Temelli: Bu iktidardan kurtulmak, Ortadoğu’da demokratik çözümün önünün açılması demektir

Eş Genel Başkanımız Sezai Temeli, haftalık grup toplantımızda güncel gelişmeleri değerlendirdi. İdlib başta olmak üzere bölgesel gelişmelere de değinen Temeli, şöyle konuştu: 

Aramızda Kürt Dil Kurultayı emektarları var onları selamlıyorum, “hun bi xêr hatin serseran serçavan hatin.” 

Hafta sonu eşbaşkanımızla Diyarbakır’daydık, Muş’a gittik, Cizre’ye gittik. Oradan sizlere selam getirdim. Cizre’nin mücadelesini umudunu getirdim. 

Çöktürme planı başarılı oldu ülke çöktü

7 Şubat 2016. Cizre bodrumlarında 189 insan katledildi. 189 insanın katledilmesinin soruşturması malesef gerçekleştirilmedi, bunun hesabı sorulmadı. Zaten bu iktidardan bunun hesabını sormasını beklemiyoruz. Ama o yitirilenleri unutmadık, unutmayacağız. Bir kez daha yitirdiklerimizin önünde saygı ile eğiliyorum. 

Neden Cizre bodrumlarında bu felaket bu katliam yaşandı? Çünkü bu iktidarın bir planı vardı: Çöktürme Planı. Bu Çöktürme Planını 5 Nisan 2015’te mutlak tecritle hayata geçirmeye başladılar. Sonrasında Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamları gerçekleşti. Bu böyle devam edegeldi. Evet çöktürme planı başarılı oldu ülke çöktü. Bu ülkeyi bu iktidar çökertti, bu planları ile çökertti.

Mutlak tecrit olağan bir hal aldı

Mutlak tecritle başlayan hukuksuzluk artık olağan bir hal aldı. Her yerde adaletsizlik her yerde hukuksuzluk. Hukuku, yargıyı çökerttiler. Hukuk adına, anayasal devlet adına hiçbir şey kalmadı. Kentleri yıktılar, kentleri çökerttiler. Dokunulmazlıkları kaldırarak demokratik siyaseti çökerttiler. 4 Kasım 2016 siyasi darbesi ile demokratik siyasete en büyük darbeyi vurdular. 

Kayyımın bir yanında jandarma komutanı, bir yanında emniyet amiri; Türkiye fotoğrafı 

Kayyımlarla bu ülkede toplumsal barışı çökerttiler. Dönüp baktığımızda bu ülkenin bu iktidarın elinde nereye sürüklendiğini çok iyi görüyoruz. Bakın size bir fotoğraf göstereceğim. Bu çöktürmenin bizleri nereye sürüklediğini görmeniz için. Bu ortada gördüğünüz kayyımdır, İdil ilçesinin kaymakamı. İdil ilçemize atanmış kayyımdır. Bir yanında jandarma komutanı, bir yanında emniyet amiri. İşte Türkiye’nin fotoğrafı budur. Böyle bir fotoğrafı 12 Eylül arşivlerinde bile bulamazsınız. Ülkenin geldiği gerçeklik budur. 

Ülkede demokratik siyaset adına hiçbir şey kalmamıştır

Çöktürme Planının tırnak içinde başarısı budur. Bu ülkede demokratik siyaset adına hiçbir şey kalmamıştır. Toplumsal barış adına hiçbir şey kalmamıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu otoriter rejimin inşası, faşizmin kurumsallaşma sürecinin kısa bir tarihidir. Geride bıraktığımız 5 yıl Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin, aslında sağ popülist bir iktidarın Kürt düşmanlığı üzerinden nasıl bir otoriter rejim olduğunu bize gösterir. 

Bekçi yasası koruculuğun mahallere taşınmasıdır

Bu düşmanlıktan beslenerek toplum her geçen gün daha fazla şiddet ve baskı girdabına sürüklendi. Her gün yeni bir zulüm ile karşı karşıyayız. Bu sistemin adı aslında zorbalıktır. Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi zorba bir sistemdir. Şiddet sürüyor. Şiddet mekanizmalarını da her geçen gün yenilemeye devam ediyorlar. İşte bekçi yasası denilen yasa aslında şiddetin yaygınlaşmasından başka bir şey değildir. Bütün ülkeyi zapturapt altına almaya çalışan bu iktidar bekçi yasasıyla mahallelere kadar girmenin peşindedir. Tıpkı Kürdistan’daki koruculuk sistemi gibi bugün batıda bekçi yasası ile yaratmak istedikleri şey koruculuğun sokaklara, mahallelere taşınmasından başka bir şey değildir. 

Bitmeyen bir kabusun içindeyiz, bu kabusun nedeni bu iktidardır

Toplumu terörize ederek, bütün memleketi terörize ederek, şiddet eliyle ülkeyi iktidarda durmaya çalışıyorlar. Bitmeyen bir gecenin, bir kabusun içindeyiz. Bu kabusun nedeni bu iktidardır. 

Bu iktidar emperyalistler arasındaki gerilimlerden kendisine çıkar sağlamaya çalışıyor

Bugün dönüp İdlib’e baktığımızda bütün bu meselenin son fotoğrafını İdlib’de görüyoruz. Bu iktidarın, dünya sistemi nedir, uluslararası ilişkiler, dış politika nedir, bu konularda hiçbir fikri yok. Bu iktidar emperyalistler arasındaki gerilimlerden kendisine çıkar sağlamaya çalışan bir iktidardır. 

Tek dertleri Kürtlerin kazanımlarını yok etmek

Suriye politikası dediğimiz politika tam da bunun üzerine oturuyor. Bir gün Rusya, bir gün ABD’nin kapısını çalarak bu kaostan, istikrarsızlıktan beslenmeye ve bununla ayakta kalmaya çalışan bir iktidar var karşımızda. Tek dertleri Kürtlerin kazanımlarını yok etmek, tek dertleri Kürt düşmanlığını canlı tutmak, tek dertleri bölge halklarının demokratik kazanımlarının kökünü kazımak. İşte bu anlayışla Ortadoğu’yu bir yangın yerine çevirdiler, ellerinde benzin bidonu yangına koşuyorlar. 10 yıl boyunca sürdürülen bu politika ile geldiğimiz yer ortadadır. Şimdi sona yaklaştıkça yitirilen canlar artıyor. Yok olan kaynaklar artıyor. Mülteci krizi çok daha büyük, içinden çıkılmaz bir sorun yumağı haline gelmeye devam ediyor. Bu sürüklenişe hızla ve bir an önce son vermeliyiz. 

Ukrayna’ye verilen 200 milyon TL ile damatlardan silah alınacak

Bakın İdlib’de son yaşananlardan sonra Cumhurbaşkanı apar topar Ukrayna’ya gidiyor, orada görüşmeler yapıyor. Ukrayna’ya 200 milyon liralık kaynak aktarıyor. Bu ülkenin kaynaklarının nereye gittiğinin göstergesi. Ne yapacak bu 200 milyonla Ukrayna? Bizden silah alacak. Kimden alacak? Damatlardan, damadın ürettiği SİHA’ları alacak.

Cumhurbaşkanın aklı fikri damatların bilançosunda

Cumhurbaşkanın aklı fikri damatların bilançosunda, bunu pazarlama peşinde. Ukrayna’ya para veriyorsunuz, bu para ile Ukrayna sizden silah alıyor. İşte militarist ve tüccar aklına tutsak olmuş bir akıl ile karşı karşıyayız. Bunca kıyamet yaşanırken Cumhurbaşkanı Ukrayna’da insanlara müjde veriyor, diyor ki 'serbest ticaret anlaşması çok yakında hayata geçecek'. Bu kim için, hangimiz için müjde? Bu sadece etrafındaki bir avuç iş insanı için müjde olabilir. 

Bu iktidar bitmeyen İttihatçı aklı yeniden yeniden üretmektedir

Ama bu ülkenin çözümü başkadır, başka bir iktidardadır. Bu iktidar İttihatçıdır. Bitmeyen İttihatçı aklı yeniden yeniden üretmektedir. Bu yüzden de her meseleye hamasetle yaklaşmakta; barış ve demokrasi adına ne varsa tüketmektedir. Biz de diyoruz ki hamasetle değil, barış ve demokrasi politikası ile hareket etmeliyiz. Türkiye’nin hızla demokratikleşmesi, dış politikasını da demokrasi ve barış eksenine oturtması bir zarurettir. 

Bu iktidardan kurtulmak, Ortadoğu’da demokratik çözümün önünün açılması demektir

HDP olarak dış politika anlayışımız; Türkiye’de demokrasi, bölgede demokrasi, dünyada demokrasi anlayışıdır. Tezkerelerle değil dayanışma politikalarıyla içeride ve dışarıda bir demokratikleşme çabası içinde olacağız. Uluslararası toplum da geç kalmadı, onları Ortadoğu halklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz. Toplumsal ve siyasal barış için hep birlikte çaba göstermeliyiz. Bu barışın önünde en büyük engel olan bu iktidardan bir an önce kurtulmalıyız. Bu iktidardan kurtulmak demek Ortadoğu’da demokratik çözümün önünün açılması demektir. 

Trump’ın planı ile yüz yıllık bir barışı var edemezsiniz

Bakın geçtiğimiz günlerde İsrail Filistin sorunu yüzyılın anlaşması adıyla yeniden gündeme geldi. Yüzyılın Planı adını verdikleri planı Trump, yanına Netanyahu’yu da alarak açıkladı. O açıklamada Filistinliler yok. O açıklama ile siz yüz yıllık bir barışı var edemezsiniz. Filistiniler, filistin halkının temsilcileri olmadan ortaya koyduğunuz çözüme çözüm denilmez. 

Erdoğan gibi Trump da, Netanyahu da, Putin de Ortadoğu’daki çözümsüzlükten besleniyor 

Tıpkı Erdoğan gibi Trump da, Netanyahu da, Putin de Ortadoğu’daki çözümsüzlükten beslenmeye devam ediyorlar. Kendi ülkelerindeki otoriter rejimlerin bekası için Ortadoğu halkları üzerinde tepinmeye devam ediyorlar. Eğer gerçekten bir çözüm var etmek istiyorsanız bu ancak ve ancak Ortadoğu halklarının kendi çözüm planları ekseninde gelişebilir.  

Her şeyi İsrail devletinin aklı ile çözmeye çalışmak çözümsüzlüktür

Bunun dışında bir şeyin çözüm olarak adlandırılması mümkün değil. Tam tersine bu dayatmalar Ortadoğu’da şiddeti de, savaşı da gerilimleri de büyütmeye devam edecek. Filistin meselesi dediğimiz şey o denli karmaşık ve derin ki, sadece Filistin dışında 5 milyondan fazla Filistinli yaşıyor. Yerlerinden edilen Filistinlilerin durumu bu denli vahim bir tablodur. Bu meseleyi konuşurken bütün bu dinamikleri bütün gelişmeleri dikkate almadan konuşmak, yok saymak her şeyi İsrail devletinin aklı ile çözmeye çalışmak çözümsüzlükten başka bir şey değildir. Ortadoğu’da en temel sorun aslında bu; Ortadoğu halklarının beklentilerini karşılamaktan uzak otoriter rejimlerin dayattığı çözümsüzlükler.

İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bu kadar iyi olmasına şaşırmamak gerekiyor

Bugün Filistin halkının karşı karşıya kaldığı durum aslında bizim yabancısı olduğumuz bir durum değil. Hepimizi şaşırtacak kadar büyük benzerlikler gösteren gelişmeler yaşıyoruz. Bugün bu ülke iktidarının Kürtlere dayattığı politikalar ile İsrail devletinin Filistin halkına dayattığı politikalar arasında inanılmaz benzerlikler vardır. O yüzden de İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bu kadar iyi olmasına şaşırmamak gerekiyor. Bakın İsrail Filistin’de ağaçları kesiyor, özellikle de zeytin ağaçlarını kesiyor. Türkiye Afrin'de zeytin ağaçlarını ele geçiriyor, zeytinleri çalıyor. Afrin halkının zeytinlerinin üzerine konuyor. İsrail - Filistin halkının hafızasını silmekle meşgul, aynı şekilde Türkiye’de bu iktidar Kürt halkının hafızasını silmekle meşgul. Evet kültüre saldırıyor, Kürtçe’ye saldırıyor akla hayale gelen her türlü yöntemle bir hafıza silme faaliyetinden başka bir şey hayata geçirmiyor. 

Türkiye Filistinlilerden vize isterken İsraillilerden istemiyor

Filistin meselesinde İsrail devleti herhangi bir adım atmışsa burada yine hamaset, yine boş lafları dinlemeye devam ediyoruz.  Ama bunun arka planında ne mi görüyoruz? Örneğin İsrail vatandaşıysanız bu ülkeye vizesiz giriyorsunuz ama Filistin vatandaşıysanız vize uygulanıyor size. Dolayısıyla bu, ülke politikalarını anlamanın bir yoludur bu. 

AKP iktidarı gibi Netanyahu da Filistinliler etrafına duvar örüyor, çimentoyu da Türkiye'den alıyor 

Yine istatistik kurumunun verilerine göre İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi bu iktidar zamanında 10 kat artmış. En çok sattığımız ürün ne? Çimento. Duvar yapsınlar diye. Tıpkı Kürtlerin arasına duvar ören AKP iktidarı gibi Netanyahu iktidarı da Filistinliler etrafına aynı duvarları örmeye devam ediyor. Filistin meselesinin çözümünde BM ve farklı devletlerin arabuluculuğu önemlidir ancak Filistin halkının haklı taleplerini görmek şartıyla. Ve bunun da başlangıcı hakikatle yüzleşmekten geçiyor. Aynı şeyi Türkiye için söyleyebiliriz. Türkiye bir an önce tarihiyle, katliamlarıyla, geçmişiyle yüzleşmelidir. Cizre’den başlayarak Dersim’e Koçgiri’ye kadar bütün tarihiyle yüzleşmeden ve gerçek anlamda bir demokratikleşmeyi sağlamadan Türkiye’nin demokratikleşmesi de mümkün değildir. 

AKP 100 yıllık asimilasyoncu anlayışı daha da ileriye taşıyor

Evet bir hafıza silmeden bahsettik. Kürtlere karşı uygulanan politikalardan bahsettik. Aslında 100 yıllık asimilasyoncu anlayışın belki de en somut göstergesi anadili konusundaki yaklaşımıdır. Kürtçeye olan yaklaşım en belirgin tabloyu karşımıza çıkarıyor. Milyonlarca insanın kullandığı bir dil Kürt dili. Sadece Türkiye’de 25 milyon Kürt yaşıyor. Tüm bölgeye baktığımızda 50 milyon Kürt var. Böyle bir dili yok saymak böyle bir dili karikatürize etmek hafızalardan kazımak için devletin çabası yoğun biçimde sürüyor. Bu ittihatçı akıl dediğimiz akıl işte budur. AKP döneminde özellikle son 5 yılda kayyım marifeti ve diğer politikalarla bu anlayışlarını ileri boyutlara taşıdılar. Oysa biliyoruz ki toplumsal barışı var eden en önemli şeylerden biri o toplumu oluşturan tüm farklı kimliklerin kendi dilleriyle var olmalarından geçiyor. Aksi halde toplumsal barışı var etmeniz mümkün değil. Toplumsal barışı var edemezseniz demokrasiyi var etmeniz mümkün değil. 

İktidar Kürtleri kaybetti çünkü dillerini yok sayıyor

Şimdi dönüp bakıyoruz bu rejim neden bu kadar otoriter? Çünkü bu ülke demokrasiyi var edecek toplumsal zemini kaybetmiş. Kürtleri kaybetmiş, Türkiye halklarını kaybetmiş, çünkü onların dilini yok sayan bir iktidar var. Bu iktidardan kurtulmak lazım. Eğer kurtulamazsak diller bahçesi olan bu ülkeyi, çoraklaştırmaya, çöle çevirmeye devam edecek. 

2016’daki darbe kalkışmasını bahane ederek bu iktidar OHAL rejimi ile 90’lı yılları aratmayacak uygulamaları devreye soktu. Kayyımların ilk yaptığı şey belediyelerden Kürtçe ve diğer çok dilli tabelaların indirilmesi oldu. Ehmedê Xanî'nin ve Kürt tarihinde önemli birçok isimlerin heykelleri kaldırıldı, sokak isimleri değiştirildi. Dolayısıyla topyekun bir saldırı ile karşı karşıya kalındı. İstanbul Kürt Enstitüsü, Kurdî-Der kapatıldı. Tek Kürtçe gazete olan Azadiya Welat yayınlar kapatıldı. Kürtçe yayın yapan televizyonlar kapatıldı. Kürdi kitaplar yasaklandı. Saymakla bitmiyor. Bunu bütün iller ve ilçelerde hayata geçirdiler. 31 mart seçimlerinden sonra da yeniden kayyım atayarak, gelir gelmez ilk yaptıkları şey yine aynı yöntemi hayata geçirmek oldu. 

Bu ayıba bir an önce son verin: Bu Meclis Kürtlerin de meclisidir

Bir zamanları dil jandarmaları vardı bu ülkede şimdi bu dil jandarmalarının görevini işte bu kayyımlar üstlenmiş durumda. Meclis çatısı altında bile, burada bile Kürtçeye tahammül edemiyorlar. Kürt vekillerimizin anadillerinde söz söyleme hakkını gasp etmeye çalışıyorlar. Hatta ileri giderek bu dile akıl almaz biçimde hakaret ediyorlar. Kürsüden arkadaşlarımız Kürtçe konuştuğunda buna “bilinmeyen dil” diyorlar, ‘anlaşılmayan dil” diyorlar,  “X” işareti koyuyorlar. Bu kimin ne haddine? Bu ne aymazlıktır bu ne utanmazlıktır. Bu nasıl bir anlayıştır! Meclis Başkanına buradan bir kez daha çağrı yapıyorum: bu ayıba bir an önce son verin. Bu meclis Kürtlerin de Türklerin de meclisidir. 

Okul öncesinden itibaren Kürtçe eğitim hakkı sağlanmalıdır

Bir ülkenin demokratikleşmesinde bu kadar kritik rol oynayan bir şeye dönük bu saldırıya son vermeliyiz. Anadilinde eğitim hakkı en temel haktır. Anadilinde eğitim hakkının yok sayıldığı bir yerde diğer hakların gelişmesi mümkün değildir. O yüzden okul öncesinden başlayarak tüm eğitim yaşamı boyunca tüm insanların kendi anadilinde eğitim hakkı mutlaka sağlanmalıdır. Eğitim hakkı yetmez, çok dilli bir toplumda çok dilli bir yönetim anlayışını da hayata geçirmeliyiz. Bu ülke bu çok dilli, çok kültürlü yapısını ileriye taşımak zorundadır. 

Tüm siyasi partiler anadil konusuna duyarlılık göstermelidir

Eğer bunu yapmazsak bu ülkenin çoraklaşması engellenemez. Bunu yapmayıp sessiz kalarak bu iktidarın bu çoraklaştırmasına hizmet etmiş oluruz. O yüzden Türkiye’deki tüm siyasi yapılar, muhalefet partileri bu konuya duyarlılık göstermelidir. Günlük yaşamda da bunu bütün ayrıntısı ile görmemiz mümkün. Mesela hep söylenen şey seyahatlerde karşımıza çıkıyor. Uçağa biniyoruz, Diyarbakır’a, Van’a gideceğiz. İşte uçakta Türkçe anons var, bir de İngilizce anons var. Uçakta hepimiz Kürdüz ama Türkçe var, İngilizce var, İngilizce çok güzel, bir an için kendinizi Lordlar Kamarasında hissedebilirsiniz. Ama Kürtçe yok. Uçakta Türkçe bilmeyen olabilir herhangi bir sorun yaşadığında ne olacak? Bunlar düşünülmüyor. 

Kürtçeye yaklaşım iktidarın Kürtlere karşı olan nefretini göstermektedir

Bakın depremde bir görevli kadın arkadaşın Kürtçe konuşması ne kadar önemli bir şeye işaret etti. Sanmayın ki bu iktidar Kürtçe bilen birisi olduğu için o arkadaşı istihdam etti. Tamamen tesadüftü, hayırlı bir tesadüftü. Ama bu meseleler tesadüflere bırakılabilir mi? Bu ülkede anadili Kürtçe olup Türkçe bilmeyenlerin hizmet alma hakkını nasıl sağlayacaksınız? Deprem bunun en uç örneğiydi ama günlük hayatın içinde hastaneye gittiğinizde ya da toplu taşımada, kamusal alanda kendi dilinizde hizmet alamıyorsanız o zaman gerçek anlamda dışlanmışsınızdır, ayrımcılığa tabi tutulmuşsunuzdur. 

Tüm bunlara son vermek gerekiyor. Mahkemelerde anadilinizde savunma yapamıyorsanız savunma hakkı nasıl sağlanacak? Bir insanın kendisini en iyi ifade edebildiği şey anadilidir. Bizler her şeyimizi anadilimizle anlatabildiğimiz ölçüde hem entelektüel olarak hem kültürel olarak hem de günlük yaşamda ilerleme kaydedebiliriz. 

112’de mesela Kürtçe yok. 112’yi arayan bir Kürt  vatandaşı meramını nasıl antalacak? 112’de 112 dil var ama Kürtçe yok. Bu tamamıyla iktidarın asimilasyoncu politikasını, Kürtlere karşı olan nefretini göstemektedir. Anadilinde eğitim yasağı başta olmak üzere tüm yasaklar bir an önce kalkmalı. Anadili hakkı anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır. Bu yasakçı zihniyetten bir an önce kurtulmalıyız. 

Yerel yönetimler yasasının yegane amacı kayyım rejiminin kalıcılaştırılmasıdır 

Bu ülkede toplumsal barış meselesini konuşmaya başladığımızda AKP-MHP bloğunun nasıl toplumsal barışı yok ettiğini görüyoruz. Ülkeyi bir kayyım cumhuriyetine dönüştürdüler. Kayyımların marifetlerini saymakla bitiremeyiz. Yani anadiline, kültüre saldırıları, biraz önce gösterdiğim fotoğraftaki tabloları yaratmaları, yolsuzlukları… Say say bitmez. Bunu kalıcılaştırmaya çalışıyorlar yani 'bu kayyım rejimini nasıl kalıcı hale getirebiliriz, bunun kılıfını nasıl hazırlarız'; bunun peşindeler. Şimdi bir yasa hazırlığı içindeler. Yeniden bir yerel yönetimler yasası hazırlama peşindeler. Bu yasanın yegane amacı kayyım rejiminin kalcılıaştırılmasıdır. 

Yerel yönetimleri tümüyle merkezi idareye bağlayacaklar

Vesayet rejimini çok daha katı bir hale getirecekler. Daha açık söyleyelim; faşizmin kurumsallaştırılması açısından en kritik hamleyi yapacaklar ve yerel yönetimleri tümüyle merkezi idareye bağlayacaklar. Valilere aşırı yetkiler vererek tüm yerel inisiyatifleri yok edecekler. Oysa Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartında da belirtildiği gibi yerel demokrasinin gelişmesi her şeyden önce yerelin özerklik alanındaki genişliğine bağlıdır. 

Olabildiğince özerkleşmiş yerel yönetimlerle demokrasiyi var edebilirsiniz, gerçek anlamda o zaman bir parlamenter sistemden bahsedebilirsiniz. Yoksa sadece bir parlamentonuzun olması sizde demokrasi olduğu göstermez. 

İktidar hem mali hem idari vesayet peşinde

Orada demokrasinin olup olmadığı dönüp yerele baktığınızda anlaşılır. Türkiye’de özerklik adına kalan kırıntılara tahammül edemeyen bu iktidar, yeni yerel yönetim yasasıyla bunları da yok etmeye çalışıyor. Hem mali hem idari vesayet peşinde. Yeni vergiler salmayı, bu vergileri de rant vergileri üzerinden gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Yerel yönetim yasa tasarısı tamamiyle rant ekonomisi anlayışlarını sürdürmeye yönelik. 

Tüm seçilmişler kayyımcı rejime karşı birlikte mücadele etmeli

Bunun ipuçlarını Kanal İstanbul tartışmalarında gördük. Bunun ipuçlarını boğaza nazır 4 ilçe belediyesinde gördük. Dediler ki bu belediyeler boğazlar üzerinde tasarrufta bulunamaz. Neden, çünkü boğaza nazır ilçeler rant getiriyor. Kanal İstanbul başlı başına böyle değerlendirilen bir proje. Yoksa ekoloji, iklim krizi umurlarında değil. Bu felaketi yaratmak umurlarında bile değil. O yüzden de diyoruz ki tüm seçilmişler bu kayyımcı zihniyete karşı bir arada mücadele etmelidir.

Kürdistan’da açık, batıda örtülü kayyım rejimi

Bu, Kürtlerin başına geldiğinde arkanızı dönüp giderseniz sizin kapınızı çalmaya başlar. Kürdistan’da açık kayyım batıda da örtülü kayyım rejimiyle iktidarlarını devam ettirirler. Buna engel olmanın yolu tüm seçilmişlerin yan yana gelerek mücadele etmesidir. Buna engel olmanın yolu tüm toplumun seçilmişlerine, iradesine sahip çıkmasıdır. Bunu bir an önce hayata geçirmeliyiz. 

Talimatlı yargı sistemine son vermemiz gerekiyor

Kayyımlardan bahsetmişken size önümüzdeki hafta içindeki duruşma tarihlerini okumak istiyorum: Bugün Yüksekova Belediye Eşbaşkanımız Remzi Yaşar’ın duruşması var. 10 Şubat’ta Diyarbakır Eşbaşkanımız Adnan Selçuk Mızraklı’nın, 10 Şubat'ta Yüksekova Belediye Eşbaşkanınımz İrfan Sarı'nın duruşması var. 10 Şubat'ta  İpekyolu Belediye Eşbaşkanımız Şehzade Kurt’tun, 17 Şubat’ta Hakkari Belediye Eşbaşkanımız Cihan Karaman’ın duruşmaları var. 

Yargılanıyor arkadaşlarımız tutuklu, yargılanıyorlar. Bir suçları yok. Uydurulmuş, saçma sapan iddianameler ama arkadaşlarımız tutuklu ve yargılanıyorlar. Çünkü kayyım rejimlerine bu yolla da kılıf arıyorlar. Suçlu yaratma peşindeler. Bu davaları izlemeliyiz. Arkadaşlarımıza sahip çıkmalıyız. Tüm Türkiye’ye çağrı yapıyorum, herkes sahip çıkmalı, aksi takdirde insanları suçlu göstererek, insanları, halkları, bölgeyi terörize ederek bu rejimlerini sürdürmenin peşinde koşmaya devam edecekler. Bu talimatlı yargı sistemine son vermemiz gerekiyor.

DGM'ler gibi, İstiklal Mahkemeleri gibi Saray Mahkemeleri de bu ülkenin utanç sayfalarında yer alacak

Bakın bu ülkenin hafızasında hangi mahkemeler var: İstiklal Mahkemeleri. Bu ülkenin tarihinde var, bir utanç sayfası olarak var. Yassıada Mahkemesi, bir utanç sayfası. Devlet Güvenlik Mahkemeleri. Bu ülkenin tarihinde var. Ve şimdi de Saray Mahkemeleri. Sizler de bu ülkenin tarihinde utanç sayfalarında yerinizi alacaksınız. 

Savcıların yegane görev HDP’lilerin peşinde koşmak

Yargı bu durumda. insan hakları meselesine baktığımızda durum çok vahim. Gülistan Doku nerede? 1 ay oldu yok. Ve devlet bu olayı geçiştirmeye, üzerini örtmeye çalışıyor. Bu ülkede insanlar kaybediliyor, bulunamıyor. Sayı da giderek artıyor. Tam bir aydır Gülistan Doku’ya ulaşılamıyor. Ailesinin, Dersim halkının tüm ısrarlı çabalarına Türkiye toplumunun tüm duyarlılığına rağmen devlet bu işin üstünü örtmeye çalışıyor. Artık giderek artan kayıp vakaları var. Neden oluyor, bunları soruşturmak açıklığa kavuşturmak kimin işi? Bu ülkenin adalet mekanizmasının, savcılarının değil mi? Ama adalet mekanizması sadece bizimle ilgileniyor. Savcıların yegane görevi HDP’lilerin peşine düşmek, suç aramak. Oysa ülkede adaletsizlik diz boyu.

Bütün cezaevleri mutlak tecrit koşullarında

En büyük adaletsizliklerden biri de cezaevlerinde yaşanıyor. Cezaevlerindeki hak ihlallerini saymakla bitmiyor. Cezaevlerinde hak ihlallerini saymakla bitiremeyiz. Bir kere sistematik işkence var, yiyecek miktarları azaltılmış, yemekler hijyenik değil, disiplin cezalarında keyfiyet var. Yani adeta bütün cezaevleri bir mutlak tecrit koşulunda şu anda. 

457 hasta tutsak ölmeye yatmış, Madımak'ta yangına benzinle koşan kişi affediliyor 

En vahim durumlardan biri hasta tutsaklar. 1336 hasta tutsak var. Bunun 457'si ölmeye yatmış durumda. Ve hala bu konuda hiçbir adım atılmıyor. Tek bir adım atılıyor, Sivas’ta Madımak’ta, yangına elinde benzin bidonu ile koşan insanı Cumhurbaşkanı eliyle affetmek. Evet, ülkedeki ayrımcılığın, nefretin geldiği nokta bu. 

Madımak hükümlüsünün affedilmesi Alevileri bir kez daha yaktı

Madımak bir kez daha alev oldu; hepimizi, Alevileri bir daha yaktı. Aileleri can evinden yaktı. Nasıl bir tasarruftur bu, nasıl bir anlayıştır bu? Aslında çok da şaşırmıyoruz. Daha önce de Madımak’ta insanları yakanlara sahip çıkmışlardı. Şimdi de kalktılar adeta diğer hasta tutsaklara nispet olsun der gibi bu Madımak hükümlüsünü affettiler. 

Cezaevleri sorunu büyümeye devam ediyor

İnsan Hakları Derneği’nin raporlarından alıyoruz cezaevlerine ilişkin bu rakamları. Sadece 2019 yılında 50 hasta tutsak cezaevlerinde hayatını kaybetti. 80 bin tutsak var, cezaevlerinin kapasitesi 220 bin. Cezaevi koşulları açısından baktığımızda normal bir cezaevinde olması gereken koşullara sahip olmadığını biliyoruz. Adalet Bakanı her gün yargı reformundan bahsediyor ama ortada reform yok. Cezaevleri sorunu da büyümeye devam ediyor. Bakın 2 isimden bahsedeceğim size. 28 yıldır cezaevinde olan Nurcan Bakır tedavisi için defalarca başvurmasına rağmen bu talepleri karşılık bulmadı ve sonunda Nurcan Bakır cezaevinde yaşamına son verdi. Malesef ve yine 24 Ocak'ta Hüseyin Polat, Tekirdağ Cezaevinde hasta. Hastalığını dile getiriyor, orada keyfi bir iğne yapıyor buna bağlı olarak kanaması artıyor ve maalesef yaşamını yitiriyor. 

Elazığ depreminde siyasi tutsakların kapısı açılmadı

Örnek vakalar bitmiyor bu ayrımcılığa ve hak ihlallerine dair. Elazığ depremi. Depremde adli suçlular için kapılar açılıyor, onlar dışarı alınabiliyor ama siyasi tutsaklar için kapı açılmıyor. Yani deprem peşi sıra gelse, cezaevi çökse içeride insanlar yaşamını yitirecek. Tam da hak ihlallerinin en çıplak örnekleri. 

Grup Yorum üyelerine tecrit uygulanıyor

Hak ihlalleri konusunda bu günlerde yaşadığımız konu da Grup Yorum üyelerinin açlık grevleri. Açlık grevindeler. Aslında şarkı söylemek istiyorlar. Şarkı söyleme hakları ellerinden alınıyor. Grup Yorum üyelerine tecrit uygulanıyor. Dedik ya bir kere tecrit hukuku varsa ülkede her yere yayılır. Şarkı söyletmiyorlar. Helin Bölek 229 gündür, İbrahim Gökçek ise 231 gündür açlık grevinde. Bir an önce bu hak ihlaline son verilmesi çağrısını yapıyoruz. 

Uydurulmuş iddianameler, uydurulmuş enflasyon rakamları

Ekonomi alanına da baktığımızda durum her geçen gün daha vahim bir hal alıyor. Enflasyon rakamları açıklandı, yine uydurulmuş, yalan rakamlar. Uydurulmuş iddianameler, uydurulmuş enflasyon rakamları. Sistemleri hep aynı, uyduruyorlar. Ortalama enflasyon rakamları yüzde 14,52 ki bu da TÜİK'in rakamı. TÜİK rakamları çarpıtmaya devam ediyor. Rakamları çarpıtmanın bir yöntemi olarak da enflasyonun açıklandığı sepetin içinden gıdayı, ulaşımı, kirayı azaltıyorlar. Çok seçiciler. Çünkü bu 3 başlık aslında emekçilerin, yoksul halkın en temel harcama kalemleri. Bu kalemlere baktığınızda en dramatik fiyat artışlarını bu kalemlerde görürsünüz. Gıdada enflasyon yüzde 40. Çarşı pazarda enflasyon yüzde 40. İnsanların sepetine giren şeyle TÜİK'in sepetine giren şey farklı. O yüzden de TÜİK enflasyonu sahici değil. 

Elektrik, doğalgaz, gıda fiyatlarındaki artışlar yoksulluğu yaygınlaştırıyor

Asgari ücrete bakın, asgari ücrete zam yaptılar. 1 ay içinde asgari ücret alım gücünü kaybetti. Yapılmış zam 1 ayda bitti. Ulaşım alanındaki bu zamlar alım gücünün korunması için en önemli faktörse neden ücretlilere çok düşük zamlar yapılıyor. Elektrik, doğalgaz faturaları; insanlar faturaları ödeyemiyor. Taksitli doğalgaz dönemi başladı. Isınamıyorsunuz, elektrik, doğalgaz, gıda fiyatlarındaki artışlar yoksulluğu yaygınlaştırıyor. İşsizliğin artışına neden oluyor. Ama ben umutluyum bununla baş etmek için inanıyorum ki Diyanet İşleri Başkanlığı yine mutlaka bir fetva verecektir. 

Ukrayna’ya verilen 200 milyon TL ile 200 çiftlik kurulurdu

Ekonomi deyince 200 milyon lira Ukrayna’ya yolladı Hakça Dağıtım Programına sahip olan HDP olarak 200 milyon lira ile 200 çiftlik kurardık. 200 çiftlikte biner aile istihdam edilirdi. Kendi kooperatiflerinde üretirlerdi. 200 bin insan geleceğini kurtarırdık. Onun iktisadi etkisi de 1 milyon insana ulaşırdı. İşte HDP işte AKP. Bir tarafta talan ekonomisi bir tarafta halkın ekonomisi. Dış politikada nasıl bir demokratikleşme programınız varsa iktisadi yaşamda da iktisadi alanı demokratikleştirme programımız var. 

Ensar'a yapılan bağışla Elazığ depreminin tüm mağduriyeti giderilebilirdi

Deprem konusundaki vergilerle beraber bir şey daha gördük, yolsuzluğun ne denli boyuta ulaştığını gördük. Kızılay’a yardım konusu depremle gündem oldu. Başkentgaz Kızılay’a yardım yapmış. Çok büyük bir rakam, öyle büyük bir rakam ki Kızılay belki de bununla Elazığ depreminin tüm mağduriyetini ortadan kaldırabilirdi. Ama o para Kızılay’da kalmamış, Kızılay üzerinden Ensar’a aktarılmış. Ensar’ı hatırlıyorsunuz. Neden Kızılay’ı taşeron yapıyorlar? Başkentgaz kimin? Torunlar’ın yani bu yandaş müteahhitlerin çok iyi kazanmışlar o kadar iyi kazanmışlar ki kazançlarının bir kısmını Ensar'a aktarıyorlar. Doğrudan aktarmıyorlar. Kızılay taşeron oluyor burada. Neden çünkü vergiden de kaçırma peşindeler. Vergi zararı yaratma peşindeler kamuya. Eğer bunu doğrudan Kızılay'a aktarmaz Ensar'a aktarırsa vergi matrahından o rakamı düşemez. Kızılay'a aktarıyor, vergi matrahından o rakamı düşüyor, dolayısıyla yaptığı bağışın bir kısmını da vergi tasarrufuyla geri alıyor. İşte akıl bu. Yolsuzluk aklı talan aklı bu. Bu akıl ülkeyi daha da yoksullaştırmaktadır. 

HDP çözümdür, HDP umuttur; çözümde, umutta buluşalım

Tüm bunlardan kurtulma zamanıdır. Şimdi yan yana gelerek, omuz omuza vererek bu iktidardan kurtulmak için daha kararlı olma zamanıdır. 23 Şubat'ta büyük kongremizi gerçekleştiriyoruz. Büyük kongremizde yan yana geleceğiz. Herkesi davet ediyoruz. Bu iktidarın şiddet uyguladığı, mağdur ettiği herkesi kongremize bekliyoruz. Kadınları, emekçileri, gençleri Türkiye’deki tüm halkları, farklı inançlarda olan herkesi kongremizde buluşmaya çağırıyoruz. Gelin birlikte demokrasi ittifakını var edelim, demokrasi ittifakı ile bir çözüm yolu bulalım. Bu iktidardan kurtulmanın yolunu bulalım HDP çözümdür, HDP umuttur. Çözümde, umutta buluşalım. Bu karanlığa bu kabusa hep birlikte son verelim. 

Şimdi demokrasi ittifakını inşa etme zamanıdır

Demokrasi ittifakı ile demokratik çözüm, demokratik anayasa ve yerel yönetimlerle güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi hep birlikte var edelim. Şimdi demokrasi ittifakını var etme zamanıdır. Bugün toplumun bu gidişata bir itirazı var ve bu gidişatı hep birlikte örgütleyeceğiz. Halkların, emekçilerin, kadınların beklentilerine hep birlikte yanıt üreteceğiz. Çokluğun siyasetini var edeceğiz, çoğulcu, laik, demokratik cumhuriyet için mücadelemizi yükselteceğiz. Farklı mücadelelerin ortak eylemliliğini, ortak dilini var edeceğiz. 

Demokrasi ittifakı ile hep birlikte iktidara yürüyeceğiz 

Radikal demokrasi anlayışımız gereği tüm toplumu kucaklayan, ayrımcılığı dışlayan herkesle birlikte, herkes için siyaset diyeceğiz.  Demokrasi ittifakı ile hep birlikte iktidara yürüyeceğiz.

4 Şubat 2020