Eş Genel Başkan Yardımcımızın açıklaması:

Hükümet, hakim ve savcılara maaş artışı ve disiplin affı getiren yasa teklifini, bilinen hükümet etme biçimine ve yasama faaliyetine müdahalede bulunma geleneğine uygun olarak devleti, güvenlik ve polis devletine dönüştürecek hükümler ekleyip, yeni bir “torba yasa” olarak TBMM’ye sundu. Müjdeyi yine her zamanki gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vermişti. Bu kez, kendisi ve hükümetinin baş sorumlusu olduğu Kobanê olaylarının, yapmak istediği düzenlemeler için beklenen fırsatı oluşturduğuna inanmış olmalı ki, yeni yasal düzenlemelerle hükümetin gerekli tedbirleri alacağını ilan etmişti.

Hükümet yetkililerinin askeri ve olağanüstü hal yönetimleri terminolojisinden esinlenen ve demokrasi dışı yönelimlerini açığa vuran “dünyayı başlarına yıkma”, “polisin elini kolunu tutmama”, “sokakları vandallardan temizleme” vb. sloganlar eşliğinde sunulan paketin hukuk devleti ile hak ve özgürlüklerin korunması açısından önemli maddelerinde iki özellik hemen göze çarpıyor.

Birincisi, bu düzenlemeyle insan hakları ve demokrasi mücadelesi ve kısmen iktidarın kendisine yönelik soruşturmalara karşı güvence arayışı sonucunda, özellikle Şubat 2014’te gerçekleştirilen bazı olumlu değişiklikler, geri adım atılarak eski haline getiriliyor. İkincisi ise pakete, sıkıyönetim ve olağanüstü hal yönetimlerini aratacak yeni düzenlemeler ekleniyor.

Bu bağlamda, teklifin 21. Maddesi’yle, Şubat ayında değiştirilen, CMK’nın 116. Maddesi eski haline getiriliyor. “Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri ve ona ait diğer yerler aranabilir” hükmündeki somut delillere dayalı kuvvetli şüphe ibaresi yerine makul şüphe kriteri getiriliyor.

Uzun mücadeleler sonucu hukuk devleti, adil yargılama ve insan hakları bağlamında elde edilen bu kazanımın ortadan kaldırılmasının çok ciddi hak ihlallerine kapı aralayacağı açıktır. Polislerin yetkilerinin artırılmasının yargısız infazlara varan ağır ihlalleri ne denli çoğalttığını acı tecrübelerle görüyor ve yaşıyoruz. Türk yargısına hakim olan devletçi, ulusalcı, tekçi zihniyet yapısının kuvvetli şüpheyi makul, makul şüpheyi keyfilik olarak yorumlaması ya da iptal edilen yasa maddeleri yerine zorlama yorumlarla yeni ceza maddeleri ikame etme pratiği bilinmeyen, görülmedik uygulamalar değildir. Bu değişikliğin polis ve yargı mensuplarınca, keyfiliğe yönelik hükümetin niyet beyanı olarak algılanacağından şüphe duyulmamalıdır.

Teklifin 22. Maddesi’yle, sekiz ay önce değiştirilerek zorlaştırılan mal varlığına el koyma yetkisi eski haline getirilmekle yetinilmiyor. Aynı zamanda “Taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma” başlığı altında yer alan suçlara yeni suçlar eklenerek el koymanın kapsamı genişletiliyor.

Hükümet, yargıyı ele geçirmiş olmanın güveniyle, söz konusu hükmün artık kendisine karşı kullanılamayacağından emin olarak, düzenlemeyi hiçbir demokratik ülkede görülmesi mümkün olmayan biçimde muhaliflere karşı acımasız bir silah olarak devreye sokmayı hedefliyor. Mevcut yasada “silahlı örgüt” veya “örgüte silah sağlama” suçu nedeniyle el koymaya karar verilmesi mümkünken yeni teklifin yasalaşması halinde “anayasayı ihlal”, “yasama organına karşı suç”, “hükümete karşı suç”, “hükümete karşı silahlı isyan”, “silahlı örgüt”, “silah sağlama” ve “suç için anlaşma” soruşturmalarında da el koyma kararları verilebilecek.

Polise, savcı ve yargıçlara egemen olan zihniyet yapısı, yargıçların bağımsız ve tarafsızlık ilkelerinin içselleştirilememesi gibi nedenlerle yukarıdaki soyut suç kategorilerinin içinin keyfi biçimde doldurularak düşüncelerini özgürce ifade eden, demokratik gösteri haklarını kullanan, iktidardan farklı düşünen tüm muhaliflere karşı acımasızca kullanılacağını öngörmek yanlış olmaz.

Hükümet, açıktır ki, bu düzenleme ile düşüncelerin özgürce açıklanmasını, hukuksuzluk ve adaletsizliğe karşı itirazları, demokratik gösteri hakkının kullanılmasını kriminalize etme amacını güdüyor. Başarması halinde oluşacak yeni rejimin adı şüphesiz artık demokrasi olmayacaktır.

Teklifin 23. Maddesi, yukarıda çizilen çerçeveye uygun olarak hükümetin bir adım ileri, iki adım geri politikasına bir başka örnek oluşturuyor. Önceki maddelerde dikkat çekilen prosedüre uygun olarak, Şubat 2014 tarihinde 6526 sayılı yasayla ileri bir adım olarak, iletişimin tespiti ağır ceza mahkemelerinin yetkisine bırakılmış ve daha önemlisi bu kararların oy birliği ile alınabilmesi öngörülmüştü. Yeni düzenleme ile iletişimin tespiti kararları ağır ceza mahkemeleri yerine sulh ceza hakimlikleri veya yargılamayı yapan mahkemelerce verilecektir.

Bu madde kapsamındaki diğer bir geri adım, maddeye eklenen bir fıkrayla ‘Devletin Güvenliğine Dair Suçlar ve Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Dair Suçlar’ın eklenmesiyle pratikte iktidarla aynı siyasal düşüncede olmayan ve hükümete muhalif olan herkesin dinlenmesinin “kanuni ” ve “doğal” hale getirilmesidir.

Bu bağlamda, kamuoyunda ve basında yetkileri nedeniyle adı “süper mahkeme”ye çıkan sulh ceza mahkemelerinin örgütlü suçların soruşturulması aşamasında dinleme ve teknik takip bakımından Türkiye geneline yönelik kararlar verebileceğini hatırda tutmakta yarar var. Cumhuriyet tarihi boyunca farklı kimliklere, resmi düşünce dışı görüş sahiplerine karşı baskı, ezme ve sindirme aygıtı olarak, sistemin yargı ayağındaki tarihi misyonlarını yerine getiren Askeri Mahkeme, DGM, Özel Yetkili Mahkeme geleneğinin yeni adresi, anlaşılan odur ki, artık sulh ceza mahkemeleri olacaktır.

Paketin 24. Maddesi ile CMK’nın 139. Maddesi’nde öngörülen değişiklikle gizli soruşturmacı görevlendirilmesinin sınırlarının genişletilmesi ve ‘Devletin Güvenliğine Dair Suçlar ve Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Dair Suçlar’ eklenerek madde kapsamının genişletilmesi ile CMK’nın 140. Maddesi’ndeki değişikliği düzenleyen 25. Madde ile teknik araçlarla izleme hükmünün sınırları genişletilerek yukarıdaki düzenlemelere paralel olarak ‘Devletin Güvenliğine Dair Suçlar ve Anayasal Düzene ve Düzenin İşleyişine Dair Suçlar’la kapsamın genişletilmesi polis ve muhaberat devleti hedefini daha da görünür hale getiriyor.

Teklife vücut veren mantaliteden, savunmanın da nasibini almaması herhalde beklenemez. Tasarının 26. Maddesi’yle savunma da hizaya çekilerek delilleri görme yetkisi kısıtlanıyor. Maddeye göre, “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürecekse”, cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla müdafiin dosya içeriğini incelemesi ve belgelerden örnek alması kısıtlanabilir. Bu konunun da, 21 Şubat 2014 gün ve 6526 sayılı yasa ile gerçekleştirilen düzenlemelere konu olduğunu ve o dönemdeki düzenlemeyle soruşturma sırasında şüpheli avukatlarına dosyanın bir örneğini alma yolunun açıldığını hatırlatalım.

Paketle amaçlanan bir başka sonuç, iktidar ya da parti yargısının bir an önce hayata geçirilmesi hedefine uygun olarak kadrolaşmaya hız verilmesidir. Bu bazen, zamanlaması nedeniyle hakim ve savcılar arasında kadro devşirme amacı algısı yaratan, ücret artışıyla ilgili düzenlemelerle idari yargıç ve savcılara hukuk fakültelerine girme olanağı tanıyan hükümlerde görüldüğü gibi dolaylı olarak; bazen de avukatlıktan hakim ve savcılığa geçişte aranan 5 yıllık mesleki tecrübe kriterinin 2 yıla indirilmesi, Yargıtay tetkik hakimlerini atama yetkisinin ilgili Yargıtay kurullarından alınarak HSYK’ye verilmesi örneklerinde olduğu gibi, doğrudan ve apaçık bir şekilde yasalaştırılmaya çalışılıyor.

Türkiye, çoğunlukçu, otoriter ve baskıcı yönetimi ve gittikçe kötüleşen insan hakları karnesi nedeniyle iç ve dış kamuoyunda giderek artan canlı tartışmalara konu oluyor, hükümetin Türkiye’yi demokratik yörüngeden hızla uzaklaştırdığına ilişkin kanaat iç ve dış kamuoyunda her geçen gün daha fazla taraftar buluyor.

Yeni paketin yasalaşması durumunda, Türkiye, yaşam hakkı, düşünceyi açıklama özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, adil yargılama hakkı dahil tüm temel hak ve özgürlüklerin özünden boşaltılarak askıya alındığı, keyfilik ve cezasızlığın hükmünü yürüttüğü yepyeni bir rejime uyanacaktır.

Göze alınması durumunda ülkeyi büyük karışıklıklara sürükleyecek ve toplumun hak ve demokrasi bilinci karşısında sürdürülebilir olmayacak bu maceraya başlamadan son verilmesi ve hükümetin yargı paketini geri çekmesi hem kendisi hem de toplum ve ülke için en isabetli karar olacaktır.

Meral Danış Beştaş
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı
17 Ekim 2014