İstanbul Milletvekilimiz Levent Tüzel, TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmekte olan iç güvenlik paketine dair konuştu.

Tüzel'in konuşmaları şu şekilde:

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi selamlıyorum. İyi geceler diliyorum.

Öncelikle değerli milletvekilleri, bugün görüşmelere başladığımızda üzücü bir haber aldık. Malatya Erhaç'ta 2 F-4 yani halkımızın bildiği deyimle Phantom savaş uçağı düştü ve 4 pilot şehit oldu. Biz yine üzüntülerimizi ifade ettik ama esas sorgulamamız gereken, herhâlde, silahlı kuvvetlerin yönetimi, Millî Savunma Bakanlığı ve Hükûmet. Zamanı dolmuş, teknolojisi eskimiş, birçok ülkenin, Amerika'nın, Almanya'nın kullanmaktan artık geri bıraktığı, enkaza dönüştürdüğü uçakları biz pilotların ölümü pahasına kullanmaya devam ediyoruz yani çarpıştı mı, nasıl düştü açıklamasını çok kurcalamaya gerek yok herhâlde. Bu konuda Hükûmetin ve Bakanlığın bir hesap vermesi gerektiğini düşünüyorum.

Diğer şey değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, bu sabah saat dokuza doğru Genel Kurul kapandı. Neyse ki bu akşam herhâlde bu bölüm görüşmelerinden sonra Genel Kurul kapanacak. Ama ister istemez hepimizin aklına herhâlde şu soru geliyor: Ülkenin milletvekillerine, halkın temsilcilerine bu şekilde zulmeden bir iktidar kafası, bu "iç güvenlik" adını verdiği yasayla vatandaşa neler yapmaz ki, sokakta zaten neler de yapılmıyor ki. Bunu çok iyi biliyoruz. İşte, bugün Özgecan kızımızın öldürülmesini protesto eden kadınlara bir kez daha polis müdahalesi oldu. Sokaklar şiddetten geçilmiyor ama bu şiddetin kaynağında, "Kamu düzenini sağlayacağız." diyen, "Sokaklardaki gösteriler vatandaşın can ve mal güvenliğini tehdit ediyor, bunu önlemek için bu yasayı getiriyoruz." diyen bu iktidar aslında şiddeti doğuruyor, şiddet buradan neşet ediyor. Ondan sonra da AKP'nin Grup Başkan Vekili diyor ki: "Eğer biz bu yasayı zamanında çıkarmış olsaydık o Kobani olaylarında 50 tane yurttaşımız ölmezdi." Aslında hakikaten utanmadan sıkılmadan bu laflar ediliyor. 50 tane yurttaşın ölümünün arkasında -biz araştırılsın dedik- bu ölümün arkasında yine devletin manipülatif ve bu şekilde sokaklarda... İnsanlar orada "Kobane'yle dayanışalım, Kobane ölmesin, Kobane düşmesin. IŞİD katliamına seyirci kalmayalım." diye sokaklara çıktığında devlet terörüyle, provokasyonlarıyla, manipülasyonuyla 50 yurttaş hayatını kaybetti. Yine, o yurttaşların can güvenliğini ortadan kaldıran, bu iktidar zihniyetiydi. Şimdi bu yasayla bunları çok daha iyi görüyoruz.

Hatırlarsınız, AKP iktidarı ilk Hükûmet olduğunda dönemin Başbakanı meydanlarda miting yaparken ne diyordu? Göğsünü gere gere "Biz olağanüstü hâli kaldırdık, bu ülkeye demokrasiyi getirdik." diyordu. Peki, ne oldu on üç yıl sonra? Ne oldu? Niye olağanüstü hâl uygulamaları yeniden geri getiriliyor? Öyle ya polise, kaymakama, valiye, bakana sokaktaki yurttaşın demokratik eylemini yasaklama, engelleme, engelleyemiyorsa yok etme yetkisi veren; yürütmeye açık yargı yetkisi veren; durdurma, arama, dinleme, önleme, ifade alma; sokaktaki polise bütün bu yargı yetkilerini veren... Bunun adı çok açık ki bir olağanüstü hâl rejimidir, sıkıyönetim rejimidir.

Şimdi, yasayı değerlendiren arkadaşlarımız çoğunlukla bir polis rejimi falan diyor, polis devleti diyor ama zaten sokakta bir polis devleti uygulaması var. Sokakta, yaptığı her suçun, her insan hakları ihlalinin hesabını vermeyen, "Benim memurum, ben onu korurum, destan yazdılar." deyip devlet koruması altında olan bir polis var zaten cezasızlıkla korunan. Ama bu yasayla ne getiriliyor? "Aferin evladım, sen daha çok devam et. Yeter ki vatandaşın can güvenliği değil, benim düzenimi, benim iktidarımı koru. Ne gerekiyorsa ben yapacağım, arkandayım." diyen bir yasa düzenlemesi söz konusu. Değerli milletvekilleri, çok açık, bu kamu güvenliği falan değil, bu kara düzenin güvenliği getiren bir şey.

Yani, şimdi, tabii, "Verin oyları, 400 vekil çıkartayım, başkanlık rejimini getireyim." diyen bir iktidar, "Her şeyi sorgusuz sualsiz, hesapsız kitapsız, sınırsız yapayım. İstediğimi atayayım, istediğimi alayım, istediğimi asayım, istediğimi keseyim." diyen bir iktidar... Bu iktidar neyle yürür? Bu iktidar polis gücüyle yürür, zor gücüyle yürür, despotizmle yürür. Alın işte size bunun yasası

Şimdi, bunu en iyi görmesi gereken herhâlde grevleri yasaklanan metal işçileridir. Metal işçileri grev yasağı kalksın diye dava açtıklarında bakın, Hükûmetin, Bakanlar Kurulunun savunmasına: "Bizim TOMA'lara ihtiyacımız var, bu TOMA'lar yapılıyor yani millî güvenlikle ilgili." Bu TOMA'lar ne yapıyor? Sokakta su sıkıyor, basınçlı su sıkıyor üniversite gençlerine, işçilere, çevrecilere, kadınlara, Gezicilere, Kobani'de dayanışma içerisinde olanlara. Ama TOMA'nın basınçlı suyu yetmemiş ki bir ara -biliyorsunuz, o, Taksim'deki fotoğraflar var- TOMA'nın basınçlı suyuna bir bidonla zehirli bir şeyler akıtılıyor, o kimyasal konuyor. Şimdi işte bu kimyasal koymanın da yolu açılıyor, yasal bir kılıfa kavuşuyor.

Değerli milletvekilleri, dünya bu gaz bombalarının yol açtığı felaketleri ve insanlık suçlarını konuşup yasaklanmasını öneriyor -sağlık örgütleri ve bizim Türk Tabipleri Birliği- ama siz, gaz bombası yetmiyor, gaz bombaları alınıyor, bir de buna kimyasal karıştırılmış basınçlı su katıyorsunuz.

Polise çok açık vur yetkisi veriyorsunuz. Polis zaten vuruyordu "Taş mı attın, bilye mi kullandın, sapan mı taşıdın, yüzünü mü örttün, poşu mu bağladın, sen suçlusun, sen hem vurulmayı hak ettin hem de üç yıl, beş yıl cezaya çarptırılmaya hak ettin." deniyor. Birinci bölüm daha çok bunlara dair. Şimdi görüşeceğimiz ikinci bölümde bunu yapacak bir polis teşkilatının nasıl organize edileceği, yeniden organize edileceği, yani biraz önce de söylendiği gibi polis teşkilatında bir kadrolaşmayı, Hükûmet, kendi güvenliğini sağlayacak bir polis uygulamasını sağlıyor.

Şimdi, bütün bunların neydi gerekçesi? "Kobane olmasın, bir daha 6-8 Ekim Kobane olayları olmasın, vatandaşımız ölmesin." Neydi insanları sokaklara çıkartan? Cumhurbaşkanın söylediği "Düştü, düşecek." konuşması. Ama iki gündür konuştuğumuz, Süleyman Şah Türbesi'nin geri taşınması meselesi. Muhalefetten birçok milletvekili arkadaşımız hesaplaşmayı buradan yapıyor. Yine, Kürtlere saldırılıyor, Kobane'de IŞİD'e karşı, katliamcılara karşı direnen, onurluca savaş veren Kürtlerin hakkı teslim edilmiyor "PKK şöyle, PKK böyle." diye saldırılıyor. Şimdi, altı aydır orada mahsur kalan askerler var mı, var; "Orası vatan toprağı." denilip durulmadı mı, duruldu ama dış politikadaki hatalar, yanlışlar, IŞİD'i gizli kapaklı destekleme, sonuç itibarıyla, oradaki Süleyman Şah Türbesi'ni ve karakolu güvencesiz hâle getirmiştir, güvenliksiz hâle getirmiştir ve Hükûmet orayı nakletmek zorunda kalmıştır. Ama işin garibi, bunu büyük bir kahramanlık edasıyla, çarşaf çarşaf böyle destansı haberlerle yapıyor. Niye? Bu iç güvenlik yasasının üzerini örtmek. Niye? Hüsrana uğramış dış politikasını sanki muzaffer olmuş, büyük bir zafer kazanmış edayla göstermek. Büyük bir zavallılık. Başbakan da oradan halkı tehdit ediyor, "Küstahlık yapıyorsunuz, küstahlık." diyor. Neresi küstahlık? Yanlışların eleştirilince, hata yapmanın cezası bu şekilde gösterilince bunda küstahlık yok. Bunda, aslında, sen orada Kobane üzerinden kendi askerlerini kurtarma operasyonu yapıyorsan bir hakkı teslim edeceksin. Milliyetçilik, ırkçılık, düşmanlık yapmayacaksın. Halkların dostluk içerisinde, barış içerisinde yaşamanın ve çeteci güçlerden nasıl kurtulacağının derslerini çıkartması gerekir.

Değerli milletvekilleri, burada grup başkan vekili "Kim ki bu yasaya karşı çıkıyor, suç işleme eğilimindedir." dedi, hepimiz ayağa kalktık. Biz de diyoruz ki: Bu yasayı çıkartmak isteyenler aslında suçu ve suçluyu ha bire toplumda örgütlemektedir. Bu çok açık.

Bakın, sizin bir dindar gençlik yetiştirme projeniz var, dinine bağlı, ecdadına bağlı, işte, o gençler şimdi nasıl yetişiyor?

"Mini etekli kızları engelleyin, taciz edin." diyen kadın müdür muavinleri bu ülkede atanıyor. İşte, o çocuklar, o gençler, o akılla yetişen gençler yarın katil de olur tecavüzcü de olur, bunu görün, bu sevdadan vazgeçin diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

***,

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi selamlıyorum.

Görüşülmekte olan iç güvenlik paketinin bu maddesi uyuşturucuyla ilgili verilecek cezalarda bir ağırlaştırma hükmünü taşıyor. Biraz önce grup başkan vekilimizin de söylediği gibi, aslında bu paketteki uyuşturucuyla ilgili düzenlemelere bir itirazımız olmasa gerek. Bu yönde olumlu bir destek vereceğimizi söyledik. Ancak paketin Türkiye'deki tartışılan boyutuyla bir bütün olarak insan hak ve özgürlüklerine karşı saldıran bir tutumu nedeniyle bu madde için de bir Anayasa'ya aykırılık önergesi vermiş durumdayız.

Değerli milletvekilleri, getirilen bu paketi aslında AKP iktidarının "yeni Türkiye", "ileri demokrasi" adı altında söylemlerle, hatta Sayın İçişleri Bakanının bunu bir özgürlükler reformu olarak ilan etmesi karşısında, aslında tarihin tekerini âdeta geriye döndürmek isteyen büyük bir geri sıçrama olarak da nitelendirmek mümkün.

Türkiye'de polisin yetkisi az mıydı? Polis sokaklarda gerektiği kadar suçu önleyici yetkiyi kullanmaktan geri mi kalıyordu da bu düzenlemeler getirildi? Böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Aslında, sokaklardaki kamu görevlilerinin, başta kolluk olmak üzere, devlet adına yetki kullananların işledikleri suçlar, orantısızlık, keyfîlik, hukuk dışılık, hepsinin cezasızlıkla yanıtlandığını biliyoruz. O nedenle, burada bir ileriye doğru gitmekten söz etmek mümkün değil.

Hemen aklımıza tabii, Antep'teki görüntüler geliyor. Antep'te esnaf hakkı için alana çıktığında bir amirin, polis memurunun ensesinden tutup "Sık ulan, sık!" dediği, kameralara yansıyan görüntüyü hepimiz gördük. Oradaki esnafın ne elinde molotof vardı ne de kafaları, üstleri sarılıydı ne de yasadışı bir üniforma giyiyorlardı. Aslında, bu yasayla birlikte getirilmek istenen çok açık ki sokaklardaki polis şiddetine, keyfîliğe bir yasal meşruiyet kazandırmak. Ama bu arka planda olup işte, böyle uyuşturucu maddeleriyle, nüfus düzenlemeleri, kimlik düzenlemeleri gibi toplumsal meşruiyet taşıyan birtakım düzenlemelerle, makyaj maddelerle bu paket benimsetilmek isteniyor. Oysaki bu gerekçeler gerçekten kabul edilebilir değil.

Bütün Türkiye, demokrasi isteyen, toplumsal barış isteyen, çözüm isteyen, insan hakları isteyen herkes bu yasaya muhalif olduğu için, şimdi, en tepeden talimat yoluyla Meclis de kıskaca alınarak bu saatlerde, sabaha kadar, gergin bir ortamda, gerginlik ne kelime, âdeta sokaktaki şiddetin, baskının buraya yansıtılmış hâliyle milletvekillerine, kadın milletvekillerine saldırarak milletvekillerinin yaralanması pahasına bu yasa geçirilmek isteniyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil değerli milletvekilleri.

Bir defa, hukuksuzluk ve darbeci mantık, bu keyfiyet, bu hukuksuzluk buradaki Meclis yönetiminden başlıyor. Şimdi, sokaklarda hırsızlık, yolsuzluk, tecavüz, katil, bütün bunlar varsa bunların nedenlerini nerede aramak gerekiyor? O suçu işleyenlerde, o bıçağı çekenlerde, o tetiği kullananlarda değil, onlara bu fikri aşılayan bu yönetim aygıtını, bu devlet anlayışını, bu iktidar politikasını sorgulamamız gerekiyor. Katil, tecavüzcü ve şiddet üreten bir iktidara sahibiz.

Değerli milletvekilleri, "Polis yetkileri kısıtlansın." derken yeniden daha artıran, polisinden amirine, kaymakamından valisine bütün yürütmeyi yargı yetkisiyle donatan, arama, tutuklama, gözaltına alma, süreleri uzatma, bunlar kabul edilebilir şeyler değildir. 12 Eylül rejiminden, Kenan Evren'den şikâyet edenler bugün aynı rejimin yasalarına sahip olmak istiyor. Nerede, hani ileri demokrasi? Neden buna ihtiyaç duyuluyor, bütün Türkiye korkuya, endişeye, işkenceye alınmak isteniyor? Çünkü normal bir şekilde yönetme gücünü kaybetmiş durumda AKP iktidarı olağanüstü yetkiler elde etmek istiyor özellikle seçimlere gittiğimiz bu dönemde. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bu yasa bütün maddeleriyle geri çekilmeli, Komisyonda yeniden görüşülmeli, muhalefet partilerinin önerileri, eleştirileri dikkate alınarak toplumdaki bütün bu infial hâli, itiraz dikkate alınarak toplumsal bir uzlaşma ve barış ortamında bu yasa yeniden ele alınmalı diyorum.

Teşekkür ediyorum.

***

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi selamlıyorum. İyi geceler diliyorum.

Öncelikle değerli milletvekilleri, bugün görüşmelere başladığımızda üzücü bir haber aldık. Malatya Erhaç'ta 2 F-4 yani halkımızın bildiği deyimle Phantom savaş uçağı düştü ve 4 pilot şehit oldu. Biz yine üzüntülerimizi ifade ettik ama esas sorgulamamız gereken, herhâlde, silahlı kuvvetlerin yönetimi, Millî Savunma Bakanlığı ve Hükûmet. Zamanı dolmuş, teknolojisi eskimiş, birçok ülkenin, Amerika'nın, Almanya'nın kullanmaktan artık geri bıraktığı, enkaza dönüştürdüğü uçakları biz pilotların ölümü pahasına kullanmaya devam ediyoruz yani çarpıştı mı, nasıl düştü açıklamasını çok kurcalamaya gerek yok herhâlde. Bu konuda Hükûmetin ve Bakanlığın bir hesap vermesi gerektiğini düşünüyorum.

Diğer şey değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, bu sabah saat dokuza doğru Genel Kurul kapandı. Neyse ki bu akşam herhâlde bu bölüm görüşmelerinden sonra Genel Kurul kapanacak. Ama ister istemez hepimizin aklına herhâlde şu soru geliyor: Ülkenin milletvekillerine, halkın temsilcilerine bu şekilde zulmeden bir iktidar kafası, bu "iç güvenlik" adını verdiği yasayla vatandaşa neler yapmaz ki, sokakta zaten neler de yapılmıyor ki. Bunu çok iyi biliyoruz. İşte, bugün Özgecan kızımızın öldürülmesini protesto eden kadınlara bir kez daha polis müdahalesi oldu. Sokaklar şiddetten geçilmiyor ama bu şiddetin kaynağında, "Kamu düzenini sağlayacağız." diyen, "Sokaklardaki gösteriler vatandaşın can ve mal güvenliğini tehdit ediyor, bunu önlemek için bu yasayı getiriyoruz." diyen bu iktidar aslında şiddeti doğuruyor, şiddet buradan neşet ediyor. Ondan sonra da AKP'nin Grup Başkan Vekili diyor ki: "Eğer biz bu yasayı zamanında çıkarmış olsaydık o Kobani olaylarında 50 tane yurttaşımız ölmezdi." Aslında hakikaten utanmadan sıkılmadan bu laflar ediliyor. 50 tane yurttaşın ölümünün arkasında -biz araştırılsın dedik- bu ölümün arkasında yine devletin manipülatif ve bu şekilde sokaklarda... İnsanlar orada "Kobane'yle dayanışalım, Kobane ölmesin, Kobane düşmesin. IŞİD katliamına seyirci kalmayalım." diye sokaklara çıktığında devlet terörüyle, provokasyonlarıyla, manipülasyonuyla 50 yurttaş hayatını kaybetti. Yine, o yurttaşların can güvenliğini ortadan kaldıran, bu iktidar zihniyetiydi. Şimdi bu yasayla bunları çok daha iyi görüyoruz.

Hatırlarsınız, AKP iktidarı ilk Hükûmet olduğunda dönemin Başbakanı meydanlarda miting yaparken ne diyordu? Göğsünü gere gere "Biz olağanüstü hâli kaldırdık, bu ülkeye demokrasiyi getirdik." diyordu. Peki, ne oldu on üç yıl sonra? Ne oldu? Niye olağanüstü hâl uygulamaları yeniden geri getiriliyor? Öyle ya polise, kaymakama, valiye, bakana sokaktaki yurttaşın demokratik eylemini yasaklama, engelleme, engelleyemiyorsa yok etme yetkisi veren; yürütmeye açık yargı yetkisi veren; durdurma, arama, dinleme, önleme, ifade alma; sokaktaki polise bütün bu yargı yetkilerini veren... Bunun adı çok açık ki bir olağanüstü hâl rejimidir, sıkıyönetim rejimidir.

Şimdi, yasayı değerlendiren arkadaşlarımız çoğunlukla bir polis rejimi falan diyor, polis devleti diyor ama zaten sokakta bir polis devleti uygulaması var. Sokakta, yaptığı her suçun, her insan hakları ihlalinin hesabını vermeyen, "Benim memurum, ben onu korurum, destan yazdılar." deyip devlet koruması altında olan bir polis var zaten cezasızlıkla korunan. Ama bu yasayla ne getiriliyor? "Aferin evladım, sen daha çok devam et. Yeter ki vatandaşın can güvenliği değil, benim düzenimi, benim iktidarımı koru. Ne gerekiyorsa ben yapacağım, arkandayım." diyen bir yasa düzenlemesi söz konusu. Değerli milletvekilleri, çok açık, bu kamu güvenliği falan değil, bu kara düzenin güvenliği getiren bir şey.

Yani, şimdi, tabii, "Verin oyları, 400 vekil çıkartayım, başkanlık rejimini getireyim." diyen bir iktidar, "Her şeyi sorgusuz sualsiz, hesapsız kitapsız, sınırsız yapayım. İstediğimi atayayım, istediğimi alayım, istediğimi asayım, istediğimi keseyim." diyen bir iktidar... Bu iktidar neyle yürür? Bu iktidar polis gücüyle yürür, zor gücüyle yürür, despotizmle yürür. Alın işte size bunun yasası

Şimdi, bunu en iyi görmesi gereken herhâlde grevleri yasaklanan metal işçileridir. Metal işçileri grev yasağı kalksın diye dava açtıklarında bakın, Hükûmetin, Bakanlar Kurulunun savunmasına: "Bizim TOMA'lara ihtiyacımız var, bu TOMA'lar yapılıyor yani millî güvenlikle ilgili." Bu TOMA'lar ne yapıyor? Sokakta su sıkıyor, basınçlı su sıkıyor üniversite gençlerine, işçilere, çevrecilere, kadınlara, Gezicilere, Kobani'de dayanışma içerisinde olanlara. Ama TOMA'nın basınçlı suyu yetmemiş ki bir ara -biliyorsunuz, o, Taksim'deki fotoğraflar var- TOMA'nın basınçlı suyuna bir bidonla zehirli bir şeyler akıtılıyor, o kimyasal konuyor. Şimdi işte bu kimyasal koymanın da yolu açılıyor, yasal bir kılıfa kavuşuyor.

Değerli milletvekilleri, dünya bu gaz bombalarının yol açtığı felaketleri ve insanlık suçlarını konuşup yasaklanmasını öneriyor -sağlık örgütleri ve bizim Türk Tabipleri Birliği- ama siz, gaz bombası yetmiyor, gaz bombaları alınıyor, bir de buna kimyasal karıştırılmış basınçlı su katıyorsunuz.

Polise çok açık vur yetkisi veriyorsunuz. Polis zaten vuruyordu "Taş mı attın, bilye mi kullandın, sapan mı taşıdın, yüzünü mü örttün, poşu mu bağladın, sen suçlusun, sen hem vurulmayı hak ettin hem de üç yıl, beş yıl cezaya çarptırılmaya hak ettin." deniyor. Birinci bölüm daha çok bunlara dair. Şimdi görüşeceğimiz ikinci bölümde bunu yapacak bir polis teşkilatının nasıl organize edileceği, yeniden organize edileceği, yani biraz önce de söylendiği gibi polis teşkilatında bir kadrolaşmayı, Hükûmet, kendi güvenliğini sağlayacak bir polis uygulamasını sağlıyor.

Şimdi, bütün bunların neydi gerekçesi? "Kobane olmasın, bir daha 6-8 Ekim Kobane olayları olmasın, vatandaşımız ölmesin." Neydi insanları sokaklara çıkartan? Cumhurbaşkanın söylediği "Düştü, düşecek." konuşması. Ama iki gündür konuştuğumuz, Süleyman Şah Türbesi'nin geri taşınması meselesi. Muhalefetten birçok milletvekili arkadaşımız hesaplaşmayı buradan yapıyor. Yine, Kürtlere saldırılıyor, Kobane'de IŞİD'e karşı, katliamcılara karşı direnen, onurluca savaş veren Kürtlerin hakkı teslim edilmiyor "PKK şöyle, PKK böyle." diye saldırılıyor. Şimdi, altı aydır orada mahsur kalan askerler var mı, var; "Orası vatan toprağı." denilip durulmadı mı, duruldu ama dış politikadaki hatalar, yanlışlar, IŞİD'i gizli kapaklı destekleme, sonuç itibarıyla, oradaki Süleyman Şah Türbesi'ni ve karakolu güvencesiz hâle getirmiştir, güvenliksiz hâle getirmiştir ve Hükûmet orayı nakletmek zorunda kalmıştır. Ama işin garibi, bunu büyük bir kahramanlık edasıyla, çarşaf çarşaf böyle destansı haberlerle yapıyor. Niye? Bu iç güvenlik yasasının üzerini örtmek. Niye? Hüsrana uğramış dış politikasını sanki muzaffer olmuş, büyük bir zafer kazanmış edayla göstermek. Büyük bir zavallılık. Başbakan da oradan halkı tehdit ediyor, "Küstahlık yapıyorsunuz, küstahlık." diyor. Neresi küstahlık? Yanlışların eleştirilince, hata yapmanın cezası bu şekilde gösterilince bunda küstahlık yok. Bunda, aslında, sen orada Kobane üzerinden kendi askerlerini kurtarma operasyonu yapıyorsan bir hakkı teslim edeceksin. Milliyetçilik, ırkçılık, düşmanlık yapmayacaksın. Halkların dostluk içerisinde, barış içerisinde yaşamanın ve çeteci güçlerden nasıl kurtulacağının derslerini çıkartması gerekir.

Değerli milletvekilleri, burada grup başkan vekili "Kim ki bu yasaya karşı çıkıyor, suç işleme eğilimindedir." dedi, hepimiz ayağa kalktık. Biz de diyoruz ki: Bu yasayı çıkartmak isteyenler aslında suçu ve suçluyu ha bire toplumda örgütlemektedir. Bu çok açık.

Bakın, sizin bir dindar gençlik yetiştirme projeniz var, dinine bağlı, ecdadına bağlı, işte, o gençler şimdi nasıl yetişiyor?

"Mini etekli kızları engelleyin, taciz edin." diyen kadın müdür muavinleri bu ülkede atanıyor. İşte, o çocuklar, o gençler, o akılla yetişen gençler yarın katil de olur tecavüzcü de olur, bunu görün, bu sevdadan vazgeçin diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

26.02.2015