Temelli: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye’nin yol alması mümkün değil

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, haftalık grup toplantımızda gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Mamak Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve kimi Alevi örgütlerinin temsilcilerinin katıldığı grup toplantısında Temelli yeni anayasa, ekonomik kriz ve rejim tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şöyle konuştu: 

Bugün 2 Temmuz, Sivas Katliamı'nın üzerinden tam 26 yıl geçti. 33 canımızı unutmadık unutmayacağız, bu katliamın hesabını soracağız, adalet yerini bulana kadar bundan vazgeçmeyeceğiz. Tıpkı Çorum’da olduğu gibi bu coğrafyada Alevi katliamları hep böyle olageldi. Alevi katliamlarının hesabını sormak sorumluluğumuz olduğu kadar hakikatlerle yüzleşmenin de gereğidir. Bu yüzleşmeyi sağlayamadığımız sürece toplumsal barışı var etmemiz mümkün değil. Bunu sağlayamadığımız sürece katliamlara son vermek de mümkün değil. Buradan bir kez daha Alevi toplumuna sözümüzü yeniliyorum. Canları anıyoruz, hesabını soracağız. 

Hakikatler Komisyonu acilen kurulmalı

Bu katliamlarla yüzleşmek gerekiyor. O yüzden de Meclis çatısı altında talebimizi bir kez daha yineliyorum. Meclis çatısı altında Hakikatler Komisyonu acilen kurulmalı ve toplumsal barışı var etmek adına yüzleşme yapılmalıdır. Tarihimizle ve acılarımızla yüzleşmek önemlidir. 

Mezarsızlık zulmü var

Yine Şeyh Said’in idamının 94. yılındayız. Tıpkı Şeyh Said gibi Seyid Rıza, Seîdê Kurdî gibi. Burada mezarsızlık zulmü vardır. Mezarları yoktur. Bu halkın bu duygusu yok sayılmıştır. Yok sayılmaya devam edilmektedir. O yüzden de mezar yerlerinin halkla paylaşılması talebimizi buradan yineliyoruz. 

Orhan Doğan'ın demokrasi tutkusunu büyütmeye devam ediyoruz

Maalesef acılarımız büyük. Bu acılar çerçevesinde ismini anmadan geçemeyeceğimiz yoldaşlarımız, arkadaşlarımız var. Bunlardan biri de Sevgili Orhan Doğan. Orhan Doğan’ı 12 yıl önce yitirdik. Şöyle diyordu: “Demokrasiye olan tutkumu asla teslim alamayacaksınız.” Alamadılar. Bize bıraktığın o mirası, o tutkuyu büyütmeye devam ediyoruz. 

Ceylanpınar’da bir eve yapılan baskın, zulmü bir kez daha teşhir etmiştir

Barış ve demokrasi tutkumuzu ve mücadelemizi büyütmek zorundayız. Büyütmeliyiz. Çünkü biliyoruz ki bu ceberut iktidar, ceberut devlet anlayışı bu zulme, bu şiddete son vermeyecek, vermiyor da. En son Ceylanpınar’da bir eve yapılan baskın, o evde yaratılan zulüm, bu iktidarı bu anlayışı bir kez daha teşhir etmiştir. İş makineleri ile duvarları yıkarak, ağaçları yerlerinden sökerek, insanları derdest ederek evin içini yıkarak aslında bir kez daha kendilerini teşhir etmişlerdir. 

Urfa’yı rahat bırakın, Urfa’dan elinizi çekin!

Tıpkı Suruç'ta, Halfeti'de olduğu gibi. Tünel arıyorlarmış. Akla bakın. Suruç’tan bir evin bahçesinden Rojava’ya açılan tünel arıyorlarmış. Tünel arıyorsan, sen o IŞİD’le yaptığın ittifaklarla oluşan tünellerde ara. Suçu orada ara. Urfa’yı rahat bırakın, Urfa’dan elinizi çekin. Şenyaşar ailesine yapılan zulmü unutmadık. Bunca zaman geçti, hala bir kişi bile gözaltına alınmadı. 17 kişi bu suçu birlikte işlediler, Şenyaşar ailesini katlettiler. Hem de devlet hastanesinde, valiliğin gözü önünde katlettiler. Hala bir kişiyi bile gözaltına almadılar. Ama Ceylanpınar’da insanların evlerini başlarına yıkarak gözaltına aldınız. Halfeti’yi çok iyi hatırlıyoruz. İnsanlara nasıl işkence yaptıklarını çok iyi hatırlıyoruz. Hala bunun hesabı sorulmadı, hala bununla ilgili bir soruşturma bile yok. 

Bu iktidar zulüm ve şiddet iktidarıdır; buna karşı mücadele etmek zorundayız 

Bu iktidar zulüm ve şiddet iktidarıdır, bir devlet geleneğini inatla yaşatmaya çalışmaktadırlar. Madımak’ta olduğu gibi suçu yok sayan, devleti korurken halkı zulüm cenderesine alan bir anlayıştır. Buna karşı, savaşa karşı demokrasiden yana mücadelemizi tutkuyla büyütmek zorundayız. 

Kürtsüzleştirme ve insansızlaştırma dış politikada ana siyaset haline gelmiş

Saldırılar sadece Ceylanpınar’da, içeride değil dışarıda da devam ediyor. Sınır ötesi operasyon. Her seferinde buradan tezkereler geçer gider. Bu sınır ötesi operasyonlar nasıl bir zulme neden olur kimse bilmez, bu haberler geldiğinde hemen yalanlama yapılır. Hakurk’a yapılan, Başûr’a yapılan saldırılara bakın. Yine 4 insan, 4 köylü yaşamını yitirdi. Biri çocuk, biri kadın. 2015’ten beri o yerleşim yerlerinde insanlar yaşamını yitirmeyi sürdürüyor. O bölgeyi Kürtsüzleştirme peşinde olan, o bölgeyi bir savaş koridoruna dönüştürmeye çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Sınır ötesi operasyonmuş. Giderek oraya yerleşen insanları yerlerinden yurdundan eden bir zihniyet iş başında. Afrin'le başladılar, şimdi Mınbiç’i konuşuyorlar, Hakurk’ta operasyonlar devam ediyor. Adeta Afrin’den Çukurca’ya kadar bir Kürtsüzleştirme ve insansızlaştırma dış politikada ana siyaset haline gelmiş durumda. 

Sınır ötesi operasyonlarla değil sınır ötesi diyalogla yol alın

Irak Parlamentosu’ndan sesler çıkıyor, itiraz ediyor Iraklılar. Bizim için en önemli mesele toprak bütünlüğü değil mi? O zaman toprak bütünlüğüne Irak’ta da Suriye’de de saygı gösterin. Irak’ta da Suriye’de de o toprak bütünlüğü içindeki halkların iradesine saygı gösterin, o insanların yaşam hakkına saygı gösterin. Sınır ötesi operasyonlarla değil sınır ötesi diyalog ve barışla yol alın. Dış politika böyle var edilir. Dış politika bunun üzerine inşa edilir. Dış politikadan anladıkları sürekli şiddettir, zulümdür. 

Kirli ilişkileri G20'de teşhir oldu

Bakın G-20 zirvesi yapıldı Trump - o da Amerika’nın zulmü -  ne diyor: “Herkesin bildiği gibi Kürtlerle bir problemi var”, buradaki 3’üncü şahsın kim olduğunu tahmin ediyorsunuz. “Sınırda 65 bin kişilik bir ordusu vardı ve IŞİD’e karşı bize yardım eden Kürtleri haritadan silecekti.” Kim bilir ne anlattı, nasıl anlattı “haritadan silecekti”. Katliam anlayışına bakın. “Onu aradım ve bunu yapmamasını rica ettim. Sanırım Kürtler onun doğal düşmanı”. Bu ne demek? “Dedim ki bunu yapamazsın ve o bunu yapmadı. O yüzden bir ilişkimiz var”. Bu kirli ilişkiler zaman zaman kendini teşhir eder işte böyle.

Kürtler Türksüz, Türkler Kürtsüz yapamaz 

“Doğal düşman”... Biz de buradan diyoruz ki Kürtler Türksüz, Türkler Kürtsüz yapamaz. Biz 100 yıllardır bir aradayız. Bizi birbirimize düşman eden bu zihniyete en güzel cevabı da yine hep birlikte biz vereceğiz. Bizi düşman görenlere en güçlü yanıtı bir arada yaşama irademizle vereceğiz. Bunu var ederek vereceğiz. 

Suriye’nin geleceği, Irak ve Türkiye’nin geleceği birbirine bağlıdır. Barış birlikte var edilmeli, demokrasi ve toplumsal barış her yerde birlikte var edilmelidir. Bunu birlikte var edecek güç de Kürt halkıdır. Dolayısıyla Kürt halkına “doğal düşman” gözüyle bakanların bu barış masasında, demokrasi masasında yeri yoktur. 

İktidarını Kürt sorunun çözümsüzlüğü üzerine kuruyor

Suriye. Evet Afrin’le başladı şimdi Mınbiç’ı konuşuyorlar. İdlib sorunu devam ediyor, çünkü sorun çözen bir yerden siyaset bu ülkede üretilemez bir hale geldi. Tam tersine, bugünkü iktidar sorunlardan, çözümsüzlükten besleniyor. Kendi iktidarını tam da Kürt sorunun çözümsüzlüğü üzerine kuruyor. Bu ülkeye dayatılan mutlak tecridin yegane nedeni de budur. 

Türkiye barışına yönelik tecridi kırmak için çabalarımızı yoğunlaştırmalıyız

Tecridi kırmak için 200 gün boyunca açlık grevi yapan arkadaşlarımız aslında Türkiye barışı için çok önemli bir adım attı. Ama bu yeterli değildir. Türkiye barışına, demokrasisine yönelik tecridi kırmak için çabalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Bakın mutlak tecrit kırıldıktan ve Türkiye İmralı sesiyle buluştuktan sonra yeniden barış ve demokrasiyi daha sahici ve samimi bir yerden konuşmaya başladı. O yüzden de diyoruz ki Öcalan’la konuşun. Öcalan’ın sesini kısmayın. Avukatlarıyla, ailesiyle başlayan görüşmelerin düzenli bir şekilde devamını sağlayın. Bunu günlük siyasete ve seçim siyasetine malzeme yapmayın. Sayın Öcalan ile olan görüşmelerin sadece avukatlarla da sınırlı olmamasının ne kadar önemli olduğunu geride bıraktığımız günlerde bir kez daha gördük. 

Geçen gün çıkmış 3 yıl sustum diyor, sen hep sus!

Vazgeçin bu Osmanlı rüyalarınızdan. Yeni Osmanlıcılıkmış. Suriye üzerine hesaplarınızdan, Irak üzerine hesaplarınızdan vazgeçin. Biz biliyoruz bu Yeni Osmanlıcılık anlayışının bizi nereye sürüklediğini. Hatırlıyorsunuz değil mi? Öfkeli çocuklar vardı bir ara. O öfkeli çocuklarla birlikte Suriye’de Emevi Camii’nde namaz kılmaya gidecek olanlar vardı. Geçen gün çıkmış 3 yıl sustum diyor. Sen hep sus zaten sen. Sen ne konuşacaksın, sen konuştuğunda ne olduğunu Ankara Katliamı'ndan, Suruç Katliamı'ndan biliyoruz. O yüzden bu dış politikayı Türkiye’ye dayatan bu anlayışta olanlara yeni siyasette yer yok. 

Diyorlar ki "AKP fabrika ayarlarına dönüyor", ayar tutmaz bunlar artık

Bugünlerde hep tartışmalar var. Diyorlar ki, "AKP fabrika ayarlarına dönüyor". Ne fabrika ayarı, ayar tutmaz bunlar. Bunların fabrika ayarlarından anladıkları işte Yeni Osmanlıcılık. Türkiye siyaseti bu anlayışa artık prim vermeyecektir. Türkiye halkları, Türkiye emekçileri, kadınlar artık bu köhne siyasete yüzünü dönmeyecektir. Biz o fabrika ayarlarını biliyoruz. Dedik ya ayar tutmaz. 

Bunlar bit pazarına gitse pazar bunları kabul etmez, şimdi yeni siyaset zamanı

Bir de ekonomi tarafı var. Dış politikada bunu görürken, ekonomide de yeni bir mesele önümüze geliyor. Efendim ekonomideki bu kötü gidişat AKP fabrika ayarlarına dönerse düzelecekmiş. Ne düzelecek, AKP’nin fabrika ayarları dediğiniz yıllarına dönüp bakın. 2002-2007, 69 milyar dolarlık özelleştirme yapmışlar. Bugün bunca işsizlik, yoksulluk varsa bu denli iktisadi şiddet varsa işte o 2002-2007 dönemindeki iktisat politikaları yüzündendir. Evet şimdi o yüzden diyoruz ki hiç öyle geriye bakıp, bit pazarından nimet üretmeye çalışmayın. Bunlar bit pazarına gitse pazar bunları kabul etmez. Yeni siyaset zamanıdır. Yeni siyaseti konuşma zamanıdır. Hep birlikte bunu başaracağız. 

AKP zam hükümetidir, başka bir şey bilmezler

Bakın bu sabah kalktığınızda ne gördünüz? Özellikle şoför esnafı, benzin 7 lirayı geçmiş, rekor kırmış. Ekonomide düzelme dedikleri sürekli zam. Motorine, çaya, şekere, elektriğe zam. Yakında doğal gaza da zam gelir. Bunlar halkı aldatarak, topluma tuzaklar kurarak yol alıyorlar. Doğal gaz zammını Temmuz’da yapıyor. Çünkü Temmuz’da biz kombileri açmıyoruz. Faturayı bilmiyoruz. Temmuz’da çift haneli zammı yapıyor, Ekim’de bir açıyorsunuz kombiyi kombi mi sizi ısıtıyor siz mi kombiyi belli değil. AKP zam hükümetidir. Başka bir şey bilmezler. 

Sorun üretenler çözüm üretemezler

Ekonomiyi böyle bir yere sürüklediler. Bu krizin bütün faturasını halka yüklemeye devam ediyorlar. Emeği sömürerek, doğayı talan ederek yoksulluğu halka dayatarak kendileri bir şatafat içinde yaşamaya devam ediyorlar. Doğayı talan ediyorlar. Hasankeyf’ten gelen arkadaşlarım var. Hem tarihi hem doğal yıkımı Hasankeyf’te görmek mümkün. Emeğin sömürüsünü inşaatlarda, üçüncü hava limanında görmeniz mümkün. Sorun üretenler çözüm üretemezler. 17 yıl boyunca sorun ürettiler, şimdi bu sorunlar üzerinden çözüm üretecekleri algısını yaratmaya çalışıyorlar, ama bu mümkün değildir. 

Taşıma su ile değirmeni çevirmek istiyorlar, fakat değirmende buğday yok

Merkez bankasının temettülerine el koydular yetmedi, ihtiyat akçesine. Kurumlar vergisi ile yaklaşık 90 milyar TL’yi çekip alıyorlar, bütçe açığı 80 milyarı neredeyse yakalamış durumda. Yani bu sene bütçe açığını Merkez Bankasının ihtiyat akçesi ve temettüsü ile kapatarak, treni sallamaya, idare etmeye devam etmek istiyorlar. Taşıma su ile değirmeni çevirmek istiyorlar, fakat değirmende buğday yok. Üretim yok, sağlıklı bir üretim yok. 

G-20’de yan yana geldiler, silah pazarlıkları yaptılar

Doğayı talan eden, emeği sömüren bir anlayışın zaten Türkiye’ye verebileceği bir şey yok. Bunu G-20’de de gördük. G-20’de yan yana geldiler, silah pazarlıkları yaptılar, bize mermiyi dayatıyorlardı. "Bir mermi kaç paradır" diyorlardı. Biz mermiyi bilmiyoruz, ama sen S-400, F-35’i iyi biliyorsun. Çünkü sen pazarsın. Sana bunları satıyorlar. Sen de bunları almak zorunda kalıyorsun. Dış politikan yok, ekonomi politikan yok. Dolayısıyla sende bunları alıyorsun, bunların bedelini halklara ve emekçilere ödetiyorsun. G-20’de yan yana geldiler, G-20’de 20’inci sıradalar. Seneye G-21 olmazsa bunun adı, katılmaları zor. Çünkü ekonomi o denli kötüye gidiyor ki G-20 bile bunları kabul etmeyecek. Etmesin zaten bu G-20 dağıtılsın. 

Dünya halklarının mağduriyetini yaratan G20'dir

Dünya ekonomisinin yüzde 85’ine hükmediyorlar ama dünya ekonomisini ha bire içinden çıkılmaz bir yere sürüklüyorlar. Dünya halkları mağdur. Orta Doğu halkları mağdur. Filistin halkları, Afrika halkları mağdur. Bu mağduriyeti yaratan işte bu G-20 zihniyetidir. Önce G-7’ydi, bunlar sonra Rusya’yı aldılar, G-8 oldular, şimdi G-20 hikayesi üzerinden dünyada sömürüyü, kapitalizmin sömürüsünü derinleştirmeye çalışıyorlar. Kapitalizm ne zaman krizde ise, ne zaman derin krize sürüklendiyse orada savaş politikaları ön plana geçer. Bunun bedelini Orta Doğu halkları, Kürt halkı ödüyor. 

Bizde kayyım alerjisi var, İstanbul'da da kayyımı süpürdük 

O yüzden de tüm G-20 zihniyetine, savaş politikalarına karşı Kürt halkı ve tüm Orta Doğu halkları ile barış politikasını, mücadelesini yükseltmeye devam edeceğiz. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi. 23 Haziran’da İstanbul’da barış ve demokrasi mücadelesini yükselttik. Bir demokrasi referandumunu ortaya koyduk. 31 Mart’ta olduğu gibi. 31 Mart’ta siyaseti kutuplaştırmadan, kutuplaşmış siyasete tutsak olmadan, siyaseti payandaşlaştırmadan bir seçenek yarattık. Dedik ki, "Bu demokrasi seçeneğidir, bu barış seçeneğidir. Bu toplumsal uzlaşmadır. Bu demokratik müzakerenin yolunu açacak bir hamledir". 31 Mart’ta başarılı olduk. Hem de çok başarılı olduk. Bu başarıyı hazmedemeyenler Muş’ta, Viranşehir’de, Malazgirt’te, Şırnak’ta her yerde bize adaletsizliği dayattılar. KHK ile arkadaşlarımızın mazbatalarını ellerinden aldılar. En sonunda da geldiler İstanbul’a kayyım atadılar, İstanbul seçimlerini yenilemek istediler. Biz de dedik ki "Bizde kayyım alerjisi var. Eğer İstanbul’a kayyım atarsanız gelir süpürürüz". Öyle de yaptık.

İstanbul seçimlerinde Muş, Viranşehir, Şırnak, Amed, Van olduk 

İstanbul seçimlerinde Muş olduk, Viranşehir, Şırnak, Amed ve Van olduk. İstanbul’u ayağa kaldırdık, İstanbul seçimlerini bir referanduma çevirdik. Ve siz İstanbul’dan gelen yoldaşlarım, siz bu mücadelenin en önünde yer aldınız. En önünde koştunuz. En hızlısı sizsiniz. Aşk olsun size aşk olsun. Emeklerinize sağlık. Bu, Türkiye siyasetinde 31 Mart’ta yarattığımız umudun büyütülmesidir. Bunu bir kez daha büyüttünüz perçinlediniz. Artık Türkiye siyaseti yarını konuşmak zorundadır. Artık Türkiye siyaseti geçmişin üzerinde tepinemez.

İstanbul'da yeni bir siyasetin yolunu hep birlikte açtık 

Yeni bir siyaseti var etmek zorundayız. Bunun yolunu hep birlikte açtık, İstanbul’da açtık. Emekçilerle birlikte açtık. İstanbul en büyük emekçi kentiydi, en çok da emek sömürüsünü olduğu kentti. İnşaatlarıyla o 5 yıldızlı otellerdeki emeğin sömürülmesine itirazımızla açtık. İstanbul’da büyük bir itirazı, emekçilerle beraber örgütledik. İstanbul seçimlerinde, kadınlarla birlikte, kadına yönelik şiddete karşı, zulme karşı kadınların itirazını örgütledik. İstanbul’da Kürt halkının itirazını örgütledik. Bu zulme dur demek, bu şiddete, bu savaşa dur demek için, hep birlikte İstanbul’da faşizme karşı omuz omuza mücadelemizi büyüttük ve bu faşist bloka en güçlü darbeyi biz vurduk. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye’nin yol alması mümkün değil

Demokrasi için, faşizmi geriletmek için, barış ve özgürlüğün yolu şimdi açıldı. Şimdi bu yolda yürümeye devam etmeliyiz. Demokrasi ittifakı ile tüm Türkiye halkları, emekçiler ve kadınlarla birlikte yürümeye devam etmeliyiz. Demokrasi ittifakımızı dile getirirken tüm Türkiye halklarına çağrımızı da yaptık. Dedik ki bakın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen bir uydurma sistem içinde Türkiye aslında tecritleştiriliyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye’nin yol alması mümkün değil. Türkiye krizlerle boğuşuyor ve giderek daha fazla kriz yaratıyor, bu krizlerden bu sistem çıkmak olası değil. Bu krizlerden bu sistemle çıkamıyorsak bir seçenek yaratmalıyız. Seçimler o nedenle sadece sandık hesabı değildi. Seçenek yaratma gücünün açığa çıkarılmasıydı ve bunu başardık.

Bu sistem rehabilite edilemez 

Evet bir seçenek yaratmalıyız. Diyorlar ki sistemi rehabilite edeceğiz. Bu rehabilite edilecek bir hastalık değil. Bunu rehabilite edemezsiniz. Bu tekçi anlayış, bu partili cumhurbaşkanlığı anlayışı bu ülkenin tarihi ile kültürü ile geleneği ile bağdaşmıyor. Çoğulculuğu yok sayan, farklılıkları birbirine düşman eden anlayışla yol kat edemeyiz. 

Mevcut anayasa Türkiye’deki demokratikleşme önündeki en önemli barikattır

Bakın bu anayasa -ki 16 Nisan Referandumu ile bir yama daha yapıldı- 12 Eylül Anayasası’dır; bir darbe, bir cunta anayasasıdır. 17 kez değişikliğe uğramıştır. Bu anayasa emekçilerin, kadınların, gençlerin, halkların farklı inançlara sahip bir toplumun anayasası değildir. Bu anayasa 5 tane generalin oturup uydurduğu bir zulüm anayasasıdır. Dayatılan bir anayasadır. Ülke 40 yıldır bu zulüm altındadır. Türkiye’deki demokratikleşme önündeki en önemli barikattır. Bu anayasadan yararlanıp, daha da içinden çıkılmaz hale getirip Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini yaratanlar toplumsal barışı dinamitlemişlerdir. Savaşı dayatmışlardır. 

Tek adam rejimi bir çöküştür

Bugün yargı bağımsız değil. Bugün demokratik kurulların hepsinin tasfiye edildiğini, bürokrasinin çöktüğünü görüyoruz. Herhangi bir derde derman olacak bir yapının işlemediğini görüyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu tek adam rejimi bir çöküştür, çöküyoruz. Dediler ki, bu sistem ile bu tek adam rejimi ile uçacağız, yamaç paraşütü yapıp paraşütsüz uçmaya benziyor bunlarınki. Tepetaklak gidiyor ülke. Hala uçtuklarını sanıyorlar. Hızlandırdıkları her şey ekonomiyi de toplumu da krize sürüklüyor. Bir hızlanma planı yok. Bu anlayışla yapılan her şey bu ülkeye kötülüktür. 

Ön yargılardan, husumetlerden kurtulmak, müzakere zeminini var etmek zorundayız

Yolsuzluk, yoksulluk, haksızlık, adaletsizlik her yeri çepeçevre sarıp sarmalamıştır, buradan bir çıkışı hep birlikte var etmeliyiz. Tarihin bu anında, özellikle son bir yıl içinde yaşadıklarımızdan önemli dersler çıkardık. Çıkartmayanlar ders çıkarsın diye 31 Mart ve 23 Haziran’da olanca gücümüzle bu mücadeleyi verdik. Şimdi dönüp bütün bu geçmişin muhasebesini çok iyi yapmak, ön yargılardan, husumetlerden kurtulmak zorundayız. Bir müzakere zeminini var etmek zorundayız. Bu Parlamento’nun duvarları içine sıkıştırmadan, bütün toplumu çağıran bir müzakereyi yaratmalıyız. 

Anayasa zemininde uzlaşmak, faşizme karşı mücadeledir

Biz HDP olarak üzerimize düşen sorumluluğun gereği olarak tüm toplumu, tüm halkları, emekçileri, kadınları, STK’ları, Parlamento’daki siyasi partileri, Parlamento'da olamayan siyasi partileri, herkesi bu müzakere zeminine çağırıyoruz. Bu müzakere bir mücadeledir, faşizme karşı büyük bir mücadeledir. O yüzden de gelin faşizme karşı mücadelemizi büyütelim. Bu müzakere zemininde tüm toplumsal kesimler yan yana gelsin. Bir toplumsal mutabakatı yaratalım. Yani anayasamızı var edelim, bugün demokratik anayasa zemininde uzlaşma, faşizme karşı mücadeledir. Bu zeminde buluşma demokrasi ve barış adına atılabilecek en güçlü adımdır. 

Bizim adımıza birileri anayasa yapsın diye beklemeyelim, biz yapalım

Bunu hep birlikte atmalıyız. Yan yana gelmeliyiz. Bizden esirgenen anayasayı bizzat biz yapmalıyız. Beklemeyelim. Bizim adımıza birileri anayasa yapsın diye beklemeyelim. Biz yapalım. Yani Türkiye halkları ve emekçileri olarak ortak vatanda bir arada yaşama iradesine sahip olan bizler, anayasamızı yapalım. Eşit yurttaşlık temelinde bizleri bir arada tutan değerleri var eden bir anayasa yapmalıyız. Ancak o zaman bu krizlerden çıkabilir, bu yoksulluğa bu işsizliğe, bu zulme, bu düşmanlığa son verebiliriz. Eğer bir toplum sözleşmesinde, bir toplumsal mutabakatta yan yana gelemezsek işte bugünkü iktidar gibi bu ceberut anlayış bu düşmanlıktan beslenmeye devam edecektir. Yoksulluğu da yolsuzluğu da bizim kaderimiz olarak bize dayatmaya devam edecekler. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden kurtulurken geçmişin vesayetçi rejimine de tekrar düşmemeliyiz  

Şimdi bunlara son verme zamanıdır, bu anayasayı bir an önce yapmak zorundayız. Bunu yapabildiğimiz ölçüde çocuklarımızın geleceğine sahip çıkmış olacağız. O yüzden de demokratik anayasa çağrımızı bir kez daha tekrar ediyoruz. Bu anayasa çalışmalarını yaparken de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden kurtulup geçmişin vesayetçi rejimine tekrar düşmemeliyiz. 

Türkiye’de atacağımız anayasa adımı dünya siyasetini de Orta Doğu siyasetini de etkileyecektir

Yeni anayasa yeni yaşamdır, yerel demokrasi ile güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi tartışmaya açmaktır. Yerel demokrasi, radikal demokrasi, demokraside atılacak radikal adımlar büyük önem taşımaktadır. Bu anayasada artık emekçiler, kadınlar ve halklar olmalıdır. Bu anayasada kendini anadili ile ifade edebilen bir toplum olmalıdır, sosyal yaşamı ören bir anlayış olmalıdır. Bunu başarmak için şimdi harekete geçme zamanı. Türkiye’de atacağımız bu adım dünya siyasetini de Orta Doğu siyasetini de etkileyecektir. Bu açıdan Türkiye’de yapılacak bu anayasa yapım süreci Suriye ve Irak halkı için de önemli bir örnek teşkil edecektir, yeter ki bu zihniyetten bir an önce kurtulalım. Yeter ki bu savaş politikalarından, bu zihniyetten hep birlikte kurtulalım. 

TMK ve Cumhurbaşkanına hakaret düzenlemeleri lağvedilmelidir

Anayasa yapımı kadar önemli bir süreç de yargı konusunda atılacak adımlardır. Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklandı. Hala arkasının gelmesini Türkiye bekliyor. Büyük bir beklentidir bu. Bugün cezaevlerinde haksız yere tutsak edilmiş yoldaşlarımız vardır. Cezaevinde ifadesinden, fikrinden, yazdığı yazıdan dolayı; demokrasiden bahsettiği, akademide onurlu duruşunu var ettiğinden dolayı akademisyenler, gazeteciler, hocalarımız var. O yüzden toplumda beklenti yüksektir, yargılanan binlerce insan var. Çok ciddi bir yargı mağduriyeti var. Bu büyük yargı mağduriyetini ortadan kaldırmak için paketlerle oyalanmaya gerek yok. Bir an önce partiler bir araya gelmeli ve Türkiye halklarının toplumunun beklentilerini karşılayacak bir yasama faaliyetini hızla hayata geçirmelidir. Hem de beklemeden hızla acilen bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeliyiz. En başta da TMK ve Cumhurbaşkanına hakaret düzenlemelerinin lağvedilmesi gerekiyor. 

TMK ile bu ülkede adaletsizlik her gün yeniden üretilmektedir  

TMK bu ülkenin gizli ve kirli anayasasıdır. TMK çerçevesinde bu ülkede adaletsizlik her gün yeniden üretilmektedir. Ceza kanunu muhaliflere karşı bir düşman hukuku uyguluyor. Ceza hukukunu demokratikleştirmeliyiz, bunu yapmadan ne bu ülkeyi gerçek anlamda demokratikleştirebilirsiniz, ne de hukuku sağlayabilirsiniz. Bakın Ergenekon davası sonuçlandı, hepsi beraat etti. Beraat kararını yazarken kumpas çerçevesinde ele almışlar, FETÖ’cü savcıların ve yargıçların yaratmış olduğu bir vaka olarak değerlendirmişler. E bizim arkadaşlarımız? Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş hangi savcıların, hakimlerin kararları ile yargılanıyorlar? Bu FETÖ’cüler, Ergenekon’da suçlu da HDP’ye gelince mi suçsuzlar? Bu kriterlerin bir an önce ortadan kalkması gerekiyor. 

Unutulmamalıdır ki adalet ortadan kaldırılsa iktidar ile haydutlar arasında bir fark kalmaz. Tüm kanunlarda adalet duygusunu tesis edecek şekilde yeniden düzenlemeye ihtiyaç vardır. Özellikle yargı reformu çerçevesinde TMK başta olmak üzere düzenlenerek hayata geçmesini istiyoruz. 

Faşizme karşı mücadelemizi her geçen gün büyüteceğiz. Bu mücadeleyi demokratik anayasa zeminindeki bir müzakere süreciyle el ele kol kola yürüteceğiz. Ve yine burada, bu Meclis çatısı altında hakikatin sesi olmaya hep birlikte devam edeceğiz. 

2 Temmuz 2019