Tayip Temel: Taksim saldırısının kime yaradığına baktığımızda saldırının kaynağı da anlaşılıyor

Eş Genel Başkan Yardımcımız Tayip Temel'in Yeni Yaşam'a verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel ile iktidarın ve muhalefetin savaş ve seçim politikalarını konuştuk. 

İstiklal Caddesi’ndeki saldırı ile ilgili ardı ardına birçok çelişkili açıklama yapıldı. İslami cihad örgütlerinin izleri daha belirginken, Süleymen Soylu’nun saldırıyı PYD-PKK üzerine yönlendirmeye çalıştığı görüldü. İktidar içi çekişmeler de yaşanırken bu bilgi, çarpıtma ve algı yönetimi toplumda karşılığını bulmadı. Saldırı, seçimler yaklaşırken 2015’te yaşanan savaş ve şiddet sarmalını da anımsattı. “Bu sarmal yeniden mi sahneye konuluyor?” sorusunu akıllara getirdi. AKP, bir yanda Anayasa değişikliği için HDP ile görüşürken, diğer yanda iç siyasetteki bu algı operasyonları, Rojava’ya saldırı ve HDP’ye açılan kapatma davası ve HDP’nin kriminalize edilme çabası, iktidarın çok yönlü bir planını ortaya koyuyor. Bütün bunlar hem iktidar hem de muhalefet ittifakları açısından, seçimde HDP’nin ve Kürt seçmenin anahtar ve belirleyici bir rolü olmasından kaynaklanıyor. İktidarın hem iç siyaset hem de Kuzey-Doğu Suriye eksenli planlarına karşı, muhalefetin tersine, HDP bu oyunlara gelmeyeceğini, o siyasetin bir parçası olmayacağını net bir şekilde dillendirdi. Kapısı çalınmayan ve siyaset dışı bırakılmaya çalışılan HDP, seçimlere giderken farklı bir açılımla yoluna devam edeceğini gösterirken, kendi cumhurbaşkanı adayını açıklamak ve belirlemek için tartışmalara başladı. Tüm bu gelişmeleri başlıkları HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Van Milletvekili Tayip Temel ile konuştuk.

İstiklal Caddesi’ndeki saldırının ardından farklı iddialar ortaya atıldı. Ancak ilk andan itibaren İçişleri Bakanlığı tarafından PKK-PYD tarafından gerçekleştiği söylendi ve bir algı yaratılmaya çalışıldı. Bu saldırıyla ilgi ne amaçlandı? Ne hedeflendi?

Bu saldırının kime yaradığını değerlendirdiğimizde, saldırının kaynağı da anlaşılıyor. Saldırının olduğu ilk saatlerde, saldırının kaynağına dair net bilgi yokken, eylemin biçiminin daha önceki IŞID ve benzeri örgütlerin eylem biçimini taşıyorken; İçişleri Bakanı’nın saldırının kaynağını Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye olarak işaret etti ve yine YPG/PYD ve QSD’yi suçladı. Bununla beraber geçiş güzergâhlarını da, olası bilgiler ortaya çıktığında yanılmış duruma düşmemek için olacak, ÖSO ve Türkiye’ye bağlı grupların elinde olan yerler olarak işaret etti.

Neresiydi o geçiş güzergâhları?

Cerablus ve Efrîn! Ama uzun süredir iktidarın hedefinde Erdoğan’ın defalarca ifade ettiği gibi Kobanê vardı. Bu nedenle olayı da Kobaniê’ye bağlama, Kobanê ile izah etme durumu söz konusu oldu. Şimdi bütün bu tablodan anlayacağımız şu: Bir şekilde bir yerleri işaret etme, bir yerleri suçlamanın telaşı var.

Süleymen Soylu İdlip’de, Cumhurbaşkanı Erdoğan Endonezya’da ve sonrasında da ABD’de Biden görüşmesi… Özellikle saldırganın Soylu tarafından PKK/PYD ile ilişkilendirilerek açıklanmak istenmesi ve ABD’ye yönelik suçlaması, AKP içinde Soylu ile Erdoğan ekseninde bir iç çekişmenin varlığına mı işaret ediyor?

Değerlendirmeler tutarsız, çünkü senaryo çok pespaye. Dikkat ederseniz Soylu’nun verdiği bilgiler ile emniyetin verdiği bilgiler çelişiyor. Katliamı gerçekleştiren saldırganın bir şekilde gözaltına alındığı ve ikamet ettiği yerlerdeki görgü tanıklarının verdiği bilgiler yine Soylu’nun bilgileriyle çelişiyor. Soylu Rojava’yı işaret ettiğinden olacak Amerika’yı direk suçluyor. Amerika ile koalisyon güçlerinin Rojava’ya, Suriye Kürtlerine, dolayısıyla Kuzey-Doğu Suriye yönetimine dair yaklaşımını, politikalarını ve ilişkilerini eleştirerek hedef haline getirmeye çalışıyor. O yüzden “Amerika’nın taziyesini kabul etmiyorum,” diyor. Daha olayın enkazı kaldırılmadı!

Kaldırılmadığı gibi enkaz üzeri şimdi kapatılıp gündemden düşürülmeye mi çalışılıyor?

Baştan verilen mesajlar bir aydınlatmayı ve açığa çıkarmayı değil, bir yönlendirmeyi ve karartmayı hedeflediği şüphesini arttırdı. Erdoğan-Biden görüşmesinden önce Soylu’nun bu değerlendirmelerini kendi iç çelişkileri olarak okumak zor. Aslında iktidarın belli odaklarının, -belki tümden bir iktidar kanadı değil ama- iktidarın ve devletin içindeki bazı odakların; gizli, karanlık belki de Gladyo bağlantısı olan güçlerin, bir şekliyle süreci manipüle etmeye dönük kimi girişimlerinin olduğu düşünülebilir. Bu şekilde de görüşlerini ve girişimlerini iktidara ve Erdoğan’a kadar sirayet ettirmeye çalışıyorlar. Erdoğan da Biden ile görüşürken “Amerika’ya hem teşekkür ediyor, taziye dileklerini kabul ediyor,” gibi manşetler var.

Akşam gazetesi bir gün önce “Amerika bize mesaj verdi, bedeli ağır olacak” diye Soylu’nun açıklamalarını manşetten veriyor. Biden-Erdoğan görüşmesinin fotoğrafını veriyor, “teşekkür ve taziye” diyor. Soylu’nun manşetini oluşturduğu sayıda ise “taziyesini kabul etmiyoruz” diyor.

İki fotoğrafı yan yana koyduğunuzda durumun vahameti ortaya çıkıyor. Tutarsız bir senaryo, bir telaş… Olayı aydınlatmaya değil, manipüle etmeye dair bir telaşın olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Ayrıca başka şeyler de çıktı…

Nedir onlar?

Olayın organizatörü olarak tanımlanan Ammar Jarkas, Türkiye’de MÜSİAD ile toplantı yapmış. Emniyet onu organizatör ve suçlu olarak ilan etti, biz uydurmuyoruz. Yani işin organizatörü MÜSİAD ile toplantı yapıyor. Yabancı biri olarak Türkiye’de araç kiralama şirketi kuruyor. Cerablus’ta askeri tankın üzerinde elinde kalaşnikofla fotoğrafı var. Facebook’ta, Sultan Murat örgütünün içerisinde silahlı faaliyet yürütürken fotoğraflar var. Sultan Murat Tugayları biliyorsunuz Türkiye’ye bağlı bir örgüt ama IŞİD’den ayrılmış bir örgüt. Böyle birinin YPG ile bağlantısına kim inanabilir. Bu mümkün değil. Türkiye toplumunun aklıyla dalga geçmek herhalde buna denir.

Bütün bu söyledikleriniz değerlendirildiğinde Taksim’deki saldırının amacı ne olabilir?

Türkiye’de seçime dair dizayn gerçekleştirmek, seçime yönelik korku ve kaos planının devreye girme ihtimalinin mesajını vermek… Bu, toplumdaki muhalefet güçlerine, özellikle Kürtlere, Suriyeli Kürtlere, Türkiye’de yaşayan Kürtlere, HDP’ye ve demokrasi güçlerine karşı bir kışkırtma politikasının, bir linç kampanyasının başlamasına vesile haline getirilen bir Gladyo ve derin gücün saldırısıdır. Bu da devletten bağımsız olamaz. Perinçek devletin en derinliklerindeki gelişmeleri bilen ona göre hareket eden ve pozisyon alanlar kişilerden biridir. Olay yerine gidiyor, “HDP kapatılmalıdır, Anayasa Mahkemesi HDP’yi hemen kapatmalı,” diyor. “Bu saldırıların arkasında Amerika var,” diyor ve Soylu’yu tamamlamaya çalışıyor. Bu fotoğraftan anlıyoruz ki; kim bu saldırı üzerinden siyaset dizayn etmeye çalışıyorsa, saldırıdan o memnundur ve saldırının nereden geldiğini de en iyi o bilir.

İçerde seçim dönemine yönelik süreç dediniz. Onun ötesinde de Rojava’ya saldırı ve Özerk yapının dağıtılmasına yönelik bir planlama mı? İktidar içi güç savaşları içerisinde siyasi hedef tam olarak nedir?

Bu saldırının siyasi hedefinde Türkiye’de girilen seçim sürecini görmek gerekir. Çünkü bu seçim Türkiye tarihinin en kritik seçimi olacak.

Neden en kritik?

AKP-MHP faşizmi ve iktidarı, Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerini, Kürt siyasi hareketini, Kürt halkının kazanımlarını tasfiye etmek dışında bir amaç ve hedef taşımıyor gibi. Kendini de buna göre dizayn ediyor. Yani bu seçimden başarı ve güçlü çıkarsa cumhuriyetin yüzüncü yılını kendine göre bir modelle tamamlamış oluyor. Atatürk’ün yerine Erdoğan’ın ikame edildiği, milliyetçi, ırkçı, bir yönüyle de Siyasal İslam’ın maskesini de takan bir rejim. Bu rejimde yine Kürtlere yer olmadığını mevcut iktidarın politikalarından anlıyoruz. Bu rejimde sosyalist güçlere, gerçek Demokratik İslam’a, Alevilere, kadınlara, gençlere, demokrasi güçlerine ve adalet isteyen tüm kimliklere yer olmadığını anlıyoruz. Kuzey-Doğu Suriye ve özellikle Rojava’ya yönelik saldırıların da bu kadar gündeme getirilmesi, statüsünün ortadan kaldırılmasına dönük girişimler belki de bu amaçla bağlantılı. Güney’de operasyonlar var, savaş suçlarından bahsediliyor. Bu kadar telaş ve acele etmelerinin temel nedeni budur. Aslında yüzüncü yıla doğru giderken bir zaferle girmek istiyor ve bu zafer üzerinden de seçimi kazanmak istiyor. İktidarın geçmişte 7 Haziran sonrasında da denediği, saldırı konseptine paralel bir baskı ve baskılamayla beraber, toplumu sindirme siyasetini tekrar devreye koymaya çalışıyor.

Bu saldırı bizi tekrar 2015 dönemine götürdü. Bir benzerliği var mı? Geçmişi hatırlarsak, bu nasıl bir sürece evriliyor?

Eğer demokrasi güçleri, Türkiye’deki vicdan sahibi insanlık bu saldırının gerçek bağlantılarını cesaretle sorgulamazsa, açığa çıkarmazsa, hükümetin, iktidarın belli odaklarının çizdiği senaryoyla sınırlı kalıp onu peşinen gerçek olarak kabul etme pozisyonunda durursa, kesinlikle bu saldırı dalgasının büyüyeceği ve giderek siyaseti dizayn operasyonuna dönüşeceğini öngörmek mümkün. 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem tam da böyle bir zaman dilimi… Baskıcı, otoriter rejim, toplumun demokratik taleplerinin yükseldiğini, HDP’nin giderek güçlendiğini ve demokrasi güçlerinin HDP etrafında toparlanıp Türkiye’de demokratikleşmenin talep edildiğini gördüğünde, kendisi açısından bunu tehlike olarak algıladı ve saldırı konsepti başladı. Mitinglerde bombalar patladı. Genel merkezlerde, gençlik merkezlerinde bombalar patladı. Bunun karşısında zamanın başbakanı “oylarımız artıyor” diyerek o günden sonraki yapılan ölçümlerde oy artışı olduğunu söyledi. Çünkü toplum tehdit edildi. “Ya biz, ya da ölüm; ya biz, ya da katliam; ya biz ya da ülke uçuruma,” ikilemi dayatıldı. O yüzden bu süreç benzer özellikler taşımasa da iktidarın benzer bir politikayı tercih edebileceğini ihtimalini akla getirdi.

İktidar MHP ile birlikte Kürtlere karşı iki ayrı yönde bir algı peşinde mi?

Bu konuda hala birbiriyle çelişik, birbiriyle tutarsız davranışları var. Biri azıcık pragmatist olsa; dilde ve üslupta, kimi gevşeme ve yumuşamalar göstermeye meyil etse de, diğer taraftan hemen ağzına terlikle vurularak susturuluyor. İktidar aslında kendi içindeki kilitlenme halinden, tutarsız siyaset yürütme halinden, pragmatist ve faydacı siyaset yapma halinden bile bir birliktelik, bütünlük, tek seslilik yaratamıyor. AKP-MHP iktidarı, Erdoğan ve Bahçeli’nin söylemlerine rağmen, Süleyman Soylu’nun yaptıkları ve söylediklerine ve her gün uygulanan politikalara rağmen demokratikleşme, Türkiye’yi düze çıkarma ve adil bir iktidar olma öyküsü yaratamaz. Bu teknik olarak da mümkün değil, siyaseten de mümkün değil. Tecrit, savaş politikaları, kayyum politikaları, kapatma davası, zulüm, demokraside bütün ilkeleri askıya alma durumu ortadayken, nasıl ikili bir politika yürütebilir ki? Sözle politika yürümez. Toplum pratik uygulamalara bakar. Demokratikleşmenin tartışmasını bile yürütmenin temel koşulu; iktidarın Kürtlere, topluma, demokrasi güçlerine, muhalefete, kadınlara, gençlere karşı açtığı savaşı durdurmasıdır. İktidar, neredeyse AKP ve MHP’li olmayan herkese karşı bir savaş başlatmış… Bu savaş varken nasıl kapsayıcı ve kucaklayıcı bir seçim dili kullanılabilir ki. Tecrit var. Tecrit, Kürt sorununun çözümsüzlüğünün kaynağıdır. Kürt sorununda inkâr ve imhanın sürdürülmesinin mihenk taşıdır. Biz gerçekten İmralı’da Sayın Öcalan ve diğer siyasi tutsakların ne yaşadığını, ne durumda olduğunu bilmiyoruz. Toplum da bilmiyor. Böyle bir ülke olabilir mi? Dünyanın hiçbir yerinde politik tutsaklardan ayları, yılları bulan haber alamama ve iletişim kuramama hali yok. Buna karşılık, Türkiye ya da mevcut iktidar kalkacak Kürtlere göz kırptığını iddia edecek!

Geçtiğimiz seçim döneminde PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşme yapıldı. Bu kritik seçime giderken, ağırlaştırılmış tecride karşı bir görüşme olabilir mi?

Sayın Öcalan’ın tecrit altına alınması seçim politikaları ile ilgili değildir. Dolayısıyla tecridin kaldırılması ve Kürt sorununda muhataplık ve müzakere rolünü oynaması da seçim ve seçim hesapları ile ilgili bir konu değildir. Kürt halkı kazanımları, özgürlükleri, statüleri ve varlıkları için mücadele ediyor. Neredeyse 40-50 yıla yakındır bu mücadelenin bir de çatışmaya dönüşmüş haliyle karşı karşıyayız. Şimdi çözüm perspektifi olan, barış projesi olan, bu sorunun mevcut isyan ve inkâr ve bastırma siyasetinin dışında bir denklemle, demokratik bir yaşam projesiyle, bir yönetim biçimiyle çözülmesi gerektiğine inanan ve bunun projesini ortaya koyan bir lider, bir aktör niye tecrittedir. Tecrit edilmesinin sebebi; mevcut devlet zihniyeti ve iktidarın da tercih ve kabul ettiği, yüzyıla doğru giderken Kürtleri statüsüz bırakma, kimliksiz, haksız bırakma politikasıdır; Kürtlerin hukuk ve haklarını gasp etme ve tekrar Kürtleri inkâr ve mümkünse de bütün kazanımlarını imha ve bertaraf etme yüzyılına dönüştürme politikasıdır. Sayın Öcalan, daha önceki seçim tartışmalarında da “beni polemik ve iktidar hesaplarına malzeme yapmayın ve dahil etmeyin,” diyerek hem iktidara hem HDP’ye bir çağrı yapmıştır. Bunu HDP’ye gönderdiği mektupta da açıkça ifade etmiştir. Diğer manipülasyonlara kesinlikle girmemek gerekiyor.

Manipülasyon neydi?

Güya “iktidarı destekleyin,” dedi ve Kürt halkı dinlemedi. Bu büyük bir yalan. Eğer Sayın Öcalan’ın amacı manipülasyon yaptıkları gibi AKP’ye yaranmak; AKP’ye Kürtlerin desteğini, HDP’nin desteğini sağlamak olsaydı, bugün tecrit altında olmazdı. Ben o zaman bu konuda o çalışmaların merkezinde olan, HDP’nin seçim çalışmalarının da HDP’nin politik ve stratejik olarak geliştirdiği çalışmaların da bir üyesi olarak söylüyorum, Sayın Öcalan hiçbir zaman “HDP iktidarı desteklesin,”demedi ve İstanbul seçimlerinde de taraf gibi bir pozisyonda olmadı. “Beni güncel iktidar, seçim hesaplarına alet etmeyin,” dedi.

O dönem yapılan açıklamada çıkan sonucu bugün görmüyor muyuz? Şu an HDP’nin olduğu yer, HDP’ye gönderdiği mektupta “3. Yol projesini benimseyip, demokrasi güçleriyle birlikte siyaset yürütülmesi gerekli,” dediği yer değil mi?

Aynen ifadesi şuydu ve bugün o çıplak şekilde görüyoruz. “AKP’nin bu sorunu çözme niyeti ve amacı taşımadığı ortaya çıkmıştır. AKP bir tasfiye politikası yürütüyor o yüzden tecridi ve savaşı derinleştiriyor. Mevcut diğer ittifakın da Kürt sorununu çözme iradesi ve niyetini beyan etmemesi nedeniyle, oradan da demokrasi, adalet ve Türkiye’nin demokratikleşmesini beklemek gerçekçi değildir. Çünkü böyle bir irade yok. Dolayısıyla HDP kendi çizgisini, kendi yolunu demokrasi güçlerinin tümüyle bir araya gelerek yürütmelidir.” Esasen üçüncü yol çağrısı yaptı ve “güncel, gündelik seçim hesaplarına bizi alet etmeyin,” dedi. Hem avukatlarına dedi, hem de HDP’ye ilettiği mesajda bunu açık bir şekilde ifade etti.

HDP’ye bunu ifade ederken, aynı zamanda Kobanê ve Rojava özelinde de ne kadar öngörülü olduğunu görmüyor muyuz? O dönem Rojava’yı savunmak ve korumak gerekliliği de çok önemli bir değerlendirme değil miydi? Bugün o yaşanmıyor mu?

Aynen oydu! Yani üçüncü yolu burada HDP ve demokrasi güçlerine önerirken, “Rojava da üçüncü yolu tercih etmeye devam etmeli. Uyanık olmalı, kendi statülerini halklarla ilkeli ilişkiler geliştirerek korumalı…” demişti. Bu zaten üçüncü yolun temel ilkelerinden biri. “Kürtlere aslında ben bir yer açmak istiyorum, Kürtlere bir alan açmak istiyorum,” mesajını da aynı eksende vermişti. Çünkü Rojava’yı da HDP’yi de bu iktidarın hedefleyeceği öngörüsünde bulunmuştu. “HDP kendi toplumsallığını ve toplumsal tabanını örgütlemezse ciddi yönelimlerle karşı karşıya kalır,” demişti. Nitekim bugün onunla karşı karşıyayız. Aynı zamanda “Rojava’da da uluslararası güçlere ve rejimin geriliklerine dayanan bir çizgi değil. Halklara dayanan, halkların birlikteliğine dayanan ilkeli bir ilişki geliştirilmelidir,” mesajı vermişti.

O gün geleceğe dair öngörüler HDP ve Rojava ekseninde tam da olduğumuz yer mi? Kürt meselesinin çözümü olmadan ülkede demokratikleşme olamayacak. Seçime giderken altılı masa ve AKP-MHP iktidarı açısından, Kürtlerin desteği alınmadan seçimi kazanma yolunun olamayacağı görülüyor. Diğer taraftan da MHP iktidarın içinde ve karşıda da İyi Parti var. Bu dönemde İyi Parti-CHP ne yapmaya çalışıyor?

Millet İttifakı’nın kendi içinde yürüttüğü tartışmalara vakıf değiliz, çünkü bu güçlerle herhangi bir temasımız ve ilişkimiz yoktur. Ancak kamuoyundan izlediğimiz kadarıyla değerlendirme yapıyoruz. İyi Parti’nin ve CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı, öyle görünüyor ki kendi iç tartışmaları sebebiyle hala toplumun önüne koyacakları bir model, bir aday profili ve bir yol bulamamış. Bu alanda tartışmaların sürdüğünü görüyoruz. İyi Parti’nin son zamanlarda partimize yönelik değerlendirmeleri oldu ve sözcülerimiz cevap verdi. Bu konuya fazla girmek istemiyoruz, çünkü bu da iktidarın oluşturduğu oyuna göre dizilmek oluyor. İktidar tam da böylesi bir siyaset yürütüyor: Kendi krizini ve kendi iç sorunlarını aşmak için kendi karşıtı olarak tanımladığı muhalefet güçlerini iç krize sokmak… Millet İttifakı’nın karşı karşıya kaldığı iç kriz, tam da iktidarın çok özel oyununun sonucudur. İktidar, İyi Parti’yi HDP’ye saldırtarak, HDP’ye karşı dil ve üslup geliştirmeye yönelterek, adeta iktidarla mücadeleyi bırakıp HDP ile uğraşmasını sağlamaya çalışıyor. Belli ki İyi Parti de bu tuzağa düşüyor. HDP’nin bu tuzağa düşmeyeceğini tekrar vurgulamak istiyoruz. HDP’nin sorunu Türkiye’nin demokratikleşmesidir. HDP’nin duruşu, bütün halkların eşit düzeyde istifade edeceği, kimliklerin, inançların eşit düzeyde yaşam süreceği bir ülke hayali ve tahayyülüdür. O yüzden bizim kalkıp bu tartışmaları temel gündemimiz haline getirecek durumumuz yok. Biz kendi gündemimize ve kendi yolumuza bakıyoruz. Tartışmalarımızı kendi çalışmalarımızı sürdürmenin üzerine oturtuyoruz.

3. yol olarak kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı ne yapacak?

Demokrasi güçlerinin, muhalefet güçlerinin, AKP’den kopan bütün toplumsal kesimlerin, AKP-MHP iktidarından umudunu kesen güçlerin tümünün tek umudu şudur; Türkiye’deki bütün vicdan sahibi, demokratik ilkelere bağlı güçlerin bir araya gelerek, gerçekten Türkiye’nin vicdanı olabilecek bir aday etrafında buluşulması… Demokratik karaktere sahip, toplumun seveceği, kabul edeceği ve iktidar el değiştirdiğinde Erdoğan’ın yaptıklarının tersini yapacak bir aday beklentisi var.

HDP’nin bir adayı var mı?

Bu konuda Emek ve Özgürlük İttifakı da, HDP kurulları da tartışma yürüttü. Başka güçlerin bize kapıyı kapatarak, değerlendirme şansı vermeksizin, bizim görüş ve düşüncelerimizi almaksızın Türkiye toplumuna hizmet etmeyecek adayları çıkarma ihtimaline karşı, biz kendi aday profilimizi tartışmaya başladık.

Yani HDP de bir cumhurbaşkanı adayı çıkaracak mı?

Şüphesiz ortaya çıkacak denkleme göre bu bir olasılık ve bir ihtimal. Düşünün; Kürt sorununun demokratik çözümünü, düşünce ve ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü, yerel yönetimler ve yerel demokrasi konusunu, ana dilde eğitim konusunu, kadınların İstanbul Sözleşmesi olmak üzere özgürlük talebini, bütün inançların özgürce kendini ifade edebileceği bir inanç sistemini savunan bir adaya kim hayır diyebilir!

Kimse hayır demez herhalde…

İşte böyle bir aday! Bütün muhalefetin etrafında buluştuğu bir aday… Tersi bir yaklaşım gelişirse de biz HDP olarak Türkiye toplumunun tümüne hitap edecek, bu profilde ve belki de ikinci tura kalacak bir aday üzerinde tartışma yürütüyoruz.

HDP’nin cumhurbaşkanı adayı çıkarması ezberleri nasıl bozar? Ya da korkutmaz mı?

HDP olarak biz asla kibirli değiliz. “Her şeyin yolu bizden geçer” veya benzeri bir üsluba sahip değiliz. Mevcut durumda HDP’siz yeni dönemin kurulamayacağını iktidarın davranış biçimlerinden görebiliyoruz. Çünkü çoğunlukla hakaret etseler de sürekli bizi konuşmak durumundalar. Aynı şekilde muhalefetin de yaşadığı iç tartışmalar ve HDP’ye yönelik bir türlü politika ve yaklaşım geliştirememesinden anlıyoruz ki; HDP ile ilgili nasıl bir politika yürüteceklerinin belirsizliğiyle beraber, HDP’siz de bir başarı yakalanamayacağına dair bir kanaatleri var.

Tayip Temel’in derdi nedir?

Benim derdim, aslında bin bir bedel ödediğimiz, bin bir değer yitirdiğimiz bu mücadelede bir nefer olmaktır. Özgürlük ve demokrasi… Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde, Kürtlerin özgür olma mücadelesinde; Kürtlerin de insanlık ailesi içerisinde onurlu bir halk olarak yer almasının mücadelesinde bir nefer olmak… Derdim bu!

Röportaj: Nezahat Doğan

21 Kasım 2022