HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bütçesine dair konuşma yaptı.

Tüzel'in konuşması şu şekilde;

"Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli katılımcılar; hepinizi selamlıyorum.

Öncelikle, ülkemizde iş cinayetleri nedeniyle hayatını kaybetmiş olan bütün emekçileri buradan saygıyla anıyorum. Çalışma hayatı yine her zamanki gibi işçi cinayetleriyle gündemde. Gerçekten bugün itibarıyla -burada da tabloda gösterilen- son on iki yılda 14.455 emekçinin ölümü kolay kolay izah edilmese gerek.

Şimdi, 1960 model ocaktan söz ediliyor ama değil 1960'lı yıllar aslında 1800'lü yılların manzaraları bize yaşatılıyor, işte bunlardan en sonuncusu Soma Yırca'da yaşandı, düzen bekçisi rolünü üstlenmiş olanlar acımasızca köylere saldırdı ve sonradan da geciken bir adaletten söz ediliyor.

Şimdi, Sayın Bakan, deminden beri polemik konusu olan 50 kişinin araya girmesi meselesi… Evet, doğrudur ama bu sermaye siyaset tarzıdır, işler bu şekilde dönmektedir ve bu nedenle de işçi cinayetlerinin önüne geçilmemektedir.

Şimdi, şunu iyi biliyoruz ki, bu tür maden ocaklarında çalışanlar tarım alanları yok edildiği için -orada üretimde bulunamayanlar- mecbur yer altına iniyorlar. O zaman, buralarda işsiz güçsüz olan, sosyal güvenliksiz olan insanların İşsizlik Sigortası Fonu'ndan ve sosyal güvenceden yararlandırılması niye düşünülmez? Ama bakıyoruz, İşsizlik Sigorta Fonu da aynı şekilde yağmalanmış, SGK, Sayıştay raporları, ödenmeyen primler ve amacı dışında kullanılan bir fonla karşı karşıyayız.

İş müfettişleri meselesi yine bu cinayetlerle birlikte konuşuluyor. Aslında, bu türden iş kazalarını incelemekle görevli 585 iş müfettişi sayısının yetmeyeceği ortada. Aynı şekilde, İş Sağlığı Kurulunda işçilerin söz ve karar hakkı yok, yine, emek ve meslek örgütlerinin yok, bunları gözetmek gerekiyor. Bakanlığı da sorduk…

Şimdi işçilerin şikâyeti olmasına rağmen, risk taşıyan bir inşaatta zamanında oraya müfettiş gönderilemediği için… "Müfettişler maden incelemesinde." deniyor ama haziranda 2 tane işçi Zorlu Center'da düşerek ölüyor ve bunun karşısında temmuz ayında oraya iş müfettişi gönderiliyor; geciken adalet, önlenemeyen cinayet tablosu.
Şimdi, bütün bunların arkasında taşeron sisteminin olduğu hep konuşuldu ve Soma'nın üzerinden, 301 madencinin üzerinden bu acıyı nasıl gidereceğiz, nasıl önleyeceğiz dendi, torba yasa çıkartıldı ama torba yasada fırsatçılık yapıldı. Taşeron sistemi baştan aşağıya yenilenerek her alana yaygınlaştırıldı ve Soma'da da bütün yapılan iş, ölenlere tazminat ve kalanlarına yardımla onların acısına bir parmak bal çalmak oldu. Geride kalan binlerce işçi aynı şekilde ölümleri ve çalışma hayatında olabilecek kazaları bekler hâlde, şu anda orada hiçbir koşul değişmiş durumda değil.

Bunları önlemenin bir önemli yolu da tabii ki sendikal özgürlükler. Sendikal özgürlükler ne kadar kullandırılıyor, sendika seçme hakkı ne kadar kullandırılıyor? İşte, İstanbul'da büyük, bir dünya devi durumunda Türkiye zengini Ülker Gıda'nın, yani bugün iktidara da yakınlığıyla bilinen bir sermaye grubunun sendika değiştiren 8 tane işçiye yaptığı muamele de ortada. DİSK'e bağlı bir sendikayı seçtikleri için verimsizlik gerekçe gösterilerek bu işçiler kapıya konuluyor. Siyaset nerede, denetim nerede, bütün bunlara neden göz yumuluyor? O işçiler on iki saat çalışıyor, klimalı ortamda hepsi zatürre olmuş durumda ve kilolarca şeker, kakao çuvallarını taşıdıkları için hepsi iskelet hastalıklarına mahkûm.

Şimdi, burada Sayın Bakana ha bire muhalefetten arkadaşlarımız istifayı hatırlatıyorlar. Ben başka bir şey söyleyeceğim, aslında istifa talep etmek bütün bu koşulları yaratan ortamdan bir kurtuluş olur. Sayın Bakan oradaki patronları, sermayedarları suçlayarak zaman zaman diyor ki: "Bütün bunlar onların kâr hırsı nedeniyle oluyor." Kâr hırsı meselesi burada aslında buz dağının bir yüzü. Bu, aslında, kapitalist sermaye grubunu bir ölçüde aklamak oluyor. Siyasetin sorumluluğunu örtmeyelim ama bir de derebeyliği aratmayan bir ilkel vahşi kapitalist sistem var. Yani Avrupa'yla kıyaslandığında bu ölümler niye Avrupa'da olmuyor diye haklı olarak soruluyor.

Şimdi, ben Bakana şunu hatırlatmak istiyorum: Gitti, inceledi, Torunlar İnşaat'ta 10 işçi 32'nci kattan düştü öldü…
ve orada asansör -çivisi çıkmış- çalışmadığı için Aziz Torun o asansöre binmedi ama iddianame dışı, yargılama dışı bırakıldı. Bakanlık bu davaya müdahil olacak mı? Eğer gerçekten bu işlere seyirci kalınmak istenmiyorsa iş cinayetlerinin yargılandığı, soruşturulduğu davalara Çalışma Bakanlığı müdahil olsun ve hakkını korusun.
İŞKUR raporlarında bir sürü açıklanamayan kayıtları var ve bunlarla ilgili Van'da deprem sonrası biliyorsunuz toplum yararına çalışma hizmetindeki işçiler… 7 bini aşkın işçinin iş akitleri feshedildi, Ankara'ya geldiler, bunların durumu ne oldu sormak istiyorum.
Bütün belediyelerde –eski, yeni, istisnasız- taşeron işçilerinin sözleşmeleri yenilendiğinde hepsi işten çıkartılıyor ve düşük ücretlerle çalışmaya zorlanıyorlar, buna açıklık getirmek gerekiyor.

Ücretlerde maaşlarda iyileştirmeden söz ediliyor bütün bir bütçe programında. Asgari ücretin hâli ortada, emeklilerin maaşı ortada, üstüne üstlük aç kalan emekliler ikinci işte çalıştıklarında prim ödemek zorunda kalıyorlar, bunlara açıklama getirmek gerekiyor.
Suriyeli mülteci işçilerin çalışma hakkına kavuşması için neler yapılması düşünülüyor, bunlar da izah edilmesi gerekiyor.

Kamuoyunda bütçe ve maliye ilişkisinde çokça konuşuldu, ak saraya harcanan 1,5 milyar lira. Tabii ister istemez Çalışma Bakanlığının bütçesini biz de soruyoruz ve haklı olarak Türkiye'de 3 tane meslek hastalığı hastanesi… Kaç tane okul yapılır, kaç tane sağlık birimi yapılır bunlar sıralanıp duruyor ama ben de kaç tane meslek hastalığı hastanesi yapılabilirdi bu parayla ve Bakanlık bunun peşinde olacak mı diye sormak istiyorum.
Çalışma Bakanlığının bütçesinin işçi ve emekçilerin daha iyi yaşayabileceği hayat ve çalışma koşullarına kavuşmasını diliyorum, teşekkür ediyorum.

13.11.2014