Demokratik siyaset savunusunu barış içinde demokratik bir cumhuriyet iddiasıyla sürdüren ve Türkiye halklarının umudu olan HDP’nin eş genel başkanları, vekilleri, parti yöneticileri tutsak. Hukuk dışılığın en bariz haline sarılan ve yasa tanımazlığı bir yönetim anlayışı haline getiren iktidar, tek gerçek muhalefeti susturmak için her türlü hak ihlalini yapmaktan geri durmuyor. OHAL sürecini olağanlaştırma peşinde olan, KHK’lerle ülkeyi yönetmeye kalkan, özgür basını ve gazetecileri susturma gayretinde olan bu zihniyet dönülmez akşamın ufkunda olduğunu aslında çok iyi biliyor. Dramatik sonuna ülkeyi sürüklemekten geri durmayan bu iktidara toplumun kendi geleceğine sahip çıkarak dur demesi, faşizme karşı demokrasi mücadelesinde yan yana gelme halini var etmesi artık acil bir zarurettir.

Saray ve hükümet, olası toplumsal muhalefet yükselişini engelleyebilmek amacıyla ekonomide yapay bir rahatlamayı sağlama peşinde çırpınıyor. Olası referanduma kadar HDP’yi susturmak AKP’nin öncelikli politik hamlesi olurken, ekonomideki taktiklerle de zaman kazanma peşinde. Bu taktilerin başında genel anlamda borç yapılandırması olarak adlandırılan uygulamalar ilk başta geliyor. Hane halkının alım gücü enflasyon etkisiyle eridiğinde ve reel gelir artışı olanağı söz konusu olmadığı durumlarda borçlanma olanaklarının artırılması en sık başvurulan yöntem. Finansallaşma sürecinde yaygın biçimde yaşanan bu gelişmeler, mali piyasaların ve dünya konjonktürünün elverişliliğine bağlı olarak geçmişte birçok ülkede, özellikle de ‘yükselen piyasalar’da sıklıkla uygulandı. Ama o günler çok geride kaldı…

Kırılgan ekonomilerin ilk iki sırasında yer alan ve ekonomisi ciddi alarm sinyalleri veren Türkiye’nin borçlanma taktiğine başvurmasının iktisadi açıdan hiçbir gerçekliği yok. Küresel mali piyasaların genişleme evresinde değiliz ve daha da kötüsü, finansal sistemin ciddi bir daralma yaşadığı bir süreçten geçiyoruz. Fonlar güveli liman arayışında. Güvensizliği her gün tescil edilen Türkiye’nin tüm bu gelişmelere inat, tersine kürek çekme gayreti sadece siyasetin ekonomiyi tutsak almasından kaynaklanıyor.

Borç yapılandırması dediğimiz yöntemle tüketici kredilerinin ve kredi kartı limitlerinin artırılması, kredi borçlarının ertelenmesi veya yapılandırılması, vergi ve SGK borçlarının yapılandırılması, çeşitli vergi muafiyet ve istisnalarının genişletilmesi gibi uygulamalar ciddi bir fon kapasitesine ihtiyaç duyuyor. Bu fonun yabancı kaynaklardan sağlanması ve ucuz kredi olarak iç piyasalarda kullanılabilir olma olanağı yok. Kurlardaki artışın aslında uygulanan bu yanlış politikaların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.

Hükümet hiçbir şey olmamış gibi hala ekonominin çok güçlü olduğunu söyleyip israfkar yatırım politikalarına devam ederek çarpık popülist bir ekonomi politikasıyla siyasi krizi savuşturmaya çalışıyor. Haneler bu yapay rahatlamaya bağlı olarak daha fazla borçlanıp harcama yaptıkça iç talebin canlı kalması sağlanacak ve bu canlılığa bağlı olarak ekonomide olası bir sıkışma yaşanmayacak. Bu canlılık özellikle iç piyasa odaklı bir ekonomi için ciddi öneme sahip. Dış dünya ile giderek kötüleşen ilişkilerin ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri de bu iç piyasa canlılığıyla kısa vadede giderilmeye çalışılıyor. Diğer taraftan bütçe açığı üzerinden de bir genişleme ve kamu yatırımlarının sürdürülmesi sağlanmaya çalışılıyor. Hazine daha fazla iç borçlanmaya giderek bu süreci finanse etme peşinde.

Hükümetin şaşkın ekonomi kurmayları bu iktisat politikasını sürdürecek yeterli kaynağı nasıl bulacakları konusunda konuşurken, siyasi tarihimizin en pespaye hallerini sergiliyorlar. Yastık altında hala insanların para sakladığını sanan, kaynağı belli olamayan girişlerle ekonominin döneceğini varsayan, faizleri düşürürse her şeyin halledileceğine inanan, kurlar artıkça borç maliyetlerinin artmasından bihaber olan bir aklın ekonomi bilgisi mahalle esnafının yanına bile yaklaşamaz! Bu akıl tutulması kuşkusuz siyasetin içine düştüğü durumla alakalı. Demokratik siyaset köreldikçe, ekonomideki çöküş de hızlanır...


Sezai Temelli

16 Kasım 2016