Taşdemir: Saldırıya uğrayan sadece Barış Anneleri değil, itiraz eden tüm kadınlardır 

Kadın Meclisi Sözcümüz Dirayet Dilan Taşdemir genel merkezimizde basın toplantısı düzenledi:

Bilindiği gibi; Miktad Mithat Bedirhan, 22 Nisan 1898’te Kürt gazeteciliğinin temelini Mısır’ın başkenti Kahire’de Kürdistan Gazetesi ile attı. O günden beri Kürt basın geleneği büyük zorluklara rağmen direnerek varlığını sürdürdü ve başta kadınların olmak üzere en zorlu dönemlerde dünyanın her yerinde ezilen, şiddet ve baskılara maruz kalan halkların sesi oldu. Bu uğurda ciddi bedeller de ödendi. Onlarca gazeteci katledildi, rehin tutuldu, sürgüne gönderildi. Ama bu gelenek özgürlük çizgisinden taviz vermedi. Bugün de ezilenlerin, kadınların ve halkların sesi olmaya devam ediyor.

Kibriye Evren şahsında Kürt Gazeteciler Günü'nü kutluyoruz 

Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu bu yılki 22 Nisan Kürt Gazeteciler Günü’nü ağırlaştırılmış İmralı Tecridinin kalkması için 129 günü aşkındır açlık grevinde olan gazeteci Kibriye Evren’e adamıştır. Kibriye Evren hem kadın mücadelesinin, hem de kadın gazetecilerin her alanda verdiği mücadelenin bir göstergesidir, önemli bir öznesi olmuştur. Bizler Kibriye Evren şahsında Kürt Gazeteciler Gününü kutluyor, Kürt basını başta olmak üzere basın ve gazeteciler üzerindeki baskı ve şiddetin bir an önce son bulması çağrımızı yeniliyoruz. Kibriye’yi tebrik ediyor, dayanışma duygularımızı iletiyor, ağır bedeller ödeyen arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyoruz.

Yüksekdağ'ın mücadelesini sahiplenmekte ve sürdürmekte ısrarcıyız

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın mahkemesindeydik. Bir kez daha mahkeme kendisinin rehin tutulmasına devam kararı verdi. Bizler hukuki kararlar verilmediğini biliyoruz zaten, Yüksekdağ ve diğer arkadaşlarımızın rehin tutulmasının hukukla izah edilemeyeceğini biliyoruz. Bu rehin tutma politikası, partimize yönelik başlatılan soykırım operasyonunun bir devamıdır. Figen yoldaşımız bir kez daha zulmün gözünün içine bakarak halkları, barışı ve demokrasiyi savunmaya devam etti, kendisini yargılayanları yargıladı. Yüksekdağ’a bir kez daha sevgilerimizi iletiyoruz. Bu hukuksuzluk bitene kadar bizler de onun mücadelesini sürdüreceğiz. Bu, iktidarın partimizin yürüttüğü özgürlük, demokrasi ve kadın mücadelesine yönelik saldırısıdır. Biz kadınlar Figen’in mücadelesini sahiplenmekte ve sürdürmekte ısrarcıyız. Bu ısrarın sonucunun özgürlük ve demokrasi olacağını biliyoruz.

Cesaretle "çocuklar ölmesin" diyen kadınlarla dayanışmamızı yükselteceğiz

Bu ülkenin hukuksuzlukları, adaletsizlikleri, bu konularda verdiği sınavlarda nasıl sınıfta kaldığının bir örneği de Ayşe Öğretmen... Kentlerin ablukaya alınıp yakıldığı, yıkıldığı, başta çocuklar olmak üzere yüzlerce insanın katledildiği bir dönemde bir kadın, bir öğretmen duyarlılığıyla televizyon programına katılarak sadece ‘çocuklar ölmesin’ dediği için hapis cezasına çarpıtılan Ayşe Çelik öğretmen küçücük çocuğu olmasına rağmen yine tutuklandı.

Öyle bir iktidar düşünün ki ‘çocuklar ölmesin’ gibi dünyanın en temiz, en naif ve en güçlü insanı talebini dile getiren bir öğretmeni ısrarla cezalandırmaya kalkışıyor. Çocuklar ölmesin diyen bir anneyi, bir öğretmeni cezalandırmakta ısrar etmek ancak çocuk ölümlerinden beslenen, buna sebep olan ve bu ölümlerde payı olan hükümetlerin takınacağı bir tutumdur.

HDP Kadın Meclisi olarak, Ayşe Öğretmen şahsında bütün kadınlara, çocukların ölmesini istemeyen bütün insanlara sözümüzdür: Bizler çocuklar ölmesin diye mücadele etmeye, bu mücadeleyi yürüten, cesaretle çocuklar ölmesin diyen kadınlarla dayanışmamızı yükselterek devam edeceğiz. Bu talebimizi hiçbir cezaevi, hiçbir iktidar bastıramayacaktır. 

Cezaevinde anneleriyle kalan çocuklar bu ülke için bir kara lekedir

Ayşe Öğretmen’in 18 aylık bir çocuğu var, şimdi ya çocuğundan ayrı kalacak ya da çocuğuyla birlikte cezaevinde kalmak zorunda kalacak. Ayşe Öğretmen tek de değil en son ulaşan bilgilere göre 0-6 yaş arası 700 bebek cezaevinde. Bu durum, iktidar açısından bir ayıp ve bir kara lekedir. Çocukların cezaevinde kalması hem Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesine hem de Anayasa’nın 41. maddesine göre bir hak ihlalidir.

Çocuklar aynı zamanda çok sağlıksız, kalabalık koşullarda yetişkinlerle birlikte kalıyor. Süt, temizlik malzemesi, oyuncak gibi temel ihtiyaçları karşılanırken birçok sorun çıkıyor ve çoğu yerde bunlara erişim engelleniyor. Patnos Cezaevinde Filiz Karaoğlan, aynı şekilde ikiz çocuklarıyla birlikte cezalandırılıyor. Ayşe Öğretmen avukatları aracılığı ile kaldığı koğuşta 51 kişinin kaldığını bunların 8’inin de çocuk olduğunu ifade etti. Kendisi de tek talebinin bu çocukların durumlarının düzeltilmesi olduğunu söyledi. Bizler bu hak ihlallerini gündeme getirmeye devam edeceğiz. 

Kadın düşmanı politikalar her yerde kadınlara şiddet olarak geri dönüyor  

Bingöl’de futbol oynayan kız çocuklarından rahatsız olan, spor yapma hakkını engelleyen ve bunu fuhuşla benzeştiren akıldışılığı hep birlikte takip ettik. Bunun çocuğa ve kadına yönelik şiddet olduğunu biliyoruz, cezalandırılması gereken bir söylem olduğunu da biliyoruz ama buna yönelik bir cezalandırma olmadı. Kadın düşmanı politikalar her yerde kadınlara şiddet olarak geri dönüyor. Bunların 17 yıldır bu ülkeyi yöneten AKP iktidarının politikalarının sonucu olduğunu biliyoruz. Bu zihniyet sırtını buraya yaslıyor. Bir cumhurbaşkanı düşünün, “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyor. Biz kadınlar bu kadın düşmanı politikalar karşısında birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz.

Rabia Naz davasının takipçisiyiz

Medyada çokça tartışılan konulardan birisi de Rabia Naz’ın ölümü idi. Geçen yıl Giresun'un Eynesil ilçesinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren 11 yaşındaki Rabia Naz'ın anne ve babasının adalet arayışı devam etmektedir. Ailenin kararlı mücadelesi sonucu Rabia Naz'ın şüpheli ölümünün aydınlatılması için ciddi bir toplumsal beklenti söz konusudur. 11 Yaşındaki Rabia Naz’ın şüpheli ölümünü HDP Kadın Meclisi ve kadın vekiller olarak ilk defa biz meclis gündemine taşıdık. Bir hukuk rezaleti ile karşı karşıyayız. Bir kez daha buradan ailenin yanında olduğumuzu bu süreç aydınlatılana kadar davanın takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.

Her ne kadar iktidar sansür uygulamak istese de bu ülkenin gündemlerinden birisi açlık grevleridir. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi talebiyle milletvekilimiz ve DTK Eş Başkanı Leyla Güven’in açlık grevi 8 Kasım’da başlattığı açlık grevi 166’ıncı gününde, Hewlêr’de Nasır Yağız’ın başlattığı açlık grevi 154’üncü gününde. Cezaevlerinde ilk grup siyasi tutsağın başlattığı açlık grevi eylemi ise 129’uncu gününde. Önceki dönem Milletvekilimiz Dilek Öcalan’ın da aralarında olduğu Strazburg’daki açlık grevi eylemi 127’inci gününde. Sebahat Tuncel ve Selma Irmak’ın açlık grevi direnişi ise 97’inci gününde. Şu anda Türkiye’nin farklı cezaevlerinde binlerce yakın insan Sayın Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi için açlık grevi eylemi sürdürmektedir.  Leyla Güven ve Nasır Yağız başta olmak üzere, açlık grevindekilerin kritik aşamayı geçtiğini söyleyebiliriz. Açlık grevindekilerin sesi duyulsun ve tecrit kalksın diye 8 insan da ne yazık ki yaşamını yitirdi. 

Hukuku çiğnerseniz mafyalaşan bir suç örgütüne dönüşmüş olursunuz

5 Nisan 2015’ten beri AKP kendi hukukunu, bağlı olduğu uluslararası sözleşmeleri keyfi biçimde ihlal etmektedir. Açlık grevi direnişçileri ve bizler AKP iktidarına bir çağrıda bulunuyoruz; kendi hukukunu çiğnemekten vazgeçin, sadece politik çıkarlarınız için keyfinize göre bir hukuk işleyişinde bulunamazsınız. Eğer biz bunu keyfi olarak yaparız diyorsanız meşru bir iktidar olmamanın ötesinde mafyalaşan bir suç örgütüne dönüşmüş olursunuz. Bu talebin bir arada yaşamı savunan herkesin talebi olduğunu ifade ediyoruz. Bu tecrit İmralı’da başladı ve her yere yayıldı. Akademisyeninden, gazetecisine, öğrencisine, kadınına kadar bu hukuksuzluk sarmalı bütün toplumu kuşatmış durumda. Bu hukuksuzluk sarmalı yıkılmak isteniyorsa ilk sözümüzün hukukun çiğnendiği yere çevrilmesi, İmralı tecridinin kırılmasına yönelik olması gerekiyor. Ciddi bir mücadele ortaklaşmasını sağlamalıyız.

Muhalefetin linç edilmesi hukuksuzluğun sonucudur

Bugün İmralı tecridinin kaldırılmasını talep etmek bütün toplumu hukuksuzluk karşısında savunmak demektir. Eğer sandıktan çıkan sonuçları beğenmiyorlarsa, eğer her muhalefet edeni bastırmak istiyor, linç girişiminde bulunuyorlarsa bilinmelidir ki bu hukuksuzluğun sonucudur. Eğer siz hukuksuzluğun başladığı yerde sessiz kalırsanız, bu siyaset karşısında tavır belirlemezseniz ülke bir hukuksuzluk sarmalına boğulmuş olacak.

Açlık grevi direnişçileri bu kuşatmayı yarmanın direnişini veriyorlar. Tüm muhalefet güçlerinin bu grevler üzerine sesini yükseltmesi gerektiği çağrımızı yineliyoruz. Ölüm sınırına gelinmesine rağmen hükümet hala sessizliğini koruyor. Bizler hakikati dile getirmeye devam edeceğiz. Sayın Abdullah Öcalan sadece bir politik tutsak değildir, aynı zamanda barışın tesisinde önemli bir aktördür.

Gebze ve Kızıltepe'de Barış Annelerine yönelik yapılan saldırı AKP faşizminin simgesidir

Fakat hükümet bir insanlık suçu olan tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevinde olan insanların taleplerini duymak bir yana, açlık grevindeki çocuklarına ses vermek, destek olmak seslerini duyurmak isteyen annelere saldırarak, işkence ederek başka bir insanlık suçu işlemektedir. Dünyanın hiçbir yerinde anneler açlık grevindeki çocuklarının erimesine seyirci kalmaz. Annelik edebiyatını yapan, cennet annelerin ayaklarının altındadır diyen iktidarın bunu net görmesi gerekir. Gebze Cezaevi önünde nöbet tutan beyaz tülbentli annelerin yani ömrünü barış mücadelesine adayan kadınların joplarla itildiği, yine Mardin Kızıltepe'de yerlerde sürüklendiği görüntüler İsrail hükümetlerini geride bırakan AKP hükümetinin yapacağı, sahipleneceği bir işkence, bir utanç sayfası olarak tarihe düştü. 

AKP hükümeti öldürdüğü annelerin cenazesini günlerce sokakta bırakan, annelerin cenazesini gömüldüğü mezardan çıkartan, çocuğu öldürülen anneyi miting meydanlarında yuhalatan, Soma’da madende ölen 301 madencinin annelerinin, eşlerinin gözleri önünde failleri serbest bırakan bir hükümet olduğu gibi cezaevi önlerinde anneleri coplatan ceberut bir hükümet olduğunu da bir kez daha gösterdi. Tıpkı 30 yıl önce Amed zindanının kapısında direnen annelere saldırılması 12 Eylül faşizminin simgesi olduğu gibi, 30 yıl sonra Gebze’de annelere, direnen kadınlara, özellikle kadın vekillerimizi hedef alarak saldırmak AKP faşizminin simgesi olmuştur.

Bu beyaz tülbentli anneler, barış mücadelesinin, direnişe adanan ömürlerin simgesidir. Kimler, hangi kirli ittifaklar bastırmaya kalkışmadı ki bu direnişi, fakat hiçbiri başarılı olamadığı gibi hepsi AKP iktidarının gitmekte olduğu tarihin karanlık sayfalarında lanetlenmektedir.

Saldırıya uğrayan sadece barış anneleri değil, itiraz eden tüm kadınlardır 

Beyaz tülbentli anneler, kadınlar barış isteyen, barış için mücadele eden kadınlardır, Barış Anneleridir. Bu annelere saldırmak barış talebine, barış umuduna ve direnen tüm kadınlara saldırmaktır. Şuursuz bir şekilde annelere, kadınlara saldırılması toplumsal vicdana, ahlaka ve tüm insani değerlere saldırılması demektir. Eriyen sadece açlık grevindeki insanların bedeni değil, toplumun vicdanıdır, ahlaktır, eriyen insanlıktır. Saldırıya uğrayan sadece Barış Anneleri değil, direnen, itiraz eden tüm kadınlardır. Anneler şahsında sokağa taşan joplu işkence, kadın düşmanı erkek egemen devletin gerçek yüzüdür. Tecrit kalksın diyerek yaşama ses veren annelere yapılan işkence bir insanlık suçudur. Annelere, direnen kadınlara yapılan bu saldırıları asla kabul etmiyoruz ve şiddetle kınıyoruz. Kızıltepe’de Gebze’de annelere yapılan saldırı ve işkence bir insanlık suçudur. Bu canice suçu işleyenlerin bir an önce görevden alınması, yargılanması ve cezalandırılması gerekmektedir.

HDP Kadın Meclisi olarak, başta kadınlar olmak üzere herkesi Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi direnişini sahiplenmeye, tutsak anneleri öncülüğünde gelişen tecrit karşıtı mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. 

Soru: Erdoğan normalleşmeden bahsetmesinden sonra CHP Genel Başkanı’na yapılan saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu saldırı Türkiye için ne ifade ediyor ve siz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında Parlamento’da nasıl bir tavır takınacaksınız?

Öncelikle Türkiye’de “demiri soğutma” niyetinde olanların, pratikte buna dönük davranması gerekmektedir. Ne yazık ki 17 yıllık AKP iktidarı ne zaman sıkışsa, ne zaman topluma karşı söz söyleyemeyecek duruma gelmişse, bu ve buna benzer politikaları devreye sokarak faşizan uygulamalarda bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak da bizler hep birlikte gördük, Gebze Cezaevi’nin önünde kadınlar saldırıya maruz kaldı, şiddet gördü ve gözaltına alındı. En temel demokratik talebi dillendirenler, her yerde yerlerde sürüklendi ve ciddi bir şiddet politikasına maruz kaldı. Dolayısıyla bu ve buna benzer sözlerin pratikte bizim için pek bir kıymeti yok. Biz iyi biliyoruz, bugün açlık grevinde olanların tek bir talebi vardır, o da Türkiye’nin kendi yasalarına uyması, kendi hukukunu ayaklar altına almamasına yöneliktir. Dolayısıyla toplumla kucaklaşmak isteyen ve toplumun sesine kulak vermek isteyenlerin evvela bu konuda adım atması gerekir. Maalesef her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de birçok kötü ve karanlık eylemin merkezinde İçişleri Bakanı’nın kendisi yer almaktadır. Süleyman Soylu bugün anti demokratik birçok uygulamanın altına imzasını atmıştır. Süleyman Soylu alenen, televizyonların, kameraların önüne çıkıp Eş Genel Başkanımızı tehdit ettiğini söylemekte beis görmemiştir. Ondan sonra da dün gördüğünüz gibi CHP Genel Başkanı’na bir saldırı oldu. İlginç bir şekilde bu saldırıya da medyada ve birçok mecrada sahip çıkma eğilimi var. Konuşmamın içeriğinde de belirttiğim gibi, İmralı’da devreye konulan tecrit uygulaması, giderek toplumun her tarafına sirayet etmekte ve kendini “meşru bir sistem” şeklinde dayatmaktadır. Dolayısıyla bu uygulamalara, linçlere ve Türkiye’nin sürüklendiği bu ortama karşı çıkan herkesin tecrit başta olmak üzere devreye konulan konsepte karşı durması ve birlikte mücadele etmesi gerekir. 

22 Nisan 2019