Temel: Sansür Yasasının gerçek ruhu, Diyarbakır’da gazetecilere gözaltında sorulan sorularda saklıdır

Basın Yayın ve Propaganda Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız Tayip Temel Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenleyerek Meclis'te görüşülen sansür yasa tasarısı ve özgür basına yönelik saldırılara ilişkin açıklama yaptı:

Basın Yayın ve Propaganda Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız Tayip Temel Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenleyerek Meclis'te görüşülen sansür yasa tasarısı ve özgür basına yönelik saldırılara ilişkin açıklama yaptı. Temel şunları söyledi:

Türkiye, basın tarihi açısından son derece karanlık bir geçmişe sahiptir

Biz bu basın açıklamasını -adına dezenformasyon yasası dense de- özünde gerçek bir sansür ve muhalif basını susturma yasası olarak adlandırdığımız kanun teklifi ve son zamanlarda muhalif basına yönelik gözaltı ve tutuklama furyasına ilişkin yapıyoruz. Basın özgürlüğü sadece gazetecilerin özgür haber yapma, özgür bir şekilde çalışma koşullarına sahip olması değildir. Aynı zamanda basın özgürlüğü toplumun özgür haber alması ve toplumun kendisini özgür bir şekilde ifade etmesi, kendi sesini doğru ve objektif olarak kamuoyuna duyurmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’de basın özgürlüğünün varlığından bahsetmek gerçekten zor. Zaten Türkiye basın tarihi açısından son derece karanlık bir geçmişe sahip. Abdi İpekçi, Musa Anter, Hafız Akdemir, Metin Göktepe, Ferhat Tepe ve bir çok hakikat savunucusu gazetecinin katledildiği karanlık bir tarihten bahsediyoruz. AKP-MHP iktidarı ise bu karanlık tabloyu daha koyulaştırarak, daha çekilmez hale getirerek uzun bir süredir Türkiye’de basın özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırılması ve muhalif direnen birkaç yayını da susturma girişimlerini sürekli sürdürdü. 

RTÜK, muhalif kanallara 61 kararla 10 milyon 427 bin TL para cezası kesti

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü başta olmak üzere uluslararası birçok örgüt Türkiye’deki bu karanlık tabloyu hem raporlamakta, hem de bu durumun ne kadar vahim olduğunu yer yer teyit etmektedir. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 2022 yılındaki verilerine bakıldığında, aslında tablonun ne kadar vahim olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. TGS’nin 2022 yılındaki bazı verileri şöyle özetlenebilir. 60 gazeteciye soruşturma açıldı, 31 gazeteci toplamda 52 gün gözaltında kaldı. 128 davadan 273 gazeteci yargılandı, yargılanmaya devam ediyor. Gazetecilere toplam 75 yıl 5 ay 26 gün hapis cezası verildi. 52 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı, 57 gazeteci tehdit edildi, 54 haber sitesine ve 1355 haber içeriğine erişim engeli getirildi. RTÜK 61 kararla 10 milyon 427 bin TL para cezası kesti muhalif kanallara. İşte bu tablonun mimarı olan AKP-MHP iktidarı ve neredeyse yüzde 85 oranında Türkiye merkez basınını kontrol eden, denetimde tutan bu iktidar şimdi özgür ve muhalif basını daha da susturmak için mevcut muhalefet odaklarını, basın yayın açısından var olanları da susturmaya dönük yeni bir saldırı dalgası başlatıyor. 

Dezenformasyon yasası gerçek bir sansür, ülkeyi karanlığa sürükleme yasasıdır

Adına dezenformasyon yasası dense de özü itibariyle gerçek bir sansür yasası hem muhalefeti bastırma, muhalif sesleri kısma, hem de muhalif basın kurumlarını haber ve yayıncılık yapamaz hale getirme yasası da denilebilir buna. Bu yasanın şimdi hazırlıkları yapılıyor, önümüzde günlerde TBMM’ye getirilmesi düşünülüyor. Bu kanunla ne hedefleniyor? Birkaç hususu vurgulamak istiyorum. Bu kanunun belli maddeleri değerlendirildiğinde kanun teklifinin ruhunun tamamen sözünü edeceğimiz maddelere endeksli bir ruh olduğu görülecektir. Birçok şey konulmuşsa da özü itibariyle yasanın sansür ve susturma, ülkeyi tamamen karanlığa sürükleme yasası olduğunu anlıyoruz. 

Memurlara basın kartı verilmesi basın kartını alamayan gazetecilere hakarettir

Bu yasa ile şu hedefleniyor: Biliyorsunuz Türkiye’de iktidarın denetimine girmeyen, muhalif kimliğini ve bağımsızlığını koruyan gazetecilerin birçoğu basın kartı alamıyor. Bu yasa ile basın kartı alacak olan gazetecilerin arasına enformasyon görevlileri konulmuş. Onlarca gazeteci basın kartı almayı bekliyor ve veto ediliyorken basın enformasyon görevlilerinin, yani hükümetin bazı idari kurumların içinde olan memurlarının basın kartı alması bir kere gazetecilik mesleğine ve basın kartı alamayan gazetecilere hem saygısızlık hem de hakarettir. 

Gerçek gazetecilerin alamadığı basın kartı yandaş dernek ve vakıflara veriliyor

Basın kartı ile ilgili bir diğer madde var ki evlere şenlik. Cumhurbaşkanının onayladığı ve incelediği dernek ve vakıfların yöneticileri basın kartı alabiliyor. Yani yandaş vakıf ve derneklere yeni imtiyaz doğuyor bu yasa ile. Gerçek gazetecilerin alamadığı basın kartı yandaş dernek ve vakıf yöneticilerine veriliyor. Başka bir madde de var. O da enteresan; İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulan basın kartı komisyonu kimlerin gazeteci olacağına, kimlerin gazeteci olduğuna karar veren merci oluyor. Yani Fahrettin Altun başkanlığındaki İletişim Başkanlığı'nın bünyesinde komisyon, hangi birinizin gazeteci olup olmadığına karar verecek. Oysa demokratik ülkelerde gazetecilik kaidesi ve kuralı, gazetecilerden ve meslek temsilcilerinden oluşan konseylerce karara bağlanır. Burada direkt Cumhurbaşkanlığı’nın bir alt birimi olan İletişim Başkanlığı’na bu yetki veriliyor.

Yine biliyorsunuz gazeteler yayına başlarken savcılıktan yayın izni alıyordu. Şimdi bu yasa ile savcılıkların yerine bu izin Basın İlan Kurumu’na veriliyor. Yani Basın İlan Kurumu bir gazetenin yayına başlama onayını veren mercii oluyor. Bir gazetenin imtiyaz sahibi ya da yönetimi “Ben gazete çıkarmak istiyorum” dediğinde savcılığa bildirim hakkı ortadan kaldırılıyor, söz konusu izin tamamen Basın İlan Kurumu’na veriliyor, ki o da idari bir kurum ve iktidarın güdümünde bir kurum. 

Yayın durdurma kararı sadece İstanbul Asliye Ceza mahkemesine bırakılıyor

Saymakla bitmez, ben sadece bir maddeye daha vurgu yapmak istiyorum. Yayın durdurma kararları biliyorsunuz Asliye Ceza Mahkemeleri tarafından verilirdi. Yani gazetenin yayınının durdurulması, bir haber sitesinin yayınının durdurulması, bunlar o ilin asliye ceza mahkemelerine bırakılan kararlardı. Bugün çıkarılmak istenen yasa ile yayın durdurma kararı sadece İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi'ne bırakılıyor. Yani Hakkari’deki, Diyarbakır’daki, Ankara’daki bir yayının durdurulma kararı İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’ne bırakılıyor. Bunun anlamı şu: Yer yer iktidarın güdümünde olmayan kimi hakim ve savcıların, kimi mahkeme heyetlerinin verdiği çok düşük adil kararlar bile artık ortadan kaldırılıyor. Tek merkeze bırakılıyor bu karar. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, iktidarın tek elden yayın durdurma kararı mercii oluyor. Yargının bu kadar itibarının yerlerde olduğu, iktidarın bu kadar sopasına dönüştürüldüğü dönemde bile bu yetki bütün asliye ceza mahkemelerinden alınıyor. Müdahaleye, denetime ve iktidarın yönlendirmesine daha fazla olanak ve imkan tanınıyor. 

Mahkeme ile bu mesleği kimin yapıp yapamayacağına karar veriliyor

Bunların hepsi yargıyı denetime alma girişimlerinin sonucudur. “Anayasal düzene karşı suç işleyenler, devlet sırrını ifşa edenler, bu konuda hüküm giyenler gazetecilik yapamaz” diye bir kaide getiriliyor. Herhangi biriniz ya da birimizin herhangi bir mahkemede adil yargılanmadan “Devlet sırrını haber yaptı” diye mahkumiyet kararı olursa gazetecilik hayatınız bitiyor. Yani aslında mahkeme ile tamamen bağımsız olması gereken bu mesleği kimin yapıp yapamayacağına karar veriliyor. Bir şey daha var, bu daha tehlikeli. Yeni bir suç tanımı getiriliyor. Yani halk arasında endişe, korku ve panik yaratacak paylaşımlar ve haberler operasyon konusu, gözaltı tutuklama ve yargılama konusu oluyor. Kime göre? İktidarı rahatsız edecek yayıncılık ya da paylaşımlar yapmamaya teşvik edici bir madde. Yani siz herhangi bir haberi ya da paylaşımı sosyal medyada yaptığınızda “Bu halka panik ve korku sebebi oldu, ben yargılama konusu yapıyorum” diyebilir hakimler. Bu ucu açık, sonu olmayan bir tanımlama. Kime göre neye göre panik ve korku? Oysa gazeteciliğin temel görevlerinden biri iktidarı rahatsız edecek, toplumu rahatlatacak yayıncılık yapmak. Bununla sadece muhalefet değil sivil toplum örgütlerinin bazı açıklamaları ve çağrıları, siyasi partilerin bazı açıklamaları veya çağrıları haber yapıldığında söz konusu basın kurumu bundan sorumlu tutuluyor. Panik ve korku bu kadar muğlak bu yasada. 

34. Madde ile hakimler istediğinde muhalif basına yönelik gözaltı furyası başlatabilir

Bu kanun teklifi ile iktidarın ne yapmaya çalıştığını uzun uzun anlatmak mümkün. Özellikle 34. Madde ile hakimler istediği zaman, istediği içeriği gerekçe yaparak muhalif basına yönelik gözaltı ve soruşturma furyası başlatabilir. Bu açıdan düşündüğümüzde AKP-MHP ittifakının kendi iktidarını sürdürmek, toplumsal olarak kaybettiği gücü yeniden tesis etmek için topluma ve muhalefete karşı kapsamlı bir saldırı politikasının içinde olduğunu söylemek gerekir. Bu yasanın bize gösterdiği şey budur. Bu kanun teklifiyle toplu ya da bireysel eylem hakkı tamamen bertaraf ediliyor. Sürdürülen baskıcı politikaları, halklar karşıtı politikaları, kadın düşmanı ve Kürt düşmanı politikaları haber yapmanın yanı sıra ona karşı direnme hakkı da hedefleniyor. Bunun bitirilmesi hedefleniyor, tepkilerin önü kesilmeye çalışılıyor. Tam da Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın dediği gibi “attığınız tweetin içi boşsa sorun yoktur” mantığı bu yasanın mantığı oluyor. 

Yasanın ruhu gazetecilere gözaltında sorulan sorularda saklıdır

Bu yasanın hazırlığının yapıldığı günlerde muhalif Kürt basınına yönelik Diyarbakır'da başlatılan bir gözaltı ve tutuklama furyası vardı. Aslında tutuklamalar bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceğini ipuçlarını veriyor. 8 Haziran'da gözaltına alınan 22 gazeteci arkadaşımdan -ben arkadaşlarım diyorum çünkü yıllarca onlarla mesai yaptım- 16’sı tutuklandı. Savcılık ve emniyette sorulan sorular hem basın açısından hem de siyaset açısından dehşet verici. Gazetecilere sorulan sorular içinde “Bu haberi niye yaptın, bu programı niye sundun, iktidarı rahatsız eden bu dili neden haberine ya da programına yedirdin” soruları var. İşte tam da biraz önce bahsettiğim yasanın ruhu bu sorularda saklı. Gazeteciliğine tanıklık ettiğimiz bu arkadaşlarımızın Türkiye kamuoyu açısından ve Kürt halkının haklı ve meşru özgürlük talebi açısından belirleyici konumları var. Örneğin dosyaya bazı sahte tanıklar konulmuştur, bu kumpasın tutuklama ile sonuçlanmasına yönelik bir hazırlıktır. İktidar yanlısı gazeteler bu gazeteci arkadaşlarımızı hedeflerken gazetecilik bir suçlama konusu yapılıyor. 

Propaganda araçlarının %85’ini elinde tutan iktidar toplumda hegemonya kuramıyor

Program yapmak, programın hangi televizyona yaptığının sorgulanması gibi gerekçeler var. Şunu açık yüreklilikle söylemek isterim: Türkiye’de merkez basının ve medyanın yüzde 85’ini kontrol eden AKP-MHP iktidarı toplumda hegemonya kuramıyor. Toplum bu yayınlarına inanmıyor, bu televizyonlarının gazetelerinin yaptığı dezenformasyona inanmıyor. Birkaç Kürt televizyonu, birkaç muhalif yayın iktidarın şaşaalı beslemesi ile ayakta duran basın kurumlarına meydan okuyacak kadar hakikat gazeteciliği yapıyor. Kürt halkına yönelik düşmanca politikaları ifşa ettikleri için arkadaşlarımız tutuklu. 

Hiçbir gazeteci arkadaşımızın mikrofonu ve klavyesi sahipsiz kalmayacak

Kürt toplumu üzerinden yürütülen işkenceyi, bir gün önce Van’da gördüğümüz işkenceyi teşhir ettikleri için, bu arkadaşlarımızın gazeteciliği ile başa çıkamadıkları için bu arkadaşlarımızı tutukluyorlar. Onun için Kürt basını ile Türkiye’deki muhalif basın, bu dezenformasyon yasası dedikleri ama özü itibariyle iktidarın dezenformasyonun önünü açan özgür basını ve gerçek gazeteciliği engelleyen bu yasaya karşı birlikte mücadele etmelidir. Muhalefeti ve her koşulda hakikati savunan tüm güçlerin bu yasaya karşı çıkması gerekiyor. Biz yanındayız bu arkadaşlarımızın. Hiçbir gazeteci arkadaşımızın mikrofonu ve klavyesi sahipsiz kalmayacak. Emniyet müdürlüklerinde sergiledikleri kameraların suç unsuru olarak gösterilmesi bu ülkenin basın tarihine karanlık bir sayfa olarak geçecektir ve o kameralar kapanmayacaktır. Burada tekrar, açık ve net söylüyoruz: Dezenformasyon yasasını geri çekin, dezenformasyon yapmayı hedeflediğiniz yasayı geri çekin, sansür politikalarından vazgeçin. Değil yüzde 85’i, bu ülkenin yüzde 100 basınına el koysanız da bu toplumun hakikatini dillendirecek ve hakikatin gazeteciliğini, savunuculuğunu, öncülüğünü yapacak gerçek gazetecilere boyun eğdiremeyeceksiniz. 

Em ê li hemberî qanûna sansûrê muxalefeteke tund bikin

Ev daxuyaniya me ya îro li ser amadekariya qanûna nû ku AKP û MHP dixwaze bîne Meclisê ye. Bi vê qanûnê dixwazin li ser navê dezenformasyonê an jî xirabkirina rastiyê amadekiriyê bikin. Lê naveroka vê qanûnê ji sedî sed dixwaze çapemeniya muxalif bêdeng bike. Bi vê qanûnnameyê dixwazin çapemeniya muxalîf ya Kurd bêdeng û berteref bikin. Bi vê qanûnê dixwazin rojnamegeriyê ji nû ve pênase bikin. Kes û saziyên alîgirê hikûmetê dibin xwediyê karta çapemeniyê. Rojnamegerên muxalîf yên ku li benda kartên çapemeniyê jî wekî kesên krîminal tên pênasekirin. Ev qanûn xeter e. Qanûn dîsa tiştekî din ferz dike li ser civakê. Ger ku ev qanûn bê qebûlkirin gelek parvekirinên di medyaya civakî de wekî sûc dikarin pênase bikin. Her nûçeyên ku hikûmetê aciz bike ji bo wan sebeb e ku bibe mijara darizandinê. Ev xaleke giring e û rojnameyên ku ne di xizmeta hikûmetê de ne, divê li dijî vê yekê derkevin. Em ê li hemberî vê qanûnê muxalefeteke tund bikin. Ji ber ku ev bêdengkirina civakê ye. 

Rojnamegerên ku heqîqeta gelê Kurd radigîhinin hatin girtin

Meseleyeke din rojnamegerê Kurd li Amedê hatin binçavkirin. 16 rojnameger hatin girtin. Di pirsên dozger û dadger de pirsên ecêb ji wan rojnamegeran re hatin kirin. Te ev bername çima çêkir, te filankes çima kire mêvan, çima te program ji bo filan kanalê çêkir filan... Ew kanal heqîqeta gelê Kurd radigihînin civakê. Bûyerên wekî îşkenceyê ku li Wanê derket holê, bûyerên wekî Roboskî dîsa gelek tiştên din bi riya van rojnamegeran hatin ragihandin. Em dibêjin ev rojnameger heqîqeta gelê Kurd radigihînin û sûcê li hemberî gelê Kurd teşhîr dikin. Em ê heya dawiyê li gel wan rojnamegeran bibin.   

22 Haziran 2022