
Şırnak Milletvekilimiz Faysal Sarıyıldız'ın BM Genel Sekreteri António Guterres'e hitaben kaleme aldığı mektup:
Sayın Genel Sekreter Guterrres,
Türk Devleti’nin 20 Ocak 2018’de başlattığı Efrin’i işgal harekatı 47. Gününde devam etmektedir. Uluslararası insan hakları kuruluşlarının şimdiye dek verdiği rakamlara göre kadın ve çocukların ağırlıkta olduğu en az 250 sivil bombardımanlarda yaşamını yitirmiş, 600’ün üzerinde kişi ise yaralanmıştır. Birleşmiş Milletler 24 Şubat 2018’de Suriye’de artan sivil ölümler üzerine Suriye’nin genelinde ateşkes kararı almıştır. BM üyesi olduğu halde bu karara saygı duymayarak uymayan Türkiye, Efrin’e yönelik askeri müdahalesini sürdürmekte, sivil ölümler her geçen gün daha da korkutucu bir düzeye erişmektedir. Tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bu işgale karşı BM’nin Türkiye’ye karşı ciddi bir yaptırım içine girmemiş olması, BM’nin uluslararası alandaki saygınlığına ve güvenilirliğine gölge düşürmektedir. Bu durum başta mazlum Kürt halkı olmak üzere tüm dünya kamuoyu tarafından derin bir öfke ve kaygıyla izlenmektedir.
Sayın Guterres,
Çağımızda devletler tarihte örneği çokça görüleceği üzere üyesi oldukları uluslarası kurum ve kuruluşlar aracılığıyla frenlenbilmekte, gerektiğinde cezalandrılabilmektedir. Türkiye’nin Efrin işgalinin hiçbir hukuki ve meşru gerekçesi yoktur. Türk Devleti Efrin’e yönelik saldırıyı BM'nin 51. maddesinde yer alan uluslararası hukuk çerçevesindeki meşru müdafaa hakkına dayandırmaktadır. Oysa Efrin’den Türkiye’ye yönelik hiç bir saldırı yaşanmamıştır. Efrin’deki yerel yönetim, BM’ye bağlı Barış ve Gözlem gücünün bölgede konuşlanabileceğini, Türk Devleti’nin saldırı iddialarının BM tarafından incelenebileceğini defalarca kez dile getirmiştir. Öte yandan Türk Devleti, BM’nin kararlarına aldırmadan Suriye topraklarına bağlı olan Efrin’e girtmek için ne Suriye Devleti’nden bir davet almamıştır. Efrin’de varlığını koruyan ve direnen YPG ise insanlığın başına bela olmuş DAİŞ terör örgütünü Kobani’de, Rakka’da ve Suriye’nin bir çok bölgesinde büyük hezimete uğratan, özellikle Kobani’de sergilediği direnişle tüm dünyanın saygısını kazanmış tek güçtür.
Efrin gibi barışın ve huzurun hakim olduğu bir ilçeye NATO’nun ikinci büyük ordusunun üstelik “Özgür Suriye Ordusu” denilen El Kaide türevi örgütlerle işbirliği içinde bu denli pervasızca saldırmasını Erdoğan’ın hem iç siyasette milliyetçi oylara yatırımı hem de yayılmacı siyasetinin bir parçası olarak değerledirmek gerekmektedir.
Tüm bölgeyi büyük bir kaosa ve trajedilere sürükleyecek olan bu işgal, BM tarafından en baştan engellenmeliydi. Olması gereken bu iken, BM Genel Sekreterliği Sözcüsü Sayın Stephane Dujarric’in “Efrin’de sivilerin tahliyesinin yerel yöneticiler tarafından engellendiğini” ifade etmesi, üzülerek ifade etmek isterim ki Erdoğan’ı daha fazla cesaretlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Efrin halkı yaşadığı toprakları terk etmek istemiyor. Üstelik Efrin halkı başka nereye gidebilir? 2011 yılında Suriye’de iç savaş başladığından bu yana Cerablus, El Bab gibi birçok önemli merkezden savaş nedeniyle göç eden yüz bini aşkın insanı ağırlayan Efrin, zaten savaştan kaçan masum siviller için güvenli bir barınaktı. Şu an ise neredeyse gece gündüz gerçekleşen bombardıman altında yaşamını yitiren her yaştan masum sivillerle anılan bir bölge. Türk Ordusu ile birlikte Efrin’e saldıran ÖSO gruplarının öldürdükleri bir kadın savaşçının cenazesini parçalayıp teşhir etmesi ise sergilenen vahşetin bir örneği olarak hafızalara kazınmış durumda.
Sayın Guterres,
14 Aralık 2015 tarihinde başlayan ve 79’uncu günün sonunda insanlık tarihinde kara bir leke olarak anılacak Cizre katliamının canlı şahidiyim. Tüm abluka boyunca halkımın bir milletvekili olarak oradaydım, tanıklık ettim. Henüz 3 aylık bebeklerden 80 yaşındaki annelere kadar 280 kişi katledildi. Yaralı sivil yurttaşları mahallelerden alıp hastaneye götürebilmek için küçük bir kalabalık ile harekete geçtiğimizde üzerimize ateş edildi, ölümden döndüm. Türk Devleti tarafından sınırsız yetkilerle donatılmış güvenlik güçleri bu olaydan iki hafta kadar sonra vahşet bodrumlarında terör estirerek 143 insanı diri diri yaktı.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeid Ra’ad Al Hussein, başta Türkiye’nin güneydoğusunda bulunan, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Şırnak’ın Cizre ilçesi ve UNESCO Kültür Mirası listesinde bulunan Diyarbakır’a bağlı Sur ilçesi olmak üzere kentlerde yaşananların “şoke edici olduğunu” ifade etmişti. 2016 yılında Cizre, Nusaybin ve Sur’daki ölüm ve hak ihlalleri raporunu açıklayan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği durumu ‘kıyamet’ olarak nitelendirmişti. Komiserlik, 2 bin kişinin öldüğünü, yarım milyon insanın yurdundan edildiğini, şehirlerin sistematik olarak yıkıldığını raporuna yansıtmış ve Türkiye'deki yetkilileri operasyonlarda sivillerin temel haklarına saygı göstermeye davet etmişti.
Türkiye o dönemde ne üyesi olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) sivillere yönelik tedbir kararlarına ne de yine üyesi olduğu Birleşmiş Milletler’in bu “insani davetine” riayet etmedi. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in o dönemdeki sessizliği ise Türkiye’nin daha fazla cesaret kazanmasına neden oldu. Zaman içinde Türkiye’deki yönetim daha fazla otoriterleşti. BM İşkence Özel Raportörü Nils Melzer, geçtiğimiz hafta yayınladığı raporda işkence ve gözaltında kötü muamelenin arttığını belirterek durumdan endişe duyduklarını söyledi.
Sayın Genel Sekreter,
Türkiye Cumhubaşkanı Erdoğan bir savaş makinesine dönüşmüş durumdadır. Erdoğan, barış isteyenlerin kim olursa olsun cezalandırıldığı, savaş isteyenlerin ise ödüllendirildiği bir ükenin lideri olmaktan gurur duyabilmektedir. Her gün maç skoru verircesine öldürülen sivilleri anons etmektedir. Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım’ın sıkça dillendirdiği ve oldukça tehlikeli olan “350 bin Suriyeli’yi Efrin’e yerleştireceğiz” sözleri ise Efrin’de demografik değişim temelinde plananan etnik bir temizliğe işaret etmektedir. Daha önce “Fırat Kalkanı Harekatı” kapsamında Cerablus, Azez ve Mare’ye yerleşen Türk Devleti, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sözleriyle buralara kaymakam ve emniyet müdürleri atamış, bu ilçeleri kendisine bağlı mülki amirliklere çevirmiş durumdadır. BM başta olmak üzere, uluslararası kurumların aktif bir müdahale içine girmemesi sonucu cesaret alan Türk Devleti, saldırgan ve işgalci tutumunu şimdi de Efrin’de devam ettirmektedir. Türk Devleti Efrin’de yaşanan sivil ölümleri inkar etmektedir. Ancak, savaşlarda önce hakikatler ters yüz edilmektedir. Geçtiğimiz günlerde Efrin’deki bombardımanda yaşamını yitiren henüz 3 aylık Diyana Xazî Salih bebek ile Cizre’de daha üç aylıkken katledilen Miray İnce bebek aynı suskunluğun kurbanı oldular. Şu ana kadar yaşananların boyutu düşünüldüğünde Efrin şehir merkezine doğru ilerleyen Türk Ordusu ve ÖSO gruplarının neden olacağı katliam oldukça korkutucu olacaktır. Bunun önüne geçilmezse en başta bu duruma seyirci kalındığı için BM’nin poziyonu tartışmalı hale gelecektir. İkinci Dünya savaşı gibi büyük bir insani felaketin ortaya çıkardığı yıkım üzerine inşa edilen BM, Ortadoğu’daki bu insanlık trajedisine karşı daha aktif bir şekilde rol almalıdır. Efrin’e yönelik Türkiye Cumhuriyeti’nin başlattığı işgal harekatı, yeni bir bölgesel savaşı yaratma potansiyeline sahiptir. Küresel barışın tesis edilmesi konusunda büyük görevlerin düştüğü BM’yi öncelikle Türkiye’nin Efrin işgalinin sona ermesi konusunda barışçı misyonunu oynamaya davet ediyor, BM’nin tarihsel sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Saygılarımla,
Faysal Sarıyıldız
HDP Milletvekili
9 Mart 2018