Temelli: Herkes faşizme karşı kendi mücadelesiyle gelsin

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli'nin Politik Yol'a verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli ile, ittifak yasasını, HDP’nin 2019’a giderken izleyeceği yolu ve önümüzdeki seçimler ekseninde Türkiye siyasetini konuştuk.

HDP’nin 2019 seçimlerinin ilk turunda kesinlikle aday çıkaracağını ifade eden Temelli, “Tabandan kopuk çıkaracağınız adaylar, tabanın duygularıyla buluşamaz. Halklar ne istiyor, emekçiler ne istiyor diye dönüp bakmayan; onların adayı olmayan bir aday hiçbir zaman bahsettiğimiz sorunların aşılmasına katkı sunamaz” dedi.

Temelli, HDP’nin Türkiye’nin yegane “Türkiye partisi” olduğunun altını çizerek, parti olarak toplumun bütün kesimlerini buluşturduklarını belirtti.

2019 seçimleri için geçtiğimiz 16 Nisan referandumunu örnek gösteren HDP’li Temelli, 2019’da da tıpkı hayır mücadelesinde olduğu gibi herkesin faşizme karşı kendi mücadelesi ile gelmesi gerektiğini ifade etti.

Meclis’ten geçtiğimiz hafta sabaha karşı hızla geçirilen ittifak yasası hakkındaki genel değerlendirmeniz nedir?
Bu “ittifak yasası” olarak anıldı ancak ittifak kavramını da kirleten bir yaklaşımdır. Bu ittifak falan değil, bildiğiniz gibi kirli bir koalisyon pazarlığı. Hatta seçmen iradesini, seçmenin demokratik hakkını yok sayan bir kirli pazarlık. Bu yasanın neden bu şekilde hayata geçtiğini anlamak için en önemli gösterge 16 Nisan referandumudur. 16 Nisan referandumunda ne kadar hile, şaibe varsa; bunlar yasal bir kılıfa, yasal bir zemine oturtulmuştur. Yani 16 Nisan’da minare çalınmıştır, bu yasayla da kılıfı dikilmiştir.

16 Nisan’da ancak hile ve şaibeyle ‘evet’ler kazanabildi, binlerce oy yok edildi. Buna rağmen bir buçuk puanlık bir farkla ancak ‘evet’ler kazanabildi. İktidar buradan “çıkardığı dersler”le bu yasayı hazırladı. İttifakı “önceden yaptılar”, birlikte bu yasa Meclis’e getirilerek bu hileli seçimin artık yasal bir zemine kavuşması sağlandı. Eğer bu ittifak, bu koalisyon, bu pazarlık; seçimleri çok rahat kazanabileceği bir atmosferde olsaydı, önünü çok rahat görebilseydi, böyle bir yasa hazırlamazdı. Bu aslında onların içine düştükleri aczi de gösteriyor. Bu onların aslında içinde bulundukları çıkmazı da gösteriyor. Çünkü Türkiye halklarının, Türkiye’nin demokratik kamuoyunun, Türkiye’nin emekçilerinin bu iktidara itirazı var. Bu iktidardan kurtulmak istiyorlar. Bunu da bütün bu baskı ortamında, zulüm ortamında, savaş ortamında dile getiriyor ve tepkisini her şeye rağmen ortaya koyuyorlar.

Biz gerçekten faşizm koşullarında yaşıyoruz. Faşizmin kurumsallaştığı ve diktatöryal bir rejime doğru gidilen bir süreci yaşıyoruz. Ancak buna rağmen Türkiye halkları, demokratik kamuoyu, Kürt halkı, Türkiye’deki emekçiler sözünü de söylüyor, itirazını da dile getiriyor.

OHAL koşullarında seçime gidilmez derken, OHAL’i daha katı hale getiren, seçim sandıklarını, seçim çevresini de OHAL’leştiren bir yasayla karşı karşıya kaldık. Yasa sadece hile ve şaibeleri yasal kılıfa kavuşturmakla kalmıyor bunun ötesinde devletin şiddet unsurunu da devreye sokuyor. Dolayısıyla insanlar güvenli, sağlıklı, kendi iradesini ortaya koyabilecekleri bir sandık çevresinden de soyutlanmış, dışlanmış oluyorlar. Polis, jandarma kontrolünde, valilerin denetiminde, sandıkların kimler tarafından düzenleneceği belli olmayan bir anlayışla bir seçim atmosferi yaratılıyor. Bütün bunlara birlikte baktığımızda bu yasa kabul edilemez. Nasıl OHAL koşullarında seçime gidilemezse, bu yasayla da seçime gidilemez. Bunun için bütün muhalefet partileri itirazlarını yükseltti, şerhlerini koydular. Anayasa Mahkemesi’ne de gidilecek. Tabi ki böyle bir atmosferde AYM’ye ne kadar güvenilebilir, bu da ayrı bir tartışma ancak biz halklarımıza güvenmeliyiz, emekçilerimize, kadınlarımıza güvenmeliyiz. Onlar ellerinde kalmış olan yegane demokratik haklarına sahip çıkacaklardır. Ben buna güveniyorum. Çünkü bunu kaybettikten sonra artık geriye, üzerine koyabileceğiniz bir zemin kalmayacaktır. Bu en alttaki zemindir; oy verme. Aslında “siyaset yapma hakkı” anlamına geliyor. İktidar toplumun siyaset yapma hakkını çalma peşindedir.

Yasanın içinde özellikle bazı maddeler çok tartışma yarattı. Sandık başkanlarının kamu görevlilerinden seçilecek olması, sandıkların taşınması gibi…
Yasanın içindeki maddeleri baktığınızda mesela valiler YSK’nın yerine geçiyor. Valiler, sandık bölgelerinde her türlü tedbiri alma yetkisine kavuşuyor ki bu aslında seçim bölgelerini iktidarın müdahalesine açmak anlamına geliyor. AKP lehine olan şeylere valiler eliyle olanak sağlanacak, AKP aleyhine olan şeyler engellenecek. Yani valiler bu anlamda görevlendirilmiş oluyor.

Bir başka önemli şey, sandık başkanları kamu çalışanlarından olacak. Benim kamu çalışanlarının objektif, nesnel davranacaklarına dair kuşkum yok fakat bugün bütün kamu çalışanları KHK denen bir “Demokles’in kılıcı” altındalar. İş güvencesinden her an yoksun kalabilirler, ihraç edilebilirler. Ayrıca kamu çalışanı dediğiniz de robot değil, onun da siyasi tercihleri var. AKP’li kamu çalışanları var, HDP’li var, CHP’li var. Onlar da vatandaş, onların da siyasi tercihleri var. Bu durum ortadan, bütün siyasi tercihlerin sandık kurullarında birlikte oluşmasıyla, şeffaflıkla kaldırılıyordu. Ancak bu yeni durumda sandık başkanı atanmış oluyor. Siyasi parti temsilcilerinin yetkileri geri çekilmiş oluyor. Bu uygulamayla oyların sağlıklı bir şekilde sandığa yansımasının üzerine şaibe gelmiş oluyor. Şaibe insanların ahlakıyla ilgili bir şey değil, şaibe iktidarın ahlakıyla ilgili bir şey.

Bir başka önemli mesele, örneğin aynı apartmanda birbirini tanıyan kişiler aynı sandıkta oy kullanıyordu. Artık bunu dağıtabilirsiniz deniyor. Yani oy kullanmaya sandığa gittiğinizde bambaşka insanlarla oy kullanacaksınız, çoğunu tanımayacaksınız. İnanılmaz bir karmaşa yaratılmış oluyor. Neden yaratıyor bu karmaşayı? Çünkü kontrol edemediğiniz, öz denetim sağlayamadığınız bir ortama sürükleniyorsunuz. Binlerce ölmüş insanın kimliği üzerinden oy kullanabilecek insanlar var. Geçmişte oldu, yakalandılar. Yani bu yapılıyor. Bir sürü oy kullanma hakkı olmayan, vatandaş olmayan insan oy kullanabilir hale gelebilir. Dolayısıyla burada da bir güven yitimi söz konusu. Yasanın hangi maddesini alsanız bunları görüyorsunuz. Sandıkların taşınması, seyyar oy… Hepsinde kuşku yaratan gelişmeler söz konusu.

İktidar insanların siyaset yapma hakkını gasp etme noktasına gelmiştir ki bu diktatöryal rejime giden en önemli adımdır. İşte bunu engellememiz lazım. Bunu ancak ve ancak toplum, halklar, emekçiler, kadınlar itiraz ederek; bu konuda en temel demokratik hakkına sahip çıkarak engelleyebilir. Biz HDP olarak tam da bu kirli pazarlığa karşı, bu demokratik ittifakın karşı çıkması mücadelesini veriyoruz.

HDP’nin önümüzdeki seçimler için bir ittifak düşüncesi var mı?
İttifak aslında iyi bir kavram, demokrasilere özgür bir kavram. İttifak müzakere demektir. Görüşme demektir. Fakat yukarıda partiler arasında, kurumlar arasında bir görüşmeden daha çok tabanda ittifakların sağlanması önemli. İnsanlar yan yana gelerek demokratik haklarına sahip çıkabilecek mücadeleyi ortaya koyduklarında, savaşa karşı, barış ve demokrasi talebiyle bir araya geldiklerinde zaten kurumlar da bu ittifakları okuyarak stratejilerini belirleyeceklerdir. Ancak aşağıda bu oluşum sağlanmamışsa kurumların yukarıda yapacakları şey ittifaktan daha çok pazarlığa benziyor. Asıl olan tabandaki gelişmelerdir, halkın öncelikleridir. Biz bu mücadeleyi yükseltmeliyiz. OHAL’e karşı olmak, seçim yasasına karşı olmak, faşizme karşı olmak, bu gidişata karşı olmanın yolu halkların ortak mücadelesini ortaya çıkarmaktır. Bunu Kürt halkının mücadelesinde görüyorsunuz, bunu emekçilerin mücadelesinde görüyorsunuz, Alevilerin mücadelesinde görüyorsunuz, kadınların mücadelesinde görüyorsunuz. O zaman bu mücadelelerin güçlenmesi ve ortaklaşması aslında bütün siyasi yapıların dönüp okuyabileceği çok zengin bir zemin yaratıyor.

HDP açısından ittifak, zaten kendi doğasına içkin bir şey. Biz bir çok siyasi parti, bir çok bileşen yan yana gelerek HDK’yi var ettik ve bunun içinde de HDP’yi çıkardık. Halkların Demokratik Kongresi o kadar çok bileşenlidir ki, bazen tek tek bireyler bile bir bileşen gücüne sahiptir. Bu durum kurumlarla görüşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Tabii ki görüşüyoruz. Özellikle Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının önceliklerini anlatmak açısından, kendi zeminlerimizden aldığımız o zenginliği, bu görüşmelerle aktarabilmek açısından kurumlarla tabii ki görüşülebilir. Ancak bu görüşmeyi koalisyonlara, pazarlıklara, seçim aritmetik hesaplarına indirgememek önem taşıyor. Eğer bu aritmetiğin içine sıkışılırsa, ki iktidarın arzuladığı budur, bu zeminin taleplerini görmezden gelmeye yol açabilir. İktidar ben “ittifak” yaptım, “sen de böyle yap” diyor. Senin bunu yapamamazlıkların üzerinden kendisine avantaj sağlamaya çalışıyor. Muhalefete böyle yaklaşıyor. Yaklaştıkları muhalefet sadece siyasi partiler değil, toplumsal muhalefete de böyle yaklaşmak istiyor. Toplumsal muhalefetin sesini kısmak istiyor. Bu sesin kısılmasına karşı sesi daha çok yükseltmek gerekir. Ses sokakta yükselir, alanda yükselir, insanların yan yana gelmesiyle yükselir. Bunu başarabilmeliyiz.

2019’a giden süreçte AKP ve MHP dışındaki aktörlerin bir araya gelip ittifak yapabileceğini öngörüyor musunuz? Böyle bir potansiyel var mıdır?
Kim, nasıl, kimle beraber yürür hikayesi az önce anlattığım hikayede saklı. Tabandan kopuk siyaset yapanlar, bugün bu hesapların içine kendisini sıkıştırıyor. Biz kongremizde de aldığımız karar gereği, taban örgütlenmesi ve halkların bir arada mücadelesini, emekçilerin mücadelesini, kadınların mücadelesini önceleyen bir yerden hareket ediyoruz. Seçimler normal zamanında yapılırsa yerel seçimlere 1 yıl, genel seçimlere 18 ay var. Bu kadar uzun bir süreyi şimdiden bu pazarlıklar ile tüketmek aslında iktidarın bugün yaptıklarına, bu baskı rejimine, bu savaş siyasetine katkı sunar. Bugün Afrin konuşulmuyor, Afrin’de ölümler var. İnsanlar 18 ay sonra yapılacak seçimin pazarlığı üzerinden siyaset yapıyorlar. Bugün Türkiye’de iş cinayetleri konuşulmuyor, kadın cinayetleri konuşulmuyor, işsizlik konuşulmuyor. Faizler bir buçuk puan artmış, ekonomi allak bullak, hiçbir şey konuşulmuyor. Ne konuşuluyor? Seçim ittifakları. Seçim aritmetiği. Bu iktidarın bu gündemle, diğer saydığım alanların hepsini boğmasıyla alakalı bir şey.

OHAL koşullarında gidilecek bir seçimin aritmetiğini bugünden düzgün kurmanızın zaten olanağı yok. O zaman yapacağınız şey bu hesabı bozmaktır. Bizim diğer partilerden beklentimiz bu olabilir. Bu mücadeleyi çoğaltmaları olabilir.

Tabii ki seçimlere gidildiğinde her partinin kendi siyasi tercihleri, taktikleri, stratejileri olacaktır. Bu stratejiler karşı karşıya ya da yan yana gelecektir. Bu ayrı bir şey. Ancak bu atmosferde bunun olamayacağını görüp, bu iklimi değiştirmeye yönelik bir mücadele gerekiyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turda muhalefetten her partinin aday çıkaracağı söyleniyor. Bu bağlamda HDP aday çıkaracak mı? Eğer çıkaracaksa HDP’nin cumhurbaşkanı adayı hangi taleplerle halka seslenecek?
İlk turda bütün siyasetler kendi adayını çıkarmalı. HDP de kendi adayını çıkaracak. Çünkü bizim bir tabanımız var, halkımız var, halklarımız var, emekçilerimiz var, bizle beraber siyaset yapan insanlarımız var. Bunların sesini kime havale edeceğiz? Bizim adımıza bu talepleri kim dile getirebilir?

Bu seçim sadece cumhurbaşkanlığı seçimi değildir aynı zamanda parlamento seçimidir. Parlamentoda HDP’liler olacaktır. O HDP’lilerin sesini oraya taşıyacak, gücünü oraya taşıyacak siyaseti, kendi cumhurbaşkanı adayımızla ve milletvekili adaylarımızla yapacağız. İlk tur bu anlamıyla, aslında ağırlıklı olarak parlamento aritmetiğinin belirleneceği seçimdir. İkinci tura iki aday kalacaktır, bu ondan sonraki stratejinin yönlendireceği bir şey. Tabii ki birinci tur adaylarını belirlerken ikinci tur muhakkak hesaba katılmalıdır. İşte ortak zeminlerde siyaseti güçlendirme dediğimiz budur. Eğer tabanlar, mücadeleler yan yana gelebiliyorsa, onlar zaten size nasıl bir aday çıkarmanız gerektiğinin de yolunu, yöntemini gösterecektir. Tabandan kopuk çıkaracağınız adaylar, tabanın duygularıyla buluşamaz. Halklar ne istiyor, emekçiler ne istiyor diye dönüp bakmayan; onların adayı olmayan bir aday hiçbir zaman bahsettiğimiz sorunların aşılmasına katkı sunamaz. Dolayısıyla biz birinci tura adayımızla gireceğiz, bu çok net. Sadece seçim hesabı üzerinden kendimizi bu sahneden çekmemizi kimse bizden beklemesin. Biz HDP olarak üzerimize düşen sorumlulukla; hem adayımızı belirlerken, hem de seçim stratejilerimizi belirlerken Türkiye’nin demokrasi ve barış mücadelesine katkı koymayı önceliklerimiz arasına koyacağız. Yani salt bir HDP hesabı değil, bir Türkiye hesabı, bir Ortadoğu hesabı yapacağız. Hem bölgemiz için hem de Türkiye için barış ve demokrasi önceliğimizdir.

16 Nisan referandumunda HDP’nin stratejisini bütün partiler kabul etti. Biz o zaman şunu demiştik; “Hayır çalışmalarını blok haline getirmeyin. Yan yana gelebilenler var, gelemeyenler var. Ancak herkes hayırı seslendirebiliyorsa, herkes kendi hayırıyla gelsin. Hepimizi homojenleştiren, farklılıklarımızı yok eden bir yerden değil; farklılıklarımızla ortak bir mücadele yürütelim.” ‘Hayır’ bir mücadele hattıydı. Herkes kendi hayırıyla geldi, bana göre de kazandı. Şimdi yine herkes faşizme karşı kendi mücadelesiyle gelsin.

HDP bugün belki de Türkiye’nin yegane Türkiye partisidir. Bugün Kurt işareti yapanlar, Kürt halkına karşı, Alevilere karşı siyaset yapanlar Türkiye partisi olma özelliklerini çoktan yitirmiştir. Ancak HDP toplumun bütün kesimlerini buluşturan bir yerden, yegane siyaset yapan bir partidir ve o yüzden de Türkiye’nin adayını çıkaracaktır.

Röportaj: Pelin Teymur
21 Mart 2018