Temelli: Bizim yolumuz demokrasi ve barış yoludur, AKP ile yürüyecek bir yolumuz yok

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, grup toplantımızda güncel gelişmeleri değerlendirdi:

Antep İl Örgütümüz aramızda. Antep önemli bir şehir. Özellikle IŞİD saldırıları boyunca en fazla mağdur edilmiş kentlerimizin başında gelir. Çok ciddi mağduriyetler yaşadı ve 2016 yılında Antep’te büyük bir katliam yaşadık. Katliamın gerçek suçluları hala yargı önüne çıkarılamadı, mağdurları bugün burada aramızda. Biz, diğer katliamlarda olduğu gibi Antep Katliamı’nda da yaşananların hesabını soracağız. 

Antep, AKP döneminde IŞİD’in yolgeçen hanı oldu

Antep deyim yerindeyse iktidar döneminde IŞİD’in yol geçen hanı oldu. Bütün IŞİD çeteleri Antep üzerinden bu ülkeye girip çıktı. Bu ittifak, bu kirli çete ittifakını hep birlikte yaşadık. Bu ittifakın devamı niteliğinde olan senaryoları da hala yaşamaya devam ediyoruz. 

7 yıldır her gece Roboskî kurbanlarını toprağa veriyoruz

Geçen hafta Roboskî’’ye Şırnak ve Batman’a bir ziyarette bulunduk, Roboskî'ye gitti. Katliamın üzerinden tam 7 yıl geçmiş. Katliam sözcüğünü, Roboskî sözcüğünü Meclis’te kullanmanız yasak, ama katliam orada, 7 yıldır bütün canlılığı ile duruyor. Her sabah o evlatlarımızla uyanıyoruz, 7 yıl boyunca her akşam onları toprağa veriyoruz. O 34 evladımız adalet bekliyor, Roboskî halkı adalet bekliyor. Biz, Roboskî halkının adalet arayışında onlarla yan yana olmaya devam edeceğiz. Batman’a uğradık, daha önceki gezilerimizde biz gitmeden gözaltı yapıyorlardı, şimdi benden sonra gözaltı yaptılar. AKP’nin böyle bir seçim çalışması var. 

Şırnak ve Cizre saldırılara rağmen bütün canlılığı ile duruyor

Ortada bir suç, fezleke yok, sadece insanların özgür iradeleriyle siyaset yapmalarını engelleyen bir iktidar var. Aynı şey Batman’da da karşımıza çıktı. Batman Belediyesi kayyum iradesi ile yönetiliyor. Atanmış, Batman’a verdiği hiçbir şey yok, Batman’dan götürdüğü çok şey var. HDP Batman’da yüzde 70 oy alıyor. Yüzde 70 oy almış partiye yönelik bu saldırı Batman’da da, diğer Kürt illerinde de olduğu gibi sürüyor. Aynı saldırıdan en fazla etkilenen kentlerimizden biri de Şırnak. Şırnak’ta da yine Cizre, Silopi’de acılar aynı canlılığı ile duruyor. Bakın dörtlü zirvede Erdoğan ne demiş. 

Bir de gel Şırnak’a bak

Suriye’de yıkılan binaları gördüğümüzde bizler siyasetçiler olarak “acaba bunun bedelini nasıl ödeyeceğiz” diye düşünmek durumunda kalıyoruz. Tabi bunlar prompter cümleleri. Sen Gagavuzya’ya gidiyorsun, orada aklına kültürel ırkçılık geliyor. Dörtlü zirveye oturuyorsun aklına yıkımlar geliyor. Bir de gel Şırnak’a bak. Şırnak’ı nasıl yıktığına gel bak, oradaki insanları nasıl yerinden, yurdundan ettiğine bak. Neden bu lafları Avrupalıların yanında söylüyorsun da Cizre’de, Silopi’de söyleyemiyorsun. Cizre’de, Silopi’de zulüm, Avrupa’ya gelince sözde demokrat. Tüm bu yıkımın hesabını soracağız. "Mutlaka kazanacağız" diyor ya “dost ve düşman bilsin ki mutlaka kazanacağız!” Tüm bu şiddet, zulüm, darbe mekaniğinin işlediğini bize gösteriyor. 

4 Kasım demokratik siyasete darbedir

4 Kasım’da hayata geçirilmiş olan darbe, demokratik siyasete yönelik bir darbedir. Arkadaşlarımız, eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız bugün cezaevindeyse, o darbe mekaniğinin demokratik siyasete saldırısı sonucu cezaevindedirler. Bir suçları olduğu için değil, bir sevdaları olduğu için rehin tutuluyorlar. Bizler onlar özgür kalana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Bu irade cezaevinde tutsak edilemez. 

4 Kasım’da demokratik siyasetin tasfiyesi hedeflendi

Biz bu direnişimizi dün olduğu gibi bugün de, yarın da sürdüreceğiz. Bu kararlılığı bütün arkadaşlarımız nerede olursa olsun göstermeye devam ediyorlar. Demirtaş da, Yüksekdağ da, Baluken de aynı kararlılıkta. Faşizme karşı direnmeye devam ediyorlar. Direne direne kazanacağız, mutlaka kazanacağız. "Darbe mekaniği" bu kavram çok önemli. Özellikle 2014 yılında başlayan bu çöktürme planı kapsamında devreye sokulan bu darbe mekaniği İmralı tecridi ile yeni bir rota ve hatta oturdu. Bu bütün ülkenin tecritleştirilmesydi. Burada başlayan süreç, Suruç’ta, Ankara’da, Cizre’de, toplam 10 kentte yıkım ve katliama dönüştü. Sonra Meclis’e geldi, darbe mekaniği işlemeye devam ediyordu. 20 Mayıs 2016’da dokunulmazlıklar kaldırıldı. Tüm bu sürecin içinde ‘Allah’ın lütfu’ olan 15 Temmuz darbe kalkışması yaşandı. Bu lütuftan yararlanmak isteyenler 20 Temmuz’da OHAL darbesini gerçekleştirdiler. OHAL darbesine bağlı olarak önce belediye eş başkanlarımız, sonra KHK ile üniversitelerden, sağlık kurumlarından binlerce insanın ihraç edilme süreciyle, 4 Kasım’da da demokratik siyasetin, emek, barış ve demokrasi mücadelesinin tasfiyesi hedeflendi. 

Saldırı konsepti devam ediyor: HDP’yi susturmak istiyorlar

Bu süreç devam ediyor. Bu sürece bağlı olarak da 2017 yılında hileli şaibeli bir referandumla anayasa değişikliği gerçekleşti. Bu anayasa değişikliğinin yarattığı siyasi iklime bağlı olarak tek adam rejimi, otoriter rejim bugün iktidardadır. Amacı bu mekaniğe bağlı olarak Anayasal diktatörlüğü var etmektir. O yüzden saldırılar devam ediyor. O yüzden nerede demokrasi, barış, hak mücadelesi varsa bu rejim tüm saldırganlığı ile ortaya çıkıyor. Arkadaşlarımızın rehin tutulmasının arkasında yatan zihniyet budur. Demokratik siyasetin öncüsü olan HDP’yi susturmak, bu iktidarın yoluna devam edebilmesi için yegane seçenektir. O yüzden sabah akşam HDP ile uğraşıyorlar. Sürekli HDP’yi düşmanlaştırıyor, Kürtlere yönelik kıyıma devam ediyorlar. Bu iktidarın bildiği yegane yol budur. Bugün tutuklama ve gözaltılar devam ediyorsa, saldırılar devam ediyorsa halen arkadaşlarımız FETÖ’cülerin yazdığı fezlekelerle yargılanmaya devam ediyorsa, bu otoriter sistemin bütün anlayışını buradan izlememiz mümkün.

Kim itiraz ederse hedef oluyor

Bakın, geçen hafta Meclis’te Sayın Cihangir İslam bir konuşma yaptı. Konuşma yapar yapmaz saldırı başladı. Maruz kaldığımız sürecin bir başka yansımasını izledik. Ne zaman ki muhalefet edersiniz, ne zaman ki sesinizi çıkarırsınız Meclis fezleke bürosuna dönüşmüş olan savcılık hemen bir fezleke hazırlar. Sayın Cihangir İslam’a yönelik saldırıdan dolayı medya bu meseleyi işledi. Ama biz 4 Kasım 2016’dan beri aynı saldırıya maruz kalıyoruz. Bütün bu saldırılara rağmen sustuk mu, boyun eğdik mi, baş eğdik mi, diz çöktük mü? Asla. Hakikatin sesiyiz, her kürsüde, her yerde konuşmaya devam edeceğiz. Tıpkı 94’te olduğu gibi aynı tasfiye sürecini yaratmaya ve bu sesi kısmaya çalışıyorlar. Asla kısamayacaklar. Bu ses halkımızın sesi, bu ses emekçinin, kadının sesi. Bakın, kulak verin bu ses Edirne’den, Kandıra’dan, Sincan’dan, İmralı’dan yükseliyor. Bu sesi asla kısamazsınız. Bu kürsüler halkın kürsüleridir, onlar adına biz onların sözcüleri olarak konuşmaya devam edeceğiz. İstediğiniz kadar fezleke yazın, istediğiniz kadar tehdit edin. Dönen dönsün yolundan biz dönmeyiz. 

YÖK 12 Eylül’ün bilime karşı disiplin yönetmeliğidir

Bugün 6 Kasım. 6 Kasım aynı şiddetin bir başka açıklaması. Nasıl ki 4 Kasım demokratik siyasete yönelik şiddetin simgesi olmuşsa, 6 Kasım da bilime, toplumun bilim ihtiyacına karşı bir şiddetin simgesidir. 37 yıl olmuş YÖK kurulalı. Nedir YÖK? YÖK aslında bir disiplin yönetmeliğidir. Üniversiteye, özgür düşünceye, özgür bilime yönelik üniversiter anlayışa yönelik 12 Eylül cuntasının düzenlediği bir disiplin yönetmeliğidir. Bilime, akademisyene, öğrenciye, bilim emekçisine bir pranga vurmaya, aklı hapsetmeye yönelik bir disiplin yönetmeliğidir. Kurulduğu günden bugüne kadar bütün iktidarlar YÖK’ü kaldıracağız diye geldi. Bunlar da. 

Bilimsel düşünceye tahammül edemiyorsunuz

16 yıldır iktidardasınız, iktidara gelmeden önce vaat ettiğiniz en önemli şeylerden biri YÖK’ü kaldırmaktı. YÖK’ü 12 Eylül rejiminin bile hayal edemeyeceği bir yapıya dönüştürdünüz. 12 Eylül bir disiplin rejimi yaratmaya çalıştı, sizler bilimi üniversitelerden çıkardınız. Bilimsel düşünceye tahammül edemiyorsunuz. Eleştirel akla tahammül edemiyorsunuz. Akademisyenin özgürlüğüne, muhalifliğine tahammül edemiyorsunuz. Yaptırımlarınız sonucunda üniversiteler bir yönüyle baskıcı, bir yönüyle ticari bir kafanın yönetimi altında. Neo-liberal modeli bir yanıyla üniversiteleri tüketirken, öte yandan sizin bilime olan tahammülsüzlüğünüz nedeniyle üniversiteler çölleşti. 

Ramazan Taşaltın üniversitelerdeki çölleşmenin örneğidir

Ramazan Taşaltın. Kim Ramazan? Harran Üniversitesi Rektörü. Üniversitedeki çölleşmeyi bize özetleyen bir zat-ı şahane. Ne demiş “Cumhurbaşkanı’na itaat etmek farzı ayndır”, bir rektör neden böyle bir laf eder? Nasıl rektör olduğunu biliyoruz, eğer bir liyakatle üniversite içerisinden seçilmemişse bu tür lafları eder. Bunun gibi bu tür lafları eden o kadar çok rektör var ki. Çünkü bütün rektörleri bu zihniyet atıyor. Bu üniversitelere yönelik şiddettir. Bilimsel çalışmasına bakın. Savaş uçakları için bilimsel manevra sistemleri için çalışıyormuş. Savaş uçakları. Üniversitedeki zihniyet işte bu. Bu lafı ediyor. Çünkü yaranmak istiyor. Kendisini atayana diyet borcunu ödemek istiyor. Utanmıyor, bu lafı ederken nerede olduğunun farkında değil. Urfa’dasın, 12 bin yıllık tarihi var, orası peygamberler kenti. Hiç mi utanmıyorsunuz! Utanmadı. Utanmadığı için de bu lafı etti. AKP’liler “bile” buna tahammül edemedi. Durum bu kadar vahim. Yozgat’ın rektörü öyle bir acayip durumda ki üniversiteler 3 bin yılında çok iyi bir üniversite olacaklarmış. Allah uzun ömür versin. Nasıl bir uzak görüşlülüktür bu. Tamam bilim insanlarında bir uzak görüşlülük olacak da, 3000 yıl nedir? 

7 binden fazla arkadaşım, hocam ihraç edildi

Kadın ile tokalaşmayı ateş tutmaya benzeten rektörler var. Burada rektörleri konuşuyoruz ama diğer akademik kadrolar ne alemde varın siz düşünün. Bir aylık profesörsün, yarın rektörsün. Zaten Türkiye’de liyakat sistemi, yükselme sistemi YÖK’ten beri deforme edilen bir sistem. Jüri sisteminin yerine bu atama sistemi gelince üniversiteler çölleşmeye başladı.Fakat AKP döneminde yaşadıklarımız tüm dönemlerden fersah fersah ileride. Üniversiteler hızla çölleştiriliyor, bunu yaparken bizi unutmuyor. 7 binden fazla arkadaşım, hocam ihraç edildi. Kimdir diye baktığımızda, üniversitelerde yaşamın içinde olan, özgür bilimi, demokratik üniversiteyi savunan, emek, demokrasi mücadelesini sırtlamış, ahlaki duruşuyla kürsülerin en önemli isimleri ihraç edildi. Bugün üniversiteler bilimsel açıdan ciddi bir gerilemeyi yaşıyor. İhraç etmekle kalmıyorlar, ihraç ettikten sonra da bir sürü hakkı gasp ediyorlar. Özlük hakları, pasaport hakları. İnsanlar belki yurt dışında bilimsel çalışma yapacak, belki ailesini görmeye gidecek. Siz üniversiteden bizi ihraç ettiniz diye bilimsel çalışmalarımızı sonlandırmamızı mı bekliyorsunuz? Hayır, biz buna devam ediyoruz. Biz biliyoruz ki bir gün o kürsülere yeniden geri döneceğiz. O kürsülere halkın, emekçilerin, kadınların haklarını savunmaya, onlar için yaşanabilir bir dünyayı savunmaya devam edeceğiz. 

Barış istedikleri için akademisyenler yargılanıyor

İşte o yüzden ne yaparsanız yapın, bizim bu duruşumuzdan vazgeçmemizi beklemeyin. İhraç edilen tüm akademisyen arkadaşlarımla dayanışma içinde mücadelemizi sürdürüyoruz. Barış akademisyenleri aramızda, içlerinde arkadaşlarımız var. İhraç edilenler arasında 404 barış akademisyeni var ve kendileri şimdi yargılanıyorlar. Neden yargılanıyorlar? Barış istedikleri için. Dünyanın her yerinden davet alırlar, plaket alırlar? Neden? Barış istedikleri için. Bizde yargılanıyorlar. Hem de ne cezalarla. Ağır ceza mahkemesinde yargılanıyorlar. Bir paragraf okumak istiyorum. Barış akademisyeni olan arkadaşlarımız imzaladıkları metinden kısa bir paragraf:

“Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, Meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz.” 

Bundan dolayı yargılanıyorlar. Yargılanmamaları için devlet vatandaşlarına şiddet uygulasın, savaş devam etsin demeleri mi lazımdı? Tüm onurlu akademisyenler gibi barış imzacıları da toplumsal sorumluluk gereği yapmaları gerekeni yaptılar. Bu mücadele devam edecek. 

Kanun teklifi ile sağlık alanında siyasal şiddet var ediliyor

Şiddet bitmiyor. Şiddet çarkı devam ediyor. 4 Kasım Darbesi yaşamın her alanını kapsıyor. Bakın sağlıkla ilgili bir teklif var. Sağlıkta şiddetin sonlanmasına ilişkin teklif. Kanun teklifine baktığınızda sağlıkta siyasal şiddetin var edilmesinin yolu açılıyor. Şiddet o denli sıradanlaştırılmış, sıradan bir kötülüğe dönüştürülmüş ki, sağlıktaki şiddet yetersiz görülmüş, şimdi tüm hekimleri diş hekimlerini kapsayacak forma dönüştürülüyor. KHK ile ihraç edilmiş olan doktorlar SGK ile anlaşmalı kurumlarda çalışamaz diyor. Zihniyete bak. SGK ile anlaşmalı kurum meselesi ayrı bir tartışmadır. Böyle bir yaklaşım şiddetin en saf halidir. doğrudan insanın yaşam hakkını hedef alıyorlar. İnsanlar yaşamak için bir işte çalışırlar ve yaşamlarını devam ettirirler. Bunlar bu hakka göz koydu. OHAL devam ediyor. 20 Temmuz’da hayata geçirilen 4 Kasım Darbesi'nin yolunu açan OHAL farklı biçimlerde sağlık alanına giriyor. 

AKP sağlık hakkından değil sağlık sektöründen bahsediyor

Sağlık hakkı aslında AKP iktidara geldiği günden beri gasp ediliyor. AKP hiçbir zaman sağlık hakkından bahsetmedi. Sağlık sektöründen bahsetti. Bir sektörel anlayıştır bu. "Sağlıkta şu kadar yatırım yaptık, bütçeden pay aktardık” dedikleri şeyin hepsi sektörel mantıktır. Halkın sağlığına yönelik hiçbir tedbir yoktur, önleyici sağlığa yönelik hiçbir tedbir yoktur. Sağlık hakkı değil karşımıza çıkan beton hakkıdır. Çünkü inşaat sektörü ayakta kalsın diye kamu bütçesini sağlık sektöründen bu alana aktaranlar ülkeyi felakete sürükledi. 30 yıllık borçlanmalar var şehir hastanelerinde. Sağlık hakkı yok, sağlık hakkını savunanlara tahammül de yok. KHK ile ihraç ediliyorlar yetmiyor, doktorluk ve hekimlik yapmaları engellenmeye çalışılıyor. 

Komisyonda arkadaşlarımız tüm hekimlerimizin, sağlık emekçilerinin hakkını savunmaya devam ediyor. Bu teklifin bu haliyle yasalaşması ciddi sorunlar yaratacaktır. Buna hep birlikte engel olmalıyız. Tüm kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya, bu yasanın karşısında yer almaya çağırıyoruz. 

Günde 400 kadın şiddete maruz kalıyor

Hep şiddetten konuşuyoruz maalesef. Bir şiddet de kadınlara yönelik. Hiç hız kesmiyor. Her gün yeni yeni şiddet haberleri ile karşı karşıyayız. Sıla; sanatçı Sıla’ya uygulanan şiddet bir yanıyla görünmez kılınmaya çalışılan şiddetin açığa çıkmasına neden oldu. Güç ve konum sahibi kadınların da şiddet riski altında olduğunu bir kez daha gördük. Sevgili Sıla’ya geçmiş olsun diyoruz. Kadına yönelik şiddet bu iktidarın politikasıdır. Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek yerine, kadına yönelik şiddet üzerinden savaş iktidarını var etmeye çalışıyorlar. Eğer kadına yönelik şiddeti engelleyecek adımlar atılmış olsaydı bu iktidar bu denli fütursuzca yoluna devam edemezdi. Evet, bu adı konmamış örtülü, bilinçli bir iktidar politikasıdır. Öyle olmasaydı günde 400 kadın şiddete maruz kalmazdı. Yılda 13 bin kadın şiddete maruz kalıyor. Her yıl 300’e yakın kadın katlediliyor. Bu sayı giderek artıyor. Bu sayı giderek inanılmaz trend izliyor. Buna karşılık iktidar hiçbir şey yapmıyor, bu şiddetten beslenmeye devam ediyor. Bu şiddete karşı çıkanları da, kadın mücadelesinin en önünde yürüyenleri de tutsak ediyor. 4 Kasım, kadına yönelik şiddetin bir başka adıdır. Figen Yüksekdağ’ı, Leyla Güven’i içeride tutan işte bu zihniyettir. Ama onlar bu şiddetle, bu iktidarın şiddetiyle mücadele etmeye, içeride de olsa devam ediyorlar. Zulmün gözünün içine bakmaya devam ediyorlar. 

Aynı aileden 6 kişiye 12.5 yıl ceza verildi

Şiddet devam ediyor. Arin Bebek’e şiddet devam ediyor. Ciddi anlamda astım hastalığı var ama şiddet devam ediyor. Batman’da Acar ailesine şiddet devam ediyor. Bir aileye baskın düzenliyorlar, aileden 6 kişi gözaltına alınıyor, yargılanıyorlar. 6 kişinin 6’sı da 12.5 yıl hapis cezası alıyor, dosya Yargıtay'da. Ailenin 2 çocuğu ortada kalıyor. 3 yıl oluyor, şimdi yaşları 6 ile 4,5. Öyle bir şiddet zihniyeti var ki, Acar ailesinin çocukları ailesini göremiyor. Çünkü aile Türkiye’nin her yerine dağıtılmış. Yani Batman Cezaevi'ne konulsun da çocukları ailesini görsün bile diyemiyor. Öyle şiddetten gözleri dönmüş ki, öyle bir zulüm iktidarı var ki, çocukların cezaevindeki annelerini bile görmeleri engelleniyor. 

Hasta tutsakların acilen serbest bırakılması lazım

Sîsê Bingöl 80 yaşını aştı. Yakınları gittiğinde onları tanıyamayacak kadar ciddi sağlık sorunları yaşıyor. Ama hala salıverilmiş değil. Sadece Sîsê mi? Tam 1124 ağır hasta tutsak var. Acilen tahliye edilmeleri gerekiyor. Şenyaşar Ailesi'ne şiddet devam ediyor. Herkesin gözü önünde 3 arkadaşımız katledildi. Bir kişi gözaltına alınmadı ama Şenyaşar Ailesi'ne yönelik şiddet devam ediyor. Aile tehdit ediliyor. 

Kobanî’yi IŞİD üzerinden bombalayarak 6 yaşındaki Sara Mistefa’yı katlettiler

İşte bir şiddet manzarası da bu. Her yerde şiddet dalgası yayılıyor, şimdi ise Kobanî’de. Gittiler Kobanî’de destekledikleri IŞİD üzerinden yaptıkları top atışları ile 6 yaşındaki Sara Mistefa’yı katlettiler. Niye Kobanî’ye saldırıyorsunuz? Bu çeteleri desteklemeye neden devam ediyorsunuz. Çıkmış diyor ki ”Afrin’e zeytin dalı operasyonu ile müdahale ettik, şunu yaptık bunu yaptık.” Operasyonun adı yanlış bir kere. Zeytin Dalı değil, zeytin talanı. 50 bin zeytin getirmişler, kimin malına el koydunuz, bu zeytinleri kim getirdi, kim satıyor? Afrin’de bu ÖSO çeteleri, onların malına ve mülküne el koydu. Kadına yönelik şiddet en çıplak haliyle orada da devrede. 

Kobanî düşmedi, düşmeyecek

Bir de utanmadan bu talancıların zeytinlerini satın alıyorsunuz. Daha önce de patates almışlardı. Çünkü “Kobanî düştü düşecek” diye hayal kuranlar Kobanî düşmediğinden beri bunun hayali üzerinden yollarına devam ediyorlar. Kobanî düşmedi, düşmeyecek! Afrin Afrinlilerindir! Afrinliler de kendi topraklarına geri dönecek.

Bizim tezimizin sentezi barıştır, demokrasidir

Milli Savunma Bakanlığı’na atanan eski Genelkurmay Başkanı diyor ki; “Hakikaten bir çözüm süreci yaşandı, şimdi de terörle mücadele devam ediyor.” Aklınca sentez yapıyor. Şimdi meşhur ya bir klişe var, tez antitez ve sentez. Bizim tezimizin bir antitezi yok. Bizim tezimizin ulaşacağı bir sentez de yok. Bizim tezimizin adı barıştır, demokrasidir, özgürlüktür. Bu tezin antitezi olmaz. 

AKP ile yürüyecek yolumuz yok: Bizim yolumuz demokrasi ve barış yoludur

Birisi de çıkmış diyor ki “bunlar AKP ile yol yürüyecek.” Bizim AKP ile yürüyecek bir yolumuz yok. Bizim yolumuz barış ve demokrasi yoludur. Halkımızın yoludur. Geçmişten geleceğe tüm yoldaşlarımızın yoludur. Yitirdiklerimizin anıları ile bugünkü yoldaşlarımızla bu yolda yürümeye devam ediyoruz. Bizim AKP ile yürüyecek zerre kadar bir yol yok. Nerede olursak olalım, yürüyoruz hainin zalımın, fesatçının üzerine. Dönen dönsün yolundan biz dönmeyiz! 

Döşediğiniz pistin altında işçiler yatıyor

İktisadi şiddet de devam ediyor. Bunu da bildiğiniz gibi 3. Havaalanı açılışında bir kez daha yaşadık. Açılışta İGA Yönetim Kurulu Başkanı konuşma yapıyor. Bu küfürbaz çıkmış vizyon güzellemesi yapıyor. Ne vizyonu, orada yaşanan vizyon falan değil, 3. Havaalanı’nda sizin döşediğiniz pistin altında işçiler yatıyor. Orada emek sömürüsü ve doğa katliamı yatıyor. Sizin vizyondan anladığınız işte budur. Bu tabloyu ortaya koyan 31 arkadaşımız hala tutuklu. Siz de orada hala işlemeyen bir havaalanı açılışı yaptınız. Biz iddia ediyoruz. O havaalanı hava taşımacılığı açısından ciddi sıkıntılar barındırıyor. Ciddi felaketlere kapı araladınız. Bunun sorumlusu bu iktidardır. İktisadi şiddetin bir başka boyutu da enflasyon ve hayat pahalılığı. 

Ne yaptılarsa enflasyon düşmedi

Bir Hazine ve Maliye Bakanımız var. Bakıyor sadece o yüzden Bakan. Yoksa orayı hak ettiği için değil. Diyor ki, “en kötüyü gördük”. Bunu söyledikten sonra ne beklersiniz, enflasyon mu düşecek? Bu ay artıyor. En kötü dediği ne bilmiyoruz. En kötüyü görmüşüz. Sonra enflasyon ile mücadele etmek için TÜİK’ten enflasyon işlerine bakan TÜİK Başkan Yardımcısı’nı görevden alıyorlar. Bakın çok etkili bir enflasyonla mücadele yöntemi. Yine düşmüyor, Merkez Bankası’nın işini zabıtalara yaptırıyorlar. Yine düşmüyor. Paketten bir sürü ürünü çıkarıyorlar, başka ürünler koyuyorlar, yine düşmüyor enflasyon. 

Araba almak için ülkenin yüzde 67’si 6 yıl hiçbir şey yemeden para biriktirmesi lazım

Her türlü “önlem“ alıyorlar enflasyon yine de düşmüyor. Utanmadan yalan söylemeye devam ediyorlar. Bir de insanlara gülüyormuş. Sen ne insanlara güleceksin, bütün insanlar sana gülüyor. Farkında değil misin? Şu enflasyon rakamları bile senin nasıl bir acz içinde olduğunu gösteriyor. Yüksek enflasyon, hayat pahalılığı demektir. Yüksek enflasyon aslında yoksulluğun yaygınlaşması demektir. Türkiye’de çok ciddi anlamda yoksulluk yaygınlaşıyor. Ücretler düşüyor, buna karşın iktidarın önlem diye getirdiği şey vergi paketi. Bazı vergilerde düşüş yaratıyorlar. “ÖTV’yi düşürdük, KDV’yi düşürüyoruz. Bu sayede araba alacaksınız” diyorlar. Kim alacak arabayı, 100 bin liralık arabada 7 bin liralık düşüş sağlıyorlar. En ucuz araba bu. Kimin 93 bin lirası var? Asgari ücret 1600 lira. 1 yıl hiçbir şey yemesen 16 bin lira. 6 yıl hiçbir şey yemeyeceksin ki araba alabilesin. Çünkü bunun derdi asgari ücretli değil. Bugün Türkiye’de çalışanların yüzde 67’si asgari ücret ile çalışıyor. Ama ücretleri değil otomotiv sektörünü dikkate alan bu zihniyet, araba fiyatlarında indirime gidildiğini söylüyor. Bütçede de aynı şeyi görüyoruz. Bütçe her haliyle buram buram halkın sırtına nasıl bu krizin maliyetlerinin yüklendiğini bize gösteriyor. 

547 bin Ağrılı'ya bir yıl için 102 bin tek adama ayda 102 bin lira

Kamu emekçileri, enflasyondan dolayı ciddi bir fakirleşme yaşarken, onların yoksulluğunu telafi edecek önlem bütçede yok. Bütçede alınmış en ciddi önlem Cumhurbaşkanlığı Bütçesi’dir. Cumhurbaşkanlığı Bütçesi'nde öyle bir önlem almışlar ki, Ağrı’nın nüfusu 547 bin. Ağrı’ya 1 yıl için 102 bin lira ayırmışlar. Şırnak’ın nüfusu 503 bin, Şırnak’a 169 bin lira ayırmışlar. Ağrı’ya 102 bin lira ayırdılar ya, Cumhurbaşkanı’nın aylık brüt maaşı 102 bin. İşte bütçenin ne olduğunu bize anlatan en önemli gösterge. 547 bin kişiye bir yılda 102 bin, 1 kişiye 102 bin. İşte bu iktidarın adalet anlayışı bütçede tüm çıplaklığı ile ortada. Bütçe bir siyasi tercihtir. Bu iktidarın tercihi Beştepe’den ve halkın haklarını gasp etmekten yana. 

Antep Belediyesi yolsuzluk laboratuvarı 

Bütçedeki bu hak gaspları sürerken belediyelere baktığınızda yerellerde de hak gasplarının hangi aşamaya geldiğini görüyorsunuz. Bunu en iyi Antepliler biliyor. Antep’te kayyum yok ama 10 kayyumluk bir yolsuzluklar var. Antep Belediyesi’nin IŞİD’le olan münasebetleri zaten çok iyi bilinen bir münasebet. Bir de yolsuzluk işine bakalım. Bu Sayıştay Raporları döküldü ya; tabi dökülür dökülmez, TÜİK’teki yöntemi orada da yaptılar Denetlemeden Sorumlu Başkan Yardımcısı görevden alındı. Neden bu tür raporlar ortaya çıkıyor diye. Antep’te zemin ihalesine çıkıyorlar. 2 bin 500 liralık teklif yerine 4 bin 700 liralık teklif kabul ediliyor. İmar değişikliği yapıyorlar. Aklınıza hayalinize ne gelirse Antep Belediyesi’nde var. Her türlü yolsuzluk yöntemi Antep Belediyesi’nde var. Adeta Antep Belediyesi yolsuzluk laboratuvarı olmuş. Diğerleri geri kalır mı, kalmaz. Kalmadığını biliyoruz. 

Van Kayyumu’nun 150 bin liralık ses kaydı çıktı

Bir de kayyum belediyelerine bakın. Hatırlıyor musunuz, Van Büyükşehir Belediyesi ile ilgili yolsuzlukları gündeme getirdiğimizde, Van Büyükşehir Belediyesi’nin kayyumu çıkıp cevap yetiştirmeye çalışmıştı. Şimdi ses kaydı çıktı. 150 bin liralık bir ses kaydı. Bir vatandaş arıyor ve bir işi var diyorlar ki “Vanspor’a 150 bin lira bağış yapın.” Çık konuş bakalım. Kim nasıl istiyor parayı, ve bu para nereye gidecek. Her belediyede böyle, Şırnak, Mardin’de de durum aynı. Hem yolsuzluk var, hem belediyelere ait taşınmazlar değerinin altında yandaşlara peşkeş çekiliyor, hem de belediyeler aşırı derecede borçlandırılıyor.Tüm bunlara cevap vermek yerine bir Kayseri Belediye Başkanı vardı, hatırlıyor musunuz. Hatırlıyorsunuz, şimdi terfi etti Yerel Yönetimlerden Sorumlu. Diyor ki “çuval çuval para yollandı o yüzden kayyumlar atandı.” Sevgili Bekir Kaya'nın duruşmasından sonra da aynı şeyi söyledim. Bir tane belge çıkarın. Bir sayfa olsun, bizim herhangi bir belediyemizde o bir sayfada bir kuruş yolsuzluk olsun. “Bu belge ile gelin bize verin bakalım ve eğer böyle bir belge çıkarırsanız bunun gereğini yaparız.”dedik. Bu suçlamayı yapan zat hakkında 26 sayfalık belge var. Sen çık bu 26 sayfayı bir oku bakalım. Bu halk bir dinlesin Kayseri’de neler yapmışsınız? Ondan sonra gel konuşalım. Bu 26 sayfalık belge nerede? Bu belge valilik emriyle sümenaltı edildi, soruşturma açılamadı. Şimdi Kayseri bitti, bütün Türkiye’yi yolsuzluk ülkesine çevirmek istiyorsunuz. Seçimlere giderken bir sürü valiyi görevden aldılar yine. Bu bir seçim kampanyası. Kendisi de bugünkü konuşmasında seçim kampanyasına kaptırmış, 16 yıldır neler yaptık diye anlatıyordu. Özellikle çamaşır ve bulaşık makinesi konusunda anlattıkları çok zihin açıcıydı. 

Bırak çamaşır bulaşık makinasını da sen gel zulümden bahset

Efendim “bulaşık makinesi, çamaşır makinesi sayısı şuradan şuraya çıkmış”, yahu sen Cumhurbaşkanı mısın, beyaz eşya bayisi misin?  Bize ne! Sen gel bu yolsuzlukları anlat. Bu belediyelerde dönen dolapları anlat. Sen gel bu ülkede savaşın ve zulmün yarattığı yaralardan ve acılardan bahset bize. Çamaşır makinesiymiş, buzdolabıymış, yolmuş. Hepsinin içinde zulüm var zulüm, hepsinin içinde şiddet var, anaların gözyaşı var. Gel sen bunlardan bahset. Valilerin neden görevden alındığını biliyoruz. Çünkü şimdi kampanya yürütmeye başladın. Valinle, kaymakamınla, jandarma komutanınla, emniyet müdürünle bir zulüm kampanyası yürüteceksin . 

4 Kasım’ın ve tecridin hesabını sandıkta soracağız

Bu gözaltıların nedeni de bu. Bu seçim kampanyasına karşı 5 ay boyunca olduğumuz her yerde barış, demokrasi, özgürlük mücadelesini yükselterek başka bir yerel yönetim anlayışını öne çıkararak halkımızla birlikte biz de HDP’nin kampanyasını öne çıkaracağız. İnanıyoruz ki 31 Mart geldiğinde en güçlü cevabı bu halk bu mücadelesiyle verecek. Emekçiler verecek, kadınlar verecek, bu şiddete karşı 4 Kasım’ın hesabını, tecridin hesabını o gün sandıkta soracağız. 

Bu halk size gereken cevabı verecek

Bu halk size en güçlü cevabı bizzat yerinden, Ağrı’dan Hakkari’den Silopi, Cizre ve Amed’den verecek. Sadece oradan mı, hayır. Türkiye’nin her yerinde emek demokrasi güçleriyle, toplumsal muhalefetle omuz omuza vereceğiz ve bu şiddet iktidarını, bu zulüm iktidarını, bu ceberrut anlayışı süpürüp atacağız. 

5 ay boyunca 7/24 neredeysek mücadelemizi güçlendireceğiz, nerede olursa olsun çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Her türlü altyapı, zemin, etüt çalışmalarımızı tamamladık. Yerellerde örgütsel çalışmalarımızı bu ay içinde tamamlayacağız. Sonra 4 ay boyunca da sokak sokak herkesle yan yana çalışmalarımızı sürdüreceğiz. 

Arkadaşlarımıza sözümüz var 

Hep birlikte yapacağız, hiç ara vermeden; çünkü unutmayın, arkadaşlarımıza, yoldaşlarımıza sözümüz var. 31 Mart’ta faşizmin çöplüğüne bunları süpürdüğümüzde arkadaşlarımız özgür kalacak. Hepimizin yolu açık olsun, serkeftin hevalno.

6 Kasım 2018