Yüksekdağ: AKP ve MHP ittifakı o kadar güç tahkimine rağmen başarı ve hakimiyeti garantileyemedi

Önceki dönem eş genel başkanlarımızdan Figen Yüksekdağ'ın Ahval'e verdiği röportaj:

Figen Yüksekdağ, 2014 yılında seçildiği Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanlık görevini, tutukluluğu gerekçe gösterilerek parti üyeliğinin düşürülmesinin ardından Mayıs 2017’de bırakmak zorunda kaldı. 

4 Kasım 2016 günü 10 HDP’li milletvekili ile gözaltına alınarak, tutuklanan Yüksekdağ’ın milletvekilliği de hakkında kesinleşmiş hapis cezası gerekçesiyle 21 Şubat 2016’da düşürüldü. Yüksekdağ, yargılandığı farklı dosyalardan şu ana kadar 5 yıl hapis cezası aldı.

22 ayrı dosyadan yargılanan Yüksekdağ’a toplamda bir müebbet ve 192 hapis cezası isteniyor. Halen Kandıra F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Yüksekdağ, avukatları aracılığıyla Ahval’in sorularını yanıtladı.

- HDP'nin 7 Haziran ve 1 Kasım başarılarını kazandığı dönemde eş başkandınız. Ardından yaşananlar malumunuz. Önce sizin vekilliğiniz, üyeliğiniz ve eş genel başkanlığınız düşürüldü. HDP'nin bu süreçten sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

HDP son üç yıl boyunca sayısız dayanıklılık sınavından geçti. 7 Haziran’da bu yana başarılarıyla olduğu kadar, saldırıların ve aynı zamanda yetersizliklerin, gelişim sancılarıyla da sınandı. 

Dünden bugüne söyleyeceğim şey şu; tüm yetmezliklerine, hatalarına rağmen bu kadar çapı geniş ve şiddetli bir tasfiye operasyonuyla, ancak HDP gibi bir parti baş edebilirdi.
 
HDP geride bıraktığımız süreçte çok ağır darbeler aldı; hala da saldırılar altında. Ama bu koşullar altında da kendini sürdürme ve geliştirme dinamiklerine sahip. Konjektür siyasetine değil, stratejik siyasete dayanıyor. Onu güçlü kılan hakikatin temeli de bu. 

Güncel konjektürel siyasetin sunduğu olanaklar HDP’nin gelişiminde olumlu rol oynadı. Ancak 7 Haziran’da, 1Kasım’da ve esas olarak da ağır tasfiye saldırıları karşısında HDP, demokratik strateji ve programından güç almasaydı, bu düzeyde başarılı olamazdı.
 
Bugün ve yarın dayanacağımız temel güç yine, demokratik ulus-ortak vatana dayanan yeni halkçı demokratik cumhuriyet program ve stratejisidir. Türkiye’nin geleceği bakımından bu program ve stratejinin yerini dolduracak, HDP’den başka parti yok. 

Dolayısıyla bugün yeri daha kritik ve hayati hale gelmiştir. Bütün düzen partileri AKP-saray iktidarının merkezinde durduğu milliyetçi-şoven hatta dizilmiş, orada yer tutma telaşına düşmüş durumda. 

Milli hassasiyetler adı altında bir örnek hale gelmiş muhalefet partileri, tekçi rejime alternatif üretmek bir yana, orada kendilerine yer tutma telaşındalar. Sadece ana muhalefete baksanız, diğerlerini incelemeniz gerekmiyor. 

HDP’ye dönük saldırı, tutuklama, sansür, yok sayma operasyonlarıyla eş zamanlı olarak muhalefet saray-devlet merkezli olarak yeniden düzenlendi biliyorsunuz. 

HDP’nin yerini doldurmak için kampanyalar düzenlendi, yeni partiler kuruldu ve faşizmin sert hatlarını yumuşatmak “bakın muhalefet edenler var” demek için bir makbul muhalefet alanı oluşturuldu. 

Ama AKP-Saray-MHP iktidarı için bu da yetmiyor. Arada bir bağırıp çağırmak, hırpalayıp yönetmek ve toplumu kamplaştırmak için makbul muhalefete bile tahammül edemiyorlar.  

Bu tahammülsüzlük ve tekçilik karşısında asgari düzeyde direnç sergilenmiyor. Aslında makro siyaset ölçeğinde bakarsanız, iktidar ve iktidar muhalefeti olarak merkezin düzenlendiğini görürsünüz. 

HDP’yi istedikleri gibi düzenleyemedikleri için merkezden dışladılar. Ne var ki, etkisini Meclis’ten belediye binalarından çok daha geniş alana yayılan sirayet etme, belirleme gücünü kıramadılar. Bundan sonra da başaracaklarına inanmıyorum.
 
HDP’de hantal katı merkeziyetçi bir parti olmadığı için, kendini zor ve daha farklı koşullara göre dönüştürme, adapte etme kabiliyetine sahiptir. Zira bugüne kadar ağır kayıplar vermesine, hayati darbeler almasına rağmen bunu kanıtladı. 

Önümüzdeki süreç, HDP’nin barış, demokrasi, özgürlük, kadın ve emek eksenli programına toplumsal desteği artırmak için yoğun bir mücadele süreci olacaktır. 

HDP barış kelimesini ağzına almayan, ağzına alanları nefretle ezmeye yönelen, topluma kin, şovenizm, şiddet pompalayarak bölen, demokrasiye söylem düzeyinde dahi tahammülü olmayan iktidar karşısında, gerçek ve donanımlı muhalefet odağı olarak güç kazanacaktır.
 
HDP’nin radikal demokrasi ve yeni yaşam programını daha yaygın, daha nitelikli anlatmak, yerel politika ve örgütlenmeyi güçlendirmek, antifaşisti, savaş karşıtı birleşik cephe için tayin edici bir siyasi sorumluluk üstlenmek gibi yoğunlaşmalar, HDP’nin öncelikli siyasi çerçevesi olacaktır. 

Ayrıca fiilen ve siyaseten, ana muhalefet partisi rolü oynayacaktır. İktidar yörüngesinden ve 100 yıllık devlet siyaseti etkilerinden kopamamış bir şekli muhalefet krizi yaşanırken, bu krizi halklar ve demokrasi lehine çözecek, ana muhalefet boşluğunu dolduracak parti HDP’dir.

- Yakın zamanda gerçekleşen büyük kongre öncesi eski HDP milletvekili Hasip Kaplan'ın “HDP kurultayında Demirtaş’ın yerine sakın bir Türk göz dikmesin, benim naçizane önerim, herkes haddini bilecek!” çıkışın fiili ayrılık tartışmalarını da gündeme getirdi. Solda duran bazı isimler HDP projesinin tükendiğini ve eski kimlik mücadelesine doğru bir kaymanın olduğu şeklinde yorumlar yapıyor? Sizin bakışınız nedir?

Aslında ileri yürürken hiçbir zaman geriye çekme müdahalelerinden kurtulamadık. Bugün HDP’nin Kürt partisi, kimlik partisi karakterine bürünmekte olduğu kritikleri de bunlardan biridir. Elbette HDP’nin Kürt sorununu çözmek, kolektif kimliğin tanınmasını sağlamak gibi bir hedefi var. 

Soldan bazı kesimlerin ya da statükocu aklın görmediği, görmek istemediği gerçek, Kürt sorununun çözümünün dar anlamda ulusal çerçeveyle sınırlı olmadığıdır.

Kürt meselesi tastamama Türkiye’de demokrasinin kazanılması ve kurumsallaşması meselesidir. Kaldı ki HDP sadece Kürt kimliğine değil, reddedilen kolektif hakları, eşit yurttaşlık pozisyonu tanınmayan bütün ulus ve inançlar için özgürlük istiyor. 

Farklılıkları eritmeden, asimile etmeden, tekleştirip aynı kalıba dökmeden birleştirebileceğimizi savunuyor. Buna kimlik siyasete denerek eleştiri konusu yapılıyorsa, sol iddianın altı boşaltılıyor demektir. 

Solun Türkiye’de kimlik ve demokrasi, özgürlükler sorununun çözümünde tam tersine başat rol oynaması gerekir. “Orada bir sınıf var uzakta” soyutluğuna saplanıp burnunun ucundaki sınıfı, yani demokratik halk mücadelesi içerisindeki ezilen sınıf dinamiklerini görmemek, onların faşizme karşı özgürlük taleplerine şüpheyle yaklaşmak, doğru bir sol yorum değil. 

Bu konu sol açısından daha geniş tartışma götürür. Ama HDP’de genel eğilimi yansıtmayan her tekil tepki veya açıklama, solun bir kesiminde var olan güvensizlik ve ön yargılar otomatiğe bağlamış gibi devreye giriyor. 

Bir Twitter mesajında HDP’de fiili ayrılık sonucuna varmak, eş başkan düzeyindeki değişikliklerden hareketle iç çatışma yelkenine üflemek ve nihayetinde projenin tükendiğine hükmetmek çok zorlama yorumlar.
 
Sonuçta hayat ve hakikat bu yorumlara cevap veriyor ama bu kadar deneyime, yaşanmışlığa rağmen bir kesimin hala ikna olamaması karşısında kendimizi zorlama lüksümüz de yok. 

HDP içinde ve çeperinde, demokratik birleşik ulus fikrini kavramayan, partiyi, Kürtler, Türkler, solcular, liberaller, muhafazakarlar diye keskin kategoriler üzerinden yorumlayanlara nasıl takılıp kalmadıysak, HDP dışından bize yol ayrımı tayin edenlere de takılmamalıyız. 

İkisi de eğilim olarak siyasi gerçeğin parçaları ama ana eğilim ve gelişimin yerine zorlama biçimde ikame edilemez, tarihe mal olmuş bir program ve stratejiyi gölgeleyemez.
 
HDP, solun bu topraklarda tarihi boyunca gördüğü en büyük başarının, moral-ideolojik kazanımın yenilgi ve gerçeklikten kopma ruh halinden çıkışın da ifadesi olmuştur. Asıl bununla ilgilenip, ileriye çekmek gerekirken, “gitti gidiyor” moduna girmek, solun pratiğine de lafzına da uymaz. 

Kaldı ki ortada bir geriye gidiş ya da HDP’nin program ve misyonundan uzaklaşması gibi bir durum da yok. Aksine içeriden, dışarıdan bütün basınçlara, iktidarın çizgiyi tasfiye etme saldırılarına rağmen direnen bir HDP var. Hiç değilse bu direnişe destek verilmeli. HDP’ni direnci ve kazanımı yine bütün solun ve demokrasi güçlerinin kazanımı olacaktır çünkü.

- “AKP bitiyor” söylemi muhalefet ve sol açısından nasıl değerlendirilmeli? Bu noktada muhalefetin ve solun yapması gereken çöküşü/bitişi izlemek mi yoksa bu çöküş ve bitişin belki de hızlanması için bir şeyler yapmak mı?

Elbette hiçbir otoriter rejim kendi başına bitmez. Muhalefetin tayin edici, sonuç alıcı siyaseti hareketi gelişmediği durumda, kendini üretemeyebilir, tedrici olarak gerileyebilir ama onun önüne çıkacak bir güç oluşmadan bitti diyemezsiniz. 

Bugün AKP-Saray iktidarı epeyce geriledi tabi. Son yıllarda gelişen demokrasi ve özgürlükler mücadelesi, Kürt hareketi, kadın hareketi, Gezi ve türevi kent kitle hareketleri, çok ciddi bir toplumsal mücadele dinamiği açığa çıkardı. 

Yaşadıkları gerilemede bunun etkisi var. Elbette 7 Haziran başarısı dokunulmazlıklarını mutlak iktidar büyülerini de bozdu. Bugün AKP ve Erdoğan toplumu az buçuk ileriye taşıyacak ekonomik, sosyal, siyasal üretkenliğini tamamen yitirdi ve sıfırı tüketiyor. Ama klasik devlet siyasetinin en bilinen ve her dönem geçerli aygıtlarıyla, savaş ve zor yoluyla pozisyonunu koruyabiliyor. 

Egemen algıda savaş ve zor, siyasetin-yönetimin en etkin biçimi sonuçta. Bu durumda alternatif siyaset, iktidarın savaş ve zor çizgisinin boşa çıkarılması yoluyla başarıya ulaşabilir. 

İktidar savaş dışında kendini koruyamıyor, sürdüremiyor olabilir ama bilinen bir şey var ki; savaş ve şiddet farklı biçimlerde sürdürülebilir. 

Toplumu yıkıma uğratacağı kesin ama yönetim güçler bununla ilgilenmez ve ayağını basacağı bir yer bulur. Bu nedenle yıkıma uğratılanların, zorun sahiplerine ayağını bacak yer bırakmayacak kadar geniş bir hareket ve örgütlenme seviyesine ulaşması, bundan daha önemlisi de bazı kritik anlarda tayin edici tutum alması gerekir. 

Solun görevi de burada önem kazanıyor. Böyle bir tutumun ve hareketin sorumluluğunu üstlenmek, risklerini göze almak ve gücünü örgütlemek melesini yani. Buna kısaca önderlik pratiği ve zihniyeti diyoruz. Her şeyden önce sol kendisiyle ilgili önderlik sorununu çözmek zorunda. 

Önderlik sorun ve ihtiyacının basitten karmaşığa bütün boyutlarını görüp bilince çıkararak kendini tahkim etmediği durumda, karşısındaki kuvvet kendini bir şekilde tahkim eder.

Bugün faşizme karşı en geniş kuvvetleri aynı safta birleştirmeyen, ezberlerini aşıp risk sınırlarını geçemeyen, özellikle de HDK ve HDP gibi dönemin en diri mücadele dinamikleriyle doğru bir ilişki kuramayan sol, tarihsel izleyicilik günahını işleyecek ya da ortak olacaktır.

- Muhalefet ve sol güçler, eleştirilerin odağındaki AKP'yi geriletmek için yeteri kadar çaba harcadı mı?

Sol ve demokratik muhalefet güçlerinin AKP’yi geriletmek için çaba harcamadığını söylemek mümkün değil. Elbette bir çaba ve mücadele var. Son dönemde tırmandırılan açık faşizm ve darbe ortamına rağmen keskin bir geri çekilme, sinme yaşanmadı. 

Bu önemli ve değerli bir düzeydir. Kitle hareketinde sarsılma ve aşamalı geri çekilmeler yaşandı ama demokrasi ve özgürlük güçlerinin, emek hareketinin öncü dinamiklerinde böyle bir durum yok. 

Direniş alanının kitlesel dayanakları daralsa da, teslimiyet, durumu kabullenme eğilimi de gelişmedi. Ama şüphesiz bunlar iktidarı geriletmeye yetmiyor. Tam tersine tekil direniş odakları ve tutumları daha fazla hedef haline geliyor. 

En son referandumda sergilenen güç birliği sürdürülemedi ve demokratik muhalefet yine farklı yollara ayrılarak kendini sürdürmeye çalışıyor. 

Kimi CHP’den beklentisini büyüterek, kimi HDP ve Kürt hareketinden farklı birliklere yönelerek, kimi de fırtınalı sürecin durulacağını umarak kendini muhafaza edeceğini düşünüyor. Bazı zorunlu bir araya gelişler de tekil ve parçalı kalıyor. 

Böyle bir tabloda her AKP-Saray rejimini geriletme istek ve çabası kaçınılmaz olarak yetersiz kalacaktır. Çaba göstermedeki basat yetersizlik, en geniş ve asgari taleplerde antifaşist-demokratik cepheleşmeyi sağlayamamak inisiyatifi buradan kaybetmemektir.

Tekçi-otoriter rejim inşasında egemen güçler, açık ve güç olanak üstünlüklerine rağmen daha geniş ittifak peşinde koşarken, demokrasi güçlerinin bu noktadaki niyet ve irade zayıflığı oldukça kritik bir sorun. AKP-Saray iktidarını geriletebilmek, bazı kazanımlar elde edebilmek için öncelikle bu noktada çaba sergilemek gerekiyor.

Tabii bir de AKP’nin geriletildiği seçimle iktidardan düşürüldüğü 7 Haziran deneyimine iyi bakmak lazım. O dönem seçim taktiğini aşan bir politik irade sergilenemediği, seçim kampanyası kapsamında sağlanan geniş yan yana duruş hattı, demokratik ortak blok-cephe oluşumuyla sürdürülemediği için AKP’nin yenilgi hırsıyla muhalefete düzenlediği hücumları karşılayacak sağlam kale surları da yoktu. 

Bu sürece dair HDP olarak sayısız kez özeleştiri verdik. Elbette hala HDP’nin sorumluluğunu başat görüyoruz. Ama sol ve demokratik muhalefet güçlerinin geniş ölçekte kendi sorumluluğunu görmede pek özeleştirel olduğunu söyleyemem. 

Demokratik birliğe gelmemek için daima gerekçesi olan, tekil, hayati gündemlerde dahi çoğu zaman HDP ile yana yana duramayan sol-demokratik muhalefet, bu konuda otokritik yapma ihtiyacı duymuyor.

7 Haziran sonrasında önce HDP’nin AKP’yle anlaşacağı, koalisyon kuracağı iddia ve ön yargılarıyla demokratik birliğe mesafe konuldu, sonra çatışmaların yeniden başlaması gerekçe oldu. HDP’nin Suriye’de Rojava modeline verdiği destek ayrım konusu yapıldı. 

Daha bir dizi noktada, hep ayrılıklar ya da politik, ideolojik ön yargılar engele dönüştü. Kabul, biz de bu engeli aşamadık. Ama geldiğimiz durum ortada. Şu an bırakın HDP’yle birlikte durmayı, neredeyse üç kişi yanan duramıyor. 

HDP ve uzlaşılması gayet mümkün olan asgari müştereklere dayalı demokratik birlik, bütün mücadele dinamikleri için güçlü dalgakıranlar olabilirdi ama doğru kullanılamadı.

Oluşturulan kimi birlik ve bloklar da doğru ilişki kurma, sebat edip emek verme, farklılıkları öne koyma ve siyasi motivasyon zayıflığı nedeniyle pratikte üretken ve sürükleyici olamama sorunları nedeniyle süreç içinde etkisini yitirdi.

Çabayı yoğunlaştırmak ve sonuç almak için en elverişli dönemler HDP açısında da sol-demokratik muhalefetin geneli açısından da iyi değerlendirilemedi. Umarım aynı sorun bugün savaş ve OHAL’e karşı mücadele döneminde de tekrar etmez. Zira savaş karşıtı hareket ve OHAL’in kaldırılması mücadelesi kritik başka bir dönemeç olabilir.

- Türkiye solu ve muhalefet bu tartışmalar döneminde kendini iyi bir alternatif olarak topluma sunabildi mi?

Türkiye’de ne yazık ki hala alternatif sorunu çözülemediği için bu kadar gericileşmiş, toplumsal sorunları çözme kabiliyetini sıfırlamış bir iktidar başta duruyor.

Gerçi şu an AKP-Saray rejimi, zorla rıza üretme yöntemiyle elindeki güç ve yönetim aygıtlarını kuralsız kullanma yoluyla ve küçük ara farkla iktidarını koruyor ama bu güçlü bir alternatifin oluştuğu anlamına da gelmiyor.

Halkların kafasındaki “bunlar giderse ne gelecek” sorusuna cevap olmadan da alternatif sorunu gerçek manada çözülemez. Bunun için yurttaşların algısında ve toplumsal ihtiyaçlarında karşılığı olan bir yönetim modeline sahip olmak gerekir.

Tabii bu modeli uygulama liyakatine sahip liderlik, kadrolara ve devrimci inisiyatife ihtiyaç var. Bu nedenle sol ve demokratik muhalefet Türkiye’nin yönetim yapısı hakkında hemen yarın için ne öneriyor ve bunun için ne yapıyor meselesi önemli.

Eskiyi yıkmaya yeniyi kurmaya hazır mı mesela. Enerji ve güven yayabiliyor mu? Alternatif sunmak ve olmak en başta bu sorulara verilen yanıttan geçiyor. Yanıtlarımızın pek olgunlaştığını, doyurucu olduğunu söyleyemeyiz. Ama HDP açısından bu iddianın hafife alınamayacak kadar güçlü olduğunu da söyleyebiliriz.

Alternatif siyasi anlayış ve model onuşunda HDP, HDP, yerel yönetimler gibi önemli deneyimler açığa çıkardı. Yerinden yönetime, demokratik katılımcılığa, esas itibariyle yönetilenlerin yönettiği bir toplumsal-siyasal anlayışa dayanarak birçok olumlu örnek yaratıldı.

Herkesin farklı, herkesin eşit olacağı bir cumhuriyet modeli sunuldu. Birliğin zorla değil, barışla, gönüllü katılımla sağlanacağı, kadının, doğanın, emeğin merkez alınacağı alternatif yaşam programı tarih sahnesine çıktı ve ciddi bir destek buldu.

Ama yolun henüz başındayken karşılaşılan ön kesme saldırıları ve alternatif alanı her boyutuyla ete kemiğe büründüremeyişimiz bu konudaki ilerleyişi olumsuz etkiledi. Elbette alternatif somut bir değişim tercihine dönüştürme süreci devam ediyor. Eskiyi aşan, toplumsal enerjiyi uyandırma kabiliyetine, içeriğine sahip alternatifi sunan tek partinin hala HDP olduğu gerçeği de değişmedi.

- Türkiye’nin Afrin operasyonu ne tür sonuçları doğuracaktır? Türkiye açısından etkileri neler olacaktır? (Sorular cezaevine ulaştığında Afrin operasyonu halen devam ediyordu.) 

Kuzey Suriye’de IŞİD’e karşı meşru mücadele gücünün, özelde Kürt halkının hedef haline getirilmesi, bölgedeki kırılganlığı daha da artırdığı gibi, Türkiye sınırlarını daha güvensiz ve zayıf hale getiriyor. 

Aklı olan herkes o sınırlarda DSG, YPG esas olarak da Kuzey Suriye Halk Meclisleri olmadığı zaman kimin olacağını bilir. Şu an Afrin operasyonuyla IŞİD, EL-Kaide unsurlarına sınırlarımızda alan açılıyor. 

Bundan daha büyük tehlike ve kaos olamaz. AKP ve operasyona destek veren partiler bunu sorun olarak görmeyebilir ama uluslararası ölçekte daha büyük savaş ve çatışmaların gerekçesidir. 

Hepsinden önemlisi de Suriye’den Türkiye’ye halklarımızın zarar göreceği bir durumdur. Savaş tutukları ilgilenmese de bizler bu sorunla ilgilenmeliyiz. Zira ucu bucağı görünmeyen bir savaş haline gözü kapalı onay vermek ya da sessiz kalmak kabul edilemez.

Afrin sivil-silahlı ayrımı yapılmadan bombalandı, çocuk-yaşlı demeden Kürt, Arap ya da başka uluslardan, inançlardan halkın canına kastedildi. Yine günlerdir Afrin’in “terör” tehdidi barındırdığı gerekçesini kanıtlamaya çalışıyorlar; ama sundukları en küçük delil dahi inandırıcı değil. 

Zira yakın geçmişte Suriye’ye girme gerekçesi yaratmak ve Kürt statüsüne mücadele etmek için oradan “7-8 füze attırma” söylemleri hala hatırlarda. Ayrıca Türkiye iktidarı ve yedeğindeki ÖSO şu an başka bir ülkenin topraklarında işgalci güç konumundadır. Böyle bir savaşın da meşrutiyeti olamaz. 

Daha fazla ölümden başka bir şey getirmez. Kürtlerle ve Kuzey Suriye halklarıyla barış ve işbirliği mümkünken tersine gitmek, bugün yapsalar da tarihe açıklayamayacakları bir harekettir. Ama bugün iktidar güçleri, tarihe karşı sorumluluklarıyla değil, pozisyonlarını savaş çizgisiyle koruma refleksiyle hareket ediyor. 

İktidarın da varlığını statükoya sarılmaya bağlamış “milli muhalefetin” de kendini sürdürmek için aynı savaş arabasına bindiği bir durumdan söz ediyoruz. 

Bu tablonun Türkiye’ye etkileri daha yıkıcı olacaktır. Savaşa karşı en küçük bir söz ve tutum şiddetle cezalandırılıp, kamuoyu susturulurken, topluma ölmek ve öldürmekten başka seçenek bırakmadılar şimdiden.

Mevcut durumda savaş ve işgal girişimleri iktidarın Osmanlı ya da paylaşımdan pay kapma hayallerine yapamayacağı gibi, daha derin bir çıkışsızlığa sürükleyecektir. Türkiye’nin iç gerilim hatlarına yüklenerek, birlikte yaşama dinamiklerini berhava etme riski de hiç uzak değil.

- AKP ve MHP arasındaki “cumhur ittifakı” adıyla gerçekleştirdiği ortaklığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP-MHP ortaklığı öncelikle iki partinin de kendini kurtarma ittifakıdır. AKP’nin başkanlık rejimi inşasında çoğunluğu sağlamak için MHP’ye, MHP’nin de baraj altı-siyaset dışı kalmamak için AKP’ye ihtiyacı vardı. 

Yani işin temelinde tüccar tarzı siyaset var. Ortaklığı ulvi, milli ve yüksek devlet sorumluluğu gerekçelerine dayandırmaları işin süslemesi, soslamasıdır. 

Tabi birbirlerine benzedikleri, daha çok da AKP’nin MHP’ye benzediği, bu benzeşmenin pazarlık ve ortaklaşmayı kolaylaştırdığı gerçeğini de atlayamayız. Bu arada MHP ve Bahçeli de AKP’den hatta Erdoğan’dan daha Erdoğancı olarak tabloyu tamamladı.
 
Ama bu ortaklığın analizinden çok, toplumdaki karşılığına baktığımızda, o kadar güç tahkimine rağmen hala başarı ve hakimiyeti garantileyemediklerini görürüz. 

2017 Anayasa referandumunu referans aldığımızda, hilesiz-hurdasız yüzde 50+1’e ulaşmaları cepte değil. Ben o nedenle AKP-MHP ittifakını aşılmaz bir güç duvarı olarak değil, her ikisinin de zayıflamasından doğan mecburi bir tahkimat duvarı olarak görüyorum. Muhalefet güç gösteri arasındaki zayıflığı görerek doğru biçimde yöneldiğinde aşılacak ve belki de yıkılacaktır.

- HDP dışında tüm partilerde 2019 tartışmaları başladı. HDP’nin 2019 yaklaşımı konusunda sizin fikirleriniz nelerdir?

2019, seçimlerin ötesinde, geleceği kazanma eşiği olarak belirleniyor. Ve gelecek sadece sandıklarda kazanılmaz. Kaldı ki, seçim sandıklarının güvencede, seçme ve seçilme hürriyetinin bu kadar saldırı ve tehdit altında olduğu bir ortamda kimsenin geleceği güvende değildir. 

Bizler seçimlere hazırlanmayı mücadele çıtasını yükseltmek ve bu ortamı değiştirmek olarak algılıyoruz öncelikle. OHAL’in kaldırılması, savaşa son verilmesi, propaganda ve örgütlenme özgürlüğü üzerindeki tüm baskıların, yasakların, cezaların hükümsüz kılınması için mücadele seferberliği olmadan sağlıklı bir seçim de olmaz. 

Yerel yönetimlerden, cumhurbaşkanlığına kadar her temsilliyet düzeyinde adaylık ya da başarı düzeyini, tartışmaların ve hareketimizin demokratik içeriği belirleyecektir.

HDP açısından 2019 tartışma ve planlamaları, tabanı sürece daha geniş, güçlü ve donanımlı olarak katma ve bu katılımın neler başarabileceğini yeniden gösterme üzerine olacaktır.

- 2019’un ideal aday profili size göre nasıl olmalı?

Türkiye’de barış, demokrasi programını tutarlı biçimde savunabilecek, birleştirici, egemen siyasi statükodan kopuş bilinci ve cesaretine sahip, tabii esas olarak da yetkiyi kendine değil halka isteyen ve bu yönlü demokratik dönüşüme köprü olacak profil olmalı. Sonuçta Erdoğan yerine başka bir tek adam ya da tek kadın seçmek için aday çıkarmayacağız.

- Ortak aday konusunda HDP işbirliğine gider mi? Yaklaşımı nasıl olmalı?

HDP ortak aday konusunda eğilim olarak işbirliklerine açıktır. Öncelikle çabamız da bu yönde olur. Önemli olan amaç ve ilkelerde ortaklaşmak. Bu sağlanırsa ortak adayda da buluşulur. Eğer bu sağlanamaz, koşulları ve karşılığı olmazsa kendi adayını çıkarır. Her durumda da denklemleri belirleyen bir rolü olacağından şüphem yok.

3 Nisan 2018