Temel: Kürtlere her gün hakaret eden bir siyaset Kürtlerden artık onay almaz

Basın Yayın ve Propaganda Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız ve Van Milletvekilimiz Tayip Temel Ötekilerin Gündemi'nden Hamza Özkan'ın sorularını yanıtladı:

Son gelişmelere ilişkin ne söyleyebilirsiniz? Bugün de AKP vekillerinin, bakanlarının açıklamaları oldu; AKP’de bir çözülme var 2 parti ayrıldı, yönetememe sorunu var. Eski Cumhurbaşkanı A. Gül ile, H.Akar ile görüşmeler, erken seçim gibi gündemler var. Siz de meclis kapandığından beri sahadasınız, mitingler yaptınız, hem bu çalışmalara ilişkin hem de tabandan ne tür mesajlar çıktı, neler söyleyebilirsiniz*

Şu an Türkiye yaklaşık 5 yıldır sistematik olarak çözüm perspektifini, Kürt sorununa demokratik yaklaşım ve müzakere perspektifini, özelikle Kürt sorununu muhatapları ile tartışma perspektifini yitirdiği için, bir savrulma, bütünen demokratik değerleri askıya alma halinin yarattığı bir despotik yönetim biçimi var. Adeta Erdoğan şahsında ya da Cumhurbaşkanı etrafında ondan ibaretmiş gibi gözüken ama aslında kendi etrafının da çoğunlukla desteklediği ve yararlandığı bir çarpık bir rejim gerçeği var. Dolayısıyla aslında bu sancıların tümünün sebebi kesinlikle defalarca da söyledik-; demokratikleşmeme, adil ve demokratik bir yönetim biçimini geliştirmeme. Tam tersine aslında başta Kürt sorununu ve Kürtleri bastırmak olmak üzere, tüm muhalefeti bastırmaya endeksli bir rejim gerçeği inşa edildiğinden, yani baskılar bir an bile durursa -adeta sürekli pedalı çevirilen bir bisiklet gibi- aslında baskıyla, zulümle, aç bırakmayla, talanla ayakta duran bir rejim gerçeğe dönüşmüş. Dolayısıyla şimdi bunları terk ettiğinde, bu siyasetten geri adım atıldığında aslında ayakta kalması teknik olarak mümkün olmayan bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Yani kendi gıdasını, varlığını baskı rejimine dayandırarak sürdüren bir iktidar gerçeği ile karşı karşıya Türkiye. Yani düşünebiliyor musunuz; demokratik meşru zemin, toplumun desteği, toplumun iktidara rıza göstermesi tamamen iktidarın toplum karşıtı politikalarına bağlı olarak toplumu zorla, zor aygıtlarıyla, baskıyla ve elinde bulundurduğu manipülasyon araçlarına dönüşmüş, -aslında adına basın-yayın demeye şahit lazım- tek sesli bir propaganda aracına dönüştürdükleri basının manipülasyonlarıyla ayakta duruyor. Bu rejim inşa edilirken defalarca biz söyledik; bu rejimler kendi sahibini, kendi yarattığı kralı yutan rejimlerdir. Yani dünya örneklerinde yüzlerce deneyden bahsedilebilir. Yani siz demokrasiyi askıya alırsanız, hukuku askıya alırsanız, adil olmayı bırakırsanız, -en azından- halkların kendini kendi kimliği ile ifade etmesinin önüne geçerseniz ve dolayısıyla bütün muhalefeti, kendiniz gibi düşünmeyen herkesi düşman ilan ederseniz bu siyasetin, bu politikanın bir sonu var. O son ne? Rıza üretmenin, toplumu bu konuda ikna etmenin sonuna gelindiğinde sizin elinizde baskı, zulüm ve zorbalığın dışında bir şey kalmaz. Böyle bir rejim de zaten her gün güç kaybeder, her gün zemin kaybeder. Bunun zeminini bir şekilde manipülasyonlarla, kara propagandalarla, iktidarın yüzde yüz güdümündeki gazete ve TV’ler ile sağlamaya çalışıyorlar. Yalan bir dünya, yalan bir ülke hayali oluşturuyorlar ve dolayısıyla böyle de sürebileceğini düşünüyorlar. Ama biz şunu biliyoruz; bunun da sonu var. Çünkü gerçeğin kendini mutlaka ama mutlaka açığa çıkarma gibi bir alışkanlığı var. Şimdi büyük bir gerçekle karşı karşıya Türkiye; iktidarın yönetememe hali, ülkeyi bir açık cezaevine dönüştürme, kendisinden olmayan herkesi düşman ilan etme hali ve bir de uluslararası alanda da neredeyse Kürt karşıtı politikalarda her şeyi buna yatıran, Kürtlere düşmanlık üzerine diplomasi kuran, ilişki kuran, siyaset kuran, pazarlık yapan bir rejim gerçeği var. Dolayısıyla şimdi köşeye sıkışmış, halkın desteğini kaybetmiş kendinden öncekiler gibi. Kim ki Kürt sorununda Kürtlere doğru tutum almaz ise, inkarı ve imhayı esas alırsa eninde sonunda kaderi çözülme olur. Ama kim ki Kürtler ile, Kürt sorunu ile yüzleşip buna yönelik adım atarsa, doğru politika geliştirirse Türkiye’nin hem refaha kavuştuğu görülür hem de aslında iktidarın da giderek rejimin de demokratikleştiğini gözlemliyoruz. AKP’nin 2001-2002 yıllarında iktidara geldiğinde hep değişim dedi demokratikleşme dedi, Avrupa Birliği uyum yasaları dedi ve bir dönemi götürdü. Daha sonra sıkıştı Kürt sorununda demokratik çözüm ve müzakere dedi, takiyye yaptı ama çözüm sürecinin ya da çözüm/diyalog perspektifinin takiyyesi bile Türkiye toplumuna nefes aldırdı. Türkiye demokratik şartlarını geliştirdi, arttırdı. Şimdi tersi bir durum ile karşı karşıyayız: Kendi tüm geçmişteki iddialarını getirip MHP’nin ırkçı, milliyetçi, şoven politikalarına teslim etmiş bir AKP gerçeği var. Öz itibarıyla aslında MHP’leşmiş bir AKP gerçeği var. Dolayısıyla çözülmekten başka bir seçeneği kendi zaten bırakmadı.

Geçmiş iktidarlara baktığımızda onlar da Kürt sorununa, Türkiye’nin mevcut sorunlarına ilişkin çözüm vaadlerinde bulundular. Yine geçmiş Kürt partilerinin bir söylemi var; Kürt sorununu çözmeyen çözülür. Bugün AKP çözülüyor, 2 parti içinden çıktı, eski bakan ve vekillerin demeçleri bugün çıktı. Sayın Öcalan AKP’ye şunu demişti: “1 hafta içinde Kürt sorunun çözeriz”. Yani bu fırsatı da vermişti AKP’ye. En son geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır’a geldi; “çözüm sürecini biz bozmadık, HDP bozdu, Kürt hareketi bozdu” dedi. Bunlara ilişkin ne söyleyebilirsiniz?

Aslında az önce söylediklerimin bir kısmını düşündüğümüzde onun devamı niteliğinde şunlar söylenebilir sorunuza cevaben: Birincisi; AKP artık toplumu temsil etmekten uzaklaşan, devletin en zalim yüzünü temsil eden bir partiye dönüştü. Bunu söylemek gerekiyor. Yani AKP devletleşti diyorlar ya AKP devleti demokratikleştirmedi. AKP devletin zulme dönük yönünü, zalim zorba yönlerini sahiplendi ve dolayısıyla aslında devleti AKP’leştirdi, AKP’yi de devletleştirdi. Dolayısıyla aslında toplumu temsil etmeyen hiçbir siyasi eğilim, hiçbir iktidar devletin zor aygıtlarıyla ayakta duramaz. Mesela dikkat edilirse ekonomiden dış politikaya, demokratikleşme sorununa kadar tümünde kendi iddiasından %100 kopmuş bir AKP gerçeği var. Ne yapıyor şimdi: İşte geçmişteki iddialarına ya da vaadlerine tekrar dönmeye çalışsa da artık mümkün değil. Çünkü Kürt sorununu çözeceğim diyemez bu iktidar.

Sizin bir çok kentte mitingleriniz, çalışmalarınız oldu. Tabanınız AKP’ye bir şans daha verebilir mi çözüm anlamında?

Şöyle diyeyim: Devletin 100 yıllık inkar siyasetini sahiplenip onu kendi resmi politikasına dönüştürmüş bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Bunu somut, her gün kendi beyanlarında ve değerlendirmelerinde görüyoruz. O yüzden Kürtlerin çözüm perspektifine, demokratik çözüm düşüncesine güveni tamdır ama bunun mevcut AKP rejimi tarafından yapılabileceğine dair tek bir inanç, tek bir güven yoktur. Çünkü bir halk düşünün her gün dili, iradesi, seçtiği belediye başkanı, seçtiği milletvekili, tercih ettiği siyasi görüş baskı altında olsun, kapatma davası ile karşı karşıya kalsın, kendi diliyle en azından donattığı renklendirdiği sokakların veya cadde isimlerinin silindiğini görsün. Daha sonra da “Kürt sorununu biz çözeceğiz, Kürt sorunu diye bir sorunumuz yok, bir parti bir örgüt ile sorunumuz var” gibi yanıltıcı, gerçek olmayan; Kürdün seçtiği, tercih ettiği temsilcisine, önder dediğine, lider dediğine her gün hakaret eden bir siyaset Kürt’den artık onay almaz, destek almaz. Şöyle tanımlayayım durumu; AKP’nin artık klasik anlamda yer yer geçmişte yaptığı bir “açılım”, -“Alevi açılımı”, “Roman açılımı”, “Kürt açılımı” gibi söylemlere hiçbir toplumsal kimlik güven duymuyor. Bunların siyasi bir malzeme haline geldiğini görüyor, gördü, bizzat yaşadı. Düşünün; Kürt hareketinin liderleriyle oturan, çözüm perspektifini tartışan bir iktidar bugün Kobani dosyasında ve kapatma dosyasında -bu çok önemli, ilk kez tartışıyoruz- ; bugün çözüm sürecini yargılıyor. Çözüm sürecinin mesela İmralı Notları diye bir kitap var; burada devlet yetkilileri, HDP heyeti ve Sayın Öcalan arasındaki görüşmelerden oluşturulan notlar var; iddianameye konulmuş, bunu suç olarak tanımlamış. Şİmdi sorarlar; bundan sonra hangi güç böylesi bir perspektiften sonra çözüm sürecini tartışıp buna cesaret edebilir? Siz yargılama konusu yapıyorsunuz! Bir de hele hele kendinizin içinde olduğu bir sürecin bizzat yürütücüsü olduğunuz bir süreci yargılama konusu yapıyorsunuz. O yüzden bu büyük tahribatlar, büyük düşmanlıklar son bulmadan, bunların yerine doğru politikalar ikame edilmeden ne muhalefetin ne iktidarın, Kürtlerin artık 20 yıl, 30 yıl, 100 yıl önce belli sözlerine güvenme, onlara aldanma imkanı ve zemini kalmamıştır. Çünkü ne artık “Devlet Kürdü” teorisi tutmaktadır -çünkü Kürt, Kürt olma mücadelesi yürütüyor-, ne de ...

Şunu mu diyorsunuz Sayın Temel: Kürt sorununu, realitesini tanıyoruz diyenler, “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyenler için, artık Kürtler bunlara inanmıyor mu?

Hayır, Kürtler bunlara inanıyor, bunları söyleyenlerin pratiklerine bakıp bu söylemi sahte bir siyasete, kandırmaya, göz boyamaya dönüştürenlere inanmıyorlar. Yoksa kesinlikle demokratikleşmenin yolu Diyarbakır’dan geçer, işte Kürt realitesini tanımayan iktidarlar çözülür, Kürt sorununu çözmeyen kesinlikle çözülür. Bunların hepsi doğru. Ama bunları riyakarca, ikiyüzlüce, bunları politik malzeme halin getiren, bunları seçim yatırımına dönüştüren siyasete artık inanmıyor Kürtler.

Sayın Temel, bir erken seçim görebiliyor musunuz? Parti olarak bir erken seçime hazır mısınız? Bir de seçim barajının %7’ye indirileceği noktasında, sizin parti olarak seçim barajına ihtiyacınız kalmış mı? Çünkü bugün basında HDP’nin ve MHP’nin işine yaradı gibi söylemler vardı.

Açık söyleyeyim seçim yasalarıyla oynayan her iktidar zordadır demektir. Kendini ya da yandaşlarını kurtarma operasyonudur seçim yasalarıyla oynamak. Bakın, yıllarca Kürtler temsilsiz bırakıldı, demokratik Kürt siyaseti Meclis dışında bırakıldı. Ne ile? %10 Baraj ile. Ama Kürtler ve dostları örgütlendi, büyüdü, gelişti o barajı yıktı, yerle bir etti 7 Haziran’da. Şimdi ne tartışıyorlar? Bir kere Kürtler ve dostları, demokrasi güçleri aştı o barajı ya yanlarına aldıkları küçük ortakları, küçük partileri kurtarmak için o barajı düşürüyorlar. Yani eğer bizim için yapılsaydı bu emin olun arttırırlardı, düşürmezlerdi. Ama kimin için bunu yapıyorlar? CHP’nin, HDP’nin, İYİ Parti’nin bir baraj sorunu yok, kim sorun yaşıyor, MHP yaşıyor. AKP MHP’leşti çünkü. MHP aslında Türkiye siyasetinde bir yılandır. Denize düşen AKP yılana sarılmış durumdadır. AKP’nin yılanı kurtarma operasyonudur. Havuz medyasının öyle çok büyük büyük TV’lerinin, gazetelerinin bu konuda halkın kafasını bulandırmasının ne imkanı var, ne de zemini var. Baraj tartışmaları, dar seçim sistemi vs. yine demokratları, Kürtleri, demokrasi güçlerini zayıflatma, kendi yandaşlarını sağlamlaştırmadır.

Bir de Anayasa paketi ile ilgili şunu söyledi: Sadece HDP ile değil CHP ve İYİ Parti ile de görüşmeyeceklerini belirtti. Buna ilişkin ne söyleyebilirsiniz?

Bu zihniyetin, bu kafanın demokratik bir Anayasa yapmak gibi bir derdi olamaz. Yani Anayasayı kim yapar? Anayasayı mevcut iktidarı seçim ile, mücadele ile değiştirdikten sonra bir demokrasiye geçiş rejimi, geçiş iktidarı ancak sağlıklı bir Anayasa tartışmasını yürütebilir. Yoksa, Anayasa’nın canına okumuş, bütün Anayasa’yı askıya alıp KHK’ler ile ülkeyi yöneten bir rejim, bir iktidar nasıl demokratik bir Anayasa yapabilir ki? Bence en fazla şöyle yapabilir; 5 yıllık rejimin anayasasını yazar. 5 yıldır Türkiye diktatörlüğe yakın bir rejim ile yönetiliyor. İşte bunun anayasasını yapıyorlar. Zaten böyle bir Anayasa’nın yapım sürecinde bizden görüş ve düşünce almalarına gerek yok Çünkü biz bu zihniyete karşı mücadele ediyoruz. Derlerse ki; biz hata yaptık, bu rejim ile Türkiye çöküşe, uçuruma gidiyor; ey demokrasi güçleri, ey muhalefet, ey HDP gelin daha sağlıklı bir anayasa tartışması ile bu ülkeyi kurtaralım; deneyimlerinizden, parti programlarınızdan yararlanmak istiyoruz derler ise buna açığız. Diğeri, muhalefeti de kendi kuracakları faşist rejime payanda yapma girişimidir. Bunları reddediyoruz zaten.

Bir diğer tartışma; olası bir erken seçimde ortak cumhurbaşkanı adayı tartışmaları. 2 blok arasında bir tartışma var. Sizler parti olarak, demokrasi güçleri olarak, üçüncü yol olarak deklare ettiniz: Sizin de ortak cumhurbaşkanı adayınız nasıl bir profil? Yine en çok kadınların partisi olarak, ortak cumhurbaşkanı adayı bir kadın olabilir mi?

Yani şüphesiz parti kurulları tartışmayı sürdürüyor. Bir seçim tartışmasına HDP kurulları girmiş değil. Elbette yarın seçim olacakmış gibi hazırız, sahadayız. Halk ile, STK’lar ile, kanaat önderleriyle, seçmenlerimiz dahil halkın bütün kesimleri ile bir müzakere ve tartışma süreci yaşıyoruz. O yüzden seçimdeki taktik veya stratejik ittifaklarımızı kurullarımız elbette ele alır, netleştirir. Ama peşinen söylemekte fayda var: Ortaya çıkacak Cumhurbaşkanlığı adaylarının profilinde, Kürt sorununa, demokrasi sorununa, adalet sorununa, hukuk sorununa, kadınlara baskıya karşı olan tutumlarına bakacağız. Biz şu noktada değiliz; sadece Erdoğan gitsin, kötüsü de gelse sorun değil. Böyle değil. Biz Türkiye’nin bütün bu tahrip edilmiş zeminine düzeltme sözü veren, bunun teminatını topluma veren profillere bakıp dikkatle bu konudaki stratejimizi ve taktik adımlarımızı atacağız. Diyelim ki demokrasi güçleri herhangi bir aday etrafında bu ölçülere göre oluşmadı, herkes diğerinin yerini kapmaya dönük bir motivasyon içine girdik ise o zaman biz de kendi adayımızı, ki elbette kadın da olur genç de olur ya da toplumsal kesimlerin tümünün etrafında kenetleneceği olgunluk ve etkide olur, parti kurulları tartışır.

Eş Genel Başkanınız Sayın Sancar’ın Şırnak’ta bir açıklaması oldu: Bir deklarasyon açıklayacaklarını, deklarasyonda Kürt hareketine, iktidara ve muhalefete bir çağrısı olacağını söyledi. Kamuoyunda Sayın Sancar’ın bu açıklaması bir tartışmaya neden oldu. Gazeteciler de bunu yazdı çizdi, herkes kendine göre yorum yaptı. Biz de merak ediyoruz. Bu deklarasyonda neler çıkacak?

Bizim MYK toplantımızda, bütün bu 2 aydır, uzun süredir sahada olan, bütün önerileri ve değerlendirmeleri etraflıca ele aldı. Bunların tümünün aslında pratik bir politikaya dönüşmesinin zemini tartışıldı, konuşuldu. Çeşitli toplumsal kesimlerle, aklınıza gelebilecek bütün kesimler ile temaslar sağlandı, buradan gelen önemli öneriler, tespitler var. Aslında bize özetle aktarılan şeyler şunlar: Bir; HDP kendi özgünlüğünü ve özelliğini mutlaka korumalı. Çünkü HDP’nin savunduğu Türkiye hayali ne muhalefette ne iktidarda mevcut değildir. HDP gerçekten yeni bir Türkiye, yeni bir toplum, yeni bir rejim, yeni bir yönetim biçimi ve modelini savunuyor ve halkların, inançların, kimliklerin birarada, barış içinde, özgürce yaşamasının savunuculuğunu açık yüreklilikle ve cesaretle yapan tek partidir, tespiti yapıldı. Dolayısıyla bu özgünlüğünü ve özelliğini koruyarak taktik ve stratejik ittifaklara elbette girebilir HDP. Fakat biz bu deklarasyon ile Türkiye’nin temel sorunlarına vurgu yapacağız. Ve temel sorunlarının çözüm muhatabının kim olduğunu ortaya koyacağız. Elbette bunun bir tarafı mevcut iktidar ise bir tarafı muhalefettir. Bir tarafı devlet ise bir tarafı Kürt hareketidir. Bir tarafı toplum ise bir tarafı devletin temsili olan bürokrasidir. Biz aslında sorunun çözümünü bütün yönleriyle ortaya koyan; toplumu, demokrasi güçlerini bu konuda göreve çağıran, toplumsal kesimlerin tümünü mücadeleye çağıran bir deklarasyon yayınlayacağız. Bu deklarasyon aslında bir bakıma HDP’nin nerede durduğunu tekrar ilan etme, HDP’nin hangi politikaları destekleyebileceğini tekrar belirginleştirme, HDP’nin nasıl bir Türkiye savunduğunu da etraflıca ortaya koyma deklarasyonu olacak. Sürpriz, önemli çağrıları da kendi içinde barındıracak.

Sayın Temel biliyorsunuz yarın 1 Eylül Dünya Barış Günü. Partiniz ile birlikte birçok STK ve emek örgütleri ortaklaşa mitingler, basın açıklamaları var kentte. 1 Eylül Dünya Barış Gününe ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye’nin gerçekten en büyük sorunu hem toplumsal barışın inşa edilmemiş olması hem de bir Kürt-Türk barışının hala gerçekleşememiş olmasıdır. Çünkü Kürtler hala mevcut devlet aklı tarafından inkar ediliyor, düşmanlaştırılıyor, bütün kazanımları hedef alınıyor. Kürtler de aslında bunun karşısında bir özgürleşme, bir kendi olma mücadelesi yürütüyor. Aslında 1 Eylül vesilesiyle söylenebilecek en önemli şey, Türkiye’nin bir barış cephesine ihtiyacı var. Savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı savunabilecek bir toplumsal cepheye ihtiyacı var. Bunun için bir mücadeleye ihtiyacı var. Çünkü savaş ile ayakta duran, savaşmadan, saldırmadan hem içeride hem dışarıda saldırgan politikalar gerçekleştirmeden ayakta durma yeteneğinin tümünü yitirmiş bir iktidardan bahsediyoruz. Öyleyse savaş eğer mevcut baskıcı rejimin temel beslenme kaynağı ise, toplumların, halkların, kimliklerin, kadınların savunacağı tek şey barıştır. Ama nasıl bir barış; onurlu bir barış, çözüme hizmet edecek bir barış ve herkesin hakkının, hukukunun teslim edildiği bir barış. Diğerleri dönemsel ara çözümlerdir, 30 40 yılda denendi ve sonuç alınmadı. Bizzat Sayın Öcalan’ın bu konuda çok önemli arayışları ve girişimleri oldu. Ama kalıcılaşmamasının temel nedeni sorunların kendisinin çözüm perspektifine daha kavuşmamış olmasıdır. Bunun da en önemli sebebi devletin inkar, imha ve düşman mantığından, zihniyetinden kendini kurtaramıyor olmasıdır. 1 Eylül vesilesiyle bütün barışseverleri hem selamlıyor hem de mücadeleye çağırıyoruz: Amed’de, Van’da, İstanbul’da,daha birçok kentte, Adana’da, İzmir’de bu güçleri tekrar yüksek düzeyde barışı haykırmaya davet ediyoruz.

 

31 Ağustos 2021