TOMA’yı durduran kadın vekil: Var olma mücadelesine dönüşen bir kadın direnişi


HDP Siirt Milletvekili Besime Konca, Gültan Kışanak’ın gözaltına alınmasının ardından 26 Ekim’de Diyarbakır’da kadınlar başta olmak üzere direnişe geçen halka saldıran polisin TOMA’sının önüne geçtiği anın fotoğraflarıyla belleklerimize kazındı. Aynı zamanda HDP Kadın Meclisi Sözcüsü olan Konca ile 25 Kasım’a giderken OHAL’le birlikte artan devlet şiddetinin hedefindeki kadınları, kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi, kadın bir vekil olarak Meclis’te, sokakta sürdürdüğü mücadeleyi konuştuk.

Sendika.Org: Her türlü demokratik hakkın askıya alındığı, bağımsız yargının rafa kaldırıldığı OHAL günlerini kadınlar açısından nasıl değerlendirebiliriz? Bu günler “çaresizlik günleri” mi yoksa hala yapılabilecek bir şeyler var mıdır?

Besime Konca: Türkiye OHAL yönetimlerine yabancı değildir. Tekçi, cinsiyetçi devlet zihniyeti, tarihi boyunca kadınlara kesintisiz OHAL rejimini dayatmıştır zaten.

8 Mart’lar, 25 Kasım’lar da dahil olmak üzere tüm kadın mitinglerinde, fabrikalarda, işyerlerinde, sokaklarda, gözaltında, cezaevlerinde cinsel, fiziksel, psikolojik her türlü devlet şiddetiyle karşılaşmış, yaşamıştır. Bu anlamda, kadınlar için asla bir “çaresizlik günleri” söz konusu değil, olamaz da. Kürt kadın mücadele tarihinden ve geldiği noktadan da görüyoruz ve anlıyoruz ki özgür yaşamı inşa etmenin iradesi karşısında OHAL sadece direngenliğimizi artırır ve topyekûn bir direnişle güçlenmemize neden olur.

Buna en net olarak sokağa çıkma yasağı adı altındaki, Kürt kentleri ablukalarında ortaya konulan kadın direnişleriyle şahit olduk. 26 Ekim Amed (Diyarbakır) kadın direnişi ile gördük, yaşadık. Ve hala yapabilecek çok şey var. Biz kadınlar, gücümüzü, sözümüzü ve eylemimizi birleştirdiğimizde, güç, söz ve eylem birliğimizi sağladığımızda OHAL’i de, KHK’leri de, topyekûn faşizmi de bozguna uğratırız, bunlar karşısında kazanacak olanlar yine biz kadınlarız. Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin yüzde 50’sini temsil ettiğini söylüyor ama biz kadınlar yüzde 50’den fazlayız.

26 Ekim gününe gelirsek; Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önündeki direnciniz ve polis şiddetine karşı TOMA’nın önünde durmanızla gündem oldunuz. Bir vekil olarak sizi böyle bedenen kalkan yapan şey neydi?

Son dönemlerde iktidar tarafından özellikle kadına yönelik geliştirilen politikalar incelendiğinde, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak şahsında gerçekleştirilen uygulamaların basit bir gözaltı ve tutuklama süreci olmadığını görüyoruz. Bu anlamda bizler, Gültan Kışanak’a yönelik saldırının, yürürlüğe konulan sistematik ve yaygınlaştırılmış bir politikanın, kadına yönelik topyekûn bir saldırının sonucu olduğunun bilinciyle hareket ediyoruz.

Özellikle yaygınlaştırılmış diyorum çünkü bu politikalar, Türkiye’nin her tarafında, sokakta, evde, okulda, işte kısacası tüm yaşam alanlarında, tüm kadınlara yönelmiş durumdadır. Son dönemlerde ciddi oranda artış gösteren kadın cinayetleri, sokakta kadına yönelik şiddetin şort giydiği için tekmeleyecek kadar pervasızlaşarak alenileştiği, cumhurbaşkanından tutalım birçok hükümet yetkilisinin kadına karşı şiddeti meşrulaştıran ve açık hedef alan söylemleri örneğin en son , “adam gibi, madam gibi ölmek” ve benzeri sayısız örnekle birlikte cezasızlık politikası da bu topyekun saldırının bir parçasıdır.

BU GİDEREK BİR VAR OLMA MÜCADELESİNE DÖNÜŞEN BİR KADIN DİRENİŞİDİR

Basın ve ifade özgürlüğü hakkını kullandığı için kadın gazeteci ve yazarların gözaltına alınması ve tutuklanması, kadın gazeteci yazarlar Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay’a yönelik ağırlaştırılmış müebbet hapis istemi, bu saldırgan zihniyetin ürettiği politikaların parçasıdır. Kadın Haber Ajansı, JINHA’nın kapatılması, kadın cezaevlerinde ve gözaltılarda ağır cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamalarının rutinleştirilmesi ve daha birçok örnekle somutlaştırabileceğimiz bu topyekûn saldırı karşısında ortaya konulabilecek tek şey gittikçe yükselecek olan bir kadın direnişidir.

Durum bu olunca, bizler orada, milletvekilleri, siyasetçiler, aktivistler kısaca tüm kadınlar “bedenen kalkan” değil bu direnişin bir parçası olduk ve ısrarla bu kadın direnişini yükseltmeye, büyütmeye devam edeceğiz. Çünkü bu bir hak aramadan giderek bir var olma mücadelesine dönüşmüş bir kadın direnişidir. Faşizm güç değil güçsüzlüğün ve çözümsüzlüğün, güvensizliğin, haksızlığın yansımasıdır. Korkmamak dik durmak ve haklı olduğunu bilerek faşizmin saldırılarına karşı durmak faşizmin panzehiridir. Biz kadınlar haklı olduğumuzu bildiğimiz için korkmuyoruz.

O gün polisler tarafından darp edildiniz ve daha sonra da AKP medyası tarafından linç edildiniz, hedef gösterildiniz. Bu aslında size ve de kadınlara ilk defa uygulanan bir şiddet değil…

Bizler bu şiddeti aldığımız her nefesten biliyoruz. Evde, sokaklarda, işyerlerinde, tüm yaşam alanlarında gördük, bildik, tanıdık…

Medyaya gelince, medya artık faşizmin toplumsallaştırılmaya çalışıldığı en önemli araç haline getirilmiştir. Kravatlı erkeklerin, iktidarın talimatıyla mütemadiyen yeniden ürettiği bir şiddet ve faşizm alanıdır artık medya. Medyanın, sosyal ağların; son dönemlerde özellikle IŞİD tarafından kullanılan biçimiyle şu anki ulusal medyanın kullandığı biçim arasında çok bir fark yoktur esasında. Çatışmalarda yaşamlarını yitiren kadınların çıplak bedenlerinin medya aracılığıyla sergilenmesi bunun en açık ve net örneğidir. Son dönem kadına yönelik saldırı politikalarının yaygınlaştırıldığı, normalleştirilmeye çalışıldığı en önemli alandır artık medya. Medyanın bugün yaptığı paralı faşizmdir. Ve faşizmi topluma kabul ettirmenin ince bir yöntemidir.

O FOTOĞRAFLAR DEVLETİN YERE DÜŞMÜŞ MASKESİDİR

Fotoğraflarda her milletvekilini görmemiz mümkün olmayan yere düşmüş, hırpalanmış bir şekilde görülüyorsunuz…

O fotoğraflarda asıl görülen, devletin, erkek egemen zihniyetin yere düşürülmüş maskesidir. Her alanda varlık gösteren, direnen kadın karşısında korkudan nereye saldıracağını bilemeyen iktidara, ataerkiye, erkek-egemen zihniyete, kadın direnişinin indirdiği darbeleri görüyoruz orada. Oradaki fotoğrafların yansıttıkları ideolojik kültürel bir saldırıdır. Kadınların duruşuysa bu saldırıya karşı özgürlüğün, cesaretin, özgür yaşamı inşa etmenin iradesidir. Bu anlamda; öyle görüntülenmekten gurur duyuyoruz. Çünkü bu daha da yükselteceğimiz, büyüteceğimiz bir kadın direnişidir.

Kadın vekil olmak, Kürt kadın vekil olmak, HDP’li vekil olmak devlet şiddeti karşısında sizi nasıl bir konumda hissettiriyor?

Ayrıca Alevi kimliğimle… Bu saldırılar ne kadar güçlü olduğumuzun en net ifadesidir. Kadın özgürlükçü, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan ve özellikle kapitalizmin doğayı, doğal kaynakları ve yaşamı metalaştırmasına karşı duruşumuz ve mücadelemizdir bizi güçlü kılan. Partimizin kadından, emekten, doğadan yana ortaya koyduğu bu program ve barış mücadelesi sonucunda tek başına iktidarların nasıl sonu olduğumuzu gördüler. Savaş dayatmazlarsa yükselen bu toplumsal barış talebinin saltanatlarını yıkacağını biliyorlar.

Ayrıca Kürt kadınlarının katliamlara, soykırımlara ve devlet şiddetine karşı, sokaklarda, zindanlarda, parlamentoda, yerel yönetimlerde ve dağlarda kısaca yaşamın tüm mevzilerinde erkek egemenliğine karşı kesintisiz bir şekilde sürdürdüğü bir kadın direniş geleneği vardır. Gücümüzü buradan alıyoruz ve gücümüzün de farkındayız. Bu da bizi direngen ve ısrarcı bir kadın mücadelesinde iradeli ve kararlı kılıyor. Bütün kimliklerimiz özgürleşene kadar, faşizmin ve baskının biçimi, ne olursa olsun, direnmekten, sokaklarda olmaktan vazgeçmeyeceğiz.

DAYATILAN AĞIR FAŞİZM KARŞISINDA DİRENMEK BİR DEMOKRATİK YÖNETİM BİÇİMİDİR

*Sizler, o gün sokakta direnişin içinde, önünde durarak başka bir vekillik örneği sergilediniz. Bugün için vekillerin alması gereken pozisyon, durması gereken yer neresidir?

Bir milletvekili seçim mitinglerini sokakta yapıyorsa, tabii ki “fiziken de sokakta” direnişe katılır. Halkın kendisinin temsilcisi olarak gördüğü, parlamentoya gönderdiği vekilin sorumluluğu her yerde, her alanda ve her anlamda halkıyla içiçe, doğrudan temas ederek beraber olmaktır. Halkına yapılan saldırı sokaktaysa direnişe sokakta, saldırı parlamentodaysa direnişe parlamentoda, saldırı bir ağaca, bir parkaysa direnişe bir parkta, saldırı bir garda ise direnişe garda katılır. Bizler, demokrasi mücadelemize başlarken de sloganı “Sokak bizim, şehir bizim” olan bir parti olarak yaşadığı kentte, sokaklarda kısacası “yaşamın tüm alanlarında söz sahibi olacağız” sözünü halkımıza verdik. Verdiğimiz sözü tutuyoruz. Başbakan “gelin sözünüzü parlamentoda söyleyin” diyor, Biz sözümüzü sadece parlamentoda değil, halkımızla birlikte alanlardan ve sokaklardan da söylüyoruz.

Demokratik yönetim sokağımızı, kentimizi yönetmektir. Bu anlamda, dayatılan ağır faşizm karşısında direnmek de bizim için bir demokratik yönetim biçimidir. Sadece parlamentoda, kürsüde değil sokaklarda da olacağız tabii ki…

BU UCUZ YÖNTEMLERLE GÖZÜMÜZÜ KORKUTAMAZLAR

Tutuklanan HDP’li vekillerin çoğunluğu kadın. Kürt siyasetçilere yönelik tutuklama tehdidini değerlendirir misiniz?

Bizler zindanlara yabancı değiliz. Kürt kentleri ablukalarında, mitinglerde, cezaevlerinde, gözaltında ve sokaklarda yüzlerce insan yaşamını yitirmiş, baskı ve işkence altındayken, tüm Türkiye toplumu esaret altındayken, bu tarz ucuz yöntemlerle gözümüzü korkutacaklarını, cesaretimizi kıracaklarını ve direnişimizden vazgeçeceğimizi sanıyorlarsa, geçmişte de yanıldıkları gibi yanılıyorlar. Bizim için özgürlük mücadelesinin ve direnişin zamanı, mekanı, koşulları ve sınırları yoktur. Zindanlar sadece bizim direniş gücümüzü, inancımızı ve bilincimizi biler. Tarihimizde bunun örnekleri de çoktur.

BU SORUNUN TARİHSEL VE TOPLUMSAL BOYUTU O TOMA’YLA KARŞINIZA DİKİLİYOR

Biz sizi devlet şiddetine karşı direnişinizle tanıyoruz, peki diğer alanlarda her kadın gibi uğradığınız erkek şiddetine karşı direniş deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Bu şiddeti, en genel anlamda ne şekilde yaşıyorsunuz? 

Örneğin karşınıza dikilen TOMA’da, kolluk gücü karşısında tam olarak bu sorunun tarihsel ve toplumsal boyutuyla karşıya geliyorsunuz ve tam olarak da o noktadan direnişe başlıyorsunuz. Bu bilinç size cesaret, özgürlük ve direnişi yükselten gücü sağlıyor. Bununla; 16 yıllık cezaevi geçmişimde karşıma dikilen gardiyalarda, jandarmalarda, cezaevi saldırılarında tekrar tekrar karşılaştım, karşılaştık. Yaşadığımız gözaltılarda buna yabancı değiliz. Ve her defasında karşımıza dikilen şeyin binlerce yıllık erkek egemen zihniyet olduğunun farkındayız. En genel anlamda ne şekillerde yaşıyorsunuz diye sorduğunuzda en genel hali bu; binlerce yıllık kadını köleleştiren zihniyetin yaşamın her alanında yaşandığını ve tek çözümün bilince çıkarılan kadın gerçekliğiyle direnmek olduğunu söyleyebilirim.

Sistem nasıl ki yanlışların toplamı olarak bize faşizmi dayatıyorsa biz de direnişlerin toplamı olarak özgürlüğün ısrarcısı ve direnişçisi olacağız.

ÖZGÜRLÜĞE EN YAKIN OLDUMUZ NOKTADAYIZ

Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede kadınlara bir çağrınız olur mu?

Eş genel başkanımız Figen Yüksekdağ, DBP eş genel başkanımız Sabahat Tuncel, KJA sözcümüz Ayla Akat Ata, milletvekili ve belediye eş başkanları arkadaşlarımızın rehin alınmasıyla daha da derinleştirilen bu saldırılara karşı cevabımız “direne direne kazanacağız” ve “mutlaka kazanacağız” şiarıdır. Biz bu dönemi özgürlüklere geçiş sürecinde bir kaos ve kriz dönemi olarak görüyoruz. Devlet ve hükümetin saldırılarından da görüldüğü üzere özgürlüğe en yakın olduğumuz bir noktadayız.

Tüm kadınlara çağrımız 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Mücadele Günü’nde, şiddetin her türlüsüne karşı, Kadın Sözünün, Sesinin yükseltilmesi her zamankinden çok daha yakıcı bir şekilde kendisini dayatmaktadır. Bu anlamda, Kadınların söz söylemesi, eylem ve etkinlikte bulunması, sokaklarda kadın direnişlerini yükseltmesi, tarihi sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır. Asla sokaklarda olmaktan, özgürlük arayışımızdan vazgeçmeyeceğiz. Çünkü biz kadınlar, biliyoruz ki özgürlük ve kadın hakikati kazanacaktır.