
Antep Milletvekilimiz Mahmut Toğrul, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde Enerji Bakanlığı bütçesi üzerine söz aldı ve şu ifadeleri kullandı:
2018 bütçesinin gelirlerinin dağılımına bakıldığında bütçenin yüzde 88,5'inin vergilerden, kalanının ise harçlar, elektrik, doğal gaz fiyatlarına yapılan yüksek zamlar, cezalar ve diğer gelirlerden oluştuğu görülecektir. OHAL koşullarına hazırlanmış olan bütçe, otoriterleşmenin, muhafazakârlaşmanın, savaşın ve güvenlikçi politikaların finansmanının asıl olarak halktan toplanan vergilerle gerçekleştirilmekte olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Enerji alanı çok uluslu sermayenin insafına terk edilmiştir
Hepimizin bildiği gibi, Türkiye enerji konusunda bugün petrol ürünlerinde yüzde 93, doğal gazda yüzde 99 oranında dışa bağımlıdır. Türkiye'de şu anda var olan dışa bağımlılık yeni düzenlemelerle doğrudan çok uluslu sermayeye tümüyle bağımlı hâle gelmiştir. Yap-işlet-devret, yap-işlet gibi finansman modelleri ve işletme hakkı devirleriyle yapılan özelleştirmeler ile bir kamu hizmeti olan enerji alanı yargının denetimi dışına çıkarılmış ve günümüzde çok uluslu sermayenin insafına terk edilmiş durumdadır.
Rusya, uçağının düşürülmesini enerji kozuna dönüştürdü
Bir diğer önemli konu, nükleer enerjiye bakışımızdır. Rusya enerji arzı ülke imajına zarar vermemek ve sağlam bir gelir kaynağını kaybetmemek için uçağının Türkiye tarafından düşürülmesini bir enerji silahına dönüştürmüş durumdadır. Rusya elindeki enerji kozunu oldukça ekonomik kullanırken, Türkiye tarafının jest üstüne jest yapmasının gelecekte başka krizlere yol açma riskinin olduğunu görmemiz gerekiyor. Akkuyu Nükleer Enerji Santrali ihalesi gibi, yaptığımız jestlerle daha da göbekten Rusya'ya bağımlı olmaktan başka bir şey yapmamış olursunuz.
Hükümet’in nükleer konusundaki iştahı anlaşılmaz
Dünyada özellikle gelişmiş ülkeler doğayı kirletmeyen ve toplumsal maliyetleri daha az alternatif enerji üretimleriyle enerji sorunlarını çözmeye başlamış ve nükleer enerjiden vazgeçme yoluna girmişken Türkiye'nin ise, tam tersi, bu konuda iştahı kabarık bir şekilde istekli davranması anlaşılmazdır, abestir. Nükleerin riski ve zararları açıkça biliniyor olmasına rağmen, Hükûmet yetkilileri ve işin muhataplarının neredeyse her platformda nükleer enerjinin çevreci ve güvenilir olduğunu söylerken, hangi saiklerle söylediklerini kamuoyu anlamakta zorluk çekmektedir.
Yine, diğer bir yandan, dünyada birçok ülke kömürle çalışan termik santraller genellikle arazinin maliyet yaratacağı kirlilik, gürültü, iklim değişiklikleri ve estetik kaygılar nedeniyle nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerleşim yerlerinden uzağa kurulmuşken ülkemizde durum tam tersidir. Yatağan, Afşin-Elbistan, Çan, Amasra örneklerinde olduğu gibi, nüfusun kirlilikten etkilenme olasılığı göz ardı edilerek kömürle çalışan termik santraller yerleşim yerlerinin hemen yakınına rahatlıkla kurulabilmişlerdir.
Sayın Bakana "günaydın" demek istiyoruz
Madenler konusuna gelince, bugün geldiğimiz noktada rant sağlama faaliyeti madencilik sektörünün en temel sorunudur. Siyasi iktidar 16 Haziran 2012 tarihinde yayınladığı bir genelgeyle bütün maden ruhsat ve izinlerini Başbakanın onayına bağlamış, kanunla kazanılmış haklar hukuka aykırı bir şekilde genelgeyle kısıtlanmıştır. Bakan birkaç gün önce çıkmış, kaçak kömür madenciliği konusunda mücadele edeceklerini, denetimi artıracaklarını ve her üç ayda bir denetim yaparak bu işi sıkı tutacaklarını söylüyor. Bakana "günaydın" demek istiyoruz. Kaçak madenleri tespit etmediğiniz ve doğru düzgün denetim yapmayıp "Bu işin fıtratında ölüm vardır. Ölüm, madencinin kaderi. Madenciler güzel öldüler" dediğiniz için yaşamı, emeği hiçe sayan salt ekonomi endeksli yaklaşımınızın faturası: 2002'de iktidarı devraldığınızdan bu yana madenlerde çalışan 400'ün üzerinde ocağa ateş düşmesine neden oldu. Bu katliamlar, vicdanın ve insanca yaşamın ekonomik hırsa kurban edilmesinden başka bir şey değildir. Soma'da Şırnak'ta, Ermenek'te, Şirvan'da, Zonguldak'ta ve Amasra'da yaşadığımız ve iş cinayetlerine dönüşen madenci ölümlerinin asıl sorumlusu kamusal varlıklarımızı ve hizmetleri talana açan, emekçiyi güvencesiz çalışmaya zorlayan ve daha fazla ölüm getiren politikalarınızdır.
Yüzde 5'lik enerji mirasımızın, inanç değerlerimizin talanına değer mi?
İş kazaları ülkemizde birer cinayete dönüşmüştür. Bu kazalar önlenebilir ve öngörülebilirdir. Maden kazalarının faciaya dönüşmesini engellemek elimizdedir. Devlet Denetleme Kurulunun hazırladığı rapora göre, iş cinayetlerine maruz kalıp hayatını kaybeden işçilerin yüzde 53,56'sı kömür ve linyit çıkartılması faaliyet kolunda çalışanlardan meydana gelmektedir. Madenlerdeki iş cinayetleri ve Hükûmetin sorumluluğu bizzat devletin üst düzeydeki yetkili kurumları tarafından açıkça ifade edilmek zorunda bırakılmıştır. Özellikle baraj ve hidroelektrik santrallerin toplum ve doğa üzerinde yol açtıkları yıkımların altını da çizmek gerekiyor. "Kalkınma" adı altında yerel toplulukların ve halkların yaşam alanları ellerinden alınıyor, göçe zorlanıyor ve asimilasyona tabi tutuluyor. Bugüne kadar yapılan 1.500 baraj ve HES projesinden kaynaklı 400 bin insan, topraklarını bırakıp göçe zorlanmış, bir o kadarının da yaşamı elinden alınmışken yapımı planlanan 2 bin baraj ve HES projesiyle de 1 milyona yakın insan mağdur edilecektir. Ömürleri otuz kırk yıl olan HES'lerin tümünün bitmesi durumunda Türkiye'nin enerji ihtiyacının sadece yüzde 5'ini karşılayacak olması, Hasankeyf gibi mirasımızın, Dersim'de olduğu gibi inanç değerlerimizin suyun altına gömülmesine, talanına, yıkımına değer mi?
Bir elektrik faturasına kaç soygun sığar?
Devlet Su İşlerinin 2007 yılında faaliyet raporunda da belirttiği barajlarda amacın güvenlik olduğu açıktır. Hükûmet, uluslararası literatüre yeni bir kelime katmıştır, o da "güvenlik barajı".
Bir de gelelim sizin destan gibi elektrik faturalarınıza. Bir elektrik faturasına kaç soygun sığar değerli arkadaşlarım? Bakın, bir elektrik faturasında 10 soygun var. Yakında 11'incisini de yani savaş bütçesini de bu fiyatlara eklerseniz kesinlikle bizler şaşırmayacağız.
Elektrik 7 kuruşa mal olurken elektrik bedeli, kayıp kaçak bedeli, dağıtım bedeli, perakende satış bedeli, iletişim bedeli, sayaç okuma bedeli, enerji fonu, TRT payı, belediye tüketim vergisi ve KDV'yle 45 kuruşa halka ulaşmaktadır.
Bütçe savaşa göre düzenlenmiş
2018 bütçesinin içeride ve dışarıda savaşa göre düzenlenmiş olduğu da açıkça ortadadır. Ne de olsa "Ülkemiz yakılıyor, yıkılıyor ve bölünecek." gibi yaygaralarla savaş politikasının yükünü halka yüklemeye devam ediyorsunuz. Güvenilir enerji konusunda maalesef, hiçbir çabanız yok, onu da tekelleştirmeye çalışıyorsunuz.
Enerji Bakanına birkaç soru yöneltmek istiyorum değerli arkadaşlar. Güneş enerjisiyle ilgili küçük ölçekli enerji üreticilerine milyarlarca ceza neden kesilmiştir? Bu cezaların bin megavatlık yenilenebilir enerji kaynak alanı ihalesinin Kalyon Gruba verilmesiyle aynı döneme denk gelmesi tesadüf müdür? Hükümetinizin güneş enerjisi piyasasında küçük ölçekli üreticiyi üretimden dışlayarak Kalyon Grubu gibi Hükümete yakın şirketlere tekel haline getirmeyi mi amaçlamaktasınız? Enerji Bakanının bunlara cevap vermesi gerekir.
Yaz saati konusundaki ısrar neden?
Aslında Enerji Bakanının başka sorulara da cevap vermesi gerekir. Özellikle yaz saati konusunda ısrarı, Sayıştay raporuna rağmen ısrar etmesi, olmayınca da kanun ve hukukla oynayarak arkadan dolanmasını buradan kendisine sormak isteriz, nedir bu ısrar? Halbuki yüzde 7,7 maliyet artışına neden olduğu raporlarda açıkça belirtilmesine rağmen bu ısrar devam ediyor, çocuklarımız sabahın köründe okullara gitmek zorunda bırakılıyor.
Enerji Bakanı hakkındaki iddialara cevap vermedi
Bir başka nokta da, evet, barış zamanında sorun olmayabilir ama savaş dönemlerinde, çatışma dönemlerinde Rusya'nın Enerji Bakanıyla ilgili iddialarını ve sonrasında yine Wikileaks belgelerine, Red Hack belgelerine, e-maillere yansıyan o sorulara da bugüne kadar bu halka doyurucu bir cevap vermemiştir.
14 Aralık 2017