Yüksekdağ: Özyönetim ülkeyi bölmez; ülkenin birliğini bozan tartışmalarımızı kriminalize eden zihniyettir

Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın, bugün (2 Mart Perşembe) İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve 9 Mayıs tarihine ertelenen duruşmasındaki savunması:

Ben milletvekiliyim, Van halkı beni seçti. Teamüllere aykırı bir biçimde vekilliğim düşürüldü. Benim siyasi haklarım ihlal edilmiştir. Halkımızın Anayasa hukuku ile güvence altına alınmış seçme ve seçilme hürriyeti ihlal edilmiştir.

Yargı kurumu Türkiye’de en fazla baskı altında tutulan ve ayarları bozulan bir kurumdur. Adalet beklentisini karşılamak için kurulmuş bir kurumdur yargı kurumu, Meclis’teki çoğunluğun kurumu olarak görülemez. Ne yazık ki, siyasi iktidarın basıncı altında, bütün ayarları bozulan bir mekanizmaya dönüşmüştür. Benim hakkımda karar veren yargıçlar FETÖ soruşturmasından tutukludur, mahkeme heyeti görevden alınmıştır. Ona rağmen onların kararları doğrultusunda vekilliğim düşürülmüş bulunuyor.

Türkiye’de öyle bir ters açı kurulmuş durumda ki, yargı siyasetin baskısı altında, siyaset de yargı baskısı altında felç edilmiş durumda. Bizler seçilmiş halk temsilcileri olarak kimimiz tutuklandık, kimimizin vekilliği düşürüldü. Ben kendimi savunmayı sadece kendimi savunmak olarak görmüyorum. Ben bir seçilmiş olarak Türkiye toplumunu savunuyorum. Türkiye toplumunu bu duruşmalarda savunmak zorundayım. Bedeli ne olursa olsun bütün savunmalarım kendimi değil Türkiye halklarının haklarını, barışını, özgürlüğünü ve geleceğini savunmak içindir.

Yargı kararlarının zamanının bile siyasi organizasyonlarla belirlendiği zamanlarda, yargının vereceği karar çok önemlidir. Çok net söylüyorum, ben bütün bedelleri göze alarak siyaset yaptım. Benim hakkımda tutuklama kararı verildi, vekilliğim düşürüldü, sayısız kez ölüm tehdidiyle karşı karşıya kaldım. Ve emin olun bugün burada olmasam belki dışarıda öldürülecektim. O nedenle benim için burada olmak önemli değil. Ama bize kaybettirmenin dışında bütün toplumun güvenini, umudunu kaybettirecekse, bu mesele sadece benim meselem değildir. Bize yönelik haksızlıklar nezdinde Türkiye toplumuna tutulacak dal bırakılmıyor. Demokratik siyasette ısrar edenlerin bütün yolları tıkanıyor. Bütün topluma verilmek istenen mesaj “demokratik yolları kapattım, nereye istiyorsanız gidin”dir. “Siz vekil olamazsınız, siyaset yapamazsınız” diyorlar. Kürtlerin, kadınların, Alevilerin, tüm inançların, işçilerin, köylülerin, esnafların demokratik siyaset yapma hakkı gasp ediliyor.

Yargılamanın içeriğine ilişkin söyleyeceğim sözleri ise şöyle özetleyebilirim. İzmir’de katıldığım paneldeki konuşmam nedeniyle yargılanıyorum. Burada yanlış olan ne? Burada yanlış olan polis tarafından bu panelin kayıt altına alınmasıdır. Yanlış olan valilik ve emniyete talimat verilerek etkinliğin kriminalize edilmek istenmesidir. Bu hukuki bir yöntem değildir. Herhangi bir şiddet unsuru yok, çağrısı yok. Benim ağzımdan çıkan sözler zaten naklen yayınlanıyor.

İddia ediyorum, tüm panelin baştan sona kayıt altına alınması, Mart’ın ortalarında polis kamerasından döküm yoluyla bir fezleke düzenlenmesi, bizim Mayıs’ta dokunulmazlığımızın kaldırılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Siyasetin, iktidarın yönlendirilmesi ile bu kayıt işlemi yapılmıştır. Dokunulmazlığımızın kaldırılması ile bu fezlekelerin hazırlanmasının ne kadar organize olduğu görülmektedir.

Panelde yaptığım konuşma ile Meclis’te yaptığım konuşma aynıdır. Kayıtlarını getireceğim. Kazandığım kürsüyü nasıl değerlendirdiysem, paneldeki kürsüyü o şekilde değerlendirdim. Türkiye’de rejim değişikliği rahatlıkla tartışılabiliyor. Hatta “bu Anayasa fiili olarak işlevsizleşmiştir” diyebiliyorsunuz Cumhurbaşkanı gibi. “İster kabul edin ister etmeyin, rejim değişecektir” denebiliyor. Türkiye toplumu istememesine rağmen bir rejim değişikliği referandumuna sürükleniyor. Bunu yapanlar özgürler. Ama bizlerin bir tartışma yapma özgürlüğü yok. Özyönetim en kısa tanımı ile halkın doğrudan siyasete katılmasıdır. Biz rejim değişsin demedik, idari yapı değişsin dedik. Türkiye’de de bunun tartışmasının yapılması gerekiyor. Biz bunu Meclis’te, siyasi platformlarda tartışmalıydık, ama mahkemede tartışıyoruz. Ama bu da tarihe yazılacaktır. Özyönetim, parti programımızda da yer almış idari tahkimdir. Bunu bütün Türkiye için yapabiliriz. Bu ülkeyi bölmez, halklar arasına nifak tohumu ekmez. Bu ülkenin, devletin, kamusal yaşamın birliğini bozan, bizim tartışmalarımızı kriminalize eden zihniyettir. Biz 2 yıl önce çözümü konuşuyorduk.

Siviliyle, çocuğuyla, askeriyle, polisiyle, genciyle nice tohum toprağa düştü. Siyaset kurumu bu ölümlerin önüne geçmesi gerekirken, en başta iktidar olmak üzere, geçememenin krizini yaşıyor. Bizler o krizin bir parçasıydık.

Özyönetime ilişkin tarihsel örnekler verdim, Ege’den, Fransa’dan örnekler verdim. Cizre ve Sur halkının bu bayrağı yükselttiğini söylemişim. Özyönetim doğrudan yerel yönetimlere katılma talebiyle ortaya çıktı. Müthiş bir tarihi vardır. Yine aynı şeyi söylüyorum, bir toplumun kendi kendisini yönetmesi bizim ilkokul kitaplarımızda yazar. Özyönetim ilk defa talep olarak bugün ortaya çıkmadı ki. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanına kadar tanınan bölgesel alanlar vardı, Kürdistan, Lazistan vardı. Bunların hiç biri, başta Osmanlı dahil hiç bir ülkeyi yıkmadı. Katı merkeziyetçilik Türkiye’yi bölüyor.

Bizim önerdiğimiz model birçok ülkenin modelidir. Biz panelde de bunlar konuştuk. Ben yaşamını kaybeden yüzlerce sivilin, çocukların, bedeni çırılçıplak teşhir edilen kadınların, cansız bedeni sokak ortasında günlerce bekletilen Taybet Ana’nın acısını paylaşma ve böyle ölümler yaşatan iktidarı eleştirme konusunda hiçbir zaman sözümü esirgemedim. Özyönetim talebini savunan, dile getiren eli silahlı insanlar değil sivil halk meclisleriydi. Çok haklı bir talep kriminalize olmuştur.

Orada yüzlerce, binlerce insan yaşam alanlarını terk etmedi. Panelde yaptığım konuşmanın halk talebi olarak görülmesini istiyorum. Benim konuşmamda bir tane çatışma, silah övgüsü yoktur. Halkın meşru talepleri tartışılamadan boğulup gidiyor.

Devlet operasyonlarının haksızlığını tekrar ifade ediyorum. Yargı Cizre’de yaşananların hesabını soramıyor. Cizre’de katliam yapıldı. Katliamı yapanların kim olduğu ortaya çıkmadı. Bodrumlarda yüzlerce sivil öldürüldü. O insanlar evlerini terk etmedikleri için bodrumlardaydılar. Bizim buna sessiz kalmamız mümkün mü? 10 yaşında çocuğu öldürülen insanlar benim karşımdaydı, sizin karşınızda değildi. Cizre’de yapılan katliam için Birleşmiş Milletler oturum yapacak ne yazık ki. Türkiye yurttaşı, ister Türk olsun ister Kürt olsun bunu hak ediyor mu? Bizi el kapılarına sürükleyen zihniyet bizden ne hakla hesap soruyor?

Bir taraftan Kürt’ten, sosyalistten, barışseverden eksiksiz yurttaşlık görevi bekleyeceksiniz; bir taraftan hepimizin hizaya geçmesini isteyeceksiniz; ama bir taraftan da bu yurttaşların bir takım insani taleplerine kapı açmayacaksınız. Biz böyle bir siyasete boyun eğmek zorunda değiliz. Yarın bir gün bizim yargılandığımız konulardan dolayı Türkiye Cumhuriyeti Devleti yargılanacak. Biz böyle olmasın dedik. Bu devletin en büyük düşmanı bu siyasi anlayıştır. Gurur duyacağımız bir tane şey bırakmadılar siyasette. Biz bu memlekette, halkın gurur duyacağı kişiler yaratmak istedik. Bu köprüleri mezara götürmeyeceğiz. Yaptıkları duble yolları zenginliğimizin kanıtı olarak göstermeyeceğiz. Eli ayağı düzgün bütün iktidarların yapması gerekenleri Türkiye’de ‘ne kadar iyi iktidarız’ diye yutturmaya çalışıyorlar.

Bir ülke yargısıyla, demokrasisiyle örnek olur. Zenginliğini ve gücünü buradan alır. Bizler de bu zenginliği yaratmak için mücadele yürüttük. İsterse ömür boyu cezalandıralım, bu ülkede bu umudu temsil etmekten vazgeçmeyeceğiz. Ben şu an bu sözlerden dolayı yargılanıyorum. Hepimiz için tarihsel bir süreç yaşıyoruz. İsnat edilen suçlamayı reddediyorum. Yaptığımı suç olarak görmüyorum, beraatimi talep ediyorum.

2 Mart 2017