Temelli: Türkiye gelecek 4 yıl birçok değişime hazır

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli; Gazete Duvar, Reuters, Mezopotamya Ajansı, T24, Sputnik, DW'den gazetecilerle bir araya gelerek sorularına yanıt verdi. Temelli'nin Gazete Duvar'da yayınlanan demeci şöyle:

Meclis’in 2. Yasama Yılı bitiyor. Geçen 1 yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi altında bir yıl geçti. Bu sistem her şeyden önce yasama üzerinde bir vesayet oluşturuyor. Meclis bu anlamıyla etkin, verimli çalışamadı, çalışamaz da. Böyle bir sistemle kuvvetler ayrılığını, yasama faaliyetlerinin etkin yürütülmesini beklemek zaten hayal. Bu bir sistem değil, sistemsizlik! Meclis çalışmalarından beklediğimiz sonuçları alamadık. Yargı Reformu Strateji Belgesi buna örnek. Yargı reformunda Meclis adım atmalıydı. Bütün partiler bir araya gelmeliydi. Büyük beklenti vardı fakat Meclis bu konuda adım atamıyor. Diğer geçen yasalara baktığımızda Türkiye’nin hiçbir kronik sorununa çözüm getirmiyor, hiçbir yapısal meselesine çözüm üretmiyor.

REVİZYON TARTIŞMALARINI SAMİMİ BULMUYORUM

Yeni sistemde revizyon konuşuluyor. Bir revizyon bekliyor musunuz?

“Revizyon”, “rehabilite”, ‘MR çekilecek’, “diğer partilerle görüşeceğiz” denildi. Bunlar sistemin çalışmadığını gösteriyor. Bu sorunun aşılabilmesi için sadece Meclis değil, Meclis’in dışında da Türkiye yeni bir anayasa yapımına ikna olmalı. Anayasa bir toplum sözleşmesi, mutabakat arayışı, demokratik bir müzakere zeminidir. Türkiye’nin bütün sorunlarının aslında çözümü için atılacak ilk adım bir anayasa zemininde buluşmaktır. Yoksa mevcut yapının MR’ını çekerek bir şey üretmeniz mümkün değil. Ben bu revizyon tartışmalarını samimi görmüyorum. Muhalefete çok daha fazla sorumluluk düşüyor. Muhalefet bu konuda Türkiye’nin gerçek ihtiyacını, beklentilerini daha fazla dillendirip, bunun siyasetini yürütmelidir.

SAMİMİYET TESTİNDE OLMAZSA OLMAZLARIMIZ

Samimiyet testi olarak değerlendirseniz bir adım atılsa olmazsa olmazınız nedir?

Her şeyden önce Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürütmesinin Meclis üzerindeki vesayetini kaldıracak bir adım atılmalı. Meclis kuvvetler ayrılığı  çerçevesinde yasama fonksiyonuna kavuşmalı. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinden kurtulmalı. İkincisi Partili Cumhurbaşkanı meselesi. Bu konularda atılacak adımlar belki sonrası açısından umutvar tablo ortaya koyabilir. Meclis içi bir  müzakere zemini yaratılabilir. Partili Cumhurbaşkanı meselesinde en bariz sıkıntıyı kampanya döneminde gördük. Parti başkanı mısın, Cumhurbaşkanı mısın? Benim iki şapkam var deyip, şapkaları üst üste taktığınızda Türkiye belki de en ciddi traji-komik sahnelerinden birini yaşadı. Bazı şeylerde öyle çok şapkalılık mümkün değil.

Cumhurbaşkanının eline geçen bu gücü bırakacağını düşünüyor musunuz?

Bu rejim otoriter bir rejimdir ve giderek daha da otoriterleşme eğilimini içinde taşıyor. Bunun gidebileceği nokta diktatöryal bir rejimdir. Türkiye bu gidişattan bir an önce dönmelidir. Gücü eline geçirenin, güç üzerinden siyaseti düzenlediği bir mekanizmaya son vermenin yolu, demokratik zeminde herkesin bu haklara sahip çıkarak, demokrasiyi savunarak bir demokrasi ittifakında buluşmasından geçer.

4 YIL BÖYLE GELDİ, 4 YIL BÖYLE GİTMEYECEK

31 Mart’ta strateji olarak “AKP-MHP’yi gerileteceğiz” dediniz. Bunu başardınız mı? İktidar kanadında yeni parti iddiaları var. Bir çözülme mi yaşanıyor?

Evet gerilettik. Seçim meydanlarında söyledik: Bu 4 yıl böyle geldi ama önümüzdeki 4 yıl böyle gitmeyecek. İktidar telaşla, “4 yıl daha iktidardayız, seçimler 2023’te olacak” dedi. Seçimler 2023’te mi olur, 2022’de mi olur bugünden kestiremeyiz ama artık şu çok net: Önümüzdeki 4 yıl, geride bıraktığımız 4 yıl gibi aynı hatta yürümeyecek, değişecek. Zaten iktidardan gelen refleksler de bunu gösteriyor. Bu tepkilerin kimi zaman sisteme sahip çıkarak, kimi zaman revizyondan bahsederek, kimi zaman saldırgan bir üslupla, kimi zaman uzlaşmacı bir üslupla karşımıza çıktığını görüyoruz. Ama demek ki gerilemiştir, demek ki kendi içine bakar hale gelmiştir. Türkiye önümüzdeki  4 yıl boyunca birçok değişime hazırdır. Bugün için bunun ne yönde olacağı önemli. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemini mi revize edecek, başka bir anayasa üzerinde tartışmaya mı başlayacak, yargı reformuyla bir yol temizliği yapacak mı, tecritleşmiş bir akıldan kendisini mi kurtaracak, işte bunların hepsi tartışılıyor. Bu tartışmanın başlaması önemli. 31 Mart seçimlerine giderken ülkede tecrit vardı, ülke beka meselesini tartışıyordu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi her şeyiyle kurumsallaşmış ve yerleşmiş gibi bir algı vardı. Biz 31 Mart’ta bu sisteme müdahale ederek aslında “kral çıplak” dedik. Şimdi herkes, siyasetin hangi yelpazesinde yer alırsa alsın, bu sistem üzerinden konuşmaya başladı. Bu şu demek: Bu böyle gitmeyecek.

Yeni parti oluşumları da ‘bu böyle gitmeyecek’in bir sonucu mu?

Tam da bu konuya dair bir mesele.  31 Mart’ta biz bu etkiyi yaratmasaydık ve AKP-MHP bloku büyükşehirlerin hepsini alsaydı, -ki biz olmasaydık alıyordu. Bütün büyükşehirlerde adaylar çıkarsaydık bugün bu tartışmalar olur muydu? Olmazdı. Yeni parti dahil hiçbir konu olamazdı. Eninde sonunda bizim müdahalemizle siyaset yeniden şekilleniyor, şekillenmek zorundadır. Sadece AKP değil diğer partilerin de büyük olasılıkla içinde tartışmalar başlamıştır. Bütün yapılar şimdi yeni duruma göre kendisini gözden geçirecektir.

Önümüzdeki dört sene bir önceki dört sene gibi olmayacak, dediniz. Bu değişim sizce hangi yönde olur?

23 Haziran’dan sonra iktidar alışılagelmiş üslubuyla devam ediyor. İşte savaş politikalarında ısrar. Hem Suriye konusunda hem Pençe Harekatı çerçevesinde gördüğümüz anlayışta bu devam ediyor. O baskıcı dilin hakim olduğunu, toplumu bütün kesimlerini terörize eden bir yaklaşımın devam ettiğini görüyoruz. Bu iktisadi alanda da aynı yöntemde ısrarcı. Bu önümüzdeki dönemin böyle gideceğine dair bir işaret olmayabilir. Bu bir değişim geçirebilir. Bunun yolu da muhalefetin siyasette yaratacağı etkiye bağlı olacaktır. Bizim çağrımız herkesin kendisini demokrasi zemininde yeniden değerlendirmesidir. Anayasa tartışmasını başlatmamızın nedeni de budur.

DEMOKRASİ İTTİFAKI YENİ ANAYASA YOLU AÇACAK

Demokrasi İttifakı’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

Türkiye’de siyaset genellikle parlamentodaki siyasi partilerin bir araya gelip yaptığı pazarlıkla olur ve buna ittifak denir. Biz bu kutuplaşmış siyaseti kabul etmeyeceğimizi söyledik, en temel iddiamız üçüncü yoldur. Yani Türkiye’nin bu kutuplaşmış, kamplaşmış, kendini tekrar eden ve bir gerilim hattını topluma dayatan siyasetine karşı halkların ittifakını önemsedik. Önümüzdeki dönemde bunu daha geniş bir çembere yaymayı düşünüyoruz. Demokrasi ittifakında buluşma bir yandan yeni anayasanın önünü açacaktır, diğer taraftan bu yol temizliği dediğimiz meselede toplumun yan yana gelerek sesini, gücünü örgütlenmesine katkı sağlayacaktır.

TÜRKİYE’NİN S-400’E İHTİYACI YOK

S-400 hava savunma sistemi, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nasıl Türkiye’nin iç siyasetinde bir siyasetsizliği yaşıyoruz ve siyasetsizlik her gün arttıkça Türkiye’de baskı ve şiddet artıyor, dış politikada da Türkiye’nin bir dış politikası yok, savaş politikalarıyla bir dış politika sürdürülmeye çalışılıyor. Savaş politikalarının aracı da tabi silahlanma. Rusya’dan S-400, ABD’den F-35 alacağız ve sürekli savaş politikaları dile getirerek aslında bir yönetememe halini muhafaza edeceğiz. Türkiye’nin S-400’e ihtiyacı yok, ısrarla söylüyoruz. Türkiye’nin ciddi bir güvenlik problemi varsa bunu Meclis’e getirsinler tartışalım. S-400’lere ihtiyaç duyacağımız bir aşamaya sürüklendiysek nasıl sürüklendik? Aynı şeyi Doğu Akdeniz’de görüyorsunuz. Yani bizim AB ile Yunanistan ile birlikte Kıbrıs’ta orta çözümler üretebileceğimiz barış politikaları vadedebileceğimiz yerde neredeyse Kardak günlerine geri dönme arifesindeyiz. Böyle bir zihniyetten kurtulmamız lazım. Türkiye hem içerde hem dışarıda barışı vadedebilecek politikalara sahip olmalıdır. Ortada barış yoksa savaş varsa, ortada bir siyasetsizlik vardır. Türkiye, Rusya-ABD arasına sıkışmaktan daha çok, bölgede gerçek anlamda bir güç olmak istiyorsa barış politikalarını var etmelidir.

ÖCALAN’IN MEKTUPLARINI TİTİZLİKLE OKUYORUZ

Öcalan mektubu seçim sonrasında parti de tartışıldı mı? Parti içinde bir kırılma yarattı mı? Öcalan-Demirtaş mı ikileminden bahsedildi. Bu arada avukatlarla görüşe de izin çıkmadı galiba…

23 Haziran seçimlerinden sonra bir görüşme olmadı. Çünkü izin verilmiyor. Tecrit halinin bir şekilde devam ettiğini söyleyebiliriz. Öcalan’ın mektuplarını titizlikle okuyoruz. Öcalan’ın bir politik, ideolojik, felsefi dili, üslubu, yöntemi var. Bu yönteme hakim olarak okumak gerekiyor. Son 4 mektubu bütünlüklü olarak ele aldığımızda Türkiye’nin önüne tekrar önemli bir açılım koyuyor. Görüşmeler devam etmeli. Sadece avukatları ile de sınırlı olmamalı. Gazeteciler de, toplumun çeşitli kesimleri de gidip görüşmeli. 2013’ten bu yana dile getirdiği hattı koruyarak söylenen şeyler önemli. Seçimlere dair söyledikleri, tartışılmıyor. Öcalan mektupları ya da yaklaşımları parti içinde kırılmalara yol açmaz. Çünkü biz demokratik bir partiyiz. Yaklaşımlarımız belli. Bu mektupları, mesajları özellikle 2013-2015 döneminden, -partimizin kurulma meseleleri de tam buna dayanıyor- önemli referanslar olarak gördük. Yine böyle görüyoruz. Bırakın kırılmalara yol açmayı, ortada kırıklıklar, çatlaklıklar varsa bunu telafi eder, bunu onarır. Bugüne kadar bundan dolayı bir kırılmayı bırakın çatlak bile görmedim.

Bazen şöyle şeyler duyuyor, eğleniyoruz. Mesela Öcalan-Demirtaş tartışmaları… Buna en güzel yanıtı yine Demirtaş veriyor. Böyle bir şeyin mümkün olmayacağını kendisi açıklıyor. Buradaki zahmet, böyle açıklamalar yapmak zorunda kalmak. HDP’yi düşmanlaştırmak, kötülemek, HDP’ye yönelik kara propaganda iktidarın vazgeçemeyeceği bir tutum. O siyasetsizliğini böyle telafi etmek istiyor. HDP’nin söylediklerini dinlemekten çok, HDP hakkında bir önyargı oluşturmak en önemli taktikleri. Tam seçimlere giderken böyle bir şeyi önümüze getirmeyi amaçladılar. Apar topar TV programı yaptılar. O zaman en güzel cevap nerede verilirdi? Sandıkta verilirdi. İstanbul’da 910 bin olan desteğimiz 1 milyon 30 bine çıktı. 120 bin ilave oyla aslında yanıt verilmiş oldu.

KAYYIM ATAMIYORLAR AMA KAYYIM ZİHNİYETİ SÜRÜYOR

Van Büyükşehir Belediye Başkanı ve Meclis üyeleri hakkında yeni bir soruşturma var. Bunlar görevden alma ile sonuçlanabilir mi? Bir yeni kayyım süreci yaşanır mı? 

Kayyım süreci yaşanmayacak artık ama Tatvan’da Belediye Meclis Üyeleri hakkında soruşturma açılarak görevden alındı. Böylece Meclis’teki çoğunluk AKP’ye geçti. Kayyım atamıyorlar, ama kayyım zihniyeti devam ediyor. Kayyım dönemi suçları bütün çıplaklığı ile ortada. Bu suçu işleyen vali ve kaymakamların merkeze çekilip haklarında idari soruşturma açılması gerekirken hala HDP’li seçilmişlere yönelik bir tavır ile karşı karşıyayız. Suçlarını örtbas etmeye çalışıyorlar. Hazine’yi zarara uğratmışsınız. Devletin, kamunun, halkın kaynaklarını çarçur etmişsiniz. Bu kadar devasa suç ortadayken bu suçları teşhir edenlere karşı bir telaşla, sürekli soruşturma açarak ya da yerelde akla hayale gelmeyecek yöntemleri dayatmaya devam ediyorlar. Buna karşı halkımız gereken tepkiyi verecektir. İradesinin gasp edilmesine asla sessiz kalmayacaktır. Bütün Türkiye bu zihniyete karşı çıkmalıdır.

BÖYLE BİR ANLAYIŞA SAHİP KİŞİ HDP’Lİ OLAMAZ

Van’da AKP’li belediyeler değil başka illerdeki HDP’li belediyelere yardım iddiası var.

Kesinlikle, külliyen yalan. Yardım edilecek bir hal bırakmamışlar belediyelerde. O denli borçlu. Kaldı ki, bütün belediye başkanlarımız, ilçe belediye başkanlarımızla, hangi partiden seçilmiş olurlarsa olsunlar, toplantı yaptılar ve siyasetimiz gereği şunu söylediler: Hangi partiden olursanız olun biz artık birlikte çalışacağız, halkımıza hizmet edeceğiz. Bizim siyaseten varlık nedenimiz budur. Ayrımcılık asla bizim siyasetimiz içinde var olamaz. Böyle bir anlayışa sahip arkadaş zaten HDP’li olamaz. Bu külliyen yalandır. Külliyen uydurulmuş suçlamalardır. Bize karşı bu kara kampanyaları yaparak aslında kendi suçlarını örtmeye çalışıyorlar.

MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZ DEĞİL ÖZERK OLMALI

Merkez Bankası başkanının görevden alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Merkez Bankası başkanı zaten Merkez Bankası başkanı değil. Talimatla çalışan ve o talimatlar sonucunda da ekonomiye çok ciddi zarar veren bir haldeydi. Bizim iddiamız şu. Merkez Bankası bağımsızlığı bir algı yönetimidir. Merkez Bankaları bağımsız olmaz, olmamalıdır. İktidara da bağımlı olmamalıdır. Bizim tezimiz Merkez  Bankaları özerk olmalıdır, özerk bir kurum olmalıdır, özerk kurumların başındaki insanlar da böyle görevden alınamaz. Özerk kurumlar resmi ve toplumsal denetime de açık olur. Merkez Bankası Başkanı’nın bu şekilde görevden alınması yeni sistemin en önemli sorunlarından birinin teşhiri. Yerine gelen kişiyle beraber Merkez Bankası doğru kararlar alacak, ekonomide iyileşme mi yaşanacak? Mümkün değil. Çünkü ekonomi dediğiniz şey her şeyden önce siyasi. Siyaset kötüye giderken ekonomi kendi başına iyiye gidemez. Ekonomideki en temel sorun Merkez Bankası politikaları değil yapısal sorunlardır. Bu yapısal sorunların altında da AKP’nin 17 yıldır sürdürdüğü iktisat anlayışı vardır.

18 Temmuz 2019