Temelli: Siyaset hızlı bir şekilde mahalleye geri dönecek

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli Yeni Yaşam'dan Ender Öndeş'in sorularını yanıtladı:

23 Şubat Pazar günü Ankara’da toplanacak olan HDP’nin 4. Olağan Kongresi öncesinde Eşbaşkan Sezai Temelli ile kongre hedeflerinden, Türkiye ve Ortadoğu’daki duruma ve tecride kadar bir dizi konuyu konuştuk.

Temelli, HDP’nin yeni dönemdeki örgütlenme çizgisi ve AKP sonrası süreç üzerine de görüşlerini aktardı.

Son kongreyi hatırlıyor musunuz? Muazzam bir kalabalık vardı ve bu kadarını beklemeyen bazı parti yöneticisi ve vekillerin tribüne bakışları şaşkınlık ve hayranlık doluydu… Bu defa da şaşıracak mıyız?

Hatırlıyorum tabii… O kongre, sadece nicel olarak değil, duygu olarak da çok güçlüydü. Bizim kongrelerimiz hep bu duyguyla geçiyor ve bu defaki de öyle olacak. Çünkü oradaki mesele kongrenin çok ötesindedir. O tribünlerin fotoğrafı bize on yıllar boyunca süren mücadeleyi, vazgeçmeme duygusunu anlatır. İnsanlar geliyor oraya ve o fotoğrafı da vermek istiyor. O fotoğrafta, ‘ben zaten hep buradaydım’ diyor insanlar bize. Hep böyledir ama. En zor zamanlarda bile hissederiz bunu.

O ruh hali ne diyor bize?

Halk, öncelikle bu iktidardan kurtulmak istiyor. Bu konuda kararlı ve bunu yapabilecek gücün de HDP olduğunu biliyor. Ayrıca, bunun HDP ile yapılmasını istiyor ve eleştirilerde de en çok öne çıkan bu. Bu istek, bizim kongre hedefimizdir zaten, halkın direktifidir. Demokratik ittifak ile iktidara yürümek. 31 Mart’ta biz bunun fragmanını gördük. Bunu başarabiliriz. Sadece partiler, kurumlar arası ittifakla değil, toplum da buna hazır. Bu iklimi yaratmak için HDP üstüne düşeni yaptı, yapacak.

Daha önce de birkaç kez sallandı iktidar ama yıkılmadı…

Şimdi zamanıdır artık. Şimdi artık süreç belli bir noktaya geldi ve artık yönetemeyen bu iktidara karşı bir iktidar seçeneği yaratma zamanıdır. Biz bunu yaratıyoruz. Bu iktidarı değiştireceğiz ve bu sürecin içinde HDP olacak.

Aslında 31 Mart’ta bizim uyguladığımız stratejiye kadar muhalefet partileri zaten rolüne rıza göstermiş durumdaydı. İddialarını yitirmişlerdi, ‘Kaybedenler Kulübü’ gibiydiler. Bizim çizgimiz ise bütün Türkiye’ye, ‘seçenek var’ diyen bir çizgiydi. 3. yol dediğimiz çizgi, kutuplaşmış, donmuş siyasete devinim katan bir şey oldu. Şimdi biz bu yolu yürümekte kararlıyız. Yürürken de yaratacağımız devinimle muhalefet partilerinin, toplumsal muhalefetin ve toplumun geniş kesimlerinin bu değişim sürecine katılmasını bekliyoruz.

İstediğimiz hıza kavuştuk mu? Hayır. Muhalefet partileri hala kendini devlet aklının içine hapsederek hareket ediyor, demokratik siyasetin zeminine sahip çıkamıyor. Ama toplum, ortaya koyduğumuz bu fikre sahip çıkarsa, ki biz toplumu örgütlemek derken tam da bunu kastediyoruz, bir toplumsal örgütlülüğü açığa çıkardığımızda, muhalefet buna sırtını dönemeyecektir.

HDP’siz yol yürünebilir mi artık?

Aritmetik olarak buna imkân yok zaten. Ama asıl mesele şu: HDP’siz bir arayış, mevcut sistemi yeniden üreten bir arayış olabilir ancak. HDP ile birlikte siyasette niteliksel bir sıçrama yaşanmıştır. HDP, yerel demokrasiyle güçlendirilmiş bir parlamenter sistemden söz ediyor. Türkiye için en sahici sistemi konuşuyor. Dolayısıyla HDP’siz bir süreç, bugünü yeniden üretmek ya da geçmişin hastalıklarına sahip çıkmak anlamına gelecektir. Yani işin aritmetik bölümü halledilse bile -ki mümkün değil- HDP’sizlik, demokrasiden kaçış anlamına gelir.

Zaten o zaman Kürt sorunu çözülmemiş kalıyor…

Onu çözmeyince zaten en temel sorunu çözmemiş oluyorsunuz. Kavşağı kilitleyen zaten o sorun, ekonomi dâhil tüm sorunlar oradan geçiyor. Kürt sorununu çözmeden kaynakları adaletli dağıtamazsınız, dış politikada çözüm üretemezsiniz, toplumsal barışı getiremezsiniz. Ve öte yandan Kürt meselesinin çözümü de demokratikleşmeden geçiyor. Demokrasiyle Kürt meselesinin çözümü arasında güçlü bir ilişki var. Bu anlamda da yerel demokrasi dediğimizde bu ülkenin tarihi boyunca görmezden geldiği meseleyi gündeme getiriyor, demokrasiyi vesayetten kurtarıyor. Tekçi, vesayetçi sistemin arkasında yine Kürt meselesi vardır.

Aritmetik çözüm peşinde koşanlar, işin bu tarafını görmeyelim diyerek HDP’siz bir çözüm arayanlar, HDP’ye bir kulvar dayatmaya çalışıyorlarsa bu anlamda da yanılıyorlar. HDP 8 yaşında ama arkasında onlarca yıllık deneyimler, birikimler var.

Biz, sadece bir parlamento aritmetiği ile seçim aklıyla hareket etmedik, etmeyeceğiz. Biz demokrasi mücadelesi veriyoruz, buna kafa yoruyoruz. Erken seçim ve sonrası için bir geçiş programını önümüze koyuyoruz. Hükümet modelleri değil mesele. Demokratik anayasa, demokratik çözüm kanallarını açarak Türkiye’yi çürüme-çözülme halinden çıkarabilecek bir toplumsal mutabakatı örmek istiyoruz. Bu, sadece bir hükümet aklıyla aşabileceğimiz bir şey değil. Çoklu bir sistem krizi var. Bunu güçlü toplumsal mutabakat ve katılımcı demokrasi ile aşabiliriz.

Sadece idari bir yerden bakılsa, üç vali değiştirilse ne olur?

Bu güzel bir örnek. HDP de iktidar olup valiyi değiştirse, vali yine validir. Aslolan valiyi seçimle getirmek, merkezin vesayetiyle değil, yerelin kültürel sosyal dokusuyla uyumlu davranmak, belediye valilik ilişkilerinde yerelin gücünü artırmaktır. Bunlar da tam bir radikal demokrasi hamlesiyle mümkündür. Yoksa şunu değiştir bunu değiştir, birkaç yasayı yeniden düzenle meselesi değil bu. Biz sadece seçim sonuçlarına odaklı da değiliz. Demokratikleşme sürecinin parçası olarak görüyoruz, öyle görmeye de devam edeceğiz. Dolayısıyla HDP’ye ‘rol biçme’ çabalarını kabul edecek değiliz. Aslolan emekçilerin, kadınların, gençlerin, toplumun tercihleridir. 31 Mart bu bakımdan önemli bir momenttir. Bir çıkar hesabına girmeden ülkeye, ülke siyasetine müdahale etme anlayışıdır. Bunu da başardık. Artık insanlar bu iktidarın değişebileceğine inanmaya başladılar ve bu iktidarın kiminle değişeceğini çok net biçimde gördüler.

HDP bu anlayışa uygun olarak nasıl şekillenecek?

Yeni dönem örgütlenme modelimiz tamamen radikal demokrasi anlayışımıza uygun olarak yapılandırılacak. İl ve ilçelerin ötesinde mahalle komisyonlarıyla da örgütleneceğiz. Siyaset hızlı bir şekilde mahalleye geri dönecek. Siyaseti mahallelerde meclisleştirme, toplumsallaştırma anlayışımızı yaygınlaştıracağız. Yani, toplumu örgütlemek istiyoruz. İlla HDP’li yapmak da değil herkesi, toplumu örgütlemek istiyoruz. Toplumun siyaset yapması, siyasete müdahil olması, kendi hakları ve hayatı için hareket etmesi, emek, kadın, gençlik mücadelesinde, haklar mücadelesinde, her alanda belirgin şekilde hayata geçirmek istiyoruz.

Parti Meclisi’miz yenileniyor, yeni kurullar oluşturmuyoruz ama güçlendiriyoruz. Bütün bu kurulları, önümüze koyduğumuz hedefe uygun yapılandırıyoruz. Hepsini meclis aklıyla çalıştırarak kolektif yaklaşımı üreten bir tarzda yeniliyoruz. Genişleme aslında tam da bu. Genişleme, üye yazmak, üye sayısı artırmak değil, fikriyatımızın genişlemesi, her yana ulaşmasıdır.

Siyaset yapma şekli değişiyor yani?

Buna mecburuz da artık. Ciddi bir medya ambargosu, bir görünmez kılma çabası var. Bütün bunları aşmanın yolu, siyaseti canlı yapmaktan geçiyor. O yüzden siyaset mahalleye geri dönsün diyoruz. Siyasetin parti teşkilatlarına ya da TV ekranlarına sıkışması apolitizmdir aslında. Politika belli insanların yaptığı bir iş olsun, halk da kendi yaşamının içinde boğulsun isteniyor. Biz; mahalle, iş yeri meclisleriyle bunu kırmak istiyoruz. Önümüzdeki dönem iktidar perspektifiyle bu örgütlenme anlayışını buluşturmak istiyoruz.

Sadece HDP değil, bir bütün olarak toplumsal muhalefetin reflekslerinin zayıfladığı eleştirisi var zaten…

Liberal demokrasinin en belirleyici özelliği alanları birbirinden koparmasıdır. Ekonomi, siyaset, sosyal hayat, vb. Böylece siyaset, karar vericilik üst düzey bir şey oluyor. Bundan kurtulmanın yolu, siyaseti toplumsallaştırmaktır, siyaset yapıcının toplum olmasıdır. Bunu başarabilirsek bu kopukluğu aşabiliriz. Siyaset, insanların her düzeyde ortak karar alabilecekleri düzlemlerdir ve o karar mekanizmalarını üretmek gerekiyor. Aksi, siyaset yapma hakkına ipotek konulmasıdır çünkü. Siyaset bir günlük yaşam ilişkisi olarak toplumun arasında dolaşmalı, oraya ait olmalıdır. Türkiye’nin en büyük derdi yoksulluk mesela. Ama yoksulların siyaset yapamaması karşısında iktidar sağ popülizmden beslenebiliyor. AKP yoksulluğu yöneten, buradan beslenen bir partidir. Yoksullukla mücadelenin tek yolu ise yoksulların siyaset yapmasıdır.

Özel olarak bir ‘Türkiyelileşme’ gündemi yok artık sanırım. Oturdu sanki bir şeyler…

Bu ‘Türkiyelileşme’ bizle ilgili bir mesele değildi zaten. Bizim dışımızda, bize rağmen üretilmiş bir şeydi. Yoksa kurulduğumuz günden beri biz zaten bir Türkiye partisiyiz. Kürt partisi değiliz, Kürtlerin de partisiyiz. Sosyalist bir parti değiliz, sosyalistlerin de partisiyiz. Mizahi olarak yanıtlarsam, bizden daha Türkiyeli parti yok. Osmaniye’den öteye geçemeyenler bize bunu söylediklerinde ortaya bir karikatür çıkıyor. Mesela hepsi kimlik siyaseti yapıyor ama bize dönüp kimlik siyaseti diyorlar. Türk, Sünni, İslam kimliğiyle siyaset yapıyorlar, tekçilik programlarına, dillerine hâkim. HDP bunu yıkıyor. En geniş temsiliyet mekanizmasına sahip olan partiyiz. Yeterli mi? Değil tabii. Daha da genişleyip çoğalmalıyız. Sokakta herkesin kimlik gettolarına sıkışmadan buluşabileceği zeminleri yaratmak istiyoruz. Bu, sokakta, açık alanda büyük buluşmadır. Her alanda bunu önceliyoruz ve hayata geçirme arayışındayız.

Darbe mekaniğini demokrasi durdurur

Bu arada Türkiye’nin genel tablosu da felakete dönüşüyor. Kriz, Suriye, Libya, hatta darbe söylentileri…  

Cidden karanlık bir tablo var. Saray iktidarı, AKP-MHP bloku buraya sürükledi ülkeyi. Kendi bekaları için sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu’yu, Akdeniz’i, Karadeniz’i ateşe atıyorlar. Kriz ihraç ediyorlar. Bu, topyekûn çöküştür ve çıkış yolu da topyekûn demokratikleşmedir. AKP’nin bir dış politikası yok. Günü kurtarma politikaları hepsi. Sorunlar sürdükçe kaos ortamından nemalanmak… Yoksa çözümler belli. Suriye’de Demokratik Suriye Meclisi’nin içinde olduğu bir süreçle çözüm vardır. Bu kadar basit. Ama Türkiye hala Kürt düşmanlığı koduyla bakıyor meseleye, hayali sınırlar çiziyor. Kaosu derinleştirmek gibi bir akılsızlığa sarılıyor. Ama yolun sonu göründü artık. İnsanlar bunun farkında. Bu arada sosyal yardımlar da düşüyor. İnsanlar geçim derdinde. Bu durum yönetilemiyor artık. AKP çözülüyor. Hem içinden partiler çıkıyor hem tabandan da çözülüyor.

Böylece Öcalan’ın sözünü ettiği o darbe mekaniği meselesi bir süreklilik arz etmeye başladı giderek. Darbelerin tümüne karşıyız biz. Darbe mekaniğinin tümden durmasını istiyoruz. Şu anda, OHAL darbe mekaniğinin içinde yaşıyoruz. 20 Temmuz 2016’da devreye giren yeni bir darbe sürecidir bu. Nasıl ki, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs darbelerinin öncesi ve sonrası varsa, bugün de öyle. Tarihi böyle okuduğunuzda bütün mekaniği durdurmak gerekiyor. Bunun yolu da gerçek anlamda bir demokratikleşmedir.

Tecrit paralel hukuktur

Tam da bütün bunların ortasında İmralı bir barometre gibi duruyor sanki. Yükselince kaos oluyor, düşünce Türkiye rahatlıyor.

Şu anda bu ülkede bir paralel hukuk var. Tecrit sistemi, hukuku askıya alan, paralel bir hukuk yaratan bir sistemdir. Kayyumların atanması, insanların tutuklanması, yargının bağımsızlığını yitirmesi… Bütün bunlar var, çünkü tecrit var. Tecrit bütün ülkeyi çepeçevre kuşatmış halde. Bütün Türkiye’ye bunu anlatmaya çalışıyoruz. Tecride karşı çıkmazsanız bir hukuk devletinden söz edemezsiniz. Bütün davalarda karşımıza çıkan şey, tecrit hukukudur. Paralel hukuktur. Ta çöktürme planında karar verdiler buna. Tecrit niye başladı? Çöktürme planı başarıya ulaşsın diye.  Herkes adaletsizlikten yakınıyor ve adalet istiyor ama adalet denilen mekanizma kendi içinde adaletsizlik barındırarak gelişmez. İmralı, bir adaletsizlik merkezidir. Orada varsa her yerde vardır adaletsizlik.

Türkiye’de 2013’ten sonra görüşmeler başladığında toplumsal reflekslere bir bakın. Türkiye bunu gördü, hafızasına kaydetti. Şimdi bu yokmuş gibi davranamazsınız. 2013’e kadar tecrit neredeyse yok sayılıyordu; çürümenin, hukuksuzluğun kaynağının tecrit olduğunun da kimse farkında değildi. Siyaset de farkında değildi. Ne zaman ki 2013-2015 gerçekleşti, barış ve demokratik çözüm gibi seçenekler olduğunu fark etti insanlar. O zamanın anketleri bizi bile şaşırtan sonuçlar verdi. Sonra, bu çözüm duygusunu köreltmek için devlet bir şiddet dalgası başlattı. İnsanlar katledildi, göçe zorlandı, toplum yeniden şiddet sarmalına sokuldu. Bunları çok açık, net bir şekilde ortaya koyamadığımız sürece, toplum hafızasızlığa mahkûm oluyor ve her şeye günlük bakıyor. Böylece şiddet, içeriden dışarıya da taşınıyor. Efrîn böyleydi. Ne işin var senin Efrîn’de? Ya da Serêkaniye, Girê Spî? İdlib, Libya? Hep bir savaş peşinde, savaş arıyor. Yani sonuçta tecrit hukuku, savaş politikası, kayyum rejimi iktidarın üç ayağını oluşturuyor. Böylece içinden çıkılmaz bir yere sürüklenmiş durumda. Bu iktidardan o yüzden kurtulmak gerekiyor. Başka bir seçenek yok. Türkiye bu iktidarla yoluna devam ederse çöküşten kurtulamaz. O yüzden de öncelikle mutlak tecritten kurtulmak, kırmak zorundayız. Yasal dayanak zaten yok ama genel anlamıyla tecrit sonlandırılmalıdır. Tecridi sonlandırmadığımız sürece, öteki alanlarda yol katetmemiz mümkün değildir.

21 Şubat 2020