarıyla neyin hedeflendiğini iyi analiz etmek gerekiyor. Soylu’nun rolünü ancak böyle açıklayabiliriz.

Rojava’ya yönelik bu operasyonların hem stratejik hem de pratik amaçları var. Stratejik hedef, Kürtlerin statüsüz bırakılmasıdır ve bu hedef sadece mevcut iktidara özgü değil, geleneksel devlet aklının her daim gözettiği bir hedef. Dolayısıyla değerlendirmemizi bu noktayı göz ardı etmeden yapmamız lazım.

Zamanlama ve iktidar bloğunun yapısını dikkate aldığımızda, pratik hesapların da burada önemli bir yer tuttuğunu kolayca görebiliriz.

‘İktidarın en elverişli gördüğü hedef Kürtler’

Size göre nedir bu hesaplar?

Bunun en önemli ayağı, iktidar bloğunun öncelikle ve özellikle cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasını sağlayacağı şartları yaratmaktır. Kamuoyu yoklamaları AKP-MHP bloğunun güç ve destek kaybettiğini gösteriyor. Kaldı ki kendileri de bunu itiraf ediyor. Dolayısıyla seçimin kazanılması konusunda bundan önceki dönemlere göre çok daha endişeliler.

Ayrıca ekonomik kriz git gide derinleşiyor. Yani çoklu kriz dediğimiz bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu tip manevralarla krizin ağırlığının çok daha fazla hissedilmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Asgari ücretin yükseltilmesi, kayıt dışı döviz girişiyle kurun dengelenmeye çalışılması, iktidarın önemli hamlelerinden sayılabilir. Ama bunlar mevcut ekonomik krizin yapısal ve derin niteliğini değiştirmediği gibi halka yansımalarını da hafifletmiyor. Dolayısıyla toplumun geniş kesimlerine ekonomik krizden bir çıkışın olacağı ve halkın bu faturanın altında ezilmeyeceği vaadinin inandırıcı, ikna edici bir etkisi olamıyor.

Dolayısıyla da başka yöntemler arıyorlar. İktidarın temel sütunu savaş politikaları ve bunun türevleri olan kutuplaştırma, ayrıştırma, düşmanlaştırma, gerilimi sürekli canlı tutmak. Bunun yanında sıcak askeri operasyonları da bu yöntemin bir parçası kılmak istiyorlar. Bu konuda iktidarın en elverişli gördüğü hedef de Kürtler, Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve somut olarak askeri operasyonlar.

Buradan nereye ulaşacaklarını düşünüyorsunuz? Amaçları ne?

Bir defa askeri operasyonlar başlatıldığı anda birkaç hedef gündeme geliyor. Önem sıralaması olmadan söyleyeyim: Birincisi milliyetçi duyguları yükseltmek, böylece milliyetçi oyları ve ulusalcı çevreleri kendine çekmek.

İkincisi, muhalefet bloğunun, özellikle ‘altılı masa’nın iktidarın politikalarının arkasında hizalanmasını sağlayacak bir atmosfer yaratmak. Muhalefeti kendi çizdikleri oyun alanına çekmek ve oraya hapsetmek. Böylece muhalefetin de iktidarın politikalarından farklı bir yaklaşımı olamayacağını göstermek.

Üçüncüsü muhalefet çevreleriyle HDP’yi ve genel olarak Kürt seçmeni karşı karşıya getirmek.

Dördüncüsü de ekonomik krizi ve bunun faturasının halka ağır bir biçimde yansımasını gölgelemek.

Beka söylemini mi kastediyorsunuz?

Bunu en iyi biçimde (MHP lideri Devlet) Bahçeli’nin konuşmalarında görebilirsiniz. Zira Bahçeli söylemlerini, Enflasyon elbette düşer ama vatan elden giderse ne yaparız”gibi bir hamasetle kurguluyor. Oysa burada söz konusu olan devletin bekası değil, iktidarın bekası. Devletin ve vatanın tehdit altında olduğu algısı çeşitli senaryolarla gündemin merkezine taşıyarak, insanların gündelik hayatlarında ağır bedeller ve faturalar ödediği diğer alanları gündemden düşürme çabası, bu ülkede klasikleşmiş bir devletçi/milliyetçi bir strateji.

‘MHP’nin sahip çıkması devlet aklıyla uyumlu’

Peki Soylu’ya gelecek olursak…

Soylu’nun AKP içinde tartışmalı bir konumu olduğuna dair epeyce değerlendirme var. Soylu’nun tutumu “Kürt sorununda müzakere, diyalog ve siyaset yoluyla demokratik çözüm mümkün değildir, doğru da değildir” şeklinde özetlenebilir. Hatta AKP’deki tartışmalarda Soylu’nun tavrının “Denediniz, bir daha denemeyin” çizgisinin sembolü olduğu yorumları da yapılıyor.

Buradan iktidarın merkezi aklıyla Soylu’nun temsil ettiği yaklaşım arasında temelde bir farklılık gibi bir sonuç çıkarmak yüzeysel ve yanıltıcı olur. İktidar bloğunun stratejik ve güncel hedefler tablosunda Soylu, kullanışlı bir figürdür. Dolayısıyla kendisinin, iktidarın merkezi iradesine ve aklına rağmen bu tutumu sergilediği şeklindeki yaklaşımlar gerçeği tam olarak yansıtmıyor. MHP’nin Soylu’ya sahip çıkmasının da stratejik devlet aklı dediğim kurguyla uyumlu olduğunu görmemiz gerek.

Soylu’nun görevde kalmasını MHP’nin sağladığı şeklindeki yorum da eksik ve yanıltıcı olabilir. Ben, bu iktidarın merkezi aklının ve iradesinin Soylu’yu kullanışlı bir araç ve etkili bir faktör olarak gördüğünü düşünüyorum. Böyle değerlendirdikleri için de Erdoğan’a rağmen görevde kalması ihtimali, fantastik bir yorum olur.

Özetle, Soylu’yu bir şeyin sembolü sayacaksak, iktidar bloğunu bir arada tutan mutabakatlara bakmamız lazım. Yani Soylu, bu mutabakatların en önemli sembollerinden.

Franco benzetmesi

Sizin bahsettiğiniz tüm bu hedeflerin çıkacağı bir yer olmalı…

Seçimleri kazanmak, AKP-MHP için sadece kendi iktidarlarını sürdürmek ve geleceklerini güvence altına almak gibi bir anlam taşımıyor. Çözüm sürecinin 2015’te sona ermesi ve 7 Haziran seçimlerinin ardından AKP’nin tek başına hükümet olma çoğunluğunu kaybetmesiyle birlikte başlayan bir süreç söz konusu. Bu momentten itibaren yeni bir koalisyon oluştu ki bu, sadece bir iktidar koalisyonu değil, aynı zamanda bir devlet koalisyonu. Merkezinde AKP ve MHP’nin bulunduğu, bunun yanı sıra  başka güçlerin de yer aldığı devlet içi güçler birlikteliği. Bu sürecin en önemli hedefi, yeni bir rejim inşa etmekti.

15 Temmuz’dan sonraysa yeni rejim inşası çok daha somut bir hale büründü. Bu rejimin ideolojik olarak üç ayağı olduğu söylenebilir: Devletçilik, milliyetçilik, İslamcılık. Esas öne çıkan unsursa, Osmanlıcılığı Türk milliyetçiliğiyle güncellemiş yayılmacı bir politika. İktidar koalisyonun buluştuğu noktaysa devletçilik, yani devleti yüceltme, güçlendirme vurgusu.

İşte yeni rejimin hedeflerine ulaşabilmesi için hükümet sisteminin değişmesi gerekiyordu ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen bu ucube sistem sözünü ettiğin inşa süreci için bir köşe taşı oldu.

Bahsettiğiniz bu rejimin kalıcı hale getirilmek istendiğini mi söylüyorsunuz?

Evet, aynen öyle. İlla bir benzetme yapmak gerekirse, Franco rejimiyle benzeştirebileceğimiz Falanjist yöntemlere dayalı bir rejim inşası süreciyle karşı karşıyayız.

Franco rejimi, (İspanya’da) 1939’dan 1975’e, yani Franco ölünceye kadar hüküm sürdü. Bu rejim, Kastilyalılığa dayalı etnik milliyetçilik ve Katolisizm (yani dincilik) üzerine kurdu. Totaliter unsurlar içeren bu otoriter rejim, farklı halkların ve toplumsal kesimlerin bütün taleplerini şiddetle ve zorla bastırdı.

‘Erdoğan’ın ömrü boyunca devam edecek rejim’

Siz o halde 2023 seçimlerini Erdoğan’ın kazanması halinde hayatı boyunca iktidarda kalacağını mı düşünüyorsunuz?

Eğer iktidar bloğu bu seçimleri kazanırsa, temel hesabı, Erdoğan’ın ömrü boyunca devam edecek bir açık otoriter rejim inşa etmek. Şunu belirtmek gerekir: Erdoğan ne şimdi ne de sonra iktidarın biricik karar verici unsuru olacak. Ortada bir devlet koalisyonu var. Erdoğan bugün devleti karmaşık bir koalisyonla birlikte yönetiyor. Kendisi bu devlet koalisyonu içerisinde uygun ve işlevsel bir siyasi aktör. İktidarın içinde farklılıklar doğduğunda belirli uzlaşmalarla yola devam ediliyor. Ama son kertede böyle iktidarların tek adama ihtiyaç duyduğu yadsınamaz bir gerçek.

Franco da hiçbir zaman mutlak gerçekte bir tek adam olarak yönetmedi. Hiçbir otoriter yönetim tek adam üzerinden yürümez ama bu tür yönetimler tek bir kişinin otoritenin merkezi olduğu kurgusu üzerinden işler.

Bir daha seçim olup olmayacağı da şüphesiz birçok boyut içerisinde tartışılabilir. Özgürlüklerin, denetim mekanizmalarının, toplumsal mücadele alanlarının iyiden iyiye bastırıldığı bir ortamda yapılacak seçimlerin göstermelik olacağını kestirmek güç değil.

‘Francocu yönetimden çıkış yolu’

Yani siz seçimin, ‘devlet koalisyonu’ ile muhalefet arasında geçeceğini düşünüyorsunuz…

Bu seçim dar anlamda muhalefetle iktidar arasında geçmeyecek. Bu seçim, merkezinde yeni rejimin yerleştirilmesine destek veren güçlerle Türkiye’nin demokratik inşaya yönelmesini isteyen güçler arasında geçecek. İktidarın kazanmasına hizmet edecek her gücün, aslında yeni rejimin fiilen veya örtülü ortağı, destekçisi olduğunu mutlaka görmek gerekir.

Sizin bu aşamaya kadar söyledikleriniz, karşı karşıya olunan riskleri tasvir ediyor. Biraz da bu risklerin karşısında konumlandırdığınız muhalefeti konuşmak gerekecek. Partiniz HDP’yle başlayacak olursak, siz partinizi nerede konumlandırıyorsunuz ve neden önemli görüyorsunuz?

Bir defa, mevcut siyasal güç dağılımının ve geleceğe dönük hesapların en çok ve en açık farkında olan partidir HDP. Politikalarımızı da stratejilerimizi de hamlelerimizi de bu farkındalık üzerine kuruyoruz.

Savaş politikalarına dikkat çekmemizin nedeni bazen fazla bulanıklaştırılıyor. Sanki sadece Kürt sorunuyla sınırlı bir savaş karşıtlığı politikasına sahip olduğumuz gibi bir algı yayılabiliyor.

Kürt sorununda çözümsüzlüğün, Francocu yönetime benzer bir rejime giden yolda çok belirleyici olduğunu söylüyoruz. Güvenlikçi yaklaşımın ve somut savaş uygulamalarının da toplumu ve siyaseti dizayn etmek açısından çok kullanışlı olduğunu görüyoruz. Ayrıca milliyetçiliğe dayalı ayrıştırmayla yürüyen ekonomik sömürünün, emekçiler arasındaki bir ortaklığa engel oluşturmayı hedeflediğini de belirtmemiz lazım. Savaş politikalarının önemine bu nedenle de güçlü vurgu yapıyoruz.

Biz en geniş demokrasi ittifakı hedefini, temel çıkış ve çözüm yolu olarak görüyoruz. Bu hedefi, 2020 kongremizde karara bağladık; 2022 kongremizde de bunu teyit ettik. Çünkü bu tür iktidarlara ve hedeflere karşı en etkili yol, en geniş demokrasi ittifakını oluşturmaktan geçiyor. Farklı ülkelerdeki tarihsel tecrübeler de bize bunu anlatıyor.

Francocu yönetimin engellenememesinin ardında, demokrasi ve emek güçlerinin dağınıklığı çok önemli rol oynadı. 1975 sonrasında bu rejimden çıkışın yolu Francocu ekip ve parti dışında kalan bütün sosyal demokrat, merkez sağ, sol, sosyalist, komünist güçlerin bir araya gelerek geniş bir koalisyon oluşturmalarıyla döşendi.

Son üç-dört yılda Latin Amerika’da çok sayıda ülkede benzer demokrasi ittifaklarının sağ popülist ve otoriter iktidarları değiştirebildiğini görüyoruz. Olabilecek en geniş demokrasi ittifaklarını belli temel ilkeler üzerine kurarak seçimler kazanıldı, popülist sağ iktidarlar devrildi. Peru, Şili, Arjantin ve son olarak Brezilya bu ülkelere örnek verilebilir.

‘Seçimin ilk turda kazanılması çok önemli’

Türkiye’ye uyarlayacak olursak, siz nasıl bir yol izleyeceksiniz? Zira iki seçim aynı anda gerçekleşecek.

Seçimlerde sistemin iki önemli ayağı var: Biri cumhurbaşkanlığı seçimi, diğeri parlamento seçimi. İkisi de çok önemli, ama cumhurbaşkanlığı seçiminin ne kadar kritik bir yerde durduğunun herkes farkında. Biz Eylül 2021’de açıkladığımız tutum belgemizde seçim stratejimizi açıkça belirtmiştik. Parlamento seçimine kendi ittifaklarımızla gireceğiz. Ayrıca bu ittifakların esasen seçime dönük bir birliktelik olmadığını, seçimden ziyade bir mücadele ortaklığına ve gelecek için de demokratik dönüşümün merkezi gücünü oluşturma hedefine dayandığını da söyledik. Seçimlere giderken birlikte yürümenin yol ve yöntemlerini şüphesiz konuşacağız ve bulacağız. Parlamento seçimi için de yüzde 15’in altına düşmeyecek bir oranı hedefliyoruz. Bunun aşağısının da başarı olmayacağını birkaç kez ifade etmiştim.

Peki cumhurbaşkanlığı seçimi?

Cumhurbaşkanlığı seçimi farklı dinamiklere ve farklı hesaplara dayanıyor. Bu dinamikleri ve hesapları en erken gören ve açıkça dile getiren partiyiz. Deklarasyonumuzda da stratejimizi bu farkındalık üzerine kurduk ve “Biz diğer muhalefet partileriyle ortak aday fikrine açığız” dedik.

Ama şartlarınız var…

Evet. Açık müzakere, doğrudan diyalog ve ilan ettiğimiz ilkeler üzerinde mümkün olan en geniş mutabakatı sağlamayı öneriyoruz. Bu yöntem benimsenirse ortak aday fikrini tartışırız çünkü bu seçimin ilk turda kazanılması çok önemli. Seçimin ikinci tura kalması halinde çok farklı ve kötücül senaryoların devreye sokulması, böylelikle iktidarın, çeşitli manevralarla ve manipülasyonlarla seçim sonucunu kendi lehine değiştirme ihtimalini göz ardı etmemeliyiz.

Biz bu çağrıyı sadece muhalefetteki siyasi partilere değil, bütün demokrasi güçlerine yaptık. Herkes çalışmalarını bu çerçevede yürütmeli dedik. Sözümüzün asıl muhatabı aslında toplumun tamamıydı. Özel olarak da toplumda demokrasi, adalet ve özgürlük isteyen kesimlerdi.

‘Somut bir tartışma henüz yapılmıyor’

Peki hep tartışılan soru: ‘Altılı masa’nın adayınızı destekler misiniz? Veya hangi koşullarda desteklersiniz?

Biz bir süre önce seçim stratejimizin yeni bir aşamasına geldiğimizi ilan ettik. Kendi adayımızı belirlemeye yönelik mekanizmalarımız somut bir şekilde çalışmalarına başladı. Öncelikle aday profilinin nitelikleri üzerinde bir çalışma yürütüyoruz. Adayımız, yeni bir demokratik rejime giden yolda kararlı duracak, Kürt sorununda demokratik diyalog ve müzakereyle çözümü savunacak, emekten yana sosyal adalet düzeninin temel gereklerini yerine getirmeyi kabul edecek, kadın ve toplumsal cinsiyet konusunda eşitlikçi bir yaklaşıma sahip olacak, kutuplaştırma, ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikalarını net bir şekilde reddedecek bir profile sahip olmalı. Bu çerçevede kendi kurullarımızdaki tartışmalar dışında, ittifak bileşenlerimizle ve demokrasi güçleriyle de kapsamlı bir istişare yapmayı öngören bir yöntemle işleyecek bu süreç.

‘Öncelikle profil netleşecek’

İsimler üzerinden tartışıyor musunuz?

İsimler üzerinde somut bir tartışma henüz yapılmıyor. Ama önerilerin dile getirileceği en geniş istişareleri yapmak, bu yeni aşamanın önemli unsuru. Öncelikle profil netleşecek, ardından isim havuzu oluşturulacak. Bunu da daha önce kritik konularda yaptığımız gibi bütün demokrasi çevrelerine danışarak, ittifak ortaklarımızla görüşerek ve kendi tabanımızla düzenli diyalog içinde yapacağız.

Şu hususu bir kez daha hatırlatmak isterim: Eylül 2021’de açıkladığımız stratejinin özünde bir değişiklik yok. Biz toplumsal ve siyasal muhalefete, demokrasi güçlerine öneri ve çağrılarımızı yaptık, ama yerimizde oturup beklemedik, kendi çalışmalarımızı da sürdürdük. Şimdi bu çalışmalarda yeni bir aşamaya geldik.

Sizin çizdiğiniz profile altılı masanın açıkladığı aday uydu diyelim…

Öncelikle adaylarını açıklasınlar. Varsayımlar üzerinden değerlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. İkincisi, böyle bir adayı açıkladıktan sonra bizim doğrudan diyalog, açık müzakere ve mutabakat yöntemimize nasıl yaklaşacağını görelim. Sonrasında sözünü ettiğim en geniş istişare, tartışmayla karar mekanizmalarımızı harekete geçirerek tutumumuzu belirleriz.

‘İYİ Parti’yle gerilimi tercih etmiyoruz’

Burada kurulan ya da kurulacak ilişkide İYİ Parti lideri Meral Akşener ile HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın karşılıklı açıklamaları oldu. Siz bu tartışmaya nasıl yaklaşıyorsunuz?

Hangi partiden gelirse gelsin, bize yönelik suçlama veya saldırı anlamını taşıyan açıklamalara ve tutumlara tabii ki cevap veririz. Ama şunu ifade etmeliyim: Siyasal tartışmaların muhalefet güçleri arasında bir kavga eksenine oturtulmasını Türkiye toplumunun ve demokrasi mücadelesinin yararına görmüyoruz. Sözümüzü sakınmayız ama bu ateşin harlanmasına bir katkı sunmak da istemeyiz. O nedenle HDP’yle İYİ Parti arasındaki ‘çekişme’ veya ‘sürtüşme’ üzerine kurulu bir siyasi gerilimi tercih etmiyoruz. Partimizin önemli şiarlarından biri, ilkede tutarlı, tavırda kararlı olmaktır. Siyasal çizgimiz ve hedeflerimizle sayısal gücümüzün bileşimi, geleceğin inşası konusunda bize özel bir konum ve sorumluluk yüklüyor. Biz de bu bilinçle hareket ediyoruz.

Partiniz hakkında bir de kapatma davası var. Her seçeneğe hazırlıklı mısınız?

Kapatma davasının demokratik siyaseti ve Kürt halkının mücadelesini tasfiye etme hedefi taşıdığını biliyoruz. Bu dava, geleceği inşa ederken HDP’siz ve Kürtsüz bir siyaset kurgusunun önemli parçası. Tabii bir de Kobani kumpas davası var. Bu davalara dair nihai kararın zamanını ve niteliğini, büyük ihtimalle siyasi atmosfer ve iktidar merkezinin doğrudan müdahalesi belirleyecektir.

‘HDP’nin toplumu seçeneksiz bırakma lüksü olamaz’

Peki vekil listelerinizi teslim ettikten sonra karar çıkarsa ne yapacaksınız?

Kararın olumlu ya da olumsuz çıkması halinde neler yapılabileceğine ilişkin çalışmaları biz dava açılmadan önce başlatmıştık. Karar ne olursa olsun, hazırlıklarımız tamdır, her senaryoya göre bir alternatifimiz vardır. Milletvekili listelerinin YSK’ya teslim edilmesinden sonra kapatılma ihtimali de dahil her türlü seçeneğe dair çalışmalar yürüttük, planlar yaptık. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, her ihtimale göre hazırlığımız var.

HDP’nin ve birlikte yürüdüğü demokrasi güçlerinin toplumu seçeneksiz bırakma gibi bir lüksü olamaz. Seçeneksiz bırakmanın ağır tarihsel, toplumsal ve siyasal sonuçları olacağının farkındayız. HDP’nin öncülüğünde yürüyen demokrasi ittifakı çalışmalarının, Türkiye’deki yol ayrımında belirleyici bir ağırlık taşıdığını da görüyoruz. Yani halklarımızın ve seçmenimizin iradesini seçime en etkili şekilde yansıtacak çalışmaları yürüttük, yürütüyoruz. Özgür toplum ve eşit yurttaşlık üzerine kurulu demokratik cumhuriyet özlemi taşıyan herkes bunu bilsin; umudu ve mücadeleyi büyütme çabasına inançla ve kararlılıkla sarılsın.

Röportaj: Altan Sancar

26 Kasım 2022