Ümit Dede: 100. gününe giren açlık grevi bir onuru savunma direnişidir

Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız Ümit Dede, Genel Merkezimizde basın toplantısı yaparak bugün 100’üncü gününe giren açlık grevlerini ve cezaevlerindeki hak ihlallerini değerlendirdi. Dede, şunları söyledi: 

27 Kasım’da başlayan süresiz dönüşümlü açlık grevi eylemi, 107 cezaevinde binlerce mahpusun katılımıyla 100. güne ulaştı. Türkiye cezaevleri özellikle politik mahpuslar açısından Cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne kadar, en yoğun hak ihlallerinin yaşandığı alanlar oldu. Son yıllarda, özellikle de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL süreciyle birlikte, mahpuslar darbe dönemlerini hatırlatan uygulamalara maruz bırakıldılar.

Pandemi tedbirleri adı altında yaşatılan hak ihlalleri

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve 2020 yılının Mart ayında ülkemizde görülmeye başlayan koronavirüs salgını ile birlikte, pandemi tedbirleri adı altında, politik mahpuslar açısından cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri katlanarak artmış ve zaten ağır olan cezaevi koşulları çok daha ağırlaştırılmıştır. Bir yılı aşkın süredir yürürlükte olan pandemi tedbirleri (!) ile;

-Politik mahpusların, tüm kültürel, sportif ve sosyal hakları ellerinden alınmış ve neredeyse koğuşlarının dışına çıkamaz duruma getirilmişlerdir.

-Havalandırma ve gün ışığından faydalanma süreleri arttırılması gerekirken aksine kısaltılmıştır.

-Kapalı cezaevlerinin yemek ihtiyacını karşılayan açık cezaevlerindeki mahpusların izinli sayılarak tahliye edilmeleri neticesinde, yemeklerin hem kalitesi düşmüş hem de miktarı azaltılmıştır.

-Sağlık hizmetine erişim hakkı ise kelepçeli muayene dayatması, görevli personel tarafından hakarete uğrama ve 14 gün süren karantina adı altında tek başına tecritte tutma uygulamaları sebebiyle, mahpuslar tarafından kullanılamaz hale gelmiştir. 

-Birçok cezaevinde mahpusların sıcak suya erişimi kısıtlanmış, hijyen malzemeleri ücretsiz olarak dağıtılmamıştır. 

-Aile görüşleri bir dönem tümden iptal edilmiş, sonrasında bir kişiyle sınırlı olmak kaydıyla kapalı görüş şeklinde gerçekleştirilmiştir. Bir yılı aşkın süredir açık görüş hakkından mahrum bırakılmış olan mahpuslar, ailelerinden tek bir kişiye dahi dokunmamışlardır.

-Pandemi tedbirleri adı altında tüm sosyal, kültürel, sportif ve sosyal hakları ellerinden alınan ve aileleri ile görüştürülmeyen mahpuslar, pandemi döneminde onlarca jandarma eşliğinde sürgün edilmeye devam edilmiştir. Bu sürgünlerle de uzun zamandır uygulanmakta olan politik mahpusları ailelerinden uzak cezaevlerinde tutma ve böylece ailelerinin görüşe gitmelerini kısıtlama ve hatta engellemeye dönük uygulama devam ettirilmiştir.

-Sosyal ve sportif etkinlikleri yasaklanarak birbirleriyle iletişimlerine izin verilmeyen mahpusların, odalarına onlarca gardiyanla baskın biçiminde gerçekleştirilen arama adı altındaki tacizler devam etmiştir.

-Bazı cezaevlerinde mahpuslar koğuştan dışarı çıkarılarak kendilerine kalabalık gardiyan grubu önünde askeri nizamda sayım verme dayatılmış, bu onur kırıcı muameleyi kabul etmeyen mahpuslar gardiyanlar tarafından işkenceye maruz bırakılmıştır.

-Pandemi ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, tüm politik mahpusların dış dünyadan sınırlı da olsa haberdar olabildikleri radyolarına el konulmuştur.

-Hapishanelere tutuklama, sürgün, duruşmaya katılma, hastaneye gitme sebepleri ile giriş yapan mahpuslar, 14 gün süreyle karantina adı altında tek başlarına sağlıksız koşullarda tecrit altında tutulmaktadır. 

İnfaz Yasasındaki ayrımcı değişikliklerle mağduriyetler katlanarak arttı 

Pandemi döneminde akıl almaz kısıtlamalara ve hak ihlallerine maruz kalan politik mahpusların, bu dönemde İnfaz Yasasında yapılan bir kısım değişiklikler ve çıkarılan İnfaz Yönetmeliğindeki düzenlemeler ile yaşadıkları mağduriyetler katlanarak artmıştır. İnfaz Yasasında yapılan ayrımcı değişiklikler ve yine bu dönemde çıkarılan yönetmelikle;

-Başta çete liderleri ve üyeleri olmak üzere, kişilere ve topluma karşı suç işleyen mahpuslar infaz süreleri kısaltılıp denetimli serbestlikten faydalanma süreleri arttırılarak tahliye edilirken; Anayasanın eşitlik ilkesine ve ayrımcılık yasağına aykırı olarak hasta ve yaşlı mahpuslar ile çocuklu anneler dahil, politik mahpuslar bu düzenlemelerin kapsamı dışında bırakılmış ve hapishanelerde ölüme terk edilmiştir. 

-Muhalif gazetelerin ve dergilerin cezaevine girişi engellenmiş, kitaplar üzerindeki sansür artırılmış ve sayıları azaltılmıştır.

-Mahpusların televizyonlarda iktidar yanlısı kanallar dışında kanal izlemelerine imkan verilmemiştir.

-İnfaz Yönetmeliğinde ayrıntılı olarak düzenlenen çıplak arama, yoğun bir şekilde uygulanmaya devam edilmiştir.

-Askeri sayım, kelepçeli muayene, çıplak arama gibi insan onuruyla bağdaşmayan uygulamaları kabul etmeyen mahpuslar darp edilmiş ve hücre cezası, iletişim yasağı, görüş yasağı gibi hukuka aykırı keyfi disiplin cezalarına çarptırılmıştır. Böylece zaten sınırlı olan iletişim imkanı ve sosyalleşme olanakları tamamen ortadan kaldırılmıştır.

-Siyasi iktidarın, emir ve talimatıyla hareket eden devlet memurlarından oluşan idare ve gözlem heyetleri, İnfaz Yasasında yapılan değişikliklerle sınırsız yetkilerle donatılmıştır. Bu heyetler; politik mahpusların insan onuruna aykırı uygulamaları kabul etmedikleri, siyasi iktidara muhalif oldukları için “iyi halli” olmadıklarına karar vererek, mahpusların denetimli serbestlik ve şartlı tahliye haklarından yararlanmalarını engellemiş ve politik mahpuslar fazladan hapishanede kalmak zorunda bırakılmıştır.

-Mahpusların Cumhuriyet Savcısı veya ilgili makamların talebi ile Sulh Ceza Hakimliklerince cezaevinden alınarak sorguya götürülmelerine olanak sağlayan bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme ile sadece savcılık makamı değil, MİT, Emniyet ve Jandarma gibi kurumların, politik mahpusları cezaevinden alarak sorguya götürmelerine olanak sağlanmıştır. Yakın zamanda bu düzenlemeye dayanılarak jandarma istihbarat görevlileri tarafından defalarca sorguya alınan ve tehdit edilerek üzerinde baskı kurulan, 55 yaşındaki Ramazan Akbaş Van F Tipi Cezaevinde intihar ederek yaşamına son vermiştir.

Adalet Bakanlığı ölümlere ilişkin sağlıklı açıklama yapmadı

Yaşanan hak ihlallerinin ve ayrımcı düzenlemelerin yanı sıra cezaevlerinde koronavirüse yakalanan ve hayatını kaybeden mahpuslar olmasına rağmen, bugüne kadar Adalet Bakanlığından bu vakalara ve ölümlere ilişkin kamuoyuna sağlıklı bir açıklama yapılmamıştır. Son olarak ÖHD üyesi avukatlar, Gebze Cezaevinde 9 kadın tutsağın koronavirüse yakalandığı bilgisini kamuoyuyla paylaşmışlar, ancak ne Gebze Cezaevi İdaresi ne de Bakanlık mahpusların sağlık durumuna ilişkin bir açıklama yapmıştır.

Cezaevlerinde risk grubundakilere bile aşılama yapılmadı

Bilindiği üzere hem hak savunucuları hem de sağlıkçılar, mahpusların sağlıklı beslenememeleri, temiz havadan ve güneş ışığından yeterince faydalanamamaları, sağlık hizmetine erişim imkanlarının kısıtlı olmasından kaynaklı olarak risk grubunda yer aldıklarını belirtmektedir. Bu sebeple tüm mahpusların aşılamada öncelikli gruplar arasında yer almaları gerekirdi. Oysa ki bugüne kadar bırakalım tüm mahpusların aşılanmasını, bugüne kadar cezaevlerinde bulunan 65 yaş üstü ve kronik hastalığı bulunan mahpuslara dahi aşı yapılmayarak ayrımcılığa maruz bırakılmışlardır. 

Mahpuslar derhal aşılanmalıdır

Hem Adalet Bakanına hem de Sağlık Bakanına buradan sormak istiyorum: Hapishanelerde bulunan insanlar bu ülkenin vatandaşları değil mi? Bu vatandaşların sağlığından, yaşamından devlet sorumlu değil mi? Hapishanelerde bulunan vatandaşların canının sizin nazarınızda bir kıymeti yok mu? Hapishane koşullarından kaynaklı, dışarıda yaşayan vatandaşlara nazaran, çok daha fazla risk taşıyan hasta ve yaşlı mahpuslara aşı yapılmamış olması asla izah edilemez. Elbette devlet, hapishanelerdeki vatandaşlarının sağlığından ve yaşamından sorumludur. Bu sorumluluğun gereği derhal yerine getirilmeli, başta hasta ve yaşlı mahpuslar olmak üzere tüm mahpuslar derhal aşılanmalıdır.

100. gününe giren açlık grevi onuru savunma direnişidir

Hapishanelerde mahpusların maruz kaldıkları, hukuk dışı ve insan onuruna aykırı uygulamaları öyle fazla ki yaşanan hak ihlallerinin tamamına burada değinmek elbette mümkün değil. Hak savunucularının, hukuk derneklerinin, baroların ve avukatların da kamuoyuyla paylaştıkları cezaevlerindeki mevcut hak ihlallerinin yoğunluğu karşısında mahpusların 100. güne varan açlık grevi eylemini pandemi koşullarında gerçekleştiriyor olmalarının, insan onurunu savunmaya dönük anlamlı bir direniş olduğunu belirtmek gerekir.

Açlık grevindekilerin temel talebi Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılmasıdır

Pandemi koşullarında ve ağır hak ihlallerine rağmen, binlerce mahpusun dönüşümlü olarak katıldığı ve 100. güne ulaşan açlık grevi eyleminin temel talebi; 1999 yılından bu yana İmralı Hapishanesinde hukuk dışı, yasa dışı bir infaz rejimine tabi tutulan Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve özgürlük koşullarının sağlanmasıdır. Avukatları ve ailesiyle görüşmesi kısıtlanan, engellenen; telefon, faks, mektup gibi iletişim olanaklarını kullanmasına izin verilmeyen; dış dünyayla tüm bağlantısı kesilen Sayın Öcalan’a uygulanan bu yasa dışı infaz rejiminin bir işkence biçimi olduğu AİHM ve CPT başta olmak üzere birçok uluslararası kurum tarafından da ifade edilmiştir. 

21 yılı aşkın süredir Sayın Öcalan’a uygulanan bu istisnai yasa dışı rejim ile İmralı Hapishanesinde bir yönetme biçimi yaratılmış, başta hak savunucuları ve hukukçular olmak üzere toplumun yeterli düzeyde ve süreklileşen bir mücadeleyi ortaya koymamış olması karşısında, bu yönetme biçimi önce diğer hapishanelere ve gittikçe tüm topluma yayılmıştır. Elbette bu hukuk dışı yönetme biçiminin yaşama geçirilmesinde siyasi iktidarın “Allah’ın lütfu’’ olarak nitelendirdiği 15 Temmuz darbe girişimi önemli bir kırılma noktasıdır. 

İmralı’da yaratılan olağanüstü yönetim biçim tüm topluma uygulanıyor

Sayın Öcalan, 29 Kasım 2014 yılında, yani darbe girişiminden 20 ay önce, HDP heyeti  ile yaptığı görüşmede “Tarafların belirtilen hususlarda süreci doğru, ciddi ve kararlı yürütmemesi durumunda, bölgesel kaosun derinleşeceği ve darbe mekaniğinin sonuç alabileceği” ön görüsünde bulunmuştu. Çözüm sürecinin bitirildiğine dair Erdoğan’ın yaptığı açıklamanın ardından bugüne kadar yaşananlar, 29 Kasım görüşmesinde yapılan tespiti doğrulamıştır. Darbe mekaniğinin devrede olduğu bu 5 yıllık dönemde, olağanüstü dönem uygulamaları olağanlaştırılmış, böylece İmralı Hapishanesinde yaratılan olağanüstü ve yasa dışı yönetme biçimi tüm topluma uygulanmaya başlanmış, özgürlük alanları gittikçe daraltılmıştır. 

Devletin İmralı Adasından başlattığı bu yönetme biçimi, Kürt meselesine yaklaşımıyla, savaş politikaları ile doğrudan bağlantılıdır ve bu politikaların da sadece ülkenin içinde bulunduğu hukuksuzluk durumuyla değil, aynı zamanda savaş ekonomisinin yarattığı yoksullukla, işsizlikle, açlıkla da doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. 

Tecrit edilen, barış ve birlikte yaşayabilme umududur

Avukatlarıyla 2019 yılında yaptığı görüşmede; ‘’Fırsat verilirse bu sorunu bir haftada çözerim’’ diyen, Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecridin sadece bir insan hakları sorunu olmadığı, aynı zamanda bir bütünen siyasal ve toplumsal yaşamı etkileyen ve belirleyen bir etkiye sahip olduğunu da görmek gerekir. Tecrit edilen sadece bir kişi değil, bir toplumun barış, özgürlük ve birlikte yaşayabilme umududur. Elbette İmralı Adasındaki Tecrit uygulamasının yarattığı sonuçları, fiziksel ve sosyal koşulları itibariyle, en yakıcı şekilde politik mahpuslar hissetmekte ve anlamlandırmaktadırlar. Bu sebeple, 21 yıldır devam eden tecridin kaldırılması için, bugüne kadar en yoğun çabayı sarf eden ve en ağır bedeli ödeyen de politik mahpuslar olmuştur. 

Açlık grevi sadece iktidara değil toplumun vicdanlı kesimlerine de uyarıdır 

Bugün de pandemi koşullarında ve ağır hak ihlalleri altında, 100 gündür devam ettirdikleri açlık grevi eylemiyle bu yasa dışı uygulamayı ve yarattığı hukuksal, siyasal ve toplumsal sonuçları ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler. Ancak elbette bu ağır sorumluluğun yükünün mahpuslar üzerinde bırakılması vicdanen ve siyaseten kabul edilebilecek bir durum değildir. Mahpusların uyarı niteliğinde dönüşümlü olarak devam ettirdikleri açlık grevi eylemi, sadece siyasi iktidara bir uyarı niteliğinde değil, aynı zamanda başta siyasetçiler ve hak savunucuları olmak üzere, toplumun vicdanlı tüm kesimlerine bir uyarı niteliğindedir. 

Biz de bu vesileyle bir kez daha, açlık grevi eylemini gerçekleştiren mahpusların haklı, meşru ve yasal taleplerinin bizim de taleplerimiz olduğunu ve bu talepler kabul edilinceye kadar mücadele etme kararlılığında olduğumuzu ifade ediyoruz. 

6 Mart 2021