Yüksekdağ: Gündüzden geceye, kadınlar el ele özgürlüğe!

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın Bianet'e verdiği röportaj:

Halen Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulan HDP eski Eş Genel Başkanı Yüksekdağ’a avukatı aracılığıyla ulaştık. Hapisteki altıncı yılında, mahpusluğu, koşullarını ve son siyasi gelişmeleri konuştuk.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde alanlar, meydanlar, sokaklar bu sene de kadınların… Tüm engelleme ve baskılara rağmen yine ısrar ve inatla itirazlarını, taleplerini haykıracaklar! Uzun seneler o sokaklarda, alanlarda, meydanlarda el ele, yan yana yürümüş, birlikte yol almış binlerce kadın şimdi hapiste.

Türkiye siyasetinin önemli bir dönemecinde HDP’de eş başkanlık yapmış Figen Yüksekdağ seçilmiş o kadınlardan biri. 4 Kasım 2016’da evinin kapısı kırılarak gözaltına alınıp tutuklandı. Halen Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulan HDP eski Eş Genel Başkanı Yüksekdağ’a avukatı aracılığıyla ulaştık. Hapisteki altıncı yılında, mahpusluğu, koşullarını ve son siyasi gelişmeleri konuştuk.

12 Eylül darbesi sonrası tutuklu oğlunu ziyaretinde, Kürtçe konuşmak yasak olduğu için, görüş boyunca, önceden ezberlediği tek Türkçe cümle “Kamber Ateş nasılsın?” diyerek seslenen İpek Elmas, geçtiğimiz Şubat ayında hayatını kaybetti… Bu söyleşilerin ortak sorusuyla, İpek Elmas’ı anarak başlayalım.

Figen Yüksekdağ nasılsınız?

En azından bu soruya kendi anadilimde cevap verme şansına sahibim. Buna sevinmeli miyim, emin değilim. Zira 80 darbesi günlerinden ve 90’lardan farklı olarak Türkiye hapishanelerinde Kürtçe konuşmak yasak değil ama ceza gerekçesi! Kimi durumlarda ise müdahale, önyargı ya da nefret sebebine dönüştürülüyor. Resmen yasak olmasına rağmen, Kürtçe yapılan telefon görüşmeleri, duruma ve idarelerin o günkü ruh haline ve siyasi atmosfere göre patır patır kesiliyor. Öyle bir şey ki, öngörmezsiniz sayısını, hesabını tutamazsınız, giden konuşma hakkınızı geri getiremezsiniz, telefon başında nöbet tutan ailenizi teselli edemezsiniz… Anlatmaya kalksanız, bu derde sıra gelmez. Zaten çoğu tutsak söylemiyor bile. O kadar rutin bir siyasi kötülük yani. Sadece dayanırsın karşısında. Diline ve sözüne yeni yollar bulmaya uğraşırsın. Siyasi mahpuslarda böyle yapıyor.

"İyiyim, iyi olacağız" 

Geçtiğimiz aralık ayında bize Garibe Gezer’in ölümünde sorumluluğu olan iktidarı protesto ve esas olarak da bir kadın sahiplenmesi sergilemek amacıyla slogan attığımız için disiplin cezası verildi. Bazılarımız bir ay iletişim hakkından (telefon, mektup, faks) bazılarımız da bir ay açık görüş hakkından men edildi.

Tabii asıl konu bu değil. Böyle durumlarda güya sana savunma olanağı tanıyorlar. Bazı arkadaşlar belirlenmiş yasal aşamalara göre önce idare kurulu karşısında, sonra infaz hakimliğinde Kürtçe savunma yapmak istediler. Kadınların ana bölümü Türkçe biliyor ama kendi ana dilinde savunma yapmak istiyor. Ama içlerinden biri var ki, ‘evet, hayır, nasılsın, iyiyim’ dışında Türkçe bilmiyor, çok az düzeyde konuşulanı anlıyor, onu da mahpusta öğrenmiş. Yani anadilinde savunmanın temel hak olduğunu bir kenara koysak bile, kendini ifade etme şansı yok. Üç yaşındaki kızıyla birlikte, yanılmıyorsam iki yıldır burada tutulan Rojavalı bir kadından söz ediyorum. İfadesini Kürtçe yapmak isteyerek örgüt propagandası yaptığı gerekçesiyle, hatta örgüt çatısı altında faaliyet sergilemekle suçlandı! Bir cezaya Kürtçe itiraz etmek isterken, çok daha ağır bir başka ceza tehdidiyle karşılaştı. Onunla birlikte diğer kadın siyasi tutsaklar da hem bu tehdit nedeniyle hem de tercüman sağlanmadığı için idare ve hakimlik karşısında itiraz ve savunma hakkından imtina etmek zorunda kaldılar.

Bundan 42 yıl öncesinden, rahmetli İpek Ana’nın karşılaştığı muameleden bu yana ne değişmiş siz karar verin. Bugün hapishanede Kürtçe konuşmak terör örgütü propagandası sayılıyor. İnfaz hakimlikleri, cezaevi yönetimlerinin ayırımcı, şoven ve tek başına Kürt olmayı, Kürtçe konuşmayı suç sayan kararlarını aynı zihniyetle tasdikliyor. Evet, “Nasılsınız?” diye sormuştunuz. Bunlara ve daha fazlasına rağmen iyiyim, iyiyiz; iyi olacağız.

"Kadınlar kürsülerden bizim adımıza da konuşuyor"

Bir 8 Mart etkinliğinde konuşmacı olsaydınız kürsüden neler söylemek isterdiniz?

İtiraf edeyim şu an kendimi bir 8 Mart etkinliğinde konuşmacı olarak hayal edemiyorum. 5 yılı aşkın hapisliğin bu kadarlık komplikasyonunu mazur görürsünüz herhalde. Zaten arkadaşlarımız, yoldaşlarımız, mücadeleci kadınlar kürsülerde bizim adımıza da bugüne ve yarına sözümüzü söylüyor. Ama fırsatım olsa, yaptıkları 8 Mart konuşmalarından dolayı hâlâ hapiste olan kadın siyasetçilerin fezlekelerini toparlar, selam ve direnişte ısrar niyetine onlardan 3-5 kuple okurdum. Aysel Tuğluk, Leyla Güven, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayşe Gökkan, Gülser Yıldırım, Edibe Şahin, Nurhayat Altun ve daha adını sayamadığım epeyce kalabalık kadın siyasetçi 8 Mart konuşmalarından ve kadın özgürlük hareketinin bileşeni olmaktan hapiste. Kadın oldukları ve erkek egemen ideolojik ve siyasi yargıları tam da siyasetin merkezinde yıktıkları için iktidarın daha özel ve ekstra saldırılarına, nefretine maruz kalıyorlar. Ayrıca dünden bugüne özgürlük yürüyüşümüzün iç bağları, bütünlüğü ve geleceği bakımından çoğul konuşmanın, bazı konuşmaların altını çizmenin yararı olabilir.

"Kadın olmanın değerini yüceltebiliriz"

Feminist gece yürüyüşü için bir döviz hazırlıyor olsaydınız ne yazardınız?

Gündüzden geceye, kadınlar el ele özgürlüğe... (Umarım bundan daha kısasını beklemiyorsunuzdur benden :)) Çünkü başta kendimi dahil ederek, her gün ve her kesimiyle birlikte kadın bilinci ve tavrının geliştirilmesini, süreklileştirilmesini yaşamsal buluyorum. Genel siyaset ve erkek egemen toplum düzeninin kadın hakikatini yutmasını, silikleştirmesini böyle engelleyebiliriz. En önemlisi de hayatın ve mücadelenin bütün anlarında kadın olmanın, kendimiz olmanın farkını, değerini böyle yüceltebiliriz. Hepimizin 8 Mart'ı, Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!

"Bir saatlik görüş için üç günlük yol"

Tekrar hapishanedeki duruma dönelim. Aileniz, dostlarınız, siyasetçi arkadaşlarınız, “gelip gidenler” nelerle karşılaşıyorlar?

Hapishaneler ve infaz sistemi, mahpuslarla birlikte ailelerini, dostlarını, ziyaretçilerini de cezalandıran bir sistem. Çeşitli gerekçelerle, sık sık ailelere de tutsaklar üzerinden görüş, telefon ve mektup cezası veriliyor. Bunun telefon ve görüş zamanları için gün sayan ve endişeyle kıvranan analar-babalar, çocuklar-eşler, aile fertleri için ne ifade ettiğini anlamak için sadece insan olmak yeter, ama böyle bir sistemde onu da mumla arıyoruz. Burada çocukları her hafta telefon başında nöbet tutan anneler var. Onlar ve evlatları bakımından daha üzücü bir durum. Siyasi mahpuslara kasten uygulanan, ailelerinden uzak yerlere gönderilme ve sürgün, sevkler doğrudan aileleri vuruyor. Yıllarca ailesi gelemeyen insanlar var burada… Ailelerine yakın cezaevlerine sevk talepleri kabul edilmiyor. Ekonomik nedenleri, yaş ve hastalık sıkıntılarını aşıp geldiklerinde ise saatlerce cezaevi kapısında bekleyip perişan oluyorlar. Herkesin uçak parası yok, en fazla bir saatlik görüş uğruna üç günlük yolda, otogarlarda, nizamiye önünde bekleyerek geçiren aileler biliyorum.

"Arkadaş görüşleri çok zor"

Bana ve diğer seçilmiş siyasetçi arkadaşlarıma; eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz ziyarete geliyor ama bakanlık, çoğuna ya izin vermiyor ya da çok uzun aralıklarla izin çıkarıyor. Uzun ve can bedeli mücadeleyle kazanılan arkadaş ziyareti hakkı da fiili olarak gasp ediliyor. Bir arkadaşım ziyarete gelemeyince değiştirme hakkını kullanmak istedim; soruşturma geçirdiği, basın açıklaması ve yürüyüşlerden göz altına alındığı gerekçeleriyle kabul edilmedi. Bazılarına bu gerekçeler olmasa bile onay vermiyorlar. Bu yasal kazanımı tümden ortadan kaldırmak için uğraşıyorlar. Yani arkadaş görüşçülerinin artık kapıdan geçmesi dahi zor.

Görüş günleriniz nasıl geçiyor, pandemiden nasıl etkilendiniz?

Görüşü beklerken günün yarısı uzun geçiyor :) Tabii görüş de bunun tam tersi, çok kısa… 3 ay öncesine kadar pandemi nedeniyle açık görüş yapamıyorduk, şimdi ayda bir yarım saat yapabiliyoruz. Hal-hatır soruyorsunuz bitip gidiyor. Ailelerimiz kilometrelerce yoldan geliyor; o kadar zaman, yorgunluk derken, “Nasılsın, iyi misin?” deyip geri dönüyor.

"Pandemi iktidara yaradı"

Pandemi en çok hapishanelerde baskı ve eziyeti artırmak isteyen iktidara yaradı. Dışarıda maskeleri kaldırmaya niyetleniyorlar. Biz ailelerimizle maskeli bir saat görüşemiyoruz. Galiba virüse mutasyon geçirtip, sadece bize bulaşan özel varyantını yapmışlar ama sadece ailelerimizden geçiyor! Benim bu durumla dalga geçtiğimi sanmayın, asıl gözümüzün içine bakarak bizimle dalga geçiyorlar. Bir taraftan görüşçülerimizle temasımız kesilip, akıl ve izandan yoksun şekilde sınırlandırılırken, her gün yüz yüze olduğumuz personelin PCR testi zorunluluğu dahi kaldırıldı. Temaslılar da çalışmaya devam ediyor. Haftada, 15 günde bir arama için odalarımızdalar. Tabii devlet bize virüs bulaştırmaz ne gelirse ayda bir katı kısıtlamalarla görüştüğümüz ailelerimizden gelir.

Hapishanede zaman nasıl geçiyor? Size yönelik uygulamalar nasıl?

Dolu geçiyor, planlı-programlı olmazsanız günün içi boşalıyor, zaman sizi sürüklüyor. Planlamayı eksik etmeyip ona sadık kalmaya çalışıyorum. Biz kadın siyasetçiler bakımından bozucu faktörler fazla olabiliyor. 5 yıl geçti hâlâ yeni dava ve duruşmalarla uğraşıyoruz. Zaman çalıp dikkat dağıtıyor haliyle, ama okumaya, yazmaya, üretkenliğimi geliştirmeye uğraşıyorum. Ayrıca burada size gayet basit gelen, kolaylıkla ulaşabildiğiniz ihtiyaçlar için günlerce, bazen aylarca çaba sarf etmeniz gerekiyor. O kadar çok günlük ve insani, pratik şeyler ki, saymaya kalkmam bile başlı başına zaman yutar. Dilekçe, görüşme, bazen görüşememe, sorma, isteme ve bütün bunları bilmem kaçıncı kez tekrar etmenin ardından günlük yaşam ihtiyaçlarına kavuşabilirsiniz. İnanılmaz saçmalıklarla zamanın katledilmesine isyan edince de suçlu çıkarılıyorsunuz elbette.

"Kitap ve gazete kısıtlaması devam"

Hapishanelerdeki genel uygulamalar, siyasi iktidarın en çok bildiği saldırı oklarından biri. Biz de bu saldırılardan payımıza düşeni alıyoruz. Kitap kısıtlaması, gazete ve dergi yasağı devam ediyor. Yeni Yaşam’dan sonra Evrensel gazetesi de cezaevine giremiyor. Ağır tecrit, baskı ve kötü muameleyle birlikte habere, bilgiye ulaşma kaynaklarımızın yasaklanması ciddi bir sorun. Uzun zamandır pandemi bahanesiyle zaten sınırlı sohbet, spor hakları da ortadan kaldırıldı. Bütün bu uygulamaların temelinde tecrit ve insan onurunu teslim alma zihniyeti var özetle.

"Fiziksel temas sıfır"

Kimlerle birlikte kalıyorsunuz? Tutuklu diğer siyasetçilerle görüşebiliyor musunuz?

Şu an iki kişi aynı odada kalıyoruz. Yakın mahpus arkadaşım gazeteci. Dersim’de sol-sosyalist bir derginin temsilciği ve muhabirliğini yaptığı dönemden dolayı tutuklanıp hüküm giymiş. Sosyalist-devrimci çizgide haber-yorum yapanları gazeteci saymıyorlar biliyorsunuz. Gerçi artık kendi avaneleri dışında kimseyi gazeteci saymıyorlar. Gazel de bu sayılmayanlardan. Yakın zamana kadar kızı arada bir yanımıza geliyor kalıyordu. Şimdi 6 yaş sınırını geçtiği için içeriye almıyorlar. O da ayrı bir hapishane dramı. Bizim memlekette el kadar çocuklar da siyasi bedel ödüyor.

Siyasetçi arkadaşlardan Gültan Kışanak ve Gülser Yıldırım’la Kobane davasında birlikte yargılandığımız duruşmalarda görüşüyoruz. Aysel Başkan (Tuğluk) sağlık durumundan dolayı daha duruşmaya katılamadı. Ama onunla da yakınız; duvardan, havalandırmadan konuşuyoruz.

Arada bir Edibe (Şahin) ve Nurhayat (Altun) Başkanları avukata gittiğimizde cam kabinler arkasından görebiliyoruz. Fiziksel ve görsel temasımız neredeyse sıfıra yakın ama diyalog ve iletişimi olabildiğince sıkı tutuyoruz. Bazen seslenerek, bazen yazışarak sürekli etkileşim ve paylaşım halindeyiz.

"Hapishanelerden 10 cenaze çıktı"

“Hapishanelerde siyasi mahpusların sadece kendi varlığını sürdürecek temel vatandaşlık hakları dahi askıya alındığı son dönemde, iktidar zulmü ve insani-ahlaki aktivitesi sindirilmiş vatandaşların duyarsızlığı karşısında, canına ve onuruna sahip çıkmak kolay değil" diyorsunuz, "ETHA- Hapishanelerde Yer Demir Gök Bakır mı?" söyleşisinde. Bir siyasi mahpus olarak, günlük yaşamınızdan ve yoldaşlarınızın hayatından örneklerle bu değerlendirmelerinizi biraz daha açar mısınız?

Temel vatandaşlık haklarından en hayati olanı yaşam ve sağlık hakkı. Mahpuslar ve siyasi tutsaklar uzun süredir bu haktan men edilmiş durumda. Geçen Aralık’tan 2022 Ocak’ına kadar hapishanelerden bizim bildiğimiz 10 cenaze çıktı. Adli mahpusların ölümü istatistiklere bile girmiyor, kamuoyuna yansımıyor. Sayısı 800’ün üstünde ağır hasta içeride ölüme gün sayıyor. Son nefesini vermeden önce tahliye edip, kendileri cenaze taşıma zahmetine bile girmiyorlar. Bir sistem ve onu yönetenler bundan fazla ne kadar hunharlaşabilir demeye kalmadan çıtayı yükseltiyorlar. Birçok tutsak onur kırıcı muamele ve kelepçeli muayene dayatmasından dolayı tedavi olamıyor. Fiziksel şartlar, mekân zaten insan sağlığına aykırı, sağlam insanı hasta etmeye ayarlı. Üstüne bir de tedavi engelleri eklenince binlerce siyasi tutsak ciddi, kritik hastalıklara sürükleniyor.

"Hapishaneler toplama kampından hallice" 

En bilinen insani hak ve ihtiyaçlardan devam edeyim: Gıdaya ulaşım, sağlıklı ve yeterli beslenme hakkı… Faşistlikten ruhu çarpılmış trolleri gazeteler, hapishanelerden ölüm haberi gelince, “Devlet bir teröristi, suçluyu daha beslemekten kurtuldu” diye düğün^bayram ediyor ya, siyasiler dahil kimseyi beslemiyorlar; sömürüyorlar gerçekte.

Açlıktan ölmeyecek kadar verilen yemek- iaşe bedeli de hükümlülerden çatır çatır geri alınıyor. Hapishanelerdeki tutuklu-hükümlülerin ezici çoğunluğu zorunlu ya da takviye ihtiyaçlarını kantinden de alabilecek durumda değil. Yani Türkiye cezaevleri gıdaya erişim bakımından, toplama kamplarından hallice.

Bir de “umut hakkı” diye bir şey var. Ağırlaştırılmış müebbet-ömür boyu hapis mezalimiyle, böyle evrensel bir insan ve yaşam hakkı katlediliyor. Bu insanlık dışı cezaya ağırlaştırılmış idam demek daha doğru. Doğrudan ölüm-idam cezası, karşısında daha insaflı kalıyor. Öleceğini bilip, bir kerede ölüyorsun. Ağırlaştırılmış müebbetler ise daracık hücrelerde, birgün çıkacağı umudu elinden alınmış olarak, ağır ağır ve sayısız eziyetle infaz edilen ölüm cezasına çarptırılıyor. Garibe Gezer bu ölüm hücrelerinden birinde yaşamına son verdi. Henüz aldığı ağırlaştırılmış müebbet cezası onaylanmıştı ama seri katillerin yargı kayırmasıyla dışarıda cirit attığı koşullarda, uğradığı büyük haksızlığı sindiremediği belliydi.

"Hapishaneler, can pazarı"

Bakmayın memlekette güçlü ve geleneksel bir siyasi direniş damarı var. Yoksa hapishaneler için en uygun deyim can pazarıdır bugün. Yaşam hakkına, insan onuruna kasteden bir canavar makine karşısında tek insani hakikat, mahpusların direniş ve dayanışma tavrıdır. Bugüne kadar en temel hak talepleri, insan onuruna uygun yaşam koşulları yolunda sayısız tutsak açlık grevlerinde ölüm oruçlarında can verdi. Düşünme, üretme, söz söyleme, itiraz etme hakkını kullanmak için sürgünleri, işkenceleri, infaz yakmaları göze aldı. Kolay değil derken bunları ve bunun gibi nice zulüm uygulamalarını kastediyorum. Çok basit bir onuruna sahip çıkma, mesela çıplak aramayı reddetme, direnme hareketinin bedeli dövülmek, taciz edilmek, sonra hücreye atılmaktır. Binlerce tutsak yaşadı bunu; bazen şekli şemali değişse de halen yaşıyorlar. Hapishaneler özellikle de siyasi tutsaklar, Kürtler, kadınlar açısından, vatandaşlık kimliği ve haklarının büyük demir kapı dışında asıldığı bir kara bölge. Cezaevi kampüsleri makul ve razı olmayan vatandaşların toplanıp hapsedildiği ikinci bir cumhuriyet adeta. İnsanların kimliğini dolaplara kilitleyip cezaevi kimliği asıyorlar kapıya. Ve bu ikinci cumhuriyetin alanı gittikçe genişliyor, toprak kazanıyor. Bu gidişat sadece demokrasi ve özgürlükler sahasının karşı ilerleme ve genişleme hamlesiyle durdurulabilir.

"Garibe Gezer'in acısı taze"

Garibe Gezer de Kandıra Cezaevi’ndeydi, yaşadıklarından haberdar mıydınız, tanıştınız mı? O süreç ve sonrasında neler yaşandı?

Garibe’yle uzaktan tanışıyoruz. Birlikte kaldığı arkadaşının yanından zorla alındıktan sonra 4-5 gün kadar bizim bulunduğumuz koridora getirilmişti. O zaman Gültan (Kışanak) ve Edibe (Şahin) Başkanlarla birlikte kalıyorduk. Kapıdan seslenerek bölük pörçük diyalog geliştirebildik. Tekrar talep ettiği yere gitmek için uğraşıyordu; onun için biz de devreye girdik. Sonra koridordan aldılar. Karşılaştığı saldırının boyutunu paylaşmadığından, çok sonraları öğrenebildik, bizim açımızdan epey sarsıcı oldu. Ne kadar karmaşık ve ağır bir ruh hali yaşadığını, uzun süre sistematik psikolojik şiddete maruz kaldığını, uğradığı saldırıyı açıklama sürecinde mahalle baskısı nedeniyle ne düzeyde kararsızlık ve parçalanma hissettiğini sonradan görebildik. Bütün kesitleri, süreçleri birleştirince ne olduğunu anlayabildik. Uğradığı cinsel şiddet, sistematik baskılar, ağırlaştırılmış müebbet ve tek kişilik tecrit koşulları Garibe’yi ölüme itekleyen temel nedendir. Özellikle de tecrit… Eğer Garibe’ye ulaşabilseydik, onunla konuşup paylaşabilseydik sonuç böyle olmazdı. Düşünün, aramızda ölçseniz 20 metre mesafe var; buna rağmen sesini duyamıyorsun, göremiyorsun, ulaşamıyorsun. Arada bir kartla, mektupla, hal-hatır soruyorduk karşılıklı. O da yetmiyor işte.

Garibe’nin ölümü üzerinden üç ay geçti; bizde acısı hâlâ çok taze. Yaşadıkları başka bir kadının daha başına gelmesin, tecrit ve işkence saldırıları başka can almasın diye uğraşıyoruz. Hep birlikte, el birliğiyle uğraşmalıyız. Zira bu ülkede adalet yok, hukuk yok; bunları sağlamak için sadece bizler varız. Bir ay önce işkence, cinsel saldırı soruşturmasında savcılık takipsizlik kararı verdi. Ölümünde ise idare kusurlu bulunmadı. Ama baştan beri bu kadınların davasıdır diyoruz ve daha yeni açıldı.

Aysel Tuğluk'un sağlık durumu

Aysel Tuğluk ile birlikte siyaset yaptınız, şimdi aynı hapishanedesiniz. Görüşebiliyor musunuz? Sağlık durumu nasıl? Yaşadıklarına tanık olarak, Adli Tıp Kurumu’nun Aysel Tuğluk ile ilgili verdiği kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aysel Tuğluk’la tutukluluğumuzun ilk iki yılını birlikte geçirdik. İki yıl öncesine kadar da sohbet, spor faaliyetlerinde haftanın sınırlı gün ve saatlerinde görüşebiliyorduk. Pandemi tecridi nedeniyle kapıdan, duvardan konuşabiliyoruz son zamanlarda hastalık sürecini yakından takip etmeye çalışıyorum. İlerlediğini somut birçok olay ve durumdan izleyebiliyoruz.

Sadece biz değil idarenin, personelin gözü önünde yaşanıyor her şey, üniversite hastanesinde MR’ından, dramatik hastalık semptomlarına kadar somut teşhis var. Sadece memleketin tepesindekilerin bunu kabul edip gereğini yapacak insanlığı, değerleri yok. ATK iktidarın insani değerleri terkinin altına mührünü basan, zerrece bilimsel, etik vasfı olmayan bir kurum. Aysel Başkan’ın ikinci kez mahkeme kararıyla gözlem altına alınması sürecini işkenceye dönüştürecek kadar da siyasi kasıt ve hınç besliyor bizlere karşı.

"Savaşta olsanız, hasta savaş esirlerini bırakırlar"

Aysel Tuğluk HDP Eş Genel Başkan yardımcısı kimliğinin yanı sıra, Kürt halk siyasetinin önemli bir temsilcisi, eş genel başkanlık dahil kritik görevlerin insanı, kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesinin dönemeç noktalarında rol üstlenmiş sorumluluk sahibi bir yoldaşımızdır. Onun nezdinde bütün kazanım ve birikimlerden intikam almaya çalışıyorlar. Ama demans gibi adı cezaeviyle birlikte bile anılmayacak hastalığa rağmen Aysel Başkan’ın hapiste tutulması, vicdanen ve ahlaken ne kadar dibe vurduklarını gösteriyor. Savaşta olsanız, hasta savaş esirlerini bırakırlar. Rehin alınsanız hastaları, yaşlıları, çocukları salıverirler. Gittikçe çürüyorlar ve asgari evrensel etik değerlere bir gün ihtiyaç duymayacakmış gibi davranıyorlar. Bu nedenle biz Aysel Tuğluk ve tüm hasta mahpuslar için umut verici düzeyde gelişen sahiplenme ve çözüm hareketini yükseltmeliyiz. Sonuç alırsak böyle alırız.

"Sürekli dayanışma ve mücadele en basit ihtiyaçtır"

Gültan Kışanak Çatlak Zemin’e verdiği söyleşide “dışarının içeriye göz kulak olması gerekiyor” diyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Hapistekilerle yeteri kadar dayanışma gösteriliyor mu? Gösterilmediğini düşünüyorsanız, neden?

Dayanışma ve duyarlılık, bir topluluğu toplum yapan en önemli özellik. Ortak vatanda birlikte yaşayanlara da vatandaş deniyor. Ama günümüzde vatan ve vatandaşlık mefhumları içerisi-dışarısı, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, kadın-erkek, iktidarın yanında ya da karşısında ve daha uzatabileceğimiz birçok çelişkiyle bölünmüş durumda. Baskı ve faşizan politikalarla, “general korku”nun insan bilincine yaptığı darbelerin de etkisiyle kopuş ve yabancılaşma gelişiyor. Her kesimi farklı düzeyde katman katman etkileyen sosyal bir salgın bu da… Pandemi süreciyle paralel olarak, birbirine yabancılaşma ve içe kapanma derinleşti. İnsani, ahlaki duyarlılık ve aktivitede körelme yaşandı. Biraz da ağır ekonomik, siyasal sorunlar, kavgalar karşısında bezme, kendini bırakma halinin etkisi var.

Son dönemde hapistekilerle dayanışma ve sahiplenme hareketinin geliştiğini gözlemliyorum. Politik saha, kadın hareketi, insan hakları ve hukuk örgütleri kanalından kayda değer pratikler var. Aileler tarafından sergilenen mücadelenin daha güçlü desteklenmesi gerekiyor. Özellikle de hasta mahpuslarla ilgili yeni kanalların, yöntemlerin ve kesimlerin devreye girmesi çok önemli. Bir dönem yükselip sonra sönümlenen değil, genel-merkezi politik gündemlerle at başı giden, sürekliliği olan bir dayanışma ve mücadele çizgisi izlenmesi en basit ihtiyaçtır hâlâ.

"Erkek siyasetinin batırdığı manzara"

İçeriden bakınca Türkiye siyaseti nasıl görünüyor?

Erkek siyasetin batırdığı, tıkandığı ve atılım yapma enerjisi üretemediği bir manzara görüyorum. Kadın hareketi ve son aylarda ivmelenen emek eylemleri, grevleri Türkiye siyasetine atılım enerjisi sağlayacak en diri ve sağlam damarlar. Yoksullaştırmaya, zamlara karşı geniş tabanlı halk tepkisi gelişiyor öte tarafta da. Muhalefetin yetmediği temsili formel siyasi yapının ön açmadığı yerde doğrudan toplumsal muhalefet devreye giriyor. 

Tepeden değil, tabandan bağ kuran, inisiyatif geliştiren siyaset tarzına duyulan ihtiyaç çok yakıcılaştı. Bu haliyle eril siyaset statükosu ihtiyacı karşılamıyor. İktidar için zaten söylenecek fazla şey ve beklenecek bir şey kalmadı. Asıl muhalefet pozisyonunu değiştirmek zorunda. Ama HDP ve sol, sosyalist, demokratik pratikler dışında, kadın iradesi ve temsiliyetini merkezine alan, değişim gücünü buraya yaslayan muhalefet tarzı yok, kendine iktidar alternatifiyim diyenlerde “İstanbul Sözleşmesi’ni geri getireceğiz” in epeyce ötesine geçmeleri gerekiyor.

"Kiminle helalleşeceksiniz?"

Muhalefetin son hamlelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme açıklamasını?

Olumlu bir çıkış elbette. Fakat altı doldurulduğunda anlamlı olabilecek bir çıkış. Konjoktürel, yüzeysel ve söylemsel değil, samimi, radikal ve cüretli mi, ona bakmak lazım. Ayrıca helalleşme sembolik değil, doğrudan politik bir süreçtir. Ciddi politik program, mücadele ve kopuşma cesareti gerektirir.

Asıl mevzu; kimlerle helalleşeceksiniz? Bu ülkede hakkı yenenlerin, vebali alınanların başında Kürtler, Aleviler, ezilen uluslardan, inançlardan, halklar, işçiler, kadınlar geliyor. Hepsine hakkını teslim edecek bir program politik sözleşme olmadığında helallik almış sayılmazsınız. Yani siyasetin temel kuralı, bu açıklama özgülünde de yürürlükte: İcraaya bakacaksınız… Sonuçta HDP, halklarımızın politik hak ve özgürlükler taleplerine yanıt olacak, yaralarını saracak, soluklandıracak, çaba ve girişimlerin önünü açıp cesaretlendirme sorumluluğunu bir kenara bırakmaz.

Masada HDP olmazsa...

Kurulan ittifakları, yeni ittifak arayışlarını, en son Ahlatlıbel’de toplanan yuvarlak masayı nasıl değerlendiriyorsunuz? HDP’siz bir muhalefet başarılı olabilir mi?

Muhalefetin HDP’li de HDP’siz de olamama sorunu var. Masa etrafındaki parti sayısını artırınca çözebiliriz diye düşünüyorlar ama çözülmez. Zaten sorun, HDP’nin 6’lı masa etrafında olup, olmaması değil. En azından bunu fark ettiklerini görmek de bir gelişme sayılır. Asıl mesele HDP ile, Türkiye’de demokrasinin tesisiyle, Kürt sorununun çözümüyle tutarlı ve güven verici bir ilişki kurulamaması. Konuyu Kürt oylarını ve HDP’nin son seçimlerden bugüne genişleyen toplumsal tabanını arkalama amaçlı siyasi manevraya indirgeyen yaklaşımların geleceği olmaz. Herkesin etrafına iyi bakması lazım. Dünya yeniden kuruluyor, eski ezberleri tekrar edenler günü kurtaramaz noktaya gelecek yakında. Koca bir halkı araçsallaştırarak, dışlayıp tepeden bakarak nereye kadar gidilebilir?

İhmal edilen en önemli nokta da HDP kitlesinin, kendilerini görmezden gelen ya da basit kullanım değeri biçenlerin aklının alamayacağı kadar büyük bedeller, değerler ve tarihle birleşmiş olduğudur. Zaten bu nedenle ne yapılsa dağıtılamıyor. Dolayısıyla, muhatapları böyle bir halk hakikatidir. Yuvarlak masaya sığdıramazlar, ondan büyük değer biçmeleri gerekir.

İlk deklarasyonu 28 Şubat’ta açıklamaları, yön ve önceliklerine dair fikir veriyor. Tabii ki yine yanlış hesap. En güvenli ve statükoya uygun, AKP tabanı üzerinden başarı hikayesi yazma planlarının tutmayacağını bilmek için alim olmaya gerek yok. Şimşekleri çekmemek, sarayın, MHP’nin karşısında geçici de olsa koruma kalkanı sağlamak açısından işe yarar belki de…

"HDP'nin misyonu 3. yolu açmak" 

Türkiye siyasetinin önemli bir dönemecinde HDP’de eş başkanlık yapmış bir siyasetçi olarak, şimdi HDP siyasetini nasıl buluyorsunuz?

HDP’nin ayırıcı misyonu, mevcut şartlarda iki kutba sıkıştırılan siyaset sahasında 3. yolu açmak. Bizim dönemimizde bu yolda güçlü bir çıkış yapıldı ama toplumsal tabanın hazırlığı, örgütlenmesi özne haline gelmesi bakımından eksikler tamamlanmadı. İktidar ve mevcut rejim statükosunun açtığı savaş ve yıkım ilerlemenin önüne geçti. Ama geçen yıllar boyunca HDP bu iddia ve pratikten hiç kopmadı. Çok ağır saldırılara rağmen bu ciddi bir başarıdır. Son süreçte taban hareketini, halkla beraber politika yapma hattını geliştiren önemli adımlar atılıyor. Kriz yönetiminde, ateş altında yürüme dayanıklılık ve becerisinde sağlanan düzeyin, halkta güven duygusu ve kararlılık ürettiğini gözlemliyorum.

Örgütlenme sıkıntılarımız her dönem olmuştur. Ama bu süreçte sadece parti örgütleriyle sınırlı ihtiyaç ve hedef tanımı yapılamaz. Sadece HDP ağacının dalları gibi değil, kökleri gibi örgütlenmek zorundayız. Bu ihtiyacın görüldüğü ve yönelim sergilediğini bilmek önemli ve kıymetli. İnancım o ki; halklarımız, kadınlar, gençler, emek ve özgürlük dinamikleri bu yönelimi güçlü biçimde sahiplenecek, partinin kendisi olduğu bilinciyle kenetlenecektir.

HDP kapatma davası

AYM’den kapatma davasıyla ilgili Nisan ayına kadar HDP’ye ek süre verildi. Bu davayla ilgili ne öngörüyorsunuz, sizce HDP kapatılabilir mi?

İsterlerse kapatırlar. Bir şok dalgası, dağılma ve kararsızlık yaratacaklarını ve bu yolla HDP’nin kaybetmesi hesabı üzerinden kazanacaklarını sanıyorlar ama tekrar ediyorum; halk gerçeğini ve HDP’nin manevra kabiliyetini hafife alıyorlar. Küçümsenen, iradesi ve onuruyla oynanan böyle büyük bir halk faktörünün daha fazla bilinmesinden, kararsızları kararlı hale getirmesinden başka bir işe yaramaz. Bu tip saldırılar atıl durumdaki, geri plandaki politik potansiyeli de öne fırlatır. Ayrıca parti insandır, programdır, ilkelerdir. Bunlar da her durumda kendini korur ve yeni dengesini kurar. İktidar, parti kapatma kararıyla bizleri düşüreceği duruma değil, kendi düşeceği duruma bakmalı.

Bir taraftan da Diyarbakır Milletvekilimiz Semra Güzel’in dokunulmazlığını kaldırarak, linç ve manipülasyon saldırıları düzenleyerek kısmi sonuç almaya çalışıyorlar. Semra Güzel “vakası”, Türkiye Kürdistanı’nın ve doğal olarak bütün ülkenin bir toplum ve kadın hakikatidir. Güzel’in dokunulmazlığını kaldırıp linç ettiklerinde, dağdaki gerillaların yüzbinlere ulaşan ailesi, akrabası, eşi, dostunu ne yapacaklar? HDP vekili Meclis’ten çıkarılıp linç güruhlarının ve bağımlı yargının önüne atıldığında, o yüzbinler duygusu, birlikte yaşama umudu kırılacak yine. Vekili Meclis’ten sürdünüz, onları da mı süreceksiniz? Kapatma ve sürgün politikaları bitti artık.

Yeni bir Kürt açılımı mı?

Ankara kulislerine göre, “iktidar seçimler yaklaştıkça Kürt sorununda yeni bir çözüm süreci algısı yaratarak Kürt seçmeni etkilemeyi hedefliyor.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Edirne’deki asıl İmralı’ya hesap verecek” açıklaması hâlâ tartışılıyor. Bu iddia ve tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt seçmeni, her canları istediğinde “etkilenebilecek”, umut ve beklentileriyle oynanabilecek bir toplumsal yapı olarak görüyorlar, ne yazık ki. Oysa ki halk hâlâ çözüm masasını deviren Erdoğan ve AKP’nin yarattığı ağır yıkım ve travmanın sonuçlarını yaşıyor. Bu halkın günlerce cenazesi yerde kaldı, çocuklarının cansız bedenini buzdolabında sakladı, mezarlıklardan kemikleri çıkarılıp memleketin başka bir ucuna kaldırım altlarına gömüldü. Bunlar sadece ölülerine yapılanlar. Dirilerin ne yaşadığını da en iyi yaşayanlar biliyor. Üstelik 2015’ten bu yana üç kez halkın oylarına, iradesine el konuldu, yok sayıldı. Bu çok önemli bir kırılma noktasıdır. Şimdi aynı halkı kendi seçim planlarının basit bir aparatı yerine koymak, çocuk kandırır gibi İmralı-Edirne oyunları oynamak, en hafif deyimle hakarettir. Kürtlerin “Önderim” dediği lideri 23 yıldır İmralı’da mutlak tecrit altında tutuyorsunuz; sonra seçilmiş siyasetçilerini rehin alıyorsunuz ve bunları çarpıştırıp bilinç bulanıklığı yaratacağınızı sanıyorsunuz. Bilinci bulanık ve ne yapacağını bilemez halde olan Erdoğan ve AKP’sidir.

AKP Kürt kentlerinde yoğun bir fısıltı gazetesi yöntemiyle uzun süredir “Kürt sorununu sadece Erdoğan’ın çözebileceği yeni bir açılım sürecinin başlatacağı” haberleri yayıyordu zaten. Bunun bir işe yaramadığını görünce, Erdoğan kendisi konuşarak bu taktiği beslemeye çalıştı. Sonucu yine aynı olur. Üstelik ortada tek bir adım olmadığı gibi toplumsal ve siyasi soykırım var. Ama Erdoğan’ın hâlâ gündeme getirdiği İmralı-Edirne açıklaması karşısında söylenecek birincil söz; “Hele açın bakalım İmralı kapılarını”dır. Sn. Öcalan’ı avukatlarıyla görüşmekten men eden bir iktidarın, onun üzerinden fayda siyaseti yapması hem acıklı hem de iki yüzlü bir durum. İşin daha kötü tarafı, Suriye’den Ukrayna’ya kadar bölge savaşla kuşatılmışken, Türkiye’de kendi içini toparlayacak, iç barışı sağlayacak iktidar aklının olmaması. Şu an Türkiye Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle bölgenin ortasındaki en kırılgan ülke. İktidarı, muhalefetiyle Allah hepsine akıl, fikir versin.

"Kadınlar merkezde olmalı"

Türkiye’nin en güçlü toplumsal muhalefet dinamiklerinden biri olarak kadın hareketi; ittifak tartışmalarında, arayışlarında yeterince yer buluyor mu?

Bulamıyor; tam da bu nedenle HDP kadınların kendi ittifakını kurması ve erkek siyasetten bağımsız yeni bir kanal açmasını savunuyor. Toplumun yarısını ve muhalefetin hiçbir dönem geri çekilmeyen en diri dinamiğini oluşturan kadınların, siyasetteki erkek işgalini kıracak bir örgütlenmeye ihtiyacı var. İktidarın karşısındasınız madem, en temel konuda ondan farkınızı daha işin başında ortaya koymak zorundasınız. Merkez siyasette numunelik kadın lider görüntüsüyle yapılamaz bu. Kadınların aklını, ayrımcılığa uğrayan cins taleplerini ve kolektif iradesini merkeze koymak durumundasınız.

Malum muhalefet partilerindeki sorun ve zihniyeti dikkate alan HDP, en geniş kadın bireyler, kitleler ve örgütleriyle ittifak çizgisini yükseltmeye çalışıyor. Aynı zamanda oturmuş eşit temsiliyet ve katılım yapısıyla, toplumsal-siyasal yaşamda kadınlar lehine dönüşüme öncülük edebilecek yegâne parti durumunda. Ben o nedenle eşitlik, özgürlük, hak ve adalet arayışında olan kadınların gidip HDP’de siyaset yapmasını çok önemli buluyorum. Elbette, iktidarından muhalefetine, merkez siyasetteki eril hegemonyaya, kadın hareketinin birleşikliği ve politik ittifakıyla doğrudan tabandan müdahale etmek bugün çok daha önemlidir.

Röportaj: Ayşegül Doğan

9 Mart 2022