14 Mart 2016 tarihinde Şırnak’ta Valilik tarafından sokağa çıkma yasağı adı altında ilan edilen ablukada kente dönük topyekün yıkım harekatı uygulandı. Şehir sakinleri zorla yerinden edilip, evleri talan edilerek kitlesel bir cezalandırmaya maruz bırakıldı.
Sokağa çıkma yasağından hemen önce mahallelere yapılan saldırılarla 69 bin nüfusu bulunan kentteki yurttaşların yüzde 90’ına yakını zorla kentten çıkarıldı.
Yasağın başlamasıyla hakim tepelere konuşlandırılan tank, top ve obüslerle kent vurulmaya başlandı. Saldırılar öncesi yapılan askeri değerlendirmelerde “her eve mutlaka bir top mermisi değecek” şeklindeki barbar taktiğe sadık kalındı. Bu askeri plan neticesinde neredeyse top ve havan mermisinin değmediği ev bırakılmadı.
Erdoğan’ın “gerekirse kentten uzaktan vurulmak suretiyle terör örgütü mensuplarından temizlenir” söyleminden sonra Şırnak’a yapılan bombardıman yoğunlaştırıldı. AKP/Saray ile İttihat ve Terakki’nin uzantısı Özel Harp Dairesi’nin ittifakı sonucu Kürdistan kentlerinin ölüm fermanı verildi. Her zaman olduğu gibi muktedirlerin fermanına karşı Kürtlerin de payına düşen direnmek oldu.
İnsanlık tarihinde pek çok acı yaşandı. Savaşlar, soykırımlar, sürgünler ve ağıtlar… Şırnak’ta faili devlet olan yıkım da insanlık tarihinin çetelesine bir utanç olarak eklendi. Basit çatışmalardan kaynaklanan bir yıkım değil. Şırnak’ta yaşanan devlet eli gerçekleştirilen bir “kent soykırımı”dır. “Kent soykırımı” Şırnak’ın sosyo-politik yapısını değiştirmek üzere hayata geçirildi.
AKP 1990’lı yılların güvenlikçi kodlarına değil 1925’li soykırım, inkar, kitlesel tehcir politikalarına geri döndü. “Şark Islahat Planını”, “Umumi Müfettişlik” (Genel Valilik) uygulamalarının parçası olan göçertme ve tehcir politikaları yeniden canlandırıldı. Bugün halkın seçilmiş iradelerinin esir alınarak cezaevlerine konulmaları sonucu yerlerine atanan kayyumlar geçmişteki umumi müfettişlerdir.
Tehcir ve yıkım politikalarının en acımazsızca gerçekleştirildiği yerlerden biri bugün Şırnak’tır.
Şırnak, 1990 yılında “askeri ve güvenlik” gerekçeler ile devlet tarafından bir “garnizon şehire” dönüştürüldü. 1992 yılında Şırnak’ta biri Newroz’da diğeri de Ağustos’ta olmak üzere iki büyük kitlesel katliam gerçekleştirildi. Yüzü aşkın insan taranarak, evlerine isabet eden havan topları ile katledildi. “PKK Şırnak’ı bastı” yalanı ile büyük bir katliam yaşandı. Kentteki yüzlerce ev ve işyeri yakıldı, yıkıldı. Şırnak halkı tıpkı bugün olduğu gibi zorla göç yollarına sürüldü. Ancak bütün bu askeri tedbirler ve katliam girişimleri kentin dinamik muhalif yapısını değiştirmeye yetmedi. Kürdistan’da son 30 yıllık savaşta en reaksiyoner, sürekli ayakta olan, öncü serhildan kentlerinden olan Şırnak ve Hakkari özellikle AKP iktidarının hedefi oldu.
Botan’ın toplumsal karakterinin en has özelliği ilişkilerin yatay ve sıcak oluşudur. Yurtseverlik açısından tarihsel bilincinin güçlü oluşu, geleneksel yapının doğurduğu kültürel korumacılık devlet açısından sürekli risk teşkil etmiştir. Bu toplumsal yapı ile Kürt siyasal hareketi arasında sürekli birbirini besleyen ve güçlendiren bir ilişki olmuştur.
Özyönetim direnişlerinin ardından Şırnak’ta sokağa çıkma yasağı adı altında ilan edilen yaklaşık 9 aylık ablukada devlet şahsında AKP/Saray iktidarı Şırnak’ı tümden yok ederek, yeni bir “kentsel tasarım” ile kentin sosyo-kültürel yapısını deforme etmeyi hedeflemektedir. Zora dayalı ve halkın rızasını almadan yapılan iktidar odaklı kentsel tasarımın amacı Kürdistan’ın en reaksiyoner ve dinamik şehirlerinden biri olan Şırnak’ın muhalif ateşini söndürmektir. Beton bloklar içerisine gömülü ve birbirinden ayrık, günlük ilişkiler açısından toplumun birbirine dokunamayacağı “soğuk şehir” inşa edilmek isteniyor. 1990’lı yılların “garnizon şehri” tek başına çözüm olmadığı için şimdi de Şırnak’ın toplumsal ruhuna saldırı yapılıyor.
Guernica’yı yerle bir eden Franko, Varşova’yı yakıp, yıkan Hitler, eski Roma İmparatorluğu’nu diriltme hülyası uğruna İtalya’yı yıkıma götüren Mussolini yok olup gitti, ancak Guernica, Varşova ve Roma bütün ihtişamı ile duruyor. Şırnak, Nusaybin, Cizre, Silopi, İdil, Gever ve Sur’u yerle bir eden Erdoğan da elbet bir gün gidecek, yıkılan bu şehirlerimiz de insanlık tarihinde direniş mekânları olarak anılacak.
Kavafis’in “Kent” şiirinde ifade ettiği üzere;
“…Bu kent peşini bırakmayacak.
Aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede yaşlanacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer.
Bir başkasını umma…”
Yazgımızın ve geleceğimizin yazılı olduğu, saçlarımıza akların düşeceği şehirlerimizin etrafında kenetlenelim. Hele hele bütün zulme ve haksızlığa rağmen onurlarından vazgeçmeyen direniş kentlerine sahip çıkmak hepimizin boynunun borcu…
Faysal Sarıyıldız
17 Kasım 2016