Yüksekdağ: İktidarın son mevzisi kurduğu korku kalesi

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ Evrensel'in sorularını yanıtladı:

HDP milletvekillerine yönelik tutuklamaların üzerinden 5 yıl geçti. 4 Kasım 2016’da aralarında HDP Eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın bulunduğu 12 milletvekili gözaltına alınıp tutuklandılar.  Kocaeli Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan HDP’nin Eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, sorularımızı yanıtladı.  İktidarın sıkışmışlığına da işaret eden Yüksekdağ, “AKP-MHP koalisyonu geriye düştükçe yönetme bunalımı derinleştikçe ortamı daha da gererek zaten 7 Haziran-1 Kasım senaryolarını hep ceplerinde taşıyorlar. Ama bu kez geçmişte yapılan hata ve yetersizlikleri tekrar etmemek gerek. Üstelik yüksek bir politik cesaret ve tutarlılık geliştirmek için koşullar eskisinden daha elverişli. İktidarın son mevzisi, kurduğu korku kalesi. O da yıkıldığında gerisi aydınlık” değerlendirmesinde bulundu.  Yüksekdağ’ın sorularımıza yanıtları şöyle:

"HALKIN İRADESİNİ GASBETTİKÇE -HAPSETTİKÇE KAYBETTİLER VE DAHA KAYBEDECEKLERİ VAR"

HDP’nin “siyasi darbe” olarak nitelendirdiği 4 Kasım 2016 operasyonu üzerinden beş yıl geçti. Operasyon hangi saiklerle yapılmıştı ve amaç hasıl oldu mu?

HDP’ye yönelik 4 Kasım 2016 tutuklama operasyonu, 15 Temmuz başarısız darbe hareketinden sonra, AKP-Saray-MHP koalisyonunun ikinci darbe hareketiydi. Meclisi bombalayanlarla, onun siyasi meşruiyetini, halk temsiliyetini, anayasal haysiyetini çiğneyenlerin sadece eylem ve yöntemleri farklıydı. Tabii Meclisin üçüncü büyük partisinin eş başkanlarının, milletvekillerinin tutuklanarak uzun bir hapislik ve hukuksuzluğa mahkum edilmesi, Meclise atılan bombalardan çok daha fazla zarar verdi. Bugün maalesef Meclis, sadece Türkiye demokrasisi için bir incir yaprağı işlevi görmüyor. En temel demokratik hak olan, toplumun seçme ve seçilme hakkı güvence altında değil.

4 Kasım siyasi darbesiyle bunu dünya-aleme ilan ettiler. O zamandan beri de kılık değiştirmiş bir darbe rejimiyle yüz yüzeyiz. 2016 mayısında dokunulmazlıkları kaldırarak bu darbenin kapısını açtılar. Zaten ardından Meclis ve siyaset alanı yolgeçen hanına döndü. 4 Kasım’dan sonraki beş yıl, tamamen militarize olmuş, bütün darbe hareketlerinin birikimini tek elde toplamış iktidarca yönetilen, bitmeyen, uzun bir darbe sürecidir. AKP-Saray-MHP ittifakının mutasyon geçirmiş bu darbe rejimi şüphesiz ki daha öncekilerden ve benzerlerinden kat kat kötüdür.

4 Kasım saldırısıyla HDP’yi tekçi faşist rejimin inşası önündeki engel olmaktan çıkarmak istiyorlardı. Anayasa referandumunda HDP’nin binlerce üye, yönetici ve seçilmiş siyasetçisinin hapiste olması, kesintisiz saldırıya uğraması nedeniyle bunu bir yanıyla başardılar. Zaten 4 Kasım tutuklamalarının birincil hedefi, başkanlık sistemi önündeki tek ciddi engel olarak görülen HDP’nin devre dışı bırakılmasıydı. Genel ve yapısal birçok neden var elbette ama saldırmak ve tasfiye etmek için en acil güncel gerekçeleri buydu. Bugün baktığımızda, sistemi sandıklarda zorla, şaibeyle de olsa onaylattılar ama rahat ve güvende değiller. Artık toplumun çoğunluğu böyle yönetilmek istemiyor ve açık zor politikalarının, korku iklimiyle insan yönetmenin de sonuna gelindi. 5-6 yıl önceki suçlarının üstünü örtmek, unutturmak için durmaksızın başka suç işlediler. Gelinen aşamada ne sayısız felakete, savaşa, ölüme ve kayba yol açan sistem dikiş tutuyor; ne de HDP’yi Türkiye halklarının demokratik direnç odağı, üçüncü alternatifi olmaktan çıkarabildiler. İçine düştükleri kriz ve açmazdan kurtulmak adına yaptıkları her hamle, onları daha da batırıyor. AKP ve Erdoğan tarihinin en büyük meşruiyet kaybını ve taban yitimini yaşıyor. Siyasi rehine durumundaki tutsak siyasetçiler ise 5 yıldır yenilgi ve tasfiye dayatmalarına karşı direniyor; bu duruş toplumda karşılığını, üretiyor. Ortada büyük bir politik hak mücadelesi var ve bu hakikat rehin tutulduğumuz her gün halkların bilincinde ve vicdanında büyüyecektir. Kibirlerinden kendilerine konduramıyorlar ama bize zulmettikçe, halkın iradesini gasp ettikçe -hapsettikçe kaybettiler ve daha kaybedecekleri var. Mesele hapiste olup-olmamanın çok ötesine geçti. HDP ve rehin siyasetçiler iktidarın güç gösterisi alanı oldu hep; ama aynı zamanda en zayıf noktasıdır.

"HDP VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ İSE ÇIKIŞIN ÖZNESİDİR"

Sizleri cezaevinde tutma ısrarıyla, derinleşen ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar arasında bir paralellik söz konusu mu?

Bizleri cezaevinde tutma ısrarı her şeyden önce var olan hukuk ve yargı bunalımını derinleştirip tahrip düzeyini ağırlaştırdı. Türkiye’de önceden de kelimenin anlamına uygun bağımsız yargı pratiğinden söz edilemez elbette. Ama yargı kurumlarının, mahkemelerin bu kadar oyuncağa döndüğü, saygınlığını- güvenilirliğini yitirdiği bir dönem de yoktur. Bilhassa HDP ve Kavala davaları, bütün ulusal-uluslararası hukukun ayaklar altına alındığı, açıktan siyasi talimatların verildiği ve iktidarın bekası amacına bağlanmış operasyon maşaları durumundadır. Bu yanıyla yargının en içler acısı halini ve “hukuk devleti” tanımının dibini resmeder. Yargının herkese malum bu hali, siyasi sorun çerçevesini çoktan aştı ve toplumun içini oyan sosyal bir marazaya dönüştü. Bu derinlerdeki çürüme iktidarın umurunda değil ama sonuçlarından kaçamaz. Diğer yandan HDP ve Kürt düşmanlığı yayarak; ırkçılığı, şovenizmi kışkırtarak kendilerine bir siyasi konfor alanı yaratmışlardı. Bugün onun da kullanma süresi doldu. Çatışma, kutuplaşma sürsün, durmadan iç düşman-dış düşman üretilsin, benim gemim yürüsün politikası memlekete çok şey kaybettirdi. Önce HDP, ardından tüm muhalefet, hatta hal esnafından, kebapçısına kadar iktidarın kafasına yatmayan herkes terörist, bölücü ilan edildi. Ağır sömürü, yoksullaşma, sosyal adaletsizlik, işsizlik ve ekonomik kriz böyle bir ortamda palazlandı. Elbette siyaset hakkının güvencede olmadığı bir ülkede hiçbir şeyin güvencesi yoktur. İçinde yüzlerce seçilmişin de olduğu binlerce HDP’linin hapse atılması ve egemenlerin şeytanlaştırma politikalarına maruz kalması büyük ve tarihsel bir haksızlık olarak, bunu savunan ya da sessiz kalanların eline-ayağına dolaşıyor. Şeytan taşlama ayinleriyle hipnotize edilen milyonların, sofrasından ekmeği işi- emeği, hukuksal ve politik hakları geleceği çalınıyor. Yani bizleri hapiste tutmakta ısrar ettikleri her gün kendileriyle birlikte memleketi de dibe çektiler. Doğal ömrünü tamamlayan iktidar içeride-dışarıda gerilim çatışma, savaş atmosferi yaratarak tutunmaya çalışıyor. Elbette bunun ağır politik ve ekonomik sonuçları, halka fatura ediliyor. İktidar cenahında yaşanan çürüme, sosyal dokuyu çürütecek çok ciddi krizlere yol açıyor. Göçmen sorunundan tutalım, toplumu kutuplaştırıp bölen yönetim tarzına kadar uzanan geniş bir sosyal felaketler zemini yaratılıyor. Rehin tutulduğumuz 5 yıl boyunca bir taraftan da kontra güçler, çeteler, uyuşturucu şebekeleri, mafya-siyaset organizasyonları, ’90’lı yıllara rahmet okutacak düzeye ulaştı. İktidar, yarattığı ve beslendiği bu suç ilişkileri ağını tarihte eşi-benzeri görülmemiş biçimde koruyor, savunuyor. Yani ortada bilinen burjuva anlamıyla en geri düzeyde, ondan daha bozuk bir rejim inşa etme zorlaması Türkiye’yi ara rejim garabetine maruz bıraktı. Ama bizler içeride de dışarıda da olsak, buradan çıkışın yaklaştığını biliyoruz. HDP ve demokrasi güçleri ise çıkışın öznesidir.

CHP ve Millet İttifakı bileşenleri siyasi cinayetler konusunu gündeme getirdi. Bu hamleye 'Bu yöndeki olası planları engelleme taktiği uyguladılar' yorumları yapıldı. Katılır mısınız?

Olası saldırıları önlemek ve iktidarın bu çıldırmış gidişine dur demek için konuyu gündeme getirmek önemli elbette. Ondan daha önemli olan ise nasıl gündemde tuttuğunuz. Politik muhalefeti ve politik cesareti geliştirdiği oranda siyasi cinayet gündeminin anlamı vardır. Bilindiği gibi iktidarın tutunduğu ve sonuçlarına güvendiği tek yönetim aygıtı, açık zor ve korku politikaları. Bu nedenle karşısında sağlam bir siyasi cesaret örgütleyemezseniz, iktidarın korku- kaygı değirmene su taşıma durumuna gelebilirsiniz. Son dönemde muhalefet cephesinde siyasi cesaretin yaygınlaşması, iktidar yörüngesinden kopuş anlamında bazı gelişmeler yaşanıyor. Bu çizgide bir derinleşme ve pratik ilerleme sağlanırsa kirli karanlık plan ve girişimlerin önüne geçilebilir.

Ayrıca temsili ve sembolik mücadelenin ötesine geçen toplumsal muhalefet dinamiğinin devreye girmesi ve temsili siyasetin de bunun önünü açması gerekiyor. Anlaşılan o ki AKP-MHP koalisyonu geriye düştükçe yönetme bunalımı derinleştikçe ortamı daha da gererek zaten 7 Haziran-1Kasım senaryolarını hep ceplerinde taşıyorlar. Ama bu kez geçmişte yapılan hata ve yetersizlikleri tekrar etmemek gerek. Üstelik yüksek bir politik cesaret ve tutarlılık geliştirmek için koşullar eskisinden daha elverişli. İktidarın son mevzisi, kurduğu korku kalesi. O da yıkıldığında gerisi aydınlık.

"İKTİDARIN, FAŞİZMDE DERİNLEŞEREK KURTULUŞUNA ÇARE ÜRETME KONSEPTİ DEVREDE"

Yargıya taşınan siyasi cinayet iddialarını, tartışma biçimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorularınızı yanıtlarken, bir taraftan da haftalık grup toplantısında Kılıçdaroğlu’na linç girişimi görüntülerini izleten Erdoğan’ı dinliyorum. Siyasi cinayetleri savunmak ve azmettirmek bundan daha açık yapılamazdı. Sadece bu durum bile siyasi suikast ve saldırı kaygılarının, olasılığının ne kadar somut ve güncel olduğunu gösteriyor. Kaynağı da hiç öyle meçhul değil. AKP-MHP-Saray ittifakı döneminde siyasi saldırılar kadar, siyasi suikastlar da açıktan yapılıyor. Önceki dönemlerden farkı bu. Dolayısıyla mesele daha vahim. Yargı ve güvenlik üzerinde kurduğu hakimiyete çok güvenen iktidar, bunun rahatlığıyla gittikçe fütursazlaşıyor. Karşısında caydırıcı bir muhalefet gücünün-tavrının sergilenememesi ise en önemli dayanağı. Tabii bu konuda “Geliyorum” diyen saldırı ve tehlikeyi birlikte önleme, savunma saflarını tahkim etme zafiyeti karşımıza çıkıyor. Bugüne kadar sayısız kez HDP’ye, Kürt işçilere, göç etmiş ailelere yönelen provokasyon ve linç hareketleri karşısında ne kadar tepki gösterdik sorusu daha çok sorulmalı. En yakın örnek, İzmir parti binasında canavarca katledilen Deniz Poyraz olayıdır. Bir yanda da Kobanê davası parti kapatma davası üzerinden yine bizleri hedef gösterdikleri, çetelere yol verdiler. Dahası oluşturulan atmosfer üç günün-beş günün olayı değil. Biz yıllardır değişik biçim ve yoğunlukta maruz kalıyoruz siyasi cinayet ya da suikastlara. Şimdi hedef alanı, ana muhalefet partisine kadar genişleyen bir tehditten söz ediyoruz. Lidere, doğrudan seçilmiş ya da aktif siyasetçilere, gazetecilere, aydınlara, demokratik sivil toplum aktivistlerine yönelik nefret dili ve saldırılara hedef gösterme tutumu bilinçli olarak sergileniyor. Bugün toplumsal dayanağını yitirmiş ve stabil siyaset zemininde durmadan duvara toslayan iktidarın, destabilizasyondan medet umma, faşizmde derinleşerek kurtuluşuna çare üretme konsepti devrede.

5 Kasım 2021