Temelli: Kürt halkının bir yüzyıl daha statüsüz kalmaya tahammülü yoktur

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli'nin 2020 Merkezi Yönetim Bütçe Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma:

Sayın Başkan ve Değerli Milletvekilleri,

2020 Merkezi Bütçe Kanun Teklifi ve 2008 kesin hesap kanunu bütçesi konuşmama başlamadan öncelikle demokratik siyasete vurulan darbe sonucu bugün aramızda olamayan başta Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş olmak üzere tüm arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

Kürt halkının güçlü iradesi ile desteklediği Gültan Kışanak ve Selçuk Mızraklı şahsında haksız, hukuksuz şekilde rehin alınan belediye eş başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi ve il genel meclisi üyelerimizi sevgiyle selamlıyorum. Yine Sebahat Tuncel ve Aysel Tuğluk şahsında Kürt halkının iradesini hiçe saymak için rehin alınan tüm parti yöneticilerimize, üyelerimize buradan Partimiz ve halkımız adına selamlarımı iletiyorum.

Kürt düşmanlığı tartışmasının yanıtı bugün cezaevinde olan arkadaşlarımızdır. Bir kez daha cezaevindeki tüm arkadaşlarımı sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

2020 Merkezi Yönetim Bütçesi bir yoksunluk bütçesidir. Bütçe yalnızca hesap planı değildir, esas itibariyle ekonomi-politik bir metindir. 2020 bütçesine baktığınızda, barışın, toplumsal barışın yoksunluğunu görürsünüz. Bu bütçeye baktığınızda ortak zenginliğimizden yoksun bırakılmışlığımızı, topyekûn yoksulluğu görürsünüz. Bütçe olma vasfını yitirmiş bu metne baktığınızda demokrasi yoksunluğunu görürsünüz.

Toplumsal barışı inşa edebilmek, Cumhuriyet'i demokratikleştirebilmek, yoksulluğu yenebilmek, ortak zenginliğimizi hakça adaletli bir şekilde üretip paylaşabilmek adına, 2020 Merkezi Yönetim Bütçesini ve arkasındaki zihniyeti kabul etmiyoruz.

Her şeyden önce Bütçe Hakkını ve Meclisin iradesini yok sayarak Meclisin önüne getirilen bu Bütçe, mevcut yapısal ve tarihsel sorunların çözümüne bırakın katkı sunmayı, sorunları büyüten, çözülemez kılan temel bir yaklaşımla hazırlanmıştır. Halkların iradesini kayyımcı bir yaklaşımla gasp eden bugünkü iktidar, Meclisin iradesine de ipotek altına alma peşindedir. Bütçe Hakkının devredilemez bir toplumsal ve Anayasal hak olduğunun en fazla bu meclis bilincine taşımak zorundadır. Kuşkusuz bu meclis halkların temsilcilerinden oluşuyor. Temsilciler işte bu hak gaspına en fazla duyarlılık göstermesi gereken insanlardır. Bugünkü sistem bu hakkı yok sayarak en temel haklara ve demokratik siyasete saldırmaya devam ediyor. Seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere bütçe yapma hakkını da ortadan kaldırıp, bütçe Meclis dışında hazırlanıp, Meclis'e havale edilmiştir.  

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Öncelikle bir Meclis'i var eden en temel işleve sahip çıkmalıyız. Bu "Bütçe Yapma" hakkıdır. Bu olmaksızın topluma karşı sorumluluğumuzun tanımı olan temsiliyetten bahsetmek mümkün değildir.

Bugün 2020 bütçesinin arkasındaki irade ve akıl bu temsiliyet ilişkisini koparma peşindedir. Otoriter rejim özlemiyle demokratik tüm mekanizmaları yok sayan bu zihniyet, Meclisin en temel işlevini yeni sistemle ortadan kaldırmıştır. Meclis-bütçe-toplum bağını koparmıştır. Meclis bu haktan ve sorumluluktan vazgeçemez.

Bugünkü iktidar, bütçe hukukunu da diğer hukuki düzlemlerde olduğu gibi askıya almış, hukuk devletinden, anayasal devletten ve demokratik siyasetten kaçma peşindedir. Barış-toplumsal barış, siyasi barış ve iktisadi barış için öncelikle meclis hukukuna, bütçe hukukuna özenle sahip çıkarak var edilebilir. Savaşa, Yoksulluğa, Şiddete hep birlikte karşı çıkmalıyız. Bu çatı altında seçilmişlerin önünde duran en büyük sorumluluk ve ödev budur. Unutmayın; savaşa, yoksulluğa, şiddete karşı toplumu savunmak gerekir.

Barış ve toplumsal barış için “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine yeniden sahip çıkmalıyız, yurtta, bölgede, cihanda barış için tezkereci anlayıştan hep birlikte kurtulmalıyız.

Bugün Türkiye'nin dış politikası maalesef yoktur. Bugün Türkiye'nin bir dış politika ihtiyacı vardır. Türkiye'nin dış politika yoksunluğu bugün Suriye meselesinde olanca çıplaklığı ile yaşıyoruz. Bugün dış politika ve iç politika birbirini gören yerden üretilmek zorundadır. Bugün maalesef Türkiye'nin dış politika yoksunluğu Türkiye'deki iç siyasetin en önemli tıkanıklıklarını da yaratmaktadır.  Türkiye dış politikadan da yoksun kalmıştır. Jeo-stratejik ve jeo-politik gelişmelere duyarsızdır ve tüm bu gelişmelere karşı siyaset üretemez haldedir. 100 YIL öncenin kodları ile Suriye meselesine yaklaşan 100 yıl öncenin anlayışı ile çözüm üretmeye çalışan bugünkü anlayış Türkiye'yi aslında ciddi bir krize sürüklemiştir. Bugün baktığımız zaman güvenlikçi politikalar adı altında devlet tekelindeki şiddetin yasa tanımazlıkla topluma yönelmesi, hatta bir yönetim anlayışına dönüşmesi Türkiye'nin en büyük sorunudur. Buna engel olmalıyız.

Hukuk devletini, Anayasal devleti, denge denetleme mekanizmalarını vakit kaybetmeksizin birlikte var etmeliyiz. İç ve dış siyasetin tükenmişliğini, iktidarın yönetememe halini, aczini aşmak zorundayız. Tekçi, kayyımcı anlayıştan bu meclisi ve toplumu kurtarma zamanıdır. Bunun yol ve yöntemini bulmak bizim için başucu ödevidir. Çoğulcu toplumsallığı gözetip özgür bir siyaset anlayışıyla hareket etmeliyiz. Unutmayalım; felakete giden bu yol kader değildir, bugünkü iktidarın kötü politikaların ve stratejilerinin sonucudur.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri;

Bir ülkede siyasetin ve toplumun gündemi sürekli hukuksuzluk, adaletsizlik, otoriterlik ise, o ülke artık yönetilemiyor demektir. Bu yönetememe krizi Cumhurbaşkanlığı sistemi ile daha da derinleşmiş, sadece bir buçuk yıl içinde Türkiye’yi demokratik olmayan rejimler kategorisine itmiş ve ülkeyi adeta açık bir cezaevine çevirmiştir.

Bu siyasi krizin yanı sıra ekonomik kriz derinleşmiş, bürokratik bir canavar yaratılmış ve kurumsal kapasiteler çökmüştür. Bu çöküşün ardından yükselen ‘Saray Rejimi’, ebedi başkanlık için adım üstüne adım atmaktadır.

Bu iktidar İstiklal Mahkemeleri ile başlayan, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile devam eden ikili hukuku derinleştirmiş ve OHAL’ci anlayışı kalıcı hale getirmiştir. Bu ikili hukukun bir yanında OHAL'in devam ettirilmesi vardır. Diğer tarafta ülke bitmek bilmeyen bir OHAL rejimi altında yaşamaktadır. Saray rejimi olağanüstü hukuku muhalifleri susturmak, hak taleplerini bastırmak için kullanmaktadır. Bu olağanüstü hal hukuku sivil darbeleri sürekli hale getirmiştir. Bu olağanüstü hukuk devam ettikçe Türkiye darbe mekaniğinden asla kurtulamayacaktır.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri;

Saray rejimine muhalif olan, düşüncesini ifade eden, örgütlenmek isteyen, köşesinde yazı yazan ve ayrımcı politika ve uygulamalardan dolayı şiddetin hedefi haline geldiği için itiraz eden, herkesi düşman ilan eden bu tedbir devleti mantığı ile halklara acı ve açlıktan başka bir şey getiremezsiniz.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve ikili hukuk nedeniyle Türkiye’de yargıya güven, tarihinin en düşük seviyelerindedir. Hukukun üstünlüğünü güçlünün üstünlüğüne çeviren bu sistem adalet ve yargılama adına topluma vereceği bir şey kalmamıştır. Biz de açıkça diyoruz ki; bir ülkede adalet yoksa devlet yoktur. Bir ülkede adalet yoksa birlikte yaşam hayali de yoktur.. Çünkü Pascal’ın da dediği gibi “Adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.” Bu rejiminin doymak bilmeyen siyasi ihtirasları, hukuk devletini çökerterek Türkiye’de demokratik yaşamın tüm alanlarını hedef almaktadır. Türkiye, demokrasi endeksinde bugün 110. sıraya düşmüştür. Bugün basın büyük bir istibdat altındadır. Gezi’den bu yana halka pelikan belgeselleri seyrettirilmeye devam ediyor. Türkiye’de gazetecilere yönelik baskılar her geçen gün artmaktadır. Türkiye gazetecilerin ödüllerini cezaevinde aldığı bir ülkeye çevrilmiştir. Türkiye basın özgürlüğü endeksinde 157. sıraya düşmüştür.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri;

Saray rejiminin sermaye yanlısı politikaları tarihte hiçbir iktidarda görülmediği kadar işçi karşıtı olmuştur. İşçilerin temel hakkı olan grev hakkını bile yasaklayan bu anlayış Türkiye’yi işçi hakları açısından dünyanın en kötü 10 ülkesinden biri haline getirmiştir. Güvencesiz ve esnek çalışma teşvik edilmiş, sokağa taşan her işçi direnişi büyük bir saldırı ile karşılaşmış, yoksullar, ezilenler ve emekçiler için hayat cehenneme çevrilmiştir. İş cinayetleri gündelik yaşamın istatistiği haline gelmiştir. Kasım ayında en az 126, 2019’un ilk 11 ayında ise en az 1.606 işçi yaşamını yitirmiştir. AKP döneminde sadece madenlerde 1.754 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiştir.

Bu anlayışın kılcal damarlarında işçi düşmanlığı kadar kadın düşmanlığı da vardır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği her geçen gün artmaktadır. Kadınlara dayatılan ölüm mü, kölelik mi ikilemi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin alamet-i farikasıdır. Kadınlara karşı erkek şiddetini arttıran bu erkek egemen, cinsiyetçi ve kadın düşmanı politikaları tarihin çöp sepetine atmak bizlerin öncelikli sorumluluğudur. Bu sistem doğaya da düşmandır. Doğa, kültür ve tarihi tanımazlık had safhaya çıkmış, yağmaya dönüşmüştür. Kazdağları’ndan Hasankeyf’e,  Artvin’den Munzur’a kadar ormanlar, dağlar, akarsu yatakları, yeraltı zenginlikleri, göller iktidarın ekonomik ve siyasal çıkarları doğrultusunda talan edilmektedir. Yağmalanacak doğal kaynak bırakılmamıştır. Yüzyıllardır doğayla uyum içerisinde yaşayan halklarımıza ait sosyal, ekonomik ve kültürel değerler iktidarın politikaları sonucu ciddi bir yıkımla karşı karşıyadır.

16 Nisan referandumundan bu yana iktidar aklımızla dalga geçmektedir. Bu ülkede Erdoğan’ın genel başkanı olduğu AKP, termik santrallerle ilgili kanun teklifini kendi partisine mensup milletvekilleri ile yasalaştırdı. Bu yasa teklifini bu kez yine AKP Genel Başkanı olan Erdoğan veto etti. Oylamada kanun teklifine evet verenlerin hepsi alkış kıyamet ile vetoyu destekledi. Kara mizah desen değil, komedi desen hiç değil; bu olsa olsa trajedidir. Türkiye halklarının ve kurumlarının yönetilemediği gerçeğinin son trajik öyküsü bu son termik santral vakasıdır. Bu termik santral vakalarına dönüp baktığımızda aslında aslında Türkiye’nin bir enerji politikasının olmadığını görüyoruz. Tüm dünyada enerji politikaları iklim krizine çare olacak şekilde yeniden yapılandırılırken Türkiye’nin enerji politikaları talancı bir akla sıkışmıştır. Doğayı talan etmeye Türkiye’ye ve dünyaya iklim krizi yaratmaya devam etmektedir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi özgürlüklere karşı inşa edilmiş bir sistemdir. Bütün dünya devletleri için yapılan özgürlük endeksine göre Türkiye, “özgür olmayan” ülkeler kategorisine girmiştir. 195 ülke arasında 114 üncü sıraya gerileyen bu karanlık tablonun sebebi bu sistemdir. Bu sistem yönetemez, yönetemedikçe özgürlüklere saldırmaya devam eder. Bu sistem özgür olmayan bir Türkiye’yi yaratırken “Allah’ın lütfu” diyerek Kanun Hükmündeki Kararnamelere sarıldı. Bu kararnameler, darbenin siyasi ayağını korumak ve Saray rejimine muhalif olan herkesi susturmak için kullanıldı.

Barış isteyen akademisyenlere yönelik nefret dili yetmedi, bir de ihraç edilerek hayatları mahvedilmek istendi. 12 Eylül’ün ceberrut uygulamalarına rahmet okutacak şekilde işlerinden ihraç edilen bu insanların onuru zedelenmek istendi, ancak onlar bu halkın onuru olarak kalmaya devam ettiler. Barış akademisyenleri barış talebinin ve birlikte yaşama mücadelesinin aydınlık yüzleridir. Saray rejimi bilmelidir ki, zulüm büyüdükçe yenilgi yaklaşır. Zulüm büyüdükçe, direniş büyür. Bu kadar çok insanın baskı politikaları ile mağdur edildiği bu siyasal ortamın sürdürülmesinin imkânı yoktur. Bu zulüm ve rant devranı sürüp gitmez. Türkiye halklarının bu sistemle kaybedeceği tek bir gün bile kalmamıştır.

Tecrit uygulaması, savaş politikaları ve kayyum atamaları iktidarın ömrünü uzatmak istediği gayri-meşru ve hukuksuz politikalardır. Bu üç baskı politikasının aynı anda yürürlüğe konulması rastlantısal değildir. Mevcut iktidarın sürdürülmesinde birer aygıt haline gelen bu üç baskı politikası, iktidarın politik hayatını sürdürmesi için yaptığı nafile suni teneffüslerdir. Mevcut siyasi iktidar bugün bu 3 uygulama üzerinden hayatta kalmaya çalışmaktadır. Tecrit, hukuk devletini yok sayan bir uygulamadır. Tecrit politikası, hukukun askıya alınması yani olağanüstü halin süreklileşmiş olmasının bir göstergesidir. Bu uygulama Türkiye'de yasaların askıya alınmış olmasının fiili pratiğidir.

Bu nedenle tecrit bu iktidarın bütün hukuksuz politika ve pratikleriyle doğrudan ilişkilidir. Tecrit hak ihlallerinin, adaletsizliklerin, savaş politikalarının normalleştirilmesinde iktidarın önemli bir enstrümanı haline gelmiştir. Bu nedenle tecridin kalkması demek Türkiye’de hukukun yeniden tesis edilmesinin yolunun açılması demektir. Tecride zemin olan hukuksuzluk sorgulanmadıkça bu ülkede adalet tesis edilemez. Tecrit ile iptal edilen hukuk, iktidarın demokratik meşruiyetini de ortadan kaldırmaktadır.

Süreklileşmiş savaş politikaları ve son olarak Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı Kürt sorununda çözümsüzlük ısrarından başka bir şey değildir. Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik son saldırı iktidarın Ortadoğu’ya da ihraç ettiği çözümsüzlük politikalarının da son örneğidir. İktidarla beraber bu saldırıda rolü olan uluslararası güçler benzer şekilde Ortadoğu’ya ilişkin savaş dışında bir politika üretemeyen güçlerdir. Tecritte ısrar eden mevcut iktidar bu devletlerin oyun kurucu olduğu bir savaştan medet ummaktadır. Ancak Türkiye’de ve bölgede süregiden savaşın ve çatışmaların çözümü ne Kürtlerin yok sayıldığı Soçi'de ne Washington'dadır. Çözüm bu topraklardadır. Yeter ki koster çalışsın.

İtidal çökünce müzakere olanağı ortadan kalkarmış. Bu iktidar çökünce  itidal yeniden bu ülkede bu coğrafyada hâkim olacaktır ve çözüm yolu demokratik bir müzakere süreciyle mutlaka ortaya çıkacaktır.

İktidarın son saldırısı Rojava halklarını Efrin’de olduğu gibi yerinden eden; buralarda sömürgeci emperyalist güçlerle birlikte demokratik yapıyı değiştirme girişiminden başka bir şey değildir. Bu politikalar halklar arası çatışmalar için zemin oluşturmaktadır. İktidarın "güvenli bölge"  inşa ederek buraya mültecileri yerleştireceği söylemi bütün dünya tarafından Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne yönelik işgali gerekçelendirme çabası olarak okunmuştur, yorumlanmıştır. Kürtler başta olmak üzere, bütün dünya, Suriye’deki iç savaşın çözümsüz kalmasının temel nedeni olarak mevcut iktidarın Kürt düşmanlığını görmektedir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri;

Suriye krizinin tek çözüm yolu diyalogdan ve müzakereden geçer. Suriye’de nasıl bir çözüm gelişeceğinin kararını oranın halkları vermelidir. Emperyalistler ve tekçi ve mezhepçi bölge devletleri bu çözüme saygı duymak zorundadır. Kuzey ve Doğu Suriye’de hayat bulan yönetim anlayışı sadece Türkiye'de değil sekiz yıldır savaşın merkezi olan Suriye'de ve baskıcı otoriter devletlerin hâkim olduğu Ortadoğu'da bir arada barışçıl bir yaşamın inşa edilmesi açısından önemli bir modeldir. Bu irade ve burada ortaya çıkan yeni yaşam modeli, Ortadoğu halklarının bir arada, eşit, demokratik ve barış içerisinde yaşamasının da modelidir.

Kayyım atamaları, kurmaya çalıştığı yeni rejimi yerelde perçinlemek isteyen AKP iktidarının Türkiye'nin genelinde yürürlüğe koymak istediği totaliter rejimin en belirgin göstergedir. Kayyım atamaları bir idari ve hukuki işlem değil; ideolojik bir yönelim, iktidar tekniği, yönetim anlayışı ve totaliter bir rejim dayatmasıdır. Kayyımların atanmasıyla halkın iradesine el konulmak istenmiş, demokrasinin temel ilkesi olan seçme seçilme hakkı askıya alınmıştır. Dolayısıyla kayyım pratiği yalnızca irade gaspı değil aynı zamanda bir kent hakkı ihlalidir. Bu gasp ve hak ihlali Şark Islahat Planı’ndan, Umumi Müfettişliğe, oradan OHAL Bölge Valiliğine, son olarak da kayyım atamalarına kadar uzayan bir süreçtir.

Biz kayyımların yolsuzluklarıyla ilgili defalarca açıklama yaptık, Diyarbakır’da kayyımın kendisine yaptırdığı saray özentisi odadan, Mardin Kayyımının aldığı hediyelere kadar her şeyi belgeledik. Hediyeler ile ilgili hala bir açıklama gelmiş değil. Kaldı ki bunlar işin sadece karikatürü. Yolsuzluğun boyutu tahminlerimizin çok ötesinde. Ama bunlara kulaklarınızı tıkadınız, halkı yanıltmaya devam ettiniz.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Mutlak tecrit, işgal ve kayyum politikaları ile gideceğiniz yer, emperyal güçlerin masalarında haritacılık oynamaktan öteye gidemez. Kürt halkının bir yüzyıl daha statüsüz kalmaya tahammülü yoktur. Kürt Sorunu artık küresel bir sorundur. Dolayısıyla bu sorunun çözümü için şimdi gerçekçi bir dış politikaya ve bu süreci yürütebilecek bir iradeye ihtiyaç vardır. O irade bugünkü iktidarda yoktur.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Ekonomik kriz derinleşiyor. Azalan ekmeğimiz, ödediğimiz vergiler ve ödeyemediğimiz faturalar, borç kâğıtları, iflaslar, icralar; her biri ayrı ayrı bu sistemin büyük felaketini anlatıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bir veba salgınıdır. Kurumları yönetemeyen bu anlayış, vebasını ekonomik kriz olarak her birimize sıçratmıştır. Krizin derinleşmesi ile Türkiye’de büyük bir yolsuzluk ve usulsüzlük ekonomisi baş göstermiştir. Bugün 9 Aralık; yani Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü. Türkiye, 2018 yılı Yolsuzluk Endeksi'nde 78. sırada yer almıştır. Türkiye yolsuzlukla mücadele etmiyor, yolsuzluğu adeta bir kural haline getiriyor. Bir yandan kriz, diğer yandan yolsuzluklar yurttaşları daha fazla borç ve hayat pahalılığı ile karşı karşıya bırakmıştır. Bugün Türkiye’de borçlu olmayan kimse kalmamıştır. 2019 yılı itibariyle yurttaşların bankalara borcu 575 milyar liraya ulaşmıştır. Son bir yılda bir milyon iki yüz elli bin yurttaşımız icralık olmuştur. Toplam icra dosyası ise 22 milyona çıkmıştır.

Kamu Özel Ortaklığı ile bu ülke kaynakları talan ediliyor. Şehir hastaneleri adıyla büyük bir vaatmiş gibi sunulan hasta garantili, kaldı ki bu hasta garantisi konusu utanmamız gereken bir konudur, hasta garantisi verilerek bu ortaklıkların üç yıllık bütçesi ile hastanesi olmayan tek bir ilçe kalmayabilirdi. Vatandaş borçlu, vatandaş bu borçla tabi ki hasta olacak. O yüzden de siz bu garantiyi rahat rahat veriyorsunuz. 2020 yılı için Şehir Hastaneleri için ayrılan ödenek 10 milyar 610 milyon TL olarak planlanıyor. Son üç yılda sağlık bakanlığı bütçesinden bu iflas projelerine toplam 19 milyar 300 milyon TL ayrılmıştır. Şehir hastanelerinin 25 yılda kamuya getireceği toplam yük ise 870 milyar TL. Sağlık hakkını gasp eden bu anlayış, büyük bir soygundan başka bir şey değildir.

Yol ve köprüler farklı mı? Osmangazi Köprüsü'nden geçenler de geçmeyenler de para ödüyor. İzmir’e gidecekseniz ödeyeceğiniz rakam bir akıl tutulmasına işaret ediyor. Bu sistem öyle bir sistem ki; geçsen bir dert, geçmesen bin dert. Ödediğiniz 100 liralık elektrik faturasının yarısı vergi. Vergide adaletsizlikte neredeyse dünya şampiyonuyuz. Bu ülkede vergi adaletsizliğinin eşi benzeri yoktur. Dolaylı vergilerin payı yüzde 70. Bu rakamı bulabileceğiniz bir OECD ülkesi yok. OECD ortalaması yüzde 40. Vergide adalet yok. Ne yatay ne dikey adalet var. "Yatay, dikey adalet ne" diye birbirinize bakacaksınız çünkü vergi salma tekniğini de bilmiyorsunuz.

Saray rejiminin eşitsizliği, rejimin amentüsü haline gelmiş durumda. Türkiye’de korkunç bir gelir ve servet eşitsizliği manzarası oluşturmuş. Bu ülkede en zengin %1’lik dilim 2000 yılında ulusal servetin %38’ine sahipti. Bu oran 2018’de %54’e yükseldi. Gelir dağılımına baktığımızda; Türkiye'de en yüksek gelire sahip %20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay % 48, en düşük gelire sahip %20'lik grubun aldığı pay %6,1'dir.

Çok ciddi bir adaletsizlik görüyorsunuz. Bunun altında yatan vergi adaletsizliği. Yatay ve dikey adaleti sağlayamayan vergi sistemidir. Vergiler ve kamu kaynaklarının talan edilmesi bu ülke insanına enflasyon olarak dönüyor. İktidar ise bu enflasyona karşı yoksulluk kuyrukları oluşturmaktan başka bir şey yapmıyor.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Ekonomik krizin bir tarafında borçlar, vergiler, icralar varken, diğer tarafında israf, faiz ekonomisi ve kayırmacılık var. Şu faizlerin düşme hikâyesi var ya; anlayan beri gelsin! Faiz oranları düşüyor faiz giderleri artıyor. Faiz oranlarını 10 puan düşürdük dedikten sonra hem bütçeye hem de yurttaşların faiz yüküne baktığımızda dramatik bir artış görüyorsunuz. Konversiyon yapıyorsunuz ama yükleri artırdığınız için tüm ülkenin gelceğini daha büyük bir borç çukuruna sürüklüyorsunuz. Topluma yüklenen kaynak maliyetlerinden bîhabersiniz. Ekonomi idaresi yalan dünya-talan dünyaya dönüşmüş durumda.

Bakın enflasyon 15 puan düştü. Her şeyin fiyatının arttığı bir ülkede enflasyon nasıl 15 puan düşebilir? Bu soruyu muhakkak bir kez daha kendi kendinize sormak zorundasınız. Bütçede faizler artıyor, bütçenin giderlerine bakıyoruz, bütçenin yapısına bakıyoruz. Hem faiz oranları düşüyor hem enflasyon. Ama bütün bu düşmelere rağmen kırılgan ekonomi olmaya devam ediyoruz. Kırılgan beşlinin içinden hiçbir zaman dışarıya çıkamıyoruz. Kırılgan diğer dörtlü zaman zaman değişiyor ama Türkiye bu konudaki en istikrarlı ülke, kırılgan beşliyi asla terk etmiyor. Orta gelir sıkışmasını neden aşamadınız? Çünkü yolsuzluk ve talan ekonomisine tüm toplumu tutsak ettiğiniz için orta gelir sıkışmasını aşmanız mümkün değil. Unutmayın, iktisadi adalet yoksa toplumsal barış da yoktur, iktisadi barış da yoktur!

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

2020 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifine baktığımız zaman, büyük bir tutarsızlık görüyoruz. Hesaplar tutarsız, hesaplarda hatalar var. Projeksiyon hataları var. Ama tüm bunlardan öte aslında politik anlamda yaklaşımda çok ciddi hatalar ve tutarsızlıklar olduğunu söyleyebiliriz.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin MR’ı çekilecekti. 31 Mart Darbesinden sonra, 31 MArt’taki bu demokrasi darbesinden sonra sistem bir sarsıntı geçirdi. Bizzat iktidar partisi MR çekileceğini söyledi ve bu MR’ın sonuçları hala çıkmış değil. Ama 2020 bütçesine baktığınızda bu MR’ı görürsünüz. 2020 Bütçesi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin MR’ıdır.

Toplumsal rızadan yoksun olan bu bütçe aslında ekonomik ve siyasi krizlerin derinleşmesinin ne denli bir boyuta ulaştığını da bize göstermektedir. Bakın kara deliklerden bahsediliyor. Kara deliklerden ne zaman bahsedilmişti? 2005 yılında Sosyal Güvenlik Yasası çıkarken dendi ki kara delikleri kapatacağız. Bugün geldiğimiz noktada, sosyal güvenlik sistemine baktığımızda,  artık karşımızda kara delik yok, kara çukur var. Dolayısıyla bugün, 2020 bütçe teklifi ile karşı karşıya kaldığımız gerçeklik bir kara çukur gerçekliğidir.

Savaş bütçesini önceleyen, şiddeti her alana yayan bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu iktidar anlayışı işte bu bütçeye yansımıştır. İHA’lar, SİHA’lar, bombalar, biber gazları ile varacağınız yer Orta Doğu’daki ve Türkiye’deki gerilimleri ve ayrışmayı derinleştirmekten başka bir şey olmayacaktır.

2020 bütçe teklifi aynı zamanda bir talan bütçesidir. Nereye, nasıl harcanacağı belli olmayan kalemlerle doludur. Öyle kalemler vardır ki; örneğin 2 milyar 735 milyon liralık ödenek kar amacı gütmeyen kuruluşlara ayrılmaktadır. Örneğin, Hâkimler Savcılar Kurulu bütçesinde kar amacı gütmeyen kuruluşlara transferler kaleminde 410 bin lira ayrılmış. Neden? Bunun açıklaması yok. Bunu denetleyemezsiniz. Şeffaflık ilkesini ihlal eden bu ve benzeri harcamalar izaha muhtaçtır.

Yedek ödenekler… Yüzde 2 sınırı vardır, 2018 yılında yüzde 7.2’ye çıkmıştır. Ödenek üstü harcama dramatik bir şekilde arttı. 5018 nolu kanuna göre, okumamışsınızdır, ödenek üstü harcamayı savaş zamanı yapabilirsiniz. Savaş için ödenek üstü harcama yapıyorsunuz. İnsanlar savaş var deyince insanları gözaltına alıp tutukluyorsunuz. Siz yapıyorsunuz! İşte belgesi. Ödenek üstü harcamaya bakarsanız savaşı da orada görürsünüz.

Bu bütçe vergi adaletsizliğini doruğa taşımıştır. Bu bütçe ülkenin bütün kayaklarına fütursuzca saldırmıştır. Bir şey hatırlatmak istiyorum. Anavatan Partisi zamanında 107 adet fon vardı. Ve fonlar denetim dışı kaldığı için ülke ekonomisi üzerinde çok büyük tahribatlar yaratmıştı. Fonları ortadan kaldırmak, bu fonları azaltmak size nasip olmuştu. Bununla da çok övündünüz. Fon sayısını azalttınız ama yine halkı aldattınız, fon büyüklüğünü devasa boyutlara ulaştırdınız. O 107 fondan çok daha büyük fonlarınız var. İşsizlik Sigortası Fonu var. İşsizler için kullanılması gerekirken sermaye için kullanılıyor. Varlık Fonu var. Varlık Fonunun kapasitesi 200 milyar dolardır. Değil 107 tane fon, 1107 tane fon gelse Varlık Fonu ile baş edemez. Peki, hangi hukuka dayanarak bunu yapıyorsunuz? Aslında fonlar bütçe denetiminden kaçmaktır. Fonlar halkın kaynağını halkın temsilcilerinin denetiminden kaçırmaktır. İşte bu yolsuzluk ekonomisidir, bu talan ekonomisidir.

Bütün bunlar bize devletin mali bunalımının büyüdüğünü gösteriyor. Bütçe açığına baktığınızda, Hazinenin nakit açığına baktığınızda, borçlanma rakamlarına baktığınızda aslında devletin mali krizinin büyüdüğünü görürsünüz. Devletin mali krizini büyüten işte bu ekonomik anlayıştır, bu savaş politikalarıdır, işte bu kayyım rejimidir. Dolayısıyla kayyım rejimine, savaş politikalarına karşı çıkmadan bu ekonomiyi düzeltmek mümkün değildir.

Bütçe açığının geldiği ciddi boyut önümüzdeki dönem için ekonominin ve toplumun nereye sürükleneceğini bize gösteriyor. Faiz dışı fazlayla övünüyordunuz, kaldı ki o da toplumu yoksullaştıran bir şeydi. Şimdi faiz dışı açık da vermeye başladınız.

Değerli Milletvekilleri,

Tüm haklarımıza sahip çıkmak için önce bütçe hakkımıza sahip çıkacağız. Bizler bütçe hakkına sahip çıkmak adına bugün burada tüm halklarımızı bir arada mücadeleye davet ediyoruz. Emeği sömürülen ve emeğinin karşılığını alamayan emekçiler, İşsiz ve umutsuz hale gelmiş gençler, gittikçe yoksullaşan ve borç batağına giren çiftçiler, Saray'da daha fazla israfa ödenek verildiği için yıllarca emeklilik bekleyen EYT’liler, bir ömür çalışarak emekli olduktan sonra bile çalışmak zorunda kalanlar, en kötü koşullarda yaşayıp okumaya çalışan ve devletin verdiği kredi sırtlarında kambura dönüşen üniversiteli işsiz gençler, ay sonunu getiremeyen, faturalarını ödeyemeyen asgari ücretliler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin gittikçe kurumsallaşmasıyla her gün farklı biçimlerde şiddetin hedefinde kalan ve en güvencesiz çalışma şartlarına maruz kalan kadınlar, hukuksuz biçimde işlerinden edilen, hakları askıya alınan ve itibarları zedelenen KHK’liler, dilinden, kültüründen ve varlığından dolayı ırkçılığa, şiddete, ayrımcılığa maruz kalan Kürtler, her gün yeni bir sömürü biçimine maruz kalan, bağı, bahçesi, suyu talan edilen köylüler, inançları dolayısıyla mezhepçi politikaların ve şiddetin hedefinde olan Aleviler, savaş, siyasi iklim ya da ekonomik gerekçelerle yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakılan sığınmacılar, mülteciler, insanca yaşama koşulları sürekli ötelenen ve varlıkları görünmez kılınan engelliler... Aydınlık bir yaşam umuduyla büyüyen çocuklarla, kadınlarla, emekçilerle birlikte mücadeleyi yükselteceğiz ve bütçe yapma hakkımızı mutlaka yeniden kazanacağız.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,

Tartışma ve çözüm üretme koşullarının oluşması için demokratik siyaset çağrımızı bir kez daha yineliyoruz. Siyasetin düşmanlıklar ve kısa vadeli oy avcılığı olmadığını, bu dar ve basit hesapların Türkiye halklarının geleceği tehlikeye attığını bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Bu ülkede sorunları çözmenin yegane yolu demokratik siyasettir. Bu sebeple toplumsal barış, siyasi barış ve iktisadi barış için HDP olarak tüm sosyal ve siyasi taraflara demokratik siyaset çağrımızı bir kez daha parlamento huzurunda yineliyoruz.

Türkiye halklarının geleceğini ipotek altına almak için kaleme alınmış 12 Eylül Anayasası bugün hala hayattadır. Bu anayasa tek adam, tek erkek, tek mezhep diyen, halkların gerçekliğinden kopuk bir anayasadır.

Bugün AKP iktidarı sürekli olarak bu anayasaya yama yaparak ayakta durmaya çalışmaktadır.

Bu ülkede yaşayan farklı dil ve dine mensup insanların, bu ülkenin doğasının, suyunun, hakkının ve hukukunun başka bir ortaklık sözleşmesine, toplumsal mutabakata ihtiyacı vardır. Bu sözleşmenin adı Demokratik Anayasadır.

Türk’ün Kürt’ten, Kürdün Arap’tan, Arap’ın Ermeni’den üstün olmadığı; halkların bütçe hakkının kimse tarafından gasp edilmediği; yargının adalet, siyasetin demokrasi ile var olduğu; iradenin sahibinin halk olduğu Demokratik Cumhuriyete ulaşmak için bugünden tezi yok Anayasa’nın değişmesi için toplumsal mutabakat zemini yaratılmalıdır.

Biz, Demokratik Anayasa'yı hayata geçirerek ortak vatan ve Demokratik Cumhuriyette yaşamak için demokratik siyaset kurumu üzerinde her türlü baskıyı ve vesayeti uygulamak isteyen kayyımcı anlayışa karşı bir kez daha burada hodri meydan diyor, erken seçim çağrımızı yineliyoruz.

Bu parlamento kendisini inkâr etmek istemiyorsa ve iradesine sahip çıkmak istiyorsa bir an önce Türkiye halklarının önündeki en büyük engel olan bu iktidar anlayışını, halkın huzuruna götürmelidir.

HDP olarak iktidarın tüm baskılarına karşı Türkiye halklarının hakemliğine, adaletine ve demokrasi talebine inanıyoruz. Bu ülkeye dair derdi olanlar, bu ülkenin demokratik geleceğini düşünenler için Demokratik Anayasayı hayata geçirme ve Demokratik Cumhuriyeti inşa etme zamanının geldiğinin farkındadır.

Tüm bu gerekçelerle, tüm bu duygularla, 2020 Bütçe teklifine hayır oyu vereceğimizi belirtmek istiyorum.

Herkesi saygı ve umutla selamlıyorum.

9 Aralık 2019