ABD'de beklenen oldu. Multi-milyarder, dünyanın 156. en zengin kişisi Donald Trump, kurulu düzene öfke duyan yığınları ırkçı söylemleriyle manüple ederek, ABD'nin yeni başkanı oldu. Mali sermayenin, milyarderler sınıfının, burjuva sanatçıların, hatta Cumhuriyetçi Parti'nin belli bir kısmının desteğine rağmen, "statükonun temsilcisi" Hillary Clinton kaybetti. Trump gibi hiçbir devlet deneyimi olmayan, kaba, tacizci, kadın düşmanı, doğa düşmanı, vahşi kapitalizm savunucusu, göçmen düşmanı bir siyasetçinin ABD'nin başına geçmesi dünyada "şok" etkisi yarattı.
Oysa Amerikan sokağının nabzını tutan yayınlar, aylar öncesinden, seçmenin ana motivasyonunun, ekonomik krizin sorumlularını cezalandırmak olacağını bildiriyordu. 2008'de patlak veren ve giderek inişli-çıkışlı bir durgunluğa dönüşen ekonomik kriz, ABD'de orta sınıf ve emekçi kitlelerde büyük bir yıkım yarattı. Obama yönetimi, halkın vergilerinden toplanmış milyonlarca doları "kurtarma paketleriyle", batan şirketlere aktardı. İşsizlik, yoksulluk, sosyal konum kaybı, on milyonlarca Amerikalıyı derinden etkiledi. Nüfusun %1'ini oluşturan "milyarderler sınıfı" ise, kriz koşullarında dahi zenginleşmeyi sürdürdü.
Seçim kampanyası başladığında, aday adayları arasından ikisi, yoksul yığınların bu öfkesini esas alan politikalar vaat ediyordu. Birisi, Demokrat Parti'nin aday adayı Senatör Barnie Sanders, diğeri ise Cumhuriyetçi Parti'nin aday adayı Donald Trump idi. Trump, yoksul yığınların öfkesini göçmenlere, bankalara, Çinlilere, Meksikalılara, Latin Amerikalıara, Müslümanlara yöneltiyordu. Sanders ise, kendisini "demokratik sosyalist" olarak tanımlıyor, "milyarderler sınıfına karşı politik devrim" çağrısı yapıyor, zenginden alıp yoksula vermeyi öngören sosyal demokrat/halkçı bir program öneriyordu. Tıpkı Trump gibi, Sanders'in yükselişi de beklenmedik biçimde oldu. Koyu antikomünist bir ülkede Sanders'in hızla yükselen popülaritesi, yine kriz koşullarını yansıtıyordu. Hillary Clinton ise, bankaların, Wall Street'in, mali oligarşinin temsilcisi olarak ortaya çıktı. Daha o gün, anketler, Trump'ın karşısına Sanders çıkarsa kazanacağını, Clinton çıkarsa muhtemelen kaybedeceğini gösteriyordu. Ne var ki, Demokrat Parti elitleri, mali sermaye ile el ele vererek, "marjinal" Sanders'i tasfiye ettiler. Yerine "makul" Hillary'yi aday yaptılar. Sonuçta tümüyle statükoyu savunma ekseninde bir kampanya yürüten Hillary Clinton, arkasındaki tüm kurumsal desteğe rağmen, Donald Trump'ın demagojik "değişim" sloganı karşısında yenik düştü. Yığınların kızgınlığını oya tahsil edebilen Trump, medya ambargosuna rağmen kazandı.
Trump, sekiz yıldır ağır ekonomik bunalım altında yaşayan, sosyal konumları, hayat standartları gerileyen, işsizlik ve geçici işler sarmalında bunalan, evini-arabasını yitiren Amerikalıları, hayatlarını değiştireceğine inandırdı. "Amerika'yı yeniden büyük yapacak", ekonomik korumacılık getirecek, göçmenleri kovacak, Amerikan şirketlerinin üretimini yeniden ABD'ye taşıyacak, uluslararası ticaret anlaşmalarını iptal edecek ve böylece ortalama ABD'linin hayat standardını yükseltecekti.
Anlaşılan, şimdi, bu multi-milyarder tüccar, ABD'nin bütün uluslararası anlaşmalarını geçersiz sayacak ve herkesle yeniden masaya oturacak. Amerikan tekellerine milyarlarca dolar kazandıran NAFTA'yı bile, azami kör hırsının önünde bir engel sayıyor. ABD'nin yeni CEO'su olarak, tüm dünyaya yeni koşullar dayatmaya hazırlanıyor. Görülen o ki, Türkiye de dahil, yeni sömürge ülkeler, çok daha ağır bir mali-ekonomik soyguna maruz kalacaktır.
Trump, kapitalizmin varoluşsal krizine, ulus-devletçi bir yanıttır. Küreselleşen sermayeyi yeniden tek ülkenin sınırlarına tıkıştırmaya gayret edecek, bu çabasıyla yeni krizler doğuracaktır. İklim değişimi protokollerini yırtarak, atmosferi sera gazıyla dolduracaktır. Obama döneminde getirilen sağlık sigortası vb. sosyal reformları çöpe atacaktır. Amerikan tekellerinin azami kar hırsının kişileşmiş hali olarak Donald Trump, vahşi kapitalist politikalar izleyecektir. Bu politikaların en yakın hedefi, Latin Amerika halkları olacak, en ağır bedeli onlar ödeyecektir.
Trump, Amerikan emperyalizminin Bush dönemi benzeri bir fetihçiliğini temsil etmektedir. Müslüman halklara karşı emperyal ırkçılığın dirilişini, "Medeniyetler çatışması" tezinin dönüşünü göreceğiz. Böylesi İslam düşmanı bir kişilikten medet umar hale düşmüş olmak, Kürt düşmanlığının "Türk tipi" politik islamcıları yuvarladığı bir batak olsa gerektir.
Kapitalizmin yaşadığı varoluşsal kriz, İngiltere (Brexit) ve ABD (Trump'ın seçilmesi) gibi emperyalist ülkeleri içe kapanma eğilimine sürükledi. Bu ülkelerde muhafazakar sağ, göçmen düşmanlığı zemininde, belli bir yükseliş sergiledi. Emperyalist küreselleşme sürecinin getirdiği kurum ve anlaşmaları (AB ve NAFTA) sorguladı, zengin ırkçılığı yönünde reddetti. Peki, ekonomik milliyetçilik, ulus-devletçilik, kapitalizmin krizine çözüm olabilir mi? Sermaye neden bu ülkelerden Çin, Latin Amerika gibi bölgelere kaymıştı? Azami kar, ancak üretimin uluslararasılaşması zemininde sağlanabileceği için. Şimdi bu sermayeyi tekrardan tek ülkeye sığdırmaya çalışmak, imkansızı istemektir. Anakronik bir politikadır.
Diğer yandan, Trump'ın zaferi, sınıf olgusunu unutan solun, kaçınılmaz yenilgisine işaret ederek, bir uyarı ışığı da yakmıştır. Küresel bir faşizme doğru evrilen bu sürecin karşısında, ancak yoksul sınıfların ekonomik kurtuluşunu gündemleştiren, sosyalist bir programla başarı kazanılabilir. Tarihsel ömrünü dolduran ve varlık-yokluk debelenmesini yaşayan kapitalizmin alternatifi, sosyalizmdir.
Al Altınörs