Yüksekdağ: Bu yargılamalar bizim açımızdan bir hesap verme süreci değil hakikati ifşa etme sürecidir

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın Kobanî Davasının bugün Ankara Sincan'da görülen 2. duruşmasında yaptığı savunmanın ilk kısmı:

Ben de salonda bulunan siyasetçi arkadaşlarımı, eşbaşkanlarımızı, milletvekili arkadaşlarımı, avukatlarımızı ve orada bulunan sanık sandalyesine cebren oturtulan değerli arkadaşlarımızı saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Ben usul adına söz aldım. Elbette gecikmiş bir söz hakkı bu. Aslında ilk duruşmada kullanılması gereken bir sözdü. Aslında ilk duruşmada kullanılması gereken bir sözdü, aslında ilk duruşmadan itibaren tartışılması gereken çok daha öncesinden itibaren tartışılması, konuşulması ve ifşa edilmesi gereken gerçeklerdir bu aşamada söyleyeceklerim. Önce şunu belirtmemde yarar var; Selahattin Bey'in söylediği bütün hususlara, tamamına katılıyorum. Fazlası vardır, eksiği kesinlikle yoktur. Ama bundan sonraki aşamada ben de diğer arkadaşlarım da bu yargılama sürecini bütün gerçekleriyle ifşa etmek konusunda ve gerçek anlamda hak ve adalet mücadelesinin realitesini ortaya koymak konusunda elimizden geleni yapmaya çalışacağız. Biz burada aslında en baştan itibaren şunu ifade ettik. Bir adil yargılama davasıyla karşı karşıya olmadığımızı ve aslında usul tartışması yapmanın da bir yanıyla önemli olduğunu vurguladık. Usul tartışması yapmadan esas üzerine söz söylenemez.

Bu dava bizleri ve partimizi baştan mahkum etmek üzerine kurulmuştur

Başka türlü bir hukuksuzluk, başka türlü bir usulsüzlük varsa işin temelinde, zihniyetinde, mantığında ve temel yöntemlerinde bir çarpıklık varsa, buradan doğru yürütülecek usul tartışmalarında gerçek anlamda durumun aydınlatılması, önümüzün açılması mümkün görünmüyor. Reddi hakim talebinin ve heyetinizin çekilmesi yönündeki isteklerimizin, önerilerimizin temel gerekçesi budur. Eğer burada gerçek anlamda bir hakikati irdeleyerek gerçekleri açığa çıkarmak ise derdiniz, öldürülen katledilen canlarımızın hesabını sormak ise ve buradan hakkaniyetli sonuçlar çıkarmaksa bizim gerçek anlamda derdimiz, her şeyden önce gerçeğe sadık kalmak durumundayız. Gerçeğe sadık kalmak için ise usulün ve yöntemin temel alınması gerekiyor. Çok ünlü bir söz var; “Şeklin ters konulmuş hali, yeni bir şekil değildir, ters konulmuş bir şekildir”. Şu an aslında bu duruşma da ters konulmuş bir şekil olarak karşımıza çıkarıldı. Bu şekil ısrarla sürdürülmeye çalışılıyor. Yürümesi için zorlanıyor. Aslında bu ters dönmüş şekil üzerinden mantıklı bir çıkarım yapmamız, doğru bir sonuç çıkarmamız bekleniyor, isteniyor. Kamuoyunda aslında bu zamana kadar yürütülen bütün tartışmalar bir çarpıklık üzerinden, bizleri partimize siyasetçi arkadaşlarımızın baştan mahkum edilmesi mantığı üzerinden yürütülmüştür, sürdürülmüştür. 

Burada yapılan gerçek anlamda bir yargılama değildir

Biz o nedenle burada usulü tartışırken aslında bilinçli ve kasıtlı bir şekilde ters döndürülmüş bir şekli tartışıyoruz. Bize dayatılan ve çarpıtılan gerçeği tartışıyoruz. Burada gerçeğin çarpıtılması durumu söz konusudur. Çarpıtılmış gerçeğin üzerinden hakiki anlamda bir yargılamanın yapılabilmesi, bu sürecin devam ettirilebilmesi, sürdürülmesi mümkün değildir. Selahattin Bey’in ifade ettiği ve bizim değişik zamanlarda vurguladığımız gibi bu sürecin çok öncesi siyasi arka planına, hukuki arka planına, toplumsal arka planına gitmek durumundayız. Bütün usul tartışmaları bunun içindir. Bu aşamada bu mahkemede herhangi bir başka platformlarda yaptığımız tartışmanın sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için de bu arka planının tartışılması, aydınlatılması, açığa çıkarılması gerekiyor. O nedenle burada yapılan tartışmalarda, bu davada bizim açımızdan bir yargılama değildir gerçek anlamda. Bir ifşa davasıdır. İktidar bizim hakkımızda siyasi bir dava açmıştır. Siyasi kasıtlarla, saiklerle sürdürülen bir süreç, devam ettirilen bir süreç söz konusudur. 

Bizim burada amacımız bu davanın siyasi amaçlarını ifşa etmektir

Onlar açısından bir yargılamadan belki söz edilebilir ama bizim açımızdan hukuki anlamda kabul edebileceğimiz meşru görebileceğimiz bir yargılama yoktur ortada. Diğer tarafta işin siyasi hakikatine baktığımızda yargılamaktan daha çok ifşa etmek ve hesap sormak anlamına gelir. Bizim bugün bu duruşma salonunda, bu SEGBİS salonlarında olmamızın ve konuşmamızın anlamı gibi. Bakın, ben tutuklu bir çok arkadaşım gibi 4,5 - 5 yıla yakın bir süreden beri sayısız mahkemeye çıktım, sayısız duruşma gördüm. Binlerce sayfalık savunma yaptım. Bu savunmaların hiçbirinin muhtevası gerçek anlamda değişmedi. Bugün de şekli ters çevirmek suretiyle sözde bakışını değiştirerek, suçlama isnadını değiştirerek, kurgular yapılarak bu içerik yeniden önümüze konuluyor. Biz bütün bu yargılama süreçlerinde, bütün bu dava süreçlerinde her zaman şuna inandık ve şunu savunduk: Bu yargılamalar bizim bakımımızdan bir hesap verme, kendimiz savunma hareketi değildir. Hesap sorulmayan gerçekleri ve toplumdan kaçırılan hakikati ifşa etme sürecidir. 

Bu yargılama süreci bizim açımızdan hesap sormaktır: Kobanî’nin arkasında çok güçlü bir tarihsellik yatıyor

Bu yargılama süreci de böyle olacak, bu sabaha kadar, altı yıldan bu yana toplumdan kaçırılan, manipüle edilen, üzeri örtülmeye çalışılan bir Kobanî gerçeğidir. Ama Kobanî kelimesinin üstünü kazıdığımızda altında çok derin bir tarihsellik yatıyor. Altında çok derin güçlü bir siyasi tarihsel zemin yatıyordur. Altında çok güçlü ve siyasi bir toplumsal zemin yatıyordur. Bundan bağımsız yürütülecek hiçbir tartışma ne bir mahkeme salonunda ne de tarih ve toplum sahnesinde gerçeği tercüme edemez. Gerçeği tercüme etmeyen, gerçeğin gözünün içine bakmayan hiçbir yargılama süreci de gerçek anlamda tutarlı ve sonuca ulaşma, samimi bir izlenim oluşturma vasfına sahip değildir.

Bu iddianame gerçek anlamda iddianame adını bile hak etmiyor, karşımızda bir hukuk hokkabazlığı var

Öncelikle bunu ifade etmem gerekiyor. Bazı maddeler üzerinden ben ilerlemeye çalışacağım reddi hakim talebimin gerekçelerini ifade ederken. Bu iddianame gerçek anlamda bir iddianame adını bile hak etmiyor. Karşımızda bir hukuk hokkabazlığı var. Biraz önce de ifade ettiğim gibi bizim geçmişte yargılandığımız davalar ters çevrilerek, evrilerek çevrilerek bir ucube şekil uydurulmuştur. Bir suç isnadı yüklenme, hatta delil üretme zahmetine bile girilmeyerek, Emniyet raporlarıyla ve siyasi iktidarın talimatıyla yeni suç isnatları eklenerek açılmış bir davayı tarif ediyor oluşturulan iddianame. Aynı zamanda çok kötü bir hukuk hokkabazlığıdır. Bu işi profesyonel olarak yapanlar da var. Ama iddianameyi hazırlayan savcı o kadar aslını dağıtarak, o kadar ciddi hukuk ihlalleri, akla zarar hareketler içine girerek bu iddianameyi hazırlamıştır ki, bir iddianame olarak isimlendirmek mümkün değildir. Bir söz yığını olarak ile ciddiye almak mümkün değildir. 

Bu iddianame “HDP’nin siyasetin rengini değiştiren rolüne bitirmemiz gerekiyor” denilerek hazırlanmıştır

Bu iddianamenin oluşturulma süreci bizim hakkımızda oluşturulan siyasi operasyonun geldiği aşamayla doğrudan ilgilidir. Bu iddianame HDP’yi tasfiye operasyonunda gelinen aşamayı şöyle tarif ediyor: “Biz 5-6 yıldan bu yana Halkların demokratik Partisi ile uğraştık her türlü zulmü yaptık, her türlü siyasi operasyonu düzenledik ama her şeye rağmen içeride tutuklu Eş Genel Başkanları olmasına, siyasetçileri olmasına, kadrolarının büyük çoğunluğu siyasi kumpas operasyonlarıyla tutsak edilmiş olmasına rağmen HDP 6,5 milyon oyuyla siyasetin rengini değiştirmeye devam ediyor. 2018’den en son yerel seçimlere kadar siyasette kilit rol oynamaya devam ediyor. Artık bu rolün sona erdirilmesi gerekiyor.” Bu iddianamenin kasti, amacı, özeti esas olarak budur. 

Saray’dan verilen talimat MHP Genel Merkezi’nde oluşturulan strateji bu iddianame yoluyla uygulanıyor

Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik tasfiye operasyonunun artık sonuca ulaştırılması talimatının vücut bulmuş halidir. Eyleme harekete dönüştürülmüş halidir. Bu zamana kadar siyasi operasyonları çok çeşitli yöntemlerle yaptılar. Akla vicdana siyasete sığmayacak yöntemler. Ama bugün bu aklı vicdani siyasi anlayışı tamamıyla ortadan kaldıracak tamamıyla paspasa çevirecek bir zihniyetle bu iddianame hazırlanmıştır. Bu iddianamenin hazırlanma süreci aslında Selahattin Bey birtakım vurgular yaptı. Benim ekleyeceğim tespitler şudur. Saray’dan verilen talimat MHP Genel Merkezi’nde oluşturulan strateji bu iddianame yoluyla uygulanmaya çalışılıyor. Siyasi iktidar, AKP ve MHP koalisyonu bu dava yoluyla bir seçim kampanyası yürütüyor.

Bu yargı provokasyonun amacı HDP’nin hareket kabiliyetini zayıflatarak iktidarlarını sürdürmektir

Bu zamana kadar seçim kampanyalarını daima HDPnin tasfiye edilmesi, siyaset dışı bırakılması planları üzerine kurdular. 2023 seçimlerine gidemeyeceklerini, ondan çok daha erken halkın onayına güvenoyuna ihtiyaç duyduklarını kendileri de çok iyi biliyorlar. Bir seçim atmosferi oluşmuş durumda. Bu seçim atmosferi içerisinde halkın güvenoyunu yeniden alabilmek için Halkların Demokratik Partisi’nin itibarını zedelemek, siyasi prestijini aşağıya çekmek, siyasi hareket kabiliyetini düşürmek amacıyla bu yargı provokasyonu partimize karşı, bizlere karşı düzenlenmiştir. 

Bu aynı zamanda elbette ki siyasi iktidarın içerisine düştüğü çaresizliğin ve sistemin içerisine düştüğü aczin ifadesidir. Yani sistem uzunca bir süreden bu yana yargı aparatı olmadan kendisini dayanacağı hiçbir yer bulamıyor. Bu yargılama yoluyla bu zamana kadar söylenen sözlerin, siyasi temsilciler hakkında söylenen sözlerin haksız kara propagandanın doğrulanmasına ihtiyaç duyuyorlar.

İktidar bütün meşruiyetini kaybetti, yargı aparatıyla meşruiyet yaratmaya çalışıyor

Yani Türkiye’nin şu an ne uluslararası konjonktürde ne de ulusal ölçekte icraatlarını doğrulayacak en ufak bir dayanak kalmadı. Meşru bütün dayanaklarını yitirdiler. Ellerindeki tek dayanak, onlara meşru mührünü basacak tek kurumsal yapı yargıdır. İşte bu nedenle siyaset yargı kurumu üzerinden yürüyor. Bu siyasi stratejidir. Bu münferit, sübjektif bir durum değildir. Siyasi iktidar ayakta kalma stratejisini yargı kurumu üzerinden oluşturmuş ve kurmuştur. Hiçbir meşru dayanakları kalmadı. Geride bıraktığımız yıllar içerisinde bu mekanizma işletiliyor. Bu yargılamanın hukuksuzluğun ve usulsüzlüğün üzerinden bu kadar ısrarla durmamızın nedeni budur. Bizler güncel bir durumu şu anki durumu konuşmuyoruz. Sizin şahsınızla, sizin pozisyonumuzla ilgili bir tartışma da yürütmüyoruz. Yapısal bir sorunu tartışıyoruz. Bu kadar yapısal bir sorunlu atmosferde karşımızdaki mahkeme heyetinin bağımsız, tarafsız bir tavır almayacağına dair çok kuvvetli ve olağan şüphelerimiz var. 

Siyasi iktidar, yargıyı yönetmekle ve yargıdaki davalarla varlığını sürdürmeye çalışıyor

Ancak sizin ilk duruşmadan itibaren iddianamenin kabulü aşamasında, Selahattin Bey’in de ifade ettiği avukatlarımızın da altını çizdiği bir takım tutum ve davranışlarınız bu olağan mesafeyi bu olağan soru işaretlerini ortadan kaldırmıştır. Bağımsızlık ve tarafsızlık konusunda çok açık bir güvensizlik durumuyla karşı karşıya olduğumuzu da belirtmek, altını çizmek gerekiyor. Bu, yargılamanın bundan sonraki süreçlerde gerçek anlamda bir yargılama olmayacağının da çok somut bir ifadesidir. Yapısal bir sorun var. Siyaset kurumu yargının yönetilmesi ve yargıdaki davalar üzerinden kendisini devam ettirmeye çalışıyor. Şu an Türkiye’de o kadar çarpık bir tablo ile karşı karşıyayız ki o kadar açık bir haksızlık ve hukuksuzluk tablosu var ki neresinden tutacağımızı şaşırıyoruz. Biz bugün burada yitirdiğimiz bütün canlarımızın katili olmakla, kendi arkadaşlarımızın, yoldaşlarımızın, halkımızın katili olmakla yargılanıyorken diğer taraftan siyasi iktidarın bakanı, yetkilileri, ilgilileri tamamıyla ifşa olmuş siyasi mafya ilişkileri nedeniyle bırakın soruşturmayı, en ufak bir soruya bile maruz kalmıyor. Bu öylesine oluşmuş bir durum değildir.

Bizi istediğiniz kadar linç edebilirsiniz, linç ettirebilirsiniz. Onları katil ilan edebilirsiniz.  Ama Süleyman Soylu’ya...

MAHKEME BAŞKANI: Figen Yüksekdağ sizden de ricam lütfen bizim şahsımızla ilgili ret sebeplerinizi söyleyin. 

Çete lideri Sedat Peker’in sözleri ifade özgürlüğü, Figen Yüksekdağ’ın sözlerinin hiçbirisi ifade özgürlüğü değil

Tavırları tarif etmeye, tanımlamaya çalışıyorum Sayın Başkan. Bunlar buradan doğrudan yargılama sürecinin gidişatıyla ilgili, usulle ilgili şeylerdir. Birbiriyle bağlantılı olduğunu kabul etmeniz gerekir. Bu kadar kapsamlı davada daha spesifik, sadece sizin şahsınızla, bu heyetin özgün durumuyla ilgili bir nedensellik ortaya koymamı bekleyemezsiniz. Ortadaki çelişkiyi ifade etmeye çalışıyorum ben. Yani burada Türkiye koşullarında Türkiye şartlarında HDP’liler, demokrasi ve özgürlükler mücadelesi yürüten bütün kesimler sayısız davaya, soruşturmaya, haksızlığa, hukuksuzluğa uğrarken, “onların kanları ile duş alacağım” diyen, “oluk oluk kanlarını akıtacağım” diyen bir çete lideri yargılanmadı, hakkında soruşturma bile açılmadı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı onun sözlerini, çete lideri Sedat Peker’in sözlerini ifade özgürlüğü olarak kabul etti. Ancak Figen Yüksekdağ’ın sözlerinin hiçbirisi ifade özgürlüğü olarak görülmüyor. 

İddianame o kadar ciddiyetsiz ki Figen Yüksekdağ ile Kamuran Yüksek karıştırılmış

Yani bakın iddianameden söz edeceğim size. İddianame o kadar ciddiyetsiz bir şekilde oluşturulmuş ki, tamam ifade özgürlüğü saymıyorsunuz, bizim yasama dokunulmazlığımız olduğunu kabul etmiyorsunuz. 83/1’den da en ufak bir soru bile sormuyorsunuz ama en azından iddianame oluşturulurken şuna bakmanız gerekir. Ben bir yargılamaya yargılama diyeceksem eğer iddianameye bakarım, ‘iddianame ne’ diye. En başta iddianameye bakmanız gerekir. Gerçek anlamda iddianameye baktığınızı da düşünmüyorum. Selahattin Bey’in ifade ettiği, avukatlarımızın ifade ettiği gerekçelerle yani bu şekli ile okunmuş ve kabul edilmiş olması nedeniyle hem iddianamenin içindeki ciddiyetsizliklerin görülmeyip tespit edilmemiş olması, çıkarılmaması nedeniyle. En basit örneği vereyim. Söylediğim sözlerin hiçbirisi zaten ifade özgürlüğü olarak kabul edilmediği gibi benim ifade ettiğim iddia edilen açıklamalar, birtakım konuşmalar bana ait değil. Soruşturmayı yürüten savcı böyle bir karmakarışık iddianame hazırlamış ki ‘Yüksek’leri  karıştırmış. Figen Yüksekdağ’ın açıklaması diye Kamuran Yüksek’in konuşmasını almış Figen Yüksekdağ’ın suç konuşmaları listesine eklemiş. Ve buna benzer benim konuşmalarım içerisinde benim konuşmadığım en az 5 tane kadar açıklama, ziyaret iddianame içine sıralanmış olmuş. Yani savcı ‘Yüksek’leri karıştırmış diyoruz ya herhalde yükseklerle bu kadar uğraşınca veya yükseklerle muhatap olunca ne diyeyim? Herhalde algı mı alçalıyor? Ama gerçekten ciddiyet anlayışındaki böyle seviyesizlikle karşı karşıyayız. 

Biz böyle bir iddianame ile karşı karşıyayız ve bu iddianame ile ilk duruşmada bizim en haklı söz söyleme hakkımız bile dikkate alınmadan iddianamenin kabulü veya nasıl kabul edileceği hakkında söyleyeceğimiz sözler dahi dikkate alınmadan, özetin özeti, suyunun suyu çıkarılarak kabul edildi. Şimdi bu iddianamenin içindeki parçaları nasıl ayıklayacağız sorusuna yanıt vermek zorundadır heyetiniz. Ama ben benimle ilgili yapılan tartışmalar özellikle birinci duruşmada ortaya çıkan tablodan gördüğüm kadarıyla; bu yargılama, bu soruşturma sürecinin sonunda arızaları ayıklama yönünde, ortadan kaldırma yönünde bir çaba ve girişim göremiyorum. En baştan siyasi iktidar nasıl bizi mahkum ettiyse bizim duruşmamız da aynıdır. Duruşmamızdan bir gün önce “katiller, asın bunları, bağımsız tarafsız yargı hadi verin şunların cezasını” diye hakkımızda zaten yıllardır sürdürülen linç kampanyasında ne yapıldıysa heyetiniz de bize ilk duruşmadan itibaren bize suçlu muamelesi yaptı. Ben burada ilk duruşmada kaç defa düğmenin kapatıldığını hatırlamıyorum. SEGBİS bağlantısının koptuğunu bile siz ifade ettiniz. 10 dakika mahkeme ile bağlantı kuramadık. Hiçbir şekilde ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Ancak birinci duruşmadaki görüntü birinci duruşmadaki vahim tablodan sonra buradan gerçek bir yargılamanın çıkmayacağının, adil yargılama olmayacağını görmek için gerçekten kahin olmaya gerek yok. Objektif bir göz birinci duruşmadan çıkan tablonun ne olduğunu çok net bir şekilde tarif eder. 

Bahçeli mahkeme heyetine talimatı verdi, iktidarın acelesi var

Bizi yargılamak, bizden hesap sormak ve bize ceza vermek üzerine kurgulanmış bir mekanizma ile karşı karşıyayız. Çünkü neden? Çünkü Devlet Bahçeli talimatı verdi, açıklamayı yaptı. Anayasa Mahkemesine posta koyar Devlet Bahçeli. Bütün yargı kurumlarını kapatır açar, seçimleri başlatır bitirir, iktidarları getirir götürür.  Bizim davalarımız hakkında da konuşan yine Devlet Bahçeli’dir. Bizim duruşmalarımız hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun atadığı memuru olmadığı zamanlarda açık kesin talimatlarını verir. Bizim dışımızda herkes konuşurken, herkes bizi linç etmeye girişmişken biz tek bir söz söyleme hakkına sahip olamadık. Tek bir söz söyleyemedik, söylesek bile SEGBİS düğmesi kapatıldı. Oysa ki yargılama sürecinin her bir aşamasında karşılıklı tartışmalar yapılabilir ama konuşmanın olması gerekir. İfadenin olması gerekir. Ama ben sizin durumunuzu da anlıyorum. Siyasi iktidarın acelesi var. Vade verildi, zaman kesildi ve görev biçildi heyete. Halkların Demokratik Partisi’nin kapatılması davasının da dayanağı olmak üzere bu dosyadan karar çıkarılması isteniyor. Bu kadar açık talimatlar üzerinden işleyen bir süreçten bahsediyoruz.  

6 yıl sonra davayı açıp ‘yeni deliller var’ demek suçun ifşasıdır

Neden 6 yıl sonra açıldı bu dava sorusuna yanıt vermeye çalışıyoruz. Bugün konuşma şansımız oldu. 6 yıl boyunca neden bu davanın açılmadığı sorusuna iktidar da cevap veremiyor, savcı da cevap veremiyor, mahkeme heyeti de cevap veremiyor. Siyasi iktidarın yaptığı açıklama şu: “Yeni deliller çıktı, kabul edersiniz ki çok kapsamlı bir olaydı. Aradan 6 yıl geçmiş olmasına rağmen bu kadar kapsamlı, şu kadar insanın öldürüldüğü, bu kadar malın yağmalandığı, bu kadar suçun olduğu, bu kadar organize bir suç işleme sürecinin içerisinde bazı şeylerin geri planda kalması, görülmemiş olması mümkün”. “Özrü kabahatinden büyük” diye bir laf vardır en basitinden söylersek. Özrü kabahatinden büyük.  Aynı şeyi yargı kurumları söylüyorsa zaten, söyleyen yargı kurumları var, savcılar bunu söylüyor, soruşturma savcısı da bunu söylüyor. Bırakalım bu konudaki sorunun telafi edilmesini çok daha büyük bir sorunun, çok daha büyük bir suçun ifşasıdır bu yaşanan.

Demek ki 6 yıl boyunca yitirilen canları kullanmak dışında bir şey yapmamışsınız 

Yani 6 yıl boyunca ‘53 insanımızı öldürdünüz’ diye bağırıp çağırmanın dışında, yitirilen bu canların ölümünü kullanmanın dışında hiçbir şey yapmamışsınız. Sadece bu ölümleri bir söylem üstünlüğü, bir siyaset malzemesi olarak dikkate almışsınız. Gerçek anlamda, eğer hukuki bir saikle baksalardı bu sürece; o şekilde, o ciddiyetle dikkate alsalardı zaten bu suçlamaların araştırılmış soruşturulmuş olması gerekiyordu. Bugün dediğimizi bundan 6 yıl önce de söylüyorduk. 6 yıl önce soruşturma önergeleri verdik, kanun teklifleri gönderdik. Dedik ki, “Bu suçluların bulunması gerekiyor. Gerek Meclis’te gerek tüm yargı süreçlerinde bağımsız mecraların oluşturulması ve bu sürecin soruşturulması, sorumluların açığa çıkarılması gerekiyor”. Biz olağan açıklığı ve netliğiyle 6 yıl öncesinden itibaren bu sürecin soruşturulması, suçluların açığa çıkarılması çağrısını yaparken bu siyasi iktidar bilinçli ve kasıtlı olarak bu suçların üstüne oturdu. Aynı zamanda bu suçların faili olduğu gerçeğini de kamuoyundan kaçırmak için yeni planlar yaptı, yeni bir strateji uyguluyor. İşte 6 yıl sonra bizim hakkımızda böyle bir dava açılmış olması, böyle bir soruşturmanın başlamasının esas nedeni de budur. 

Bu davanın hukuksuzluğunu ve heyetinizin davadan çekilmesini istememizin en önemli nedeni zaten biraz önce de ifade ettiğim gibi tastamam siyasi saiklerle bu davanın açılmış olmasıdır. Tastamam siyasi saiklerle götürülüyor olması, bağımsız bir mekanizmanın, bağımsız bir kurumsal yapının tamamen Türkiye’de tahrip edilmiş olmasıdır. Bakın yargı kurumu uluslararası hukuk ve ulusal hukuk kapsamında hukuk mekanizmalarına entegre bir kurum olmalıdır. Bağımlı olduğu ve entegre olabileceği tek mekanizma üst hukuk kurumlarıdır. Anayasa Mahkemesi’dir ve uluslararası hukuk kurumlarıdır. Şu an Türkiye’deki mahkemeler güçlü bir genel mahkemenin, asıl entegre olması gereken hukuk kurumlarının kararlarını tanımıyor.  Anayasa Mahkemesi kararlarını yerel mahkemelere uygulatamıyor. Hatta Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdiği zaman siyasi iktidar ve ortakları yargı kararından dolayı Anayasa Mahkemesinden hesap soruyor, Anayasa Mahkemesi’ne racon kesiyor. Entegrasyon ve bağlılık görevini yerine getirmiyor.

İkincisi uluslararası hukuka bağlılık sorunları. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Selahattin Demirtaş kararı örneğinde olduğu gibi uluslararası hukuka ve uluslararası mahkemelere entegrasyon ve bağlılık görevini de yerine getirmiyor.

Türkiye’de yargı mekanizması, bağımsız yaşayabilecek bir mekanizma güvencesine sahip değildir

Bu çok temel bir fonksiyonudur. Yargı kurumunun en temel sorumluluğudur. Şu an gerçeğe baktığımızda söylediğimiz bu sözler, ortaya koyduğumuz bütün deliller gösteriyor ki Türkiye’de yargı mekanizması, yargı kurumu tarafsız ve bağımsız yaşayabilecek bir mekanizma güvencesine sahip değildir. Çünkü ne AİHM kararını ne Anayasa Mahkemesi kararını, hukuk anlamında, uluslararası hukuk anlamında bir entegrasyon kararını yerine getirememektedir. Bu da aslında başlı başına bir reddi hâkim gerekçesidir ve bizim bu sürece bakış açımızdaki iddialarımızın en somut dayanaklarından birisidir. 

Üretilen deliller, delil üretme yöntemi FETÖ döneminden bu yargı sistemine sızdırılmış bir ajandır ve AKP savcıları FETÖ savcılarını kopyalamaya devam ediyorlar. Bu davada, Kobanî Davasında çok açık bir biçimde ve üstelik inandırıcı olma kaygısına da düşmeden sahte delil üretilmiş. Delil üretme çabası o kadar abartılmış ki iç bağlantısı da koparılmıştır. Yani aslında üretilen deliller aslında bir mantık silsilesini destekleyen, besleyen bir bütünlüğe de sahip değildir.

Biz şu anda bir ahlaksızlığa karşı mücadele ediyoruz

Dava dosyasında bu kadar farklı durumun, kişinin, olayın, gerçeğin aynı çuvala doldurulmuş olması bir taşla birden çok kuş vurma hırsı iddianame savcısını öyle bir noktaya getirmiş ki aklını kaybetmiş. Yani bu iddianame ve bu dava soruşturma süreci tam bir akıl yitimi. Yani şu an aslında bir akla karşı mücadele etmiyoruz. Biz şu anda bir ahlaksızlığa karşı mücadele ediyoruz gerçek budur. Akılla izah edilecek bir durum yoktur. Bu karşı karşıya olduğumuz sorun, karşı karşıya olduğumuz durum bir ahlaki yitim durumudur. Yani Allah aşkına birazcık aklı çalışan bir insan bile bu iddianamenin sorduğu sorular ve cevaplar üzerinden ne kadar mesnetsiz ne kadar hukuksuz ne kadar rezalet olarak yorumlanabilecek bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu görür. Ama şu an biz burada gerçekten ortalama bir akılla da karşı karşıya değiliz. Ortalama bir akılla karşı karşıya değiliz ama ortalama bir ahlak beklentimiz var. Ne yazık ki böyle bir beklentiye de cevap alamıyoruz. 

Kendisini Yassıada mağduru olarak gösteren Saray iktidarı Yassıada’daki yargılama hukuksuzluklarının her birini bir çırpıda uygulayabiliyor

Üretilen deliller, yaratılan deliller, sahte tanıklar, yalancı tanıklar, matbu tanık ifadeleri var. Matbu tanık ifadelerinin altına gözünü kapatıp imza atan attırılan insanlar. Yani neresinden bakarsanız bakın hukuk tarihine kara harflerle geçecek bir yargılama gafletinden bahsediyoruz. Bakın Türkiye’nin tarihinde ikinci örnek bu. Siyasi yargılama olan. Ve birinci örnek de çok kötü bir örnektir ve hiç hayırlı sonuçlar çıkmamıştır. Türkiye tarihinin sonraki 70-80 yıllık sürecini de belirlemiştir. İkinci örnek de HDP davasıdır. Yani Kobanî Davası adıyla adlandırılan HDP yargılama davasıdır. Birincisi aynıdır; siyasi partilerin yargılandığı dava örneği: Yassıada’dan. Bakın HDP yargılamasındaki iddianame, siyasi olarak birbirlerinden farklıdır o günün demokrat partisiyle bugünün HDP’si, şahıslar farklıdır ama iddianamenin içeriğine bakın, siyasi yargılamanın mantalitesine, çerçevesine, kullanılan yöntemleri hemen hemen hepsine bakın Yassıada yargılamasının bir benzerini görürsünüz. Yassıada yargılamasının bugün 21’inci yüzyılda 2021 Türkiye’sinde kopya edildiğini görürsünüz. Kimin tarafından kopya ediliyor bu yargılama peki, bu siyasi dava, sözde kendisini Yassıada mağduru olarak gören ve 20 yıldır o mağduriyetin ekmeğini yiyen Saray iktidarı tarafından. Kendilerini Yassıada mağduru olarak görüyorlar biliyorsunuz ve 20 yıldır da o siyasi saikle, o siyasi dayanakla kendilerine meşruiyet elde etmeye çalışıyorlar. Ama Yassıada’daki yargılama yöntemlerinin her birisini, o hukuksuzlukların her birini bir çırpıda uygulayabiliyorlar. 

Ben sadece başka bir benzerlik olduğunu hatırlattım size, siyasi iktidara. Şunu unutmasınlar Yassıada’da o kadar hukuksuzluğun bedeli ve sonucu sadece 3 siyasetçinin, ülkenin başbakanın ve bakanlarının asılmasından ibaret değildir. Oradan çıkan sonuç Türkiye tarihindeki çok önemli sonuçlardan birisidir. O dönem Mendereslerle beraber idam ettiklerini düşündükleri, bitirdiklerini, düşündükleri Demokrat Parti, o yargılamadan 3 yıl sonra yapılan seçimde salt çoğunlukla iktidara gelmiştir yeniden. Darbe yapılan siyasi parti, yeniden iktidara gelmiştir ve üstelik çok uzun yıllar Demokrat Parti geleneği siyasetin tarihinden tasfiye edilememiştir. O kadar çivi çakmış gibidirler ki o sağ, Demokrat Parti zihniyetini Türkiye siyasi tarihine, Türkiye siyaset zeminine. Daha ileriki aşamalarda bunların hepsini elbette daha ayrıntılı konuşacağız. Bugün şunu anlatmaya çalışıyoruz olumsuzlukların hiçbirisi yapanın yanına kalmadı, olumsuzlukların hiçbirisi ürettiği sonuçlardan bağımsız düşünülmedi, davranılmadı. 

Yassıada’dan sonra ikinci kez 2021’de HDP davasında yapılıyor aynı şey, çok açık darbe yargılaması yapılıyor

Anayasa’nın ihlal edildiği, Anayasa’nın çiğnenerek yapıldığı ikinci yargılama, HDP davasıdır. 24 Anayasası çiğnenmiştir Yassıada yargılamasında. Yine 24 Anayasasında da yasama dokunulmazlığı maddesi vardır, o Anayasa maddesi de çiğnenerek siyaset içine müdahale edilmiştir, yargılanmıştır, ceza verilmiştir, bir kısmı idam edilmiştir. Yasama dokunulmazlığı ihlal edilerek, Anayasa çiğnenerek yapılmıştır ve darbe yönetimi adı altında yapılmıştır o yargılama. Bakın ikinci defa da 2021’de HDP davasında yapılıyor aynı şey. Anayasa ikinci defa HDP davasında çiğneniyor. 83’ün çiğnenmesi, madde var mı yok mu diye bir soru sormuyor, çok açık bir darbe yargılaması yapılmasıdır, ilanıdır, ifşasıdır. Başka hiçbir siyasi açıklaması yoktur bunun. 

Ben size çok açık söylüyorum; bu maddeden bu anlayışta bir Adnan Menderesler yargılandı, asıldı Yassıada’da; ikinci defada HDP’liler yargılanıyor. Aynı anlayışla ve aynı yöntemle. Ve bu yargılamaların siyasi partilerin doğrudan yargılandığı davaların her birisi darbe koşullarında yapılıyor. Bugün sorarsanız kimse bu memlekette darbe yok der. Hani nerede darbeciler, üstelik darbe ile mücadele etmiş darbecileri yenmiş, tarihin karanlığına geri göndermiş bir siyasi iktidar olduğundan söz eder. Nitekim biz diyoruz ki; kral çıplak, hayır kardeşim bu memlekette darbe var, bu memlekette darbe yönetimi var.

18 Mayıs 2021