Suriye Savaşının 10’uncu Yılında Göçmen ve Mülteciler Çalıştayı sonuç bildirgesi

Göçmen ve Mülteciler Komisyonumuz tarafından çok sayıda akademisyen, ilgili STK temsilcisi ve aktivistin katılımıyla 19 Haziran’da gerçekleştirilen çalıştayın sonuç bildirgesi:

HDP Göçmen ve Mülteciler Komisyonu olarak 19 Haziran 2021 tarihinde iki oturum düzenlemiş şeklinde düzenlenen “Göçmen ve Mülteciler Çalıştay”ımızda önemli sonuçlar ortaya çıkmıştır. “Sahada Mülteci Toplumu ile Çalışan Kurumların Deneyimleri, Karşılaştıkları Problemler” ve “Mülteci ‘Krizinin’ Çözümü İçin Yapılması Gerekenler ve Alternatif Politikaların Oluşturulması” balıklarıyla düzenlediğimiz çalıştaya çok sayıda akademisyen ilgili STK temsilcisi ve aktivist katıldı.

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar’ın açılış konuşmasını yaptığı çalıştayımız bir fikir geliştirmekten öte, sahadaki sorunların çözüm yöntemlerine odaklandı. Çalıştay sonucunda öne çıkan başlıklar özetle şunlar oldu:

  • Türkiye hem altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri, hem de yasalarında tanımlı olan maddeleri uygulamayarak, mültecilerin var olan haklara erişimlerini zorlaştırmakta ve engellemektedir.
  • Devletin erkek egemen, homofobik, sermaye yanlısı anlayışı şiddet, tecavüz, iş kazaları/ölümleri, çocuk evliliği ve işçiliği, insan kaçakçılığı, geri gönderme merkezlerinde mültecilere yönelik işlenen işkence gibi birçok suçu cezasız bırakarak, toplum tarafından mültecilere uygulanan şiddeti ve hukuksuzluğu teşvik etmektedir. Son yıllarda sınır geçişlerini sonlandırmak için güney sınırımıza ve şimdi de doğu sınırlarımıza duvar örme projeleri gerçekleştirilmiş veya ihale edilmiştir. Hal böyle olunca da insan kaçakçılığı sektörü gelişmeye başlamıştır. Ancak devlet tarafından cezasız bırakılan veya el altından desteklenen kaçakçılar, faaliyetlerini görece bir özgürlükle devam ettirmekte, bu da yeni sığınmacı ölümlerine neden olmaktadır.
  • Son yıllarda güneyde görülen kuraklık tüm bölgeyi etkisi altına almıştır. Bu nedenle bölgede önümüzdeki aylarda, hem gıdaya erişimdeki zorluktan, hem de iş kaybından dolayı daha fazla iç ve dış göçün gerçekleşmesi muhtemel gözüküyor. Dolayısıyla sığınmacıların azalmayıp daha da artacağı ve yıllar önce gelmiş olanların da artık toplumun kalıcı bir parçası olduğu gerçeği ile Türkiye toplumu yüzleşmeli ve bu durumu içselleştirmelidir. Bu durum nefret söylemi ve suçlarının da ortadan kalkmasının tek yoludur.
  • Adaptasyon, sadece gelen topluluğun değil, yerli toplumun da yaşaması gereken bir süreçtir. Bu ortaklaşmayı başarmış kimi sivil toplum kuruluşları söz konusu dayanışmanın olumlu sonuçlarını bizzat deneyimlemişlerdir.
  • Mülteci nüfusu homojen bir topluluk olmayıp, bir yandan ulusal ve etnik farklılıklara sahip olmasının yanı sıra bir yandan da kadın, çocuk, engelli, lgbti+, trans, yaşlı bireyleri içeren heterojen bir toplumdur. Üstelik sığınmacı, kadın, çocuk veya lgbti+ ise bir erkeğin karşılaştığı zorluklardan daha çetin sorunlarla karşılaşabilmektedir. Örneğin, yanlarında bir erkekle hareket etmeyen kadınların siyasi sığınma başvuruları, aynı sebeple sığınma isteyen erkeklerden daha az kabul görebilmektedir. Bu heterojen toplumsal yapıyı tanımlamayarak, merkezine geçici koruma statüsündeki Suriyelileri alan devletin, mülteci politikaları/uygulamaları, temel haklara erişimde ve sosyal hizmet uygulamalarında aksaklıklara yol açmaktadır.
  • Devletin hakim anlayışı ve politikaları, mültecilerin sağlık hizmetlerine ulaşamamasını, ucuz işgücü olarak kayıt dışı ve insanlık onuruna yakışmayan işlerde çalışmalarını, lgbti+ ve trans bireylerin barınma haklarının gaspını, sağlık hizmetlerine erişememelerini, yaşamak için seks işçiliğine zorlanmalarını, toplum tarafından şiddete uğramalarını; kadınların sosyal yaşamdan koparılarak ev içine hapsolmalarını, karar alma süreçlerinden uzaklaştırılarak yoksullaşmalarını, çocukların eğitim yaşamlarını sonlandırılmasını, refakatsiz çocukların illegal işlerde kullanılmasını, çocuk işçiliğini ve çocuk evliliğini, engellilerin dışlanarak sosyal yaşamdan koparılmasını doğurmaktadır. 
  • Uluslararası kapitalist sistem, kemer sıkma politikaları ile varlığını sürdürebilmek için güvencesiz ve ucuz işgücüne ihtiyaç duymaktadır. Bu yüzden “göç” ve “mültecilik”  kapitalist sistemin bir ürünüdür. Türkiye artık merkez kapitalist ülkelerin ucuz işgücü deposu olduğu için emekçi sınıfların bütün kazanımları yok edilmektedir. Bu nedenle mülteci işçiler ile Türkiye işçi sınıfının mücadelesi ortaklaşmalıdır. Tüm dünyada iklim ve çevre ile ilgili felaketlerin göç dalgalarını artıracağı düşünüldüğü bu günlerde söz konusu ortaklaşmanın küresel ölçekte de yakalanmasının yolları bulunmalıdır. 
  • Mültecilerin “insan onuruna yaraşır” bir yaşama kavuşmaları ancak yaşadıkları toplumun kaderine ortak olmaları ile mümkündür. Bu yüzden “vatandaşlık” hakkı olmadan verilen bütün haklar bir “lütuf” olarak kalmaktadır. Önce temel haklar sağlanmalı, sonra diğer haklar da takip etmelidir. Örneğin bir işçi çalışma başvurusu için bizzat kendi başvurabilirse işverene bağımlılığı ortadan kalkar ve insan onuruna yaraşır bir çalışma ortamına sahip olabilir. 
  • Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunda siyasi kutuplaşmayı aşan bir boyutta, Suriyeli düşmanlığıyla tanımlanan mülteci karşıtlığı vardır. Bu düşmanlık, toplumsal ve kültürel hayattan dışlamayı da doğurmaktadır. Bu karşıtlığı ve düşmanlığı doğuran sebepler araştırılmalıdır. İş piyasasında mültecilerin varlığının işsizliği doğurduğu mitinin yanlışlığı somut kanıtlarla ifade edilmelidir. İç siyasette mültecilerin, öfke ve kuşatılmışlığın yansıtıldığı bir hedef haline getirilip getirilmediği araştırılmalıdır. Uluslararası sözleşmelerin, iç hukukun etkinleştirilmesi, hukuki statü, çalışma izni, nefret suçları gibi yeni yasal düzenlemelerin geliştirilebilmesi için, siyasi partilerle ortak çalışma kanalları yaratılmalıdır.
  • Mültecilerin “insanca yaşama” kavuşmaları için, “yardım ve hizmet” temelli yaklaşımlar yerine, farklı ihtiyaçları dikkate alınarak  “hak” temelli yaklaşımlarla çözümler üretilmeli, belediyeler ve sendikalarla ortak faaliyetler yürütülmelidir.
  • Göç giderek artmaya devam edecek küresel bir olgu olduğu için küresel dayanışma ağları oluşturulmalı ve yerellerde de mülteci düşmanlığının giderilmesi için ilk adımların atılacağı, dayanışmanın örgütleneceği inisiyatifler kurulmalıdır.

Çalıştayımızı, yukarıda ifade edilen sonuçları ile göçmen ve mültecilik alanındaki bütün deneyimleri de özümseyerek hiç kimsenin iç savaş, paylaşım savaşları, emperyal müdahalelerle mülteci-göçmen olmak zorunda kalmadığı sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz, nefretsiz, eşit şartlar içinde yaşadığı bir dünyaya hizmet etmesi umuduyla İzmir İl Örgütü’müze yönelik saldırıda katledilen Deniz Poyraz yoldaşımıza ithaf ediyoruz.

22 Haziran 2021